2007'den Bugüne 92,262 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Duygusal Zeka Nedir?
MAKALE #8855 © Yazan Uzm.Psk.Gözde EMİK AKSOY | Yayın Nisan 2012 | 9,080 Okuyucu
Günlük yaşamda sınırlı sayıdaki iç yaşantı “duygu” olarak adlandırılır. Kişinin belirli bir alanda algıladıkları, hissettikleri, onun fenomenal alanını oluşturmaktadır. Fenomenal alanın içindeki istekler, heyecan uyandıran iç yaşantılar da duygularımızı oluşturmaktadır. Bu gün sahip olduğumuz tüm duygular belirli işlevlere sahip olduğu için evrim süreci boyunca varlığını sürdürmüş ve günümüze ulaşmıştır. Duygularımızın genel işlevi, doğaya ve topluma uyum sağlamaktır. Uyum sağlayarak hayatta kalma ihtimalimizi arttırırız.

İnsanların duyguları, düşünceleri ve davranışları birbirleriyle ilişkilidir. Duygular, hedeflere yönelik davranışlarımızın itici güç kaynağını oluşturur. Düşüncelerimiz ise hedefe ulaşabilmek için hangi davranışları sergileyeceğimiz konusunda bize yardımcı olur.
Duygular ile düşünceler arasındaki iş bölümünü ve işbirliğini şu şekilde açıklayabiliriz; “Mantıklı düşünceler geminin dümeni, duygular ise geminin yakıtıdır.” Bu dünyada, küçük veya büyük bir yolculuğa çıkabilmek ve yolculuğu sürdürebilmek için yakıta (duygulara) ihtiyacımız vardır; duygularımız motivasyonumuzun kaynağıdır. Belirli hedeflere ulaşabilmek için de dümene (düşünceye) gerek duyarız (Dökmen, 2000).
Bir yüzyılı aşkın bir süredir psikologlar ve felsefeciler "duygu"'nun ne anlama geldiği konusunda tartışmaktadırlar. Tüm duygular harekete geçmemizi sağlayan dürtülerdir; evrim, yaşamla baş edebilmemiz için bizi acil plan yapabilecek şekilde programlamıştır. Duygu (emotion) sözcüğünün kökü motere’ dir. Latince hareket etmek anlamına gelen fiile “e-“ ön eki getirildiğinde uzaklaşmak olur ki bu, her duygunun bir harekete yönelttiği fikrini vermektedir. Oxford İngilizce sözlüğü, duyguyu "herhangi bir zihin, his, tutku çalkantısı ya da devinimi; herhangi bir şiddetli ya da uyarılmış zihinsel durum" olarak tanımlamaktadır. Amerikalı psikolog Dr. Daniel Goleman duyguyu bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi anlamında kullanmaktadır.

Karışımları, çeşitlemeleri, mutasyonlarıyla yüzlerce duygudan söz edilebilmektedir. Tüm araştırmacılar aynı kanıda olmasa da bazı kuramcılar temel duygu kümeleri olduğunu öne sürmektedir. Bu kümelerin başlıca adayları ve bazı üyeleri şöyle sıralanmaktadır:

Öfke: Hiddet, hakaret, içerleme, gazap, tükenme, kızma, sinirlenme, hınç, kin, rahatsızlık, alınganlık, düşmanlık ve belki de en uç noktada, patolojik nefret ve şiddet olarak,
Üzüntü: Acı, keder, neşesizlik, kasvet, melankoli, kendine acıma, yalnızlık, can sıkıntısı, umutsuzluk ve patolojik olduğunda şiddetli depresyon olarak,
Korku: Kaygı, kuruntu, sinirlilik, tasa, hayret, şüphe, uyanıklık, vicdan azabı, huzursuzluk, çekinme, ürkme, dehşet; patolojik olduğunda ise fobi ve panik olarak,
Zevk: Mutluluk, coşku, rahatlama, tatmin, haz, sevinç, eğlenme, gurur, tensel zevk, heyecan, hoşnutluk, kendinden geçme, aşırı zindelik, kapris ve en uç noktada mani olarak,
Sevgi: Kabul görme, dostluk, güven, iyilik, yakın ilgi, sadakat, hayranlık, aşırı tutkunluk, muhabbet olarak,
Şaşkınlık: Şok, hayret, afallama, merak olarak,
İğrenme: Hor görme, aşağılama, küçümseme, tiksinme, nefret etme, hoşlanmama, itici bulma olarak,
Utanç: Suçluluk, mahcubiyet, hayal kırıklığı, pişmanlık, küçük düşme, üzülme, çile olarak tanımlanmaktadır.

Bir avuç çekirdek duygu olduğu savı, bir ölçüde San Francisco’daki California Üniversitesi’nden Paul Ekman’ın keşfine dayanmaktadır; Ekman, belirli yüz ifadelerinden dördünün (korku, öfke, üzüntü, zevk) sinema ya da televizyonla karşılaşmamış oldukları tahmin edilen okuma yazma bilmeyenler de dahil olmak üzere, dünyanın değişik kültürlerinden insanlar tarafından tanınmasının bu duyguların evrenselliğini gösterdiğini ileri sürmektedir. Ekman, Yeni Gine'nin ücra yaylalarında tecrit edilmiş halde yaşayan Taş Devri'nden kalma Fore kavmine varıncaya en uzak kültürlerin insanlarına göstermiş ve nerede olurlarsa olsunlar, insanların aynı temel duyguları tanıdığını görmüştür.
Dr Daniel Goleman da duyguları kümeler ya da boyutlar bağlamında düşünmekte; öfke, üzüntü, korku, zevk, sevgi, utanç ve benzeri başlıca kümeleri duygusal hayatımızın sonsuz çeşitliliğinin bir kanıtı olarak görmektedir. Bu kümelerden her birinin özünde, temel bir duygusal çekirdek bulunduğunu ve bu çekirdekten temel duygunun akrabalarının sayısız mutasyonlarla halkalar halinde yayıldığını vurgulamaktadır.

Beynimizde, Hipotalamus denen, nohut büyüklüğünde bir "duygu merkezi" bulunmaktadır. Bu merkez, bedenin psiko-fiziksel faaliyetlerini düzenleyen ve "Endokrin Sistemi" denen bir hormonlar sistemine bağlı olan salgı bezleri ile sıkı bir işbirliği içindedir. Hipotalamus, bu salgı bezlerinin gerekli hormonları ürettikten sonra hedef organlara gönderilmelerinde önemli bir rol oynar. Tiroit bezi, hipofiz bezi, epifiz bezi, pankreas, testisler, yumurtalıklar ve diğer birkaç organdan çeşitli hormonlar salgılanır. İşte bu hormonlar sayesinde ve vücuttaki bazı fizyolojik fonksiyonlar sonucu hislenir, duygulanır ya da heyecanlanırız. Duygulanmamızı sağlayan bir başka neden de beynimizin ürettiği "nörotransmiter" denen kimyasallardır. “Duygu dediğimiz şey 'kültürel kutsallaştırma' yüzünden pek çok insanın yanlış bir inanca kapıldığı gibi kalbe yerleştirilmiş, manevi bir oluşum değildir. Aksine tamamen maddi ve bedensel bir olgudur. Hormonların bedenimizde ve beynimizde ortaya çıkan etkileridir”(LeDoux,1993).

Son on yılın duygularla ilgili en önemli keşiflerinden biri olan LeDoux’nun çalışması, beyin mimarisinin amigdalaya duygusal bir gözcü olarak, beyne korsanlık yaptırabilecek ayrıcalıklı bir konumu nasıl verdiğini ortaya çıkarmıştır. Yaptığı araştırma, göz ya da kulaktan gelen duyu sinyallerinin beyinde önce talamusa, oradan da, tek bir sinapsla, amigdalaya ulaştığını göstermiştir. Talamustan bir ikinci sinyal ise düşünen beyin neokortekse gitmektedir. Bu dallanma, amigdalanın, bilgiyi beyin devrelerinin çeşitli düzeylerinde değerlendirdikten sonra tamamen algılayan, son olarak da daha ince ayarlı tepkisini başlatan neokorteksten önce tepki verebilmesini sağlamaktadır.
LeDoux’nun araştırması duygusal yaşamı anlamak açısından devrim niteliğinde bir önem taşır, çünkü bu, duyguların neokorteksi atlayan sinir yollarını irdeleyen ilk çalışmadır. Doğrudan amigdalaya ulaşan bu duygular bizim en ilkel ve en güçlü hislerimizi kapsıyor; işte bu devre, duyguların gücünü ve akla olan üstünlüğünü çok iyi açıklamaktadır.
Duygular, doğaları gereği, olumlu ya da olumsuz değildir. Daha çok, insan enerjisi, içtenliği ve güdüsünün en güçlü kaynağı olarak işlev görürler, sezgisel bilgeliğin sonsuz kaynağını, yaşamsal öneme sahip ve potansiyel olarak yararlı bilgileri sağlamaktadırlar. Duygular bilginin de değerli bir kaynağıdır. Duygular insanlara doğru karar almada yardım etmektedir. Araştırmalar, kişinin beyninde duygusal bağlar koptuğunda, basit kararların bile alınamadığını göstermektedir. Bunun nedeni bireyin, seçim hakkında ne hissedeceğini bilememesidir.

Duyguların insanları canları pahasına dahi olsa nasıl yönlendirdiğine dair Amerika’da yaşanan trajik bir olayı şöyledir:

“Beyin felci yüzünden tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş on bir yaşındaki kızları Andrea’ya hayatlarını adayan Gray ve Mary Jane Chauncey çiftinin son dakikaları şöyleydi; Louisiana’nın nehir bölgesinde bir çarpma sonucu hasar gören demiryolu köprüsünden nehre yuvarlanan Amtrak treninin yolcularındandılar. Karı-koca öncelikle kızlarını düşünerek, Andrea’yı su alarak gittikçe batan trenden kurtarmak için ellerinden geleni yapıp bir şekilde onu camdan iterek kurtarma ekibine ulaştırdılar. Kendileri ise sulara gömülü vagonun içinde can verdiler.”

Bu hikaye, son dakikalarında dahi çocuklarının hayatta kalmasını sağlamak için çabalayan bir anneyle babanın bir tür cesaretini anlatmaktadır. Böyle bir kriz anında kararı veren aile açısından bu sevgiden başka bir şey değildir. Duyguların amaç ve gücünü anlatan bu örnek, insana kendini feda ettiren sevginin ve aslında hissedilen her duygunun insan hayatındaki merkezi yerine tanıklık etmektedir. Bu durum en derin hislerimizin, tutkularımızın, özlemlerimizin, temel rehberlerimiz olduğunu göstermektedir.

Yüksek IQ (Intelligence quotient)’lu birinin başarısız olmasında ve düşük IQ’lu bir diğerinin şaşırtıcı derecede başarılı olmasında acaba hangi etkenler rol oynamaktadır? Bu fark duygusal zeka denilen yeteneklerde yatmaktadır ve özdenetim, azim, sebat ve kendini harekete geçirebilme gibi özellikleri kapsamaktadır.


Duygusal zeka ne şekilde iyi ne şekilde kötü hissettiğimizi ve kötüyü iyiye nasıl dönüştüreceğimizi bilmek demektir. Yaradılış özellikleri, çocukluk deneyimleri ve daha sonraki öğrenilenler, aile içi ilişkilerden insan ilişkilerine, çalışma hayatındaki ilişkilerden toplumsal hoşgörüye kadar büyük bir yelpazede uygulama alanı bulan EQ (Emotional Intelligence), sanat, hayal gücü, yaratıcılık gibi beynin sol lobunun çalışmasına yönelik özellikler göstermektedir.

Duygusal zeka, Kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh halini düzenleyebilme, sıkıntıların engellemesine izin vermeme, kendini başkasının yerine koyabilme ve umut besleme gibi niteliklerin toplamıdır.


Duygusal zeka teorisi, nereye gidersek gidelim duygularımız bizimle olduğu için, hayatın tüm alanlarıyla ilgilidir. Duygularımız, çocuklarımızı nasıl iyi olarak yetiştireceğimiz, okul başarılarını nasıl artıracağımız, ilişkilerimizde ne kadar samimi olacağımız gibi çeşitli konularda karar vermemizde önemli bir rol oynamaktadır. Duygularımız, bireysel olarak nasıl mutlu olacağımız ve toplumu nasıl mutlu edeceğimiz konusunda bize yön gösterir.
Başarılı liderlerin hepsindeki ortak özellik, hepsinin duygusal zekaya sahip olmasıdır. Ama bu demek değildir ki, zeka ve teknik beceriler gereksizdir. Zeka ve teknik beceriler başlangıç kapasitesini teşkil eder. Günümüzde büyük şirketler, liderlik için olası yıldız adayların tanımlanması, geliştirilmesi ve atamalarında yardımcı olmaları için tecrübeli psikologları işe almaktadır.

Aralarında British Airways ve Credit Suisse gibi büyük ve global firmaların bulunduğu 188 şirket üzerinde bir araştırma yapılmıştır. Araştırmanın amacı, bu örgütlerde başarılı performansların hangi kişisel becerilere bağlı olduğunu ve ne derecede olduklarını belirlemektir. Bu araştırmanın sonucunda beceriler 3 grupta toplanmıştır; teknik beceriler örneğin, muhasebe ve iş planlama; kavramaya yönelik (cognitive) beceriler, örneğin analitik düşünce ve duygusal zekayı yansıtan beceriler, örneğin değişimi yönetme becerisi ve diğer insanlarla çalışabilme. Araştırma verileri incelendiğinde ortaya çıkan tablo, zekanın ve teknik becerilerin başarılı performansta lokomotif görevi gördüğü ancak, bunların başarılı performanslarda oranları hesaplandığında, duygusal zekanın her seviyedeki iş için diğer faktörlere nazaran iki kat daha önemli olduğu görülmektedir. Özellikle teknik becerinin ihmal edilebildiği üst düzeyde, duygusal zekanın önemi giderek artmaktadır. Başka bir deyişle, daha yüksek bir sırada bulunan bir kişinin (üst düzeyde performansa sahip) başarısında duygusal zekanın önemi daha da fazla olmaktadır.

Son yıllarda, bazı araştırmacılar insan zekasının farklı yönlerine ilişkin vurgulamalar yapmışlardır. 1920 ve 1930’lu yıllarda IQ kavramının popülerleşmesinde etkili olan E.L.Thorndike, Harper’s Magazine ‘deki bir makalesinde duygusal zekanın bir yönü olan “sosyal” zekanın, başkasını anlayabilme ve insan ilişkilerinde akıllıca davranabilmenin, IQ’nun başlı başına bir parçası olduğunu öne sürmüştür.


Howard Gardner 1980’lerin başlarında IQ yaklaşımını sorgulamaya başlamıştır. "Frames of Mind" adlı kitabında yaşamdaki başarı açısından hayati derecede önem taşıyan yalnızca tek bir zeka türü olmadığını, ancak zeka türlerinin daha geniş bir yelpazede ele alınabileceğini öne sürmektedir (Miller, 1999). Gardner’ın listesi sözel ve mantıksal-matematiksel yatkınlık olmak üzere iki standart akademik zekâ türünün yanı sıra, olağanüstü ressam ve mimarlarda görülen uzamsal kavrama kapasitesini; Martha Graham veya Magic Johnson’da olduğu gibi fiziksel akıcılık ve zarafette kendini gösteren kinestetik dehayı; Mozart veya Yo Yo Ma gibi müzikal yetenekleri de kapsamaktadır. Bu listeyi, Gardner’ın “kişisel zekâlar” dediği şeyin iki yönü tamamlamaktadır: Örneğin Carl Rogers gibi büyük terapistlerde veya Martin Luther King Jr. gibi dünya liderlerinde kişilerarası ilişki becerileri; bir de Sigmund Freud’un dâhice sezgilerinde olduğu gibi ortaya çıkan veya daha yalın bir biçimde bir kişinin hayatını gerçek hisleri doğrultusunda yaşamaktan aldığı hazda görülen türden psişik yetenekler.

IQ’nun kişinin gelecekteki başarısını belirlediğine ilişkin kuralın çok sayıda istisnası var; hatta istisnaların sayısı kurala uyanlardan fazla da olabilir. IQ’nun hayattaki başarıya katkısı en fazla yüzde yirmidir; geri kalan yüzde sekseni belirleyen başka etkenler vardır. Kişilerarası ilişkilerde zeka, diğer insanları anlamaktır: Onları ne harekete geçirir, nasıl çalışırlar, onlarla nasıl işbirliği yapılabilir? Başarılı satıcılar, politikacılar, öğretmenler, doktorlar ve dini liderler büyük olasılıkla yüksek düzeyde kişilerarası zekaya sahiptir (Gardner,H., 95).

Bir gözlemcinin de dediği gibi, “Bir kişinin toplumda edindiği yeri, sonuçta IQ dışında kalan ve sosyal sınıftan şansa kadar uzanan etkenler belirler.”

Illinois eyaletindeki liselerden 1981’de mezun olan 81 sınıf birincisi ile sürdürülmekte olan çalışmada; başarılarını ve mükemmel not almayı üniversitede de sürdürmekle beraber yirmili yaşlarının sonlarında ancak ortalama bir başarı düzeyine eriştikleri gözlenmiştir. Liseden mezun olduktan on yıl sonra ancak dördünden biri, aynı yaşta gençlerle kıyaslandığında, kendi seçtiği dalda en yüksek başarı düzeyine ulaşmış, birçoğu çok daha az başarı elde etmişlerdir.


Okul birincilerini izleyen araştırmacılardan Boston Üniversitesi’nde eğitim veren Prof. Karen Arnold ise durumu şöyle açıklıyor: “Sanıyorum ‘itaatkarı’, yani sistem içinde nasıl başarılı olunacağını bilenleri keşfettik. Okul birincileri de hepimiz gibi hayatta bir mücadele içindedir. Bir insanın okul birincisi olduğunu bilmek, onun ancak notlarla ölçülen akademik alanda çok başarılı olduğunu bilmek demektir. Hayatta karşılaşacakları şeylerle nasıl baş edebileceklerini hiç bilemezsiniz.”(Arnold, 92).
İşte sorun da buradadır: Akademik zeka yaşamın getirebileceği değişiklikler veya imkanlara hazırlıklı olmayı neredeyse hiç sağlamamaktadır. Oysa yüksek IQ zenginliğin, saygının ya da mutluluğun bir garantisi olmadığı halde, okullar ve kültürler akademik becerilere takılıp kalarak kişinin geleceğini belirlemekte çok önemli rolü olan duygusal zeka denen bir grup özelliği göz ardı etmektedir. Duygusal yaşam, matematik ve okuma gibi daha çok ya da az beceriyle yapılabilen ve kendine özgü yetenek gerektiren bir alandır. Eşit zekaya sahip iki kişiden biri hayatta başarılı olurken diğerinin nasıl çıkmaza girdiğini anlamak için, kişinin bu alanlarda ne kadar yetenekli olduğunu bilmek çok önemlidir. Duygusal yetenek, bir meta-yetenektir; yani ham zeka dâhil var olan diğer yeteneklerimizi ne kadar iyi kullanabileceğimizin belirleyicisidir.

Duygusal zeka becerileri, bilişsel (Intelligence quotient-IQ) becerilerin karşıtı değildir, daha çok kavramsal düzeyde ve gerçek dünyada dinamik bir etkileşim halindedirler. Belki de bilişsel zeka ile duygusal zeka arasındaki en önemli fark, doğanın bir çocuğun başarı şansını belirlemeyi bıraktığı yerden devam etmek üzere ebeveynlere ve eğitimcilere bir fırsat yaratan duygusal zekanın daha az kalıtım yüklü olmasıdır.
Eşit umut vaat eden, eşit eğitime ve imkanlara sahip kişilerin farklı yazgılarını açıklamakta da IQ'nun pek yardımı olduğu söylenemez.1940'larda Harvard'dan mezun olan 95 öğrenci orta yaşlarına kadar takip edildiğinde, okul sınavlarında en yüksek puanları alan kişilerin, daha düşük puanlı arkadaşlarına oranla maaş, verimlilik ve kendi alanlarındaki konumları açısından çok daha başarılı olmadıkları gözlenmiştir. Daha da ötesi, bu kişiler ne hayatlarından daha hoşnut, ne de arkadaş, aile ve aşk ilişkilerinde daha mutlu oldukları gözlenmiştir.

Yapılan diğer araştırmalara göre, kadınların duygusal zekalarının erkeklerden çoğu zaman daha üstün olduğu gözlenmiştir. Gözlemcilere göre kadınlar, duyguları okumakta erkeklerden daha başarılıdırlar (Moller,1999).

California Üniversitesi’nden psikolog Jack Block yüksek IQ ile yüksek duygusal zekâsı olan kadınları araştırmıştır. Buna göre duygusal zekâdan ayrı tutulmuş olan IQ zihin dünyasında bir uzman ancak kişisel dünyada yetersiz bir entelektüel görünümü sergilemektedir. Kadın ve erkekler üzerinde gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları şöyledir;

Erkekler:


Salt yüksek IQ’lu erkek: Geniş bir entelektüel ilgi ve yetenekler dizisine sahiptir. Hırslı, üretken, istikrarlı, kendi sorunları dert etmeyen, eleştirici, tepeden bakan, titiz, duygularına gem vuran, cinsellik ve duygusallık konusunda tutuk, kendisini açmayan, mesafeli duygusallık açısından ise kayıtsız ve soğuk bir görünüm çizer.

Salt duygusal zekâsı yüksek erkekler: Sosyal açıdan dengeli, dışa dönük, neşeli, korkaklığa veya derin düşünmeye yatkınlığı olmayan kimselerdir. İnsanlara ve davalara bağlanma, sorumluluk alma, etik bir görüşe sahip olma özellikleri dikkat çeker. İlişkilerinde başkalarına karşı sevecen ve ilgilidirler. Zengin ve ama yerli yerinde bir duygusal yaşamları vardır. Kendileri ve yaşadıkları sosyal dünyayla barışıktırlar.

Kadınlar

Salt yüksek IQ’lu kadınlar: Kendilerinden beklenen entelektüel güvene sahiptir. Düşüncelerini akıcı biçimde ifade edebilir, geniş bir entelektüel ve estetik ilgi alanına sahiptirler. Öte yandan bu tip kadınlar aynı zamanda kendi kendilerini tahlil edebilen, kaygıya, derin düşünmeye, suçluluk duymaya yatkın, ayrıca öfkelerini açıkça belli etmekten kaçınan kişilerdir.

Salt duygusal zekâsı yüksek kadınlar: Salt IQ’ su yüksek kadınların aksine kendini ortaya koyabilen, duygularını doğrudan dile getiren, kendi kendine olumlu bakan, hayata bir anlam bulan insanlardır. Ayrıca, duygusal zekâsı yüksek erkekler gibi kadınlarda dışa dönük, neşeli, duygularını uygun biçimde ifade edebilen insanlardır. Sosyal tavırları, yeni insanlara kolayca ulaşmalarını sağlar.

Robert Sternberg, yüksek IQ’nun akademik başarı getirebileceğine fakat hayatın diğer alanlarında hedefe yönelik eylemlere yol açmayacağına inanmaktadır. “Kendi standartları veya başkalarının standartları doğrultusunda başarıyı yakalamış insanlar sadece okullarda değer verilen hareketsiz zekaya güvenmekten çok, birçok alanda beceri sahibi olmuş, bu becerileri geliştirmiş ve uygulamış kişilerdir.” (Miller, 1999).
1980’lerin başında, , duygusal zeka kavramını geliştirmeye başlayan ve on altı yıllık çalışma sonucu dünyadaki tek duygusal zeka ölçme testini oluşturan İsrailli Psikolog Dr. Reuven Bar-On tarafından duygusal zeka ; "Bir kişinin çevresel baskılarla ve isteklerle başa çıkmak için başarılı olma yetisinde; duygusal kişisel ve sosyal yeteneklerinin bir bütünüdür." şeklinde tanımlamıştır. (Miller, 1999, s. 218).
Toronto, Buffalo ve New York’ta Health System Inc. tarafından 3831 kişi üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına göre, insanlar yaşlandıkça duygusal zekaları da artmaktadır. Bar-on’un geliştirdiği duygusal zeka ölçeği kullanılarak çeşitli yaş gruplarından insanlarla yapılan araştırmada, duygusal zeka skorunun yaşın artmasıyla birlikte belli oranda yükseldiği ve 50’li yaşların ortasında en üst düzeye ulaştığı sonucu elde edilmiştir. Diğer yandan, IQ’nun da, 19-20 yaşlarında en üst seviyeye çıktığı ve yaş ilerledikçe düştüğü bilinmektedir. Araştırmayı yürütenlerden Dr.Stein’e göre, duygusal olgunluğa, geçen zaman ve yaşanan deneyimlerle ulaşılmaktadır.


ABD’de 1985 yılında bir doktora öğrencisi (Payne, Wayne Leon) A study of emotion: Developing Emotional Intelligence; Self-integration; Relating to fear, Pain and Desire (Theory, Structure of reality, Problem-solving, contraction / expansion, tuning in/coming out/letting go) başlığı taşıyan bir doktora tezi yazmıştır. Bu çalışma ilk olarak "Emotional Intelligence" kavramının akademik çevrelerde kullanılmasını sağlamıştır.
Cooper’a göre de, duygusal zeka, ‘duyguların gücünü ve hızlı algılayışını, insan enerjisi, bilgisi, ilişkileri ve etkisinin bir kaynağı olarak duyumsama, anlama ve etkin bir biçimde kullanma yeteneğidir’.

İnsan beyni üzerinde yapılan son araştırmalar, insan zekasının gerçek ölçütünün IQ olsa bile, hayat başarısı konusunda belirleyici olanın, kişilerin duygusal zekaları olduğunu düşündürmektedir(Roitman,1999).

“Duygusal zekanın ortaya çıkış nedeni, mantığın etkisinin azalması değil, insan kalbinin çalışmasıdır. Bugün artık yapılması gereken; duygularla zekayı, kalple beyni karşı karşıya getirmek yerine, ikisini beraber kullanmayı öğrenmektir. Çünkü insan mutsuzluğu yalnızca hissetmez anında ve engellenemez bir biçimde düşünebilir de”(Sartorius,1999).

Duygusal zekadan yararlanamamanın hem bireylerin, hem de kurumların gelişme ve başarılarını engellediği buna karşılık duygusal zeka kullanımıyla gerek bireysel gerekse kurumsal aşamada yapıcı sonuçlara ulaşılabildiği izlenmektedir (Weisinger,1998).

1990 yılında Harvard Üniversitesi’nden psikolog Peter Salovey ve New Hampshire Üniversitesi’nden psikolog John Mayer "Emotional Intelligence" ile ilgili iki tane makale yayımlamışlardır. Bu profesörler, insanların duygusal alandaki yetilerini bilimsel olarak ölçmeyi denemişlerdir. Bu hocaların bulguları, bazı insanların diğerlerinden, kendi duygularını tanımlamada, başkalarının duygularını tanımlamada ve duygusal konularda problem çözmede daha iyi olabileceğini ortaya koymaktadır. Geçtiğimiz on yılda bu profesörler, duygusal zekayı ölçmeye yönelik iki değişik test geliştirmişlerdir. Ancak çalışmaları akademik çevre içinde kalmıştır.

Mayer ve Salovey 1990’da Duygusal Zekayı şöyle açıklamışlardır: "Duyguları hissetmek, düşünceleri desteklemek için duyguları ortaya koymak, duygusal bilgi ve duyguları anlamak, zihinsel ve duygusal gelişimi artırmak için duyguları etkili yönetme yeteneğidir." (Miller, 1999).

Mayer ve Salovey, duygusal zekanın dört alanından bahsetmektedirler. Bu dört alan şöyle tanımlanabilir:

Duyguları tanıma: Kişinin kendisi ve çevresindekilerin duygularını anlama yeteneğidir.
Duyguları kullanma: Önce duyguyu sonra da bu duygunun sebebini ortaya koyma yeteneğidir.

Duyguları anlama: Karmaşık duygu ve duygu zincirlerini ve duyguların nasıl bir durumdan diğerine geçtiğini anlama yeteneğidir.

Duygularla başa çıkma: Kişinin kendisinin ve çevresindekilerin duygularıyla başa çıkabilmesini sağlayan yetenektir.

Daniel Goleman, "Duygusal Zeka" adlı kitabında Duygusal zekayı,” kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilmesi yetisi" olarak tanımlıyor. (Goleman, 1996).


Gelin aşağıdaki vakayı birlikte inceleyelim:


Elliot’un alnının tam ortasında büyüyen tümörü küçük bir portakal boyundaydı; ameliyatla tamamı alındı. Operasyonun başarılı geçtiği bildirildi ama Elliot’u tanıyanlar onun artık eski Elliot olmadığını söylüyordu. Kişiliği tamamen değişmişti. Bir zamanların başarılı şirket avukatı artık hiçbir işte dikiş tutturamıyordu. Karısı onu terk etti. Birikmiş parasını sonuç vermeyen yatırımlarda kaybedince, erkek kardeşinin evindeki kullanılmayan odada yaşayan bir sığıntı durumuna düştü.


Elliot’un sorunu bilmece gibiydi: Entelektüel açıdan, her zamankinden daha zekiydi, ancak zamanını çok kötü kullanıyor, ufak ayrıntılar içinde kayboluyordu; önceliklerini tamamen yitirmiş bir haldeydi. Uyarılar işe yaramıyordu; bir dizi avukatlık işinden kovuldu. Kapsamlı zeka testleri Elliot’un zihinsel becerilerinde bir eksiklik bulamayınca, sinirsel bir sorunu çıkarsa işsizlik sigortasından yararlanabileceği umuduyla bir nöroloğa gitti. Aksi takdirde herkes onun hasta numarası yaptığını sanacaktı.

Elliot’un gittiği nörolog Antonio Damasio, Elliot’un zihinsel repertuarında bir şeyin eksik olduğunu fark etti: Mantık, bellek, dikkat ya da diğer bilişsel yetilerinde sorun yoktu, ancak Elliot başına gelenler konusunda ne hissettiğini bilemiyordu. En çarpıcı şey, Elliot’un hayatındaki trajik olayları, sanki geçmişteki kayıplarının ve başarısızlıklarının salt bir gözlemcisiymiş gibi, tam bir kayıtsızlıkla, pişmanlık ya da üzüntü, hayatın adaletsizliği karşısında öfke ya da engellenmişlik belirtisi göstermeksizin anlatabilmesiydi. Yaşadığı felaket ona acı vermiyordu. Damasio, Elliot’un hikayesinden, kendisinden daha fazla etkilenmişti.

Damasio’ya göre bu duygusal özbilinçsizliğin kaynağı, beyin tümörüyle birlikte Elliot’un prefrontal loblarının bir kısmının da alınmış olmasıydı. Aslında bu ameliyatla duygusal beynin aşağı merkezleri, özellikle de amigdala ve ilgili devrelerle neokorteksin düşünme yetenekleri arasındaki bağ kesilmişti. Elliot’un düşünme yeteneği bir bilgisayarınki gibi olmuştu; bir kararın aritmetiğinde her işlemi yapabiliyor ancak farklı olasılıklara farklı değerler veremiyordu. Her olasılık onun gözünde aynı değeri taşıyordu. Bu aşırı duygusuz düşünme tarzı da, Damasio’ya göre Elliot’un sorununun özüydü: Hislerinin farkında olmaması, Elliot’un muhakemesinde bir bozukluğa yol açmıştı.
Güçlü duygular muhakeme sürecinde kaos yaratabilse de, duyguların farkında olmamak, özellikle geleceğimizi belirleyen kararları tartmakta yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Hangi mesleğin seçileceği, iş güvencesi yüksek bir yerde mi yoksa daha riskli ama ilginç bir işte mi çalışılacağı, kiminle flört edileceği ya da evlenileceği, nerede yaşanacağı, hangi evin kiralanacağı ya da satın alınacağı gibi.

Gerçekte insanoğlunun hayat mücadelesi için daima kullandığı güçler duygusal zekanın içinde barınan özellikleri de kapsamaktadır. Duygusal zeka artık her zaman ve her yaşta geliştirilip ilerletilebilen, öğrenilebilir bir zeka olarak görülmektedir. Duygusal zeka, muhakeme ve IQ için yaşamsal öneme sahiptir. Duygusal gücünü kullanan kişi duygularını tanır, onları kabullenir, uygun şekilde ifade eder ve ayrıca kendi duygusunu tanımlayabildiği ve tanıdığı, yani farkındalık düzeyi yüksek olduğu için karşısındaki kişilerinde hislerini anlayıp, kendisini başkasının yerine koyabilmeyi başarmasından ötürü kişiler arası iletişimde daha başarılı olur. Bununla birlikte çevresindeki kişilerin ve kendi hislerinin farkında olması, kişinin güncel yaşamda karşılaşılan sorunların üstesinden gelebilme potansiyelini arttırır.


Duyguların dili her insanda vardır, çocuk yetişkin, yaşlı hiç fark etmez yaşayan her bireyin duyguları sözel ya da bedensel olarak ifade edilmektedir. İnsanların pek çoğu çoğunlukla ne hissettiklerini söylemeye tereddüt ederler, ancak söyleyemediklerini ses tonu, konuşma hızı, bakışlar, yüz ifadesi, mimikler ve duruş şekilleriyle gösterirler. Bu nedenle önemli olan birbirimize gözlerimizi kapamamaktır.

İşte EQ ve IQ seviyesi yüksek olan ve onu dengeli kullanmayı bilen, kimseye gözlerini kapatmaz, görmezlikten gelmez ve gerçek insandır. Bu bağlamda diyebiliriz ki tüm hayat boyunca asıl önemli olan dengede kalabilmektir. Bu nedenle en önemli ve oldukça zor olan, aslında başarının anahtarı olan “akıl ile gönül”ü dengede tutmayı gerçekleştirebilmektir.

Kaynaklar


Damasio A. (1994). Descartes’ Error. New York: Grosset/Putnam


Dökmen, Ü. (2000). Yarına Kim Kalacak? Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak Gelişmek Uzlaşmak. İstanbul: Sistem Yayıncılık.


LeDoux J. (1993). Emotional Memory Systems in the Brain: Behavioral and Brain Research (58).


Gardner H., Hatch T. (1989). Multiple Intelligences Go to School: Educational Research(18).


Goleman D. (1996). Duygusal Zeka (Çev. Banu Seçkin Yüksel) İstanbul: Varlık/Bilim Yayınları.


Mayer, John and Salovey, Peter.(1990).Four branch Model of Emotional Intelligence.


Miller, Claus. (2000). Hearthwork. Hillerød: TMI.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Duygusal Zeka Nedir?" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Gözde EMİK AKSOY'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Gözde EMİK AKSOY'un izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     1 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Gözde EMİK AKSOY Fotoğraf
Uzm.Psk.Gözde EMİK AKSOY
İzmir (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi162 kez tavsiye edildi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Gözde EMİK AKSOY'un Makaleleri
► Duygusal Zeka Psk.Bahar ERDEN
► Bizim Zamanımızda Duygusal Zeka mı Vardı? Psk.Dnş.Tuğçe ALTUNBAŞ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Duygusal Zeka Nedir?' başlığıyla benzeşen toplam 19 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Öğrenilmiş İyimserlik Temmuz 2013
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


16:03
Top