Kendin Olmak
Herkesin bahsettiği ama kimsenin henüz görmediği; sürekli birbirimize yol tarifi verdiğimiz ama bir türlü gidemediğimiz, gizemli ve egzotik bir hayal ülkesidir kendimiz.
Nerede olduğu, yüz ölçümü, iklimi, coğrafyası, sınırları hakkında fikrimiz var aşağı yukarı. Ama hep hasret, ama hep özlem içinde, uzaktan bakar haldeyiz kendimize, yaklaşmaktan korkarak, yaklaşmayı göze alamayarak…
Kim neden korkutmuşsa bizi bu kadar, en çok kendimizle karşılaşmaktan korkuyoruz, en çok kendi gözlerimize bakmaktan. Neler görmekten korkuyoruz orada? Hatalarımızı mı, günahlarımızı mı, başarısızlıklarımızı, beceriksizliklerimizi, bencilliklerimizi mi? İnsan olduğumuz gerçeğinden mi kaçıyoruz yoksa her insan gibi olduğumuz gerçeğinden mi? Hep farklı sanıyoruz kendimizi, hep başka, hep ayrı, hep özel. Ödümüz kopuyor sıradanlıktan ama bir yandan da çemberin dışına adım atmayı göze alamıyoruz. Alanlara da hasetle bakıyoruz. Ne cüretle ayrılır sürüden diyoruz, neyine güvenir de kendini seçer, bu nasıl bir küstahlık!
Vamık Volkan der ki, her türlü pislik vardır insanın içinde; salyası, sümüğü, dışkısı, hepimizde bol. Her türlü kötülük vardır insanın zihninde; kini, öfkesi, fesatı, alabildiğine. Böyle bir bütün halinde insan, böyle tamamlanıyor daire. Ama yok sevmedik, beğenmedik bu fani taraflarımızı, yakıştıramadık kendimize, silip atalım dairenin bir kısmını, eksik kalsın! O zaman hoş görünür müydü göze? Tam olur muydu, her yöne giden kusursuz çember oluşur muydu?
Arayıp duruyoruz kendimizi… Ama o kadar kolay değil fark edilmesi. Daha ana karnına bile düşmeden başlıyor insanın hikâyesi. Daha biz oluşmadan hayaller oluşuyor, beklentiler şekilleniyor bize dair. Anne karnının huzurunu, güvenini hissettiğimiz andan itibaren ise, başlıyoruz kendimizi şekillendirmeye. Öyle bir sevgi, öyle bir kavrayış, öyle bir kabullenmeyi aramakla geçiyor doğduktan sonraki ömrümüz. Tekrar olduğumuz gibi olmaya cesaret edilebileceğimiz, her koşulda hoş karşılanıp koşulsuz sevilebileceğimiz o yoğun şefkati yeniden bulma ümidiyle geçiriyoruz günlerimizi.
İlmek ilmek dokuyoruz, parça parça oluşturuyoruz benimizi. Nasıl bir emek, nasıl bir göz nuru… Öyle bir mozaik çıkıyor ki ortaya, her renkten herşekilden, bütün parçaların toplamından çok daha büyük bir şey oluyor. Kendimiz bile şaşırıyoruz. Öyle de bir oluyor ki hem de, her an değişiveriyor renkler desenler ve her an yepyeni bir uyumla tekrar şekilleniyor. Kararıveriyor bir an, bir diğer anda rengârenk parıldıyor. Öyle bir göz alıcı ki, insanın gözü kamaşıyor. Tüm korku da bu kamaşmadan ya zaten! Biz miyiz bu devasa,
parıldayan, kımıldayan resim? Nerden çıkmış, nasıl birikmiş, kimlerden gelmiş o kadar renk? Annemizle ilk göz göze gelişimizden, son terk edilişimize kadar nasıl da nakış gibi işlenmiş o tablo? Mümkün mü hiçbir detayın atlanmaması, mümkün mü her çağrışımdan bir iz kalması? İşte bu kamaşma korkutuyor belli ki bizi. Çünkü her şey mükemmel değil orada. Hatta çirkinlikler bir ahenk oluşturmuşlar adeta. E o zaman, her bakan göz görebilecek mi kusurlarımızı, anlayacaklar mı gerçekten mükemmel olmadığımızı? O telaşla işte, başlıyoruz kendimizi gömmeye. Zihnimizin ve kalbimizin mümkün mertebe en derin, en ulaşılmaz, en kuytu yerine. Öyle bir saklıyoruz ki tablomuzu, nereye gizlediğimizi bile unutmak istiyoruz. Çok istiyoruz hem de. Ve unutuyoruz…
İnsan kendini önce saklar, yok sayar, sonra durumda bir acayiplik olduğunu zaman içinde kavrar. Bu insan için müthiş fırsattır. Madem gerçek kendi yoktur meydanda, yeni bir tane yapmanın tam zamanıdır. Aşağı yukarı ergenliğe denk gelir bu dönem. Fırtınaların kopuşu ondandır. Ergenlik öyle bir dönemdir ki ondan kurtulunamaz ve asla ucuz atlatılamaz. Her şey bir belaya delalettir. Sakin geçiren için ayrı derttir, olaylı geçiren için ayrı. Sonuçta bir benlik kaybı fark edilmiştir ve nerede bulunacağı bilinmediğinden yenisinin inşasına girişilmiştir. Kişi bu sefer kendini nispeten daha uyanık sanır. Renklerin en güzeli, şekillerin en dikkat çekicisi kullanılacak, tablo altın orana göre oluşturulacaktır. Umutlar, idealler sınır tanımaz. Kimse o dönem bir ergenden daha muktedir olamaz! Yine başlar ilmek ilmek, emek emek bir çalışma. Hakkını yemek olmaz, hangi yaşta olursak olalım benlik oluşturmak zor şeydir, hele de bunu elimizdeki malzemeyi göze almadan yapacaksak. Elde altın, gümüş, zümrüt, yakut olmayabilir. Olsa da miktar yeterli gelmeyebilir. İşte seçim anı buradadır. Görüntüye mi, ihtiyaca mı, estetiğe mi, yararlılığa mı ağırlık verilecek, bu noktada planlanmalıdır. Bu sefer zayıflığa yer yoktur. Bu sefer kendilik hata kabul etmez. O en güzel, o en sağlam, o en temiz, kusursuzdur. Ya da tam olmasa bile, ideale çok yakındır, birkaç adım mesafededir.
İnsan kendisini yeniden yapar. Yılmaz, yorulmaz, yeniden yeniden yapar. Temelinin üzerine ömür boyu belki onlarca kat çıkar. Hepsi bir öncekinden daha iyi, hepsi bir öncekinden daha sağlam ve gitgide daha kalın duvarlara sahip, daha korunaklı, daha gizli saklı onlarca kat. İnşa edilen her yeni kat, bir öncekinin kusurlarını saklar, ama nasıl bir zorsa bu hayat yolu, katlar biter kusur bitmez. Oysa insan son kata gelene kadar bunu bilmez, son tuğlaya kadar belki, ümidinden vazgeçmez. Ama her kat bittiğinde bir durup soluklansaydı, her yükseldiğinde bir durup yeni manzaraya göz atsaydı. Kim bilir, uğraşmazdı belki o kadar inşayla. Yaşamaya da zaman ayırırdı belki, kendi olmaya…
Çok zordur kendin olmak… Cesaret işidir kendini aramak… Ya bulursak, ya aniden karşılaşıverirsek kendimizle korkusu yer bitirir bizi. Düşünsenize, onlarca katın altındaki temel, ya çürükse, çatlaksa? Ya o kadar katı üstüne inşa ettiğimiz zemin, tek bir tuğla daha kaldıramayacaksa veya daha kötüsü yıkılmasına an varsa? E o zaman, herkes görecek mi temeldeki çürümeyi, fark edecek mi bizdeki eksik, kusurlu yönleri? Yıkılacak mı her biri birbirinden özenle ördüğümüz duvarlar?
İyisi mi bakalım derim ben arada bir manzaraya. Seyredelim gözümüzün alabildiğine. Durup dinlenmez, bir mola vermezsek, hayatla dolmaz o bize ömür diye biçilen zaman. Ölmeyiz vade bitene kadar ama yaşamış da sayılmayız. Emin olun hepimizde var kirden rengi atmış çamaşırlar. Hepimiz geniş birer arka bahçeye sahibiz, hiç temizlemediğimiz, otunu çöpünü ayırmadığımız, dönüp bakmaya bile yanaşmadığımız ve bakmıyoruz diye de yok saydığımız…
Hepimiz birbirimiz kadar insanız. Ne bir eksik, ne bir birim fazlayız. Bundan korkmak yerine kabullenebildiğimizde başlayacak farklılığımız. İşte o zaman gerçek kişisel potansiyeller çıkacak, herkes aslına kavuştuğunda, kendini zıttıyla kabul ettiğinde resim tamamlanacak. İşte o kadar korktuğumuz sıradanlıktan o zaman kurtulacağız. Hem bu kadar aynı hem bu kadar özgün olmanın tadını o zaman çıkaracağız. Durup bir an soluklanmaya, kendi gözlerinize bakmaya hazır mısınız?
Nerede olduğu, yüz ölçümü, iklimi, coğrafyası, sınırları hakkında fikrimiz var aşağı yukarı. Ama hep hasret, ama hep özlem içinde, uzaktan bakar haldeyiz kendimize, yaklaşmaktan korkarak, yaklaşmayı göze alamayarak…
Kim neden korkutmuşsa bizi bu kadar, en çok kendimizle karşılaşmaktan korkuyoruz, en çok kendi gözlerimize bakmaktan. Neler görmekten korkuyoruz orada? Hatalarımızı mı, günahlarımızı mı, başarısızlıklarımızı, beceriksizliklerimizi, bencilliklerimizi mi? İnsan olduğumuz gerçeğinden mi kaçıyoruz yoksa her insan gibi olduğumuz gerçeğinden mi? Hep farklı sanıyoruz kendimizi, hep başka, hep ayrı, hep özel. Ödümüz kopuyor sıradanlıktan ama bir yandan da çemberin dışına adım atmayı göze alamıyoruz. Alanlara da hasetle bakıyoruz. Ne cüretle ayrılır sürüden diyoruz, neyine güvenir de kendini seçer, bu nasıl bir küstahlık!
Vamık Volkan der ki, her türlü pislik vardır insanın içinde; salyası, sümüğü, dışkısı, hepimizde bol. Her türlü kötülük vardır insanın zihninde; kini, öfkesi, fesatı, alabildiğine. Böyle bir bütün halinde insan, böyle tamamlanıyor daire. Ama yok sevmedik, beğenmedik bu fani taraflarımızı, yakıştıramadık kendimize, silip atalım dairenin bir kısmını, eksik kalsın! O zaman hoş görünür müydü göze? Tam olur muydu, her yöne giden kusursuz çember oluşur muydu?
Arayıp duruyoruz kendimizi… Ama o kadar kolay değil fark edilmesi. Daha ana karnına bile düşmeden başlıyor insanın hikâyesi. Daha biz oluşmadan hayaller oluşuyor, beklentiler şekilleniyor bize dair. Anne karnının huzurunu, güvenini hissettiğimiz andan itibaren ise, başlıyoruz kendimizi şekillendirmeye. Öyle bir sevgi, öyle bir kavrayış, öyle bir kabullenmeyi aramakla geçiyor doğduktan sonraki ömrümüz. Tekrar olduğumuz gibi olmaya cesaret edilebileceğimiz, her koşulda hoş karşılanıp koşulsuz sevilebileceğimiz o yoğun şefkati yeniden bulma ümidiyle geçiriyoruz günlerimizi.
İlmek ilmek dokuyoruz, parça parça oluşturuyoruz benimizi. Nasıl bir emek, nasıl bir göz nuru… Öyle bir mozaik çıkıyor ki ortaya, her renkten herşekilden, bütün parçaların toplamından çok daha büyük bir şey oluyor. Kendimiz bile şaşırıyoruz. Öyle de bir oluyor ki hem de, her an değişiveriyor renkler desenler ve her an yepyeni bir uyumla tekrar şekilleniyor. Kararıveriyor bir an, bir diğer anda rengârenk parıldıyor. Öyle bir göz alıcı ki, insanın gözü kamaşıyor. Tüm korku da bu kamaşmadan ya zaten! Biz miyiz bu devasa,
parıldayan, kımıldayan resim? Nerden çıkmış, nasıl birikmiş, kimlerden gelmiş o kadar renk? Annemizle ilk göz göze gelişimizden, son terk edilişimize kadar nasıl da nakış gibi işlenmiş o tablo? Mümkün mü hiçbir detayın atlanmaması, mümkün mü her çağrışımdan bir iz kalması? İşte bu kamaşma korkutuyor belli ki bizi. Çünkü her şey mükemmel değil orada. Hatta çirkinlikler bir ahenk oluşturmuşlar adeta. E o zaman, her bakan göz görebilecek mi kusurlarımızı, anlayacaklar mı gerçekten mükemmel olmadığımızı? O telaşla işte, başlıyoruz kendimizi gömmeye. Zihnimizin ve kalbimizin mümkün mertebe en derin, en ulaşılmaz, en kuytu yerine. Öyle bir saklıyoruz ki tablomuzu, nereye gizlediğimizi bile unutmak istiyoruz. Çok istiyoruz hem de. Ve unutuyoruz…
İnsan kendini önce saklar, yok sayar, sonra durumda bir acayiplik olduğunu zaman içinde kavrar. Bu insan için müthiş fırsattır. Madem gerçek kendi yoktur meydanda, yeni bir tane yapmanın tam zamanıdır. Aşağı yukarı ergenliğe denk gelir bu dönem. Fırtınaların kopuşu ondandır. Ergenlik öyle bir dönemdir ki ondan kurtulunamaz ve asla ucuz atlatılamaz. Her şey bir belaya delalettir. Sakin geçiren için ayrı derttir, olaylı geçiren için ayrı. Sonuçta bir benlik kaybı fark edilmiştir ve nerede bulunacağı bilinmediğinden yenisinin inşasına girişilmiştir. Kişi bu sefer kendini nispeten daha uyanık sanır. Renklerin en güzeli, şekillerin en dikkat çekicisi kullanılacak, tablo altın orana göre oluşturulacaktır. Umutlar, idealler sınır tanımaz. Kimse o dönem bir ergenden daha muktedir olamaz! Yine başlar ilmek ilmek, emek emek bir çalışma. Hakkını yemek olmaz, hangi yaşta olursak olalım benlik oluşturmak zor şeydir, hele de bunu elimizdeki malzemeyi göze almadan yapacaksak. Elde altın, gümüş, zümrüt, yakut olmayabilir. Olsa da miktar yeterli gelmeyebilir. İşte seçim anı buradadır. Görüntüye mi, ihtiyaca mı, estetiğe mi, yararlılığa mı ağırlık verilecek, bu noktada planlanmalıdır. Bu sefer zayıflığa yer yoktur. Bu sefer kendilik hata kabul etmez. O en güzel, o en sağlam, o en temiz, kusursuzdur. Ya da tam olmasa bile, ideale çok yakındır, birkaç adım mesafededir.
İnsan kendisini yeniden yapar. Yılmaz, yorulmaz, yeniden yeniden yapar. Temelinin üzerine ömür boyu belki onlarca kat çıkar. Hepsi bir öncekinden daha iyi, hepsi bir öncekinden daha sağlam ve gitgide daha kalın duvarlara sahip, daha korunaklı, daha gizli saklı onlarca kat. İnşa edilen her yeni kat, bir öncekinin kusurlarını saklar, ama nasıl bir zorsa bu hayat yolu, katlar biter kusur bitmez. Oysa insan son kata gelene kadar bunu bilmez, son tuğlaya kadar belki, ümidinden vazgeçmez. Ama her kat bittiğinde bir durup soluklansaydı, her yükseldiğinde bir durup yeni manzaraya göz atsaydı. Kim bilir, uğraşmazdı belki o kadar inşayla. Yaşamaya da zaman ayırırdı belki, kendi olmaya…
Çok zordur kendin olmak… Cesaret işidir kendini aramak… Ya bulursak, ya aniden karşılaşıverirsek kendimizle korkusu yer bitirir bizi. Düşünsenize, onlarca katın altındaki temel, ya çürükse, çatlaksa? Ya o kadar katı üstüne inşa ettiğimiz zemin, tek bir tuğla daha kaldıramayacaksa veya daha kötüsü yıkılmasına an varsa? E o zaman, herkes görecek mi temeldeki çürümeyi, fark edecek mi bizdeki eksik, kusurlu yönleri? Yıkılacak mı her biri birbirinden özenle ördüğümüz duvarlar?
İyisi mi bakalım derim ben arada bir manzaraya. Seyredelim gözümüzün alabildiğine. Durup dinlenmez, bir mola vermezsek, hayatla dolmaz o bize ömür diye biçilen zaman. Ölmeyiz vade bitene kadar ama yaşamış da sayılmayız. Emin olun hepimizde var kirden rengi atmış çamaşırlar. Hepimiz geniş birer arka bahçeye sahibiz, hiç temizlemediğimiz, otunu çöpünü ayırmadığımız, dönüp bakmaya bile yanaşmadığımız ve bakmıyoruz diye de yok saydığımız…
Hepimiz birbirimiz kadar insanız. Ne bir eksik, ne bir birim fazlayız. Bundan korkmak yerine kabullenebildiğimizde başlayacak farklılığımız. İşte o zaman gerçek kişisel potansiyeller çıkacak, herkes aslına kavuştuğunda, kendini zıttıyla kabul ettiğinde resim tamamlanacak. İşte o kadar korktuğumuz sıradanlıktan o zaman kurtulacağız. Hem bu kadar aynı hem bu kadar özgün olmanın tadını o zaman çıkaracağız. Durup bir an soluklanmaya, kendi gözlerinize bakmaya hazır mısınız?
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Kendin Olmak" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Burcu ATATÜR'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Burcu ATATÜR'ün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
9 Beğeni
Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.