- Kızıl Toprak ÖYKÜ | Aralık 2017
- Kumdan Kale ÖYKÜ | Aralık 2017
- Sivrisinek ÖYKÜ | Aralık 2017
- Deniz ÖYKÜ | Aralık 2017
- Işık ÖYKÜ | Aralık 2017
- Sürgün ÖYKÜ | Aralık 2017
- Nem ÖYKÜ | Aralık 2017
- Kenarda ÖYKÜ | Aralık 2017
- Köpek ÖYKÜ | Aralık 2017
- Pirinç ÖYKÜ | Aralık 2017
- Anahtar ÖYKÜ | Aralık 2017
- Çim ÖYKÜ | Aralık 2017
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Fildişinden kulesinde kırmızı kaftanıyla yaşayan paşazade, zenginliğine zenginlik katabilmek için uçsuz bucaksız topraklarında buğday yetiştirmesi gerektiğini biliyordu.
Topraklarını kontrol etmek için pencereden baktı.
Bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Gri bir hava vardı. Böylece camda hafifçe beliren bir aksi oluştu. Bakışlarını gökyüzünden yeryüzüne çeviren paşazade toprağın kızıl olduğunu gördü.
Bu toprak kızıl dedi, verimsiz dedi paşazade. Bu toprakta buğday yetişmez dedi ve pencereden uzaklaştı.
Halbuki toprak kahverengiydi. Onu kızıl gösteren paşazadenin kırmızı kaftanının cam üzerindeki yansımasıydı.
Topraklarını kontrol etmek için pencereden baktı.
Bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Gri bir hava vardı. Böylece camda hafifçe beliren bir aksi oluştu. Bakışlarını gökyüzünden yeryüzüne çeviren paşazade toprağın kızıl olduğunu gördü.
Bu toprak kızıl dedi, verimsiz dedi paşazade. Bu toprakta buğday yetişmez dedi ve pencereden uzaklaştı.
Halbuki toprak kahverengiydi. Onu kızıl gösteren paşazadenin kırmızı kaftanının cam üzerindeki yansımasıydı.
1 Beğeni
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Evde oturmaktan sikilan çocuk, evin penceresinden kumsala dogru bakti ve bu gri havada kumsala kumdan kale yapmak için gitmeye karar verdi.
Aldi kovasini, tirmigini ve küregini disari çikti. Temiz havaya çikinca ayildi, kendine geldi. Üzerindeki agirlik uçup gitmisti.
Sahile vardi. Deniz yavasça kumlari döverken, o da aldi islak kumu sekillendirmeye basladi. Uzun ugraslar vererek islak kumu görkemli bir kaleye dönüstürdü. Felaketli günlerinde buraya saklandigini hayal etti. Içi isinmisti.
Hava kararmaya basladiginda kalesinin karsisinda oturmayi birakip eve dönmeye karar verdi. Kumsaldan uzaklasirken arkasinda bir gürültü koptu. Baktiginda, iki serseri çocugun kumdan kalesini yiktigini gördü.
Kalesi tekrardan bir kum yiginina dönüsmüstü.
Aldi kovasini, tirmigini ve küregini disari çikti. Temiz havaya çikinca ayildi, kendine geldi. Üzerindeki agirlik uçup gitmisti.
Sahile vardi. Deniz yavasça kumlari döverken, o da aldi islak kumu sekillendirmeye basladi. Uzun ugraslar vererek islak kumu görkemli bir kaleye dönüstürdü. Felaketli günlerinde buraya saklandigini hayal etti. Içi isinmisti.
Hava kararmaya basladiginda kalesinin karsisinda oturmayi birakip eve dönmeye karar verdi. Kumsaldan uzaklasirken arkasinda bir gürültü koptu. Baktiginda, iki serseri çocugun kumdan kalesini yiktigini gördü.
Kalesi tekrardan bir kum yiginina dönüsmüstü.
Beğenin
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Uzun ve yorucu bir günün ardından yapmak istediği tek şey yatağına girip uyumaktı. Üzerindekilerden kurtulup pijamalarını giydi. Artık uyumaya hazırdı.
Yatağa uzandı. Kendisini uykuya tam bırakacağı anda bir sivrisinek vızıltısıyla tüm keyfi bozuldu. Bu sinir bozucu vızıltıyla uyuyamazdı ki. Sivrisineğin kanını emmesine razıydı, yeter ki şu sesi kesilsin.
Bitkin bünyesinin şu an istediği tek şey birazcık uyku. Sivrisinek onun uyumasını engelliyordu. Uykusuna kavuşmak istiyorsa bu engeli kaldırmalıydı.
Kalktı ayağa, ışığı açtı. Elinde bir gazete ile sineği kovalıyordu. Köşe bucak, odada ayak basmadık yer bırakmayınca anladı, sineği yakalayamayacaktı.
Vazgeçip yatağına döndü. Tam uykuya dalacakken sinek yine tüm gürültüsüyle saldırmaya başladı. Kafasını yorganın içine çekti. Sivrisineğin sesi kesilmişti. Kafasının yorgan içinde olması biraz boğucuydu ama sinek vızıltısından kurtulmuştu.
Sinek hala dışarıdaydı ve o kafasını dışarıya çıkardığı anda tekrar saldıracaktı.
Yatağa uzandı. Kendisini uykuya tam bırakacağı anda bir sivrisinek vızıltısıyla tüm keyfi bozuldu. Bu sinir bozucu vızıltıyla uyuyamazdı ki. Sivrisineğin kanını emmesine razıydı, yeter ki şu sesi kesilsin.
Bitkin bünyesinin şu an istediği tek şey birazcık uyku. Sivrisinek onun uyumasını engelliyordu. Uykusuna kavuşmak istiyorsa bu engeli kaldırmalıydı.
Kalktı ayağa, ışığı açtı. Elinde bir gazete ile sineği kovalıyordu. Köşe bucak, odada ayak basmadık yer bırakmayınca anladı, sineği yakalayamayacaktı.
Vazgeçip yatağına döndü. Tam uykuya dalacakken sinek yine tüm gürültüsüyle saldırmaya başladı. Kafasını yorganın içine çekti. Sivrisineğin sesi kesilmişti. Kafasının yorgan içinde olması biraz boğucuydu ama sinek vızıltısından kurtulmuştu.
Sinek hala dışarıdaydı ve o kafasını dışarıya çıkardığı anda tekrar saldıracaktı.
Beğenin
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Denize düştüğünde ne yapacağını bilmiyordu. Şaşkındı, kendini bir anda denizin orta yerinde bulmuştu. Etrafında ne tutunacak bir tahta parçası, ne de yardım için seslense duyacak bir insan parçası vardı.
Yüzme biliyordu aslında, fazla pratiği olmasa bile yüzebilmek için ne yapması gerektiğini biliyordu. Kendini suya bırak, su zaten seni kaldırır.
Bugüne dek hep kıyılarda yüzmüştü, yorulduğu zaman yüzmeyi bırakıp ayaklarının üzerinde durabildiği yerlerde. Şu an ise bunu yapamazdı. Su derindi.
Yüzme biliyordu aslında, fazla pratiği olmasa bile yüzebilmek için ne yapması gerektiğini biliyordu. Kendini suya bırak, su zaten seni kaldırır.
Bugüne dek hep kıyılarda yüzmüştü, yorulduğu zaman yüzmeyi bırakıp ayaklarının üzerinde durabildiği yerlerde. Şu an ise bunu yapamazdı. Su derindi.
Beğenin
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Bir süredir karanlıkta duran adam, etrafını görebilmek için ışığı açtı. Işık birden tüm parlaklığıyla odaya dolunca, adamın gözleri acıdı. Gözlerini açamıyordu.
Gözlerinin odada oluşan bu yeni aydınlığa alışıp etrafı kolaçan edebilmesi için zaman gerekiyordu. Kapalı olan gözlerini ara ara aralayan adam gözlerinin aydınlığa alışıp alışmadığını kontrol ediyordu ama ne zaman bir cesaret gözünü biraz daha fazla açmaya kalksa canı yanıyordu.
Aydınlığı istiyordu adam, istemiyor değildi. Takıldığı konu, aydınlığın şu an canını acıtıyor olmasıydı. Biliyordu, çok az daha beklese alışacağını, etrafına doya doya göz atacağını. İstediğine ulaşmak için ille de kurban vermesi, acı çekmesi mi gerekiyordu? Çektiği çile kazandıklarını değerli mi kılacaktı?
Adam tam gözleri alışmak üzere iken aydınlığa, kızdı ışığa. İstemedi onu. Işığın ona verdiği acı, ışığı daha değerli kılmadı ve adam ışığı kapattı.
Gözlerinin odada oluşan bu yeni aydınlığa alışıp etrafı kolaçan edebilmesi için zaman gerekiyordu. Kapalı olan gözlerini ara ara aralayan adam gözlerinin aydınlığa alışıp alışmadığını kontrol ediyordu ama ne zaman bir cesaret gözünü biraz daha fazla açmaya kalksa canı yanıyordu.
Aydınlığı istiyordu adam, istemiyor değildi. Takıldığı konu, aydınlığın şu an canını acıtıyor olmasıydı. Biliyordu, çok az daha beklese alışacağını, etrafına doya doya göz atacağını. İstediğine ulaşmak için ille de kurban vermesi, acı çekmesi mi gerekiyordu? Çektiği çile kazandıklarını değerli mi kılacaktı?
Adam tam gözleri alışmak üzere iken aydınlığa, kızdı ışığa. İstemedi onu. Işığın ona verdiği acı, ışığı daha değerli kılmadı ve adam ışığı kapattı.
1 Beğeni
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Kral babası tarafından sürgüne gönderilen prens, ülkenin uzak kıyılarına yakın bir kayalığa çıktı. Kayalığı gözüne kestiren sürgün prens burada yaşamaya karar verdi.
Burada yaşayacaktı, orası kesindi ama sürgün de olsa bir prensti ve çıplak bir adacığın üzerinde yaşayamazdı. Bir kale inşa edilmeliydi. Tek başına olmasına aldırış etmedi ve kendisini dışarıdan koruyacak olan kaleyi kayalığın üzerine inşa etmeye başladı. Aslında kendine itiraf edemiyordu fakat kale onu hiçbir şeyden korumayacaktı. Sadece dışarıdan bakıldığında burada soylu birisinin yaşadığını gösterecekti ele güne. Fakat ülkenin bu uzak kısmında kimsenin de umurunda olmayacaktı.
Sürgün prens kaleyi tamamladı ve içinde yaşamaya başladı. İlk kışı çok fırtınalıydı. Dev dalgalar kalenin duvarlarını acımasızca dövüyorlardı. Sanki önlerine çıkan bir engelmişçesine davranıyorlardı kaleye. Tüm bunlara rağmen kale tüm gururuyla onlara dayanıyordu. Etkilenmemiş gibi gözüküyordu. Hala gereğinden fazla ihtişamlıydı, sanki denize meydan okuyordu.
Sonra bir gün kale dayanamadı fırtınalara ve yıkıldı. Kaleyi yıkan fırtınaların sürekliliğiydi. Kış başladığından beri bir rahat yüzü göstermemişti. Kalenin yıkıntıları arasında kalan sürgün prens kendini çaresiz hissediyordu.
Burada yaşayacaktı, orası kesindi ama sürgün de olsa bir prensti ve çıplak bir adacığın üzerinde yaşayamazdı. Bir kale inşa edilmeliydi. Tek başına olmasına aldırış etmedi ve kendisini dışarıdan koruyacak olan kaleyi kayalığın üzerine inşa etmeye başladı. Aslında kendine itiraf edemiyordu fakat kale onu hiçbir şeyden korumayacaktı. Sadece dışarıdan bakıldığında burada soylu birisinin yaşadığını gösterecekti ele güne. Fakat ülkenin bu uzak kısmında kimsenin de umurunda olmayacaktı.
Sürgün prens kaleyi tamamladı ve içinde yaşamaya başladı. İlk kışı çok fırtınalıydı. Dev dalgalar kalenin duvarlarını acımasızca dövüyorlardı. Sanki önlerine çıkan bir engelmişçesine davranıyorlardı kaleye. Tüm bunlara rağmen kale tüm gururuyla onlara dayanıyordu. Etkilenmemiş gibi gözüküyordu. Hala gereğinden fazla ihtişamlıydı, sanki denize meydan okuyordu.
Sonra bir gün kale dayanamadı fırtınalara ve yıkıldı. Kaleyi yıkan fırtınaların sürekliliğiydi. Kış başladığından beri bir rahat yüzü göstermemişti. Kalenin yıkıntıları arasında kalan sürgün prens kendini çaresiz hissediyordu.
Beğenin
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Ormanda kaybolmuş bu umutsuz adam, karanlığın çökmesiyle artık iyiden iyiye korkar olmuştu. Ne zamandır dolandığını bilmiyordu. Nerede olduğunu bilmiyordu, etrafta ağaçlar vardı. Burası bir orman olmalıydı. Hava kararmıştı. Eğer bir şey yapacaksa bile şu an geç kalmış sayılırdı. Etrafını göremezdi.
Hava kararmadan evvel keşke yönünü tayin etmek için bir şeyler yapsaydı. Ağaçların yosunlu tarafına bakmak gibi… Derken aklına kutup yıldızına bakmak geldi yönünü bulmak için. Yukarı baktı. Ağaçların kasveti gökyüzünü göstermiyordu. Engeldi. İç geçirerek bir ağacın dibine çöktü adam. Şu durumuyla ilgili elinden gelen bir şey olmadığını hissediyordu.
Üzerinde hissettiği ağırlık nemden mi kaynaklanıyordu, bunu söylemesi zordu. Nefes almak zorlaşıyordu gittikçe. Artık ne yapsa fayda etmeyecekti sanki. Kurtulamayacağını kabullenmek istemiyordu.
Koştu. Nefesi kesilene kadar koştu. Zaten üzerinde nemden olduğunu tahmin ettiği bir ağırlık vardı, fazla koşamadı aslında. Öne doğru eğilip elleriyle dizlerini tutmuş nefesinin düzelmesini bekliyordu. Kafasını kaldırdığında bir ışık gördü. Işığa doğru yürüdü. Gördüğü şey tüm bu kasvetli ormanın içinde gizli bir bahçe olmalıydı.
Adam gülümsedi.
Hava kararmadan evvel keşke yönünü tayin etmek için bir şeyler yapsaydı. Ağaçların yosunlu tarafına bakmak gibi… Derken aklına kutup yıldızına bakmak geldi yönünü bulmak için. Yukarı baktı. Ağaçların kasveti gökyüzünü göstermiyordu. Engeldi. İç geçirerek bir ağacın dibine çöktü adam. Şu durumuyla ilgili elinden gelen bir şey olmadığını hissediyordu.
Üzerinde hissettiği ağırlık nemden mi kaynaklanıyordu, bunu söylemesi zordu. Nefes almak zorlaşıyordu gittikçe. Artık ne yapsa fayda etmeyecekti sanki. Kurtulamayacağını kabullenmek istemiyordu.
Koştu. Nefesi kesilene kadar koştu. Zaten üzerinde nemden olduğunu tahmin ettiği bir ağırlık vardı, fazla koşamadı aslında. Öne doğru eğilip elleriyle dizlerini tutmuş nefesinin düzelmesini bekliyordu. Kafasını kaldırdığında bir ışık gördü. Işığa doğru yürüdü. Gördüğü şey tüm bu kasvetli ormanın içinde gizli bir bahçe olmalıydı.
Adam gülümsedi.
1 Beğeni
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Sinema salonunda, film izlerken birden durdu adam ve filmi izleyen diğer insanları izlemeye başladı. Salondaki herkes pür dikkat perdeye yansıyanlara bakıyordu. Hani insanlar arada bir yabancılaşır içinde bulundukları duruma, o da öyle bir anın içindeydi şimdi.
Durdu ve düşündü. Şurada, şu kadar insan büyükçe –tahminen- beton bir kutunun içerisinde duvara yansıtılan bir ışık huzmesini izliyordu. Işık da yansıdığı yerde görüntüler oluşturuyordu.
Sonra döndü önüne ve film izlemeye devam etmeye çalıştı. Tekrardan filme yoğunlaşamadı. Arada bir salondaki insanlara tekrar tekrar seyre dalıyordu. Kendilerini öylesine kaptırmışlardı ki.
Zaten huysuz ve mutsuz bir adamdı. Bazı anların ileride mutlu anılar olarak hatırlanacağını fark etse bile o anların tadını tam olarak çıkaramazdı. Vardı kafasında sürekli bir şey ve bu onu, o anın içine girmekten alıkoyuyordu. Bazen kendi hayatının içinde olamadığını düşünüyordu. Sanki yaşamıyormuş gibi. Kenarda duruyormuş gibi. Teğet geçiyormuş gibi. Sonra geçiyordu bu düşüncesi tabi.
On beş yaşındayken, yeni yeni delikanlı olmaya başlıyorken, bir gün durdu kendi kendine ve “hayatımın kadınının kâkülleri ve koyu kahverengi saçları olsun” dedi. Neden böyle bir şey istemişti, anlayamamıştı. Fakat bu isteği suyun altında nefessiz kaldığında bir soluk nefes alabilmek için suyun yüzeyine ok gibi fırlayan bir çaresiz gibi çıkmıştı içinden. En yakın arkadaşına bahsetmişti bu durumdan, ama fazla ilgisini çekmemişti arkadaşının.
Film izlemeye gelmişti bugün buraya, değil mi? Şu an filmi izleyemiyordu. Madem istediği buydu, insanları izleyeydi. Onu da yapamazdı. Yapamıyordu işte.
Durdu ve düşündü. Şurada, şu kadar insan büyükçe –tahminen- beton bir kutunun içerisinde duvara yansıtılan bir ışık huzmesini izliyordu. Işık da yansıdığı yerde görüntüler oluşturuyordu.
Sonra döndü önüne ve film izlemeye devam etmeye çalıştı. Tekrardan filme yoğunlaşamadı. Arada bir salondaki insanlara tekrar tekrar seyre dalıyordu. Kendilerini öylesine kaptırmışlardı ki.
Zaten huysuz ve mutsuz bir adamdı. Bazı anların ileride mutlu anılar olarak hatırlanacağını fark etse bile o anların tadını tam olarak çıkaramazdı. Vardı kafasında sürekli bir şey ve bu onu, o anın içine girmekten alıkoyuyordu. Bazen kendi hayatının içinde olamadığını düşünüyordu. Sanki yaşamıyormuş gibi. Kenarda duruyormuş gibi. Teğet geçiyormuş gibi. Sonra geçiyordu bu düşüncesi tabi.
On beş yaşındayken, yeni yeni delikanlı olmaya başlıyorken, bir gün durdu kendi kendine ve “hayatımın kadınının kâkülleri ve koyu kahverengi saçları olsun” dedi. Neden böyle bir şey istemişti, anlayamamıştı. Fakat bu isteği suyun altında nefessiz kaldığında bir soluk nefes alabilmek için suyun yüzeyine ok gibi fırlayan bir çaresiz gibi çıkmıştı içinden. En yakın arkadaşına bahsetmişti bu durumdan, ama fazla ilgisini çekmemişti arkadaşının.
Film izlemeye gelmişti bugün buraya, değil mi? Şu an filmi izleyemiyordu. Madem istediği buydu, insanları izleyeydi. Onu da yapamazdı. Yapamıyordu işte.
1 Beğeni
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Balkonda sigarasını içen adam sokakta havlayan köpeklere bakıyordu. Sigaraya annesinin vefatından sonra başlamıştı. Ona sorsan neden başladın diye o aralar ne yapacağını bilemediğini söyler. Kocaman bir boşluk hissetmişti, çok büyük bir yokluk, eksiklik. Yapabileceği fazla da bir şey yoktu. Ne yapabilirdi? Sigaradan medet ummadı ama o aralar aklına yapabileceği başka bir şey gelmemişti.
Köpeklerden bir tanesi boş bir dükkânın camekânına düşen yansımasına doğru havlıyordu. Sanki onu korkutmak istermiş gibi.
Köpek hareket ediyor, dönüyor ve tekrar tekrar havlıyordu. Adam son nefesini alıp sigarasını söndürmesine rağmen köpeğe bakıyordu, sanki hayatının anlamını o köpeğe bakarak bulacakmış gibi.
Adam bir an için durdu. Kafasının içindeki sesleri duyabildiği nadir anlardan biriydi. Kendi iç sesini duyamayacak kadar meşgul olmayı seven birisiydi.
“Ya beni hep anlayacak ve her zaman –ne olursa olsun- sevecek olan tek kişi ile beraber olma şansımı kaçırdıysam” diye düşündü. Kendini bildi bileli böyle bir isteği vardı.
Camekandaki yansımasına havlayan köpek, yansımanın kendisine bir tehlike oluşturmadığını anlayınca yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı.
Köpeklerden bir tanesi boş bir dükkânın camekânına düşen yansımasına doğru havlıyordu. Sanki onu korkutmak istermiş gibi.
Köpek hareket ediyor, dönüyor ve tekrar tekrar havlıyordu. Adam son nefesini alıp sigarasını söndürmesine rağmen köpeğe bakıyordu, sanki hayatının anlamını o köpeğe bakarak bulacakmış gibi.
Adam bir an için durdu. Kafasının içindeki sesleri duyabildiği nadir anlardan biriydi. Kendi iç sesini duyamayacak kadar meşgul olmayı seven birisiydi.
“Ya beni hep anlayacak ve her zaman –ne olursa olsun- sevecek olan tek kişi ile beraber olma şansımı kaçırdıysam” diye düşündü. Kendini bildi bileli böyle bir isteği vardı.
Camekandaki yansımasına havlayan köpek, yansımanın kendisine bir tehlike oluşturmadığını anlayınca yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı.
Beğenin
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
1. Uzak
Ölümü pek düşünmeyiz. Ölmeyecekmişiz gibi gelir bize. Kendimize yakıştıramadığımızdan, yakınlarımıza yakınlaştıramadığımızdan sanırım öleceğimizi ya da öleceklerini hiç düşünmeyiz. Düşüncesi geldiğinde ürperir, konuyu değiştirmeye çalışırız.
Hatırladığım ilk ölüm dedemin ölümüydü. Annemle babam gitmişlerdi cenazeye, kardeşimle beni evde bırakmışlardı. Daha küçük olduğumuz için başımıza komşunun gelinlik çağdaki kızını bırakmışlardı. Öğle yemeği vakti geldiğinde çorba yapmıştı bize. Annem herhalde çocuklar yayla çorbası sever diye tembihlemişti ona. Şimdi düşünüyorum o hengamede yine bizi düşünmüş. Komşu kızının yaptığı yayla çorbası değişikti. Değişik dediğim aslında içinde pirinç vardı. Annem yayla çorbasının bize pirinçsiz yapardı. Değişik gelmesine rağmen yemiştim o çorbayı. Başka çarem yokmuş gibi geldi. Herkes, annem gibi benim her istediğimi yapmazdı. Kardeşim için fark etmemişti, pirinçli de olsa hiç sesini çıkarmadan yedi çorbayı. Sanırım yeni durumlara benden daha kolay uyum sağlıyordu.
Hatırladığım ilk ölüm benim hayatıma değişiklik getirmişti. O gün ilk defa annemin yaptığından farklı bir yayla çorbası yemiştim. O günden sonra pirinçli yayla çorbası yiyen birisi oldum. Çok sonra lisedeyken öğrendim yayla çorbası zaten pirinçli yapılırmış. Annemin de hayatında değişiklikler oldu, mesela artık babası hayatta değildi. Tüm sorumluluğu omzunda hissediyordu. Kardeşleri küçüktü, anaannem ise tamamen dağılmış. Çünkü dedemin ölümü beklenmiyordu. Elli yaşında bir erkek küt diye kalpten giderse ardında birçok tamamlanması gereken iş bırakır. Kimsenin bu işlerin altına elini sokacağı yoktu. Annem aldı tüm sorumluluğu. Mutfağın balkonuna çöküp sigara içtiğini hatırlıyorum. Bize görünmemeye çalışırdı kötü örnek olmasın diye ama biz bilirdik.
Annem, dedemin ölümünden sonra doya doya ağlayamadı sanırım. Ağlayacak fırsatı yoktu. İki küçük çocuğu vardı, sonra delikanlılık çağındaki erkek kardeşi işten çıkarılmıştı. Araya tanıdık sokup fabrikaya işçi olarak aldırmalıydı. Babası ölmeyecekmiş sanıyordu annem. Yanılmıştı.
2. Yakın
Çok fazla değil birkaç gün önce Tunalı’da yürüyordum. Bir yere gitmem mi bir yere yetişmem mi ne gerek. Tuvaletim geldi. Temiz olur diye şık bir mekanın içine girdim. Garsonların garip bakışları içinde tuvalete doğru yöneldim. Tuvalet gayet şık tasarlanmıştı. Şık mekanın, şık müşterileri kendilerini değerli hissetsinler diye herhalde. Duvarlar koyu gri renkti ve spot lambalar vardı. Koyu renk aslında odaları boğucu yapar. Elektrikler gitse herhalde, tuvalette kesin bir karanlık olurdu. Kimse hiçbir şey göremez. Ama buranın kesin jenaratörü vardır. Elektriksiz kalmaz buralar. Karanlıkta kalmayacağından emin oldukları için duvarları bu kadar koyu bir renge boyamış olmalılar diye düşündüm.
Dalıp gitmiş elimi yıkarken bir tuvalet kabininden adam çıktı. İlkin bir şeyler mırıldandı anlamadım, sonra benimle konuştuğunu idrak ettim.
“Çok garip değil mi dedim” dedi “Yani hayat devam ediyor”. Verebildiğim ilk cevap nasıl yani oldu. “Eskiden buraya annemle gelirdik, dün işte gömdük yani defnettik… Öldü yani” dedi. Başın sağ olsun demek belki verilebilecek en iyi karşılıktı. Ben ne yapacağımı bilemedim. Musluğu tekrar açıp elimi suyun altına tuttum. “Kusura bakma, sana da öyle pat diye söylemiş oldum”. Konuşmak mı istiyordu? İç geçirdi adam. “Bir sigara verebilir misin?”. Verdim. Kendi çakmağıyla yaktı. “Burada içmek yasak değil mi?” diyebildim. “Annem öldü” diye cevapladı.
Hiçbir şey söylemeden çıktım. Yetişmem gereken yere de gitmedim. Eve döndüm.
Ölümü pek düşünmeyiz. Ölmeyecekmişiz gibi gelir bize. Kendimize yakıştıramadığımızdan, yakınlarımıza yakınlaştıramadığımızdan sanırım öleceğimizi ya da öleceklerini hiç düşünmeyiz. Düşüncesi geldiğinde ürperir, konuyu değiştirmeye çalışırız.
Hatırladığım ilk ölüm dedemin ölümüydü. Annemle babam gitmişlerdi cenazeye, kardeşimle beni evde bırakmışlardı. Daha küçük olduğumuz için başımıza komşunun gelinlik çağdaki kızını bırakmışlardı. Öğle yemeği vakti geldiğinde çorba yapmıştı bize. Annem herhalde çocuklar yayla çorbası sever diye tembihlemişti ona. Şimdi düşünüyorum o hengamede yine bizi düşünmüş. Komşu kızının yaptığı yayla çorbası değişikti. Değişik dediğim aslında içinde pirinç vardı. Annem yayla çorbasının bize pirinçsiz yapardı. Değişik gelmesine rağmen yemiştim o çorbayı. Başka çarem yokmuş gibi geldi. Herkes, annem gibi benim her istediğimi yapmazdı. Kardeşim için fark etmemişti, pirinçli de olsa hiç sesini çıkarmadan yedi çorbayı. Sanırım yeni durumlara benden daha kolay uyum sağlıyordu.
Hatırladığım ilk ölüm benim hayatıma değişiklik getirmişti. O gün ilk defa annemin yaptığından farklı bir yayla çorbası yemiştim. O günden sonra pirinçli yayla çorbası yiyen birisi oldum. Çok sonra lisedeyken öğrendim yayla çorbası zaten pirinçli yapılırmış. Annemin de hayatında değişiklikler oldu, mesela artık babası hayatta değildi. Tüm sorumluluğu omzunda hissediyordu. Kardeşleri küçüktü, anaannem ise tamamen dağılmış. Çünkü dedemin ölümü beklenmiyordu. Elli yaşında bir erkek küt diye kalpten giderse ardında birçok tamamlanması gereken iş bırakır. Kimsenin bu işlerin altına elini sokacağı yoktu. Annem aldı tüm sorumluluğu. Mutfağın balkonuna çöküp sigara içtiğini hatırlıyorum. Bize görünmemeye çalışırdı kötü örnek olmasın diye ama biz bilirdik.
Annem, dedemin ölümünden sonra doya doya ağlayamadı sanırım. Ağlayacak fırsatı yoktu. İki küçük çocuğu vardı, sonra delikanlılık çağındaki erkek kardeşi işten çıkarılmıştı. Araya tanıdık sokup fabrikaya işçi olarak aldırmalıydı. Babası ölmeyecekmiş sanıyordu annem. Yanılmıştı.
2. Yakın
Çok fazla değil birkaç gün önce Tunalı’da yürüyordum. Bir yere gitmem mi bir yere yetişmem mi ne gerek. Tuvaletim geldi. Temiz olur diye şık bir mekanın içine girdim. Garsonların garip bakışları içinde tuvalete doğru yöneldim. Tuvalet gayet şık tasarlanmıştı. Şık mekanın, şık müşterileri kendilerini değerli hissetsinler diye herhalde. Duvarlar koyu gri renkti ve spot lambalar vardı. Koyu renk aslında odaları boğucu yapar. Elektrikler gitse herhalde, tuvalette kesin bir karanlık olurdu. Kimse hiçbir şey göremez. Ama buranın kesin jenaratörü vardır. Elektriksiz kalmaz buralar. Karanlıkta kalmayacağından emin oldukları için duvarları bu kadar koyu bir renge boyamış olmalılar diye düşündüm.
Dalıp gitmiş elimi yıkarken bir tuvalet kabininden adam çıktı. İlkin bir şeyler mırıldandı anlamadım, sonra benimle konuştuğunu idrak ettim.
“Çok garip değil mi dedim” dedi “Yani hayat devam ediyor”. Verebildiğim ilk cevap nasıl yani oldu. “Eskiden buraya annemle gelirdik, dün işte gömdük yani defnettik… Öldü yani” dedi. Başın sağ olsun demek belki verilebilecek en iyi karşılıktı. Ben ne yapacağımı bilemedim. Musluğu tekrar açıp elimi suyun altına tuttum. “Kusura bakma, sana da öyle pat diye söylemiş oldum”. Konuşmak mı istiyordu? İç geçirdi adam. “Bir sigara verebilir misin?”. Verdim. Kendi çakmağıyla yaktı. “Burada içmek yasak değil mi?” diyebildim. “Annem öldü” diye cevapladı.
Hiçbir şey söylemeden çıktım. Yetişmem gereken yere de gitmedim. Eve döndüm.
1 Beğeni
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Adam kapıyı açmak için anahtarlığını çıkardı. Bu kapıyı hangi anahtarın açtığını bulmak için anahtarlığına baktı. Buydu. Kilide soktu anahtarı. Hareket etmiyordu ama. Zorladı, çevirmeye çalıştı. “Neden olmuyor” diye şaşırdı. Daha önce aynı anahtar ile bu kapıyı defalarca açmıştı.
Başka anahtardır herhalde. Öteki anahtarları da denedi. Hiçbiri kilide girmedi bile. İlk denediği anahtara tekrardan şans vermek istedi ama kapı yine açılmadı. Biraz zorlasa belki olur diye düşündü. Daha önce de kapının hemen açılmadığı olmuştu.
Bir süre sonra bu anahtarın artık bu kapıyı açmadığını idrak etti. Başka bir anahtar gerekiyordu.
Başka anahtardır herhalde. Öteki anahtarları da denedi. Hiçbiri kilide girmedi bile. İlk denediği anahtara tekrardan şans vermek istedi ama kapı yine açılmadı. Biraz zorlasa belki olur diye düşündü. Daha önce de kapının hemen açılmadığı olmuştu.
Bir süre sonra bu anahtarın artık bu kapıyı açmadığını idrak etti. Başka bir anahtar gerekiyordu.
Beğenin
ÖYKÜ © | Yayın Aralık 2017
Yasak olan çimlerde yürümeyi kafasına koyan adam artık çimlere doğru yönelecekti. Her gün bu çimlerin üzerinde adım atmayı düşlüyordu.
O gün rüyalarından uyanan adam o çimlerde yürümesine gerçekten engel olanın ne olduğunu düşünmeye başladı. İlk hatıralarından biri geldi aklına. Hayal meyal bir anıda yüzünü anımsayamadığı birisi ona “oraya gitme” diyordu. Ömrünün geri kalanında da kendisine bu söyleneni ince ince işlemiş olmalıydı. Neticesinde bu yasak kafasına artık iyice oturmuştu. Belliydi. Oraya gidilmezdi.
Sanki bir ip bağlanmıştı beline ve onu geriye çekiyordu. Gitmeye niyetlense gidemeyecekti. İpin uzandığı yere kadar yürüyüp orada kalacaktı. Hızlıca koşup ipi de koparsaydı sonrasında geri dönemezdi.
Sonunda kendine geldi ve belinde bağlı sandığı ipin aslında var olmadığına aydı. “Giderim” diye düşündü. Giderim ve o çimlerin üzerinde istediğin gibi koşarım.
Şimdi de buradaydı. Güneş tepesinde değil arkasındaydı. Artık rahatça adım atmaya başlayabilirdi. Ama başlamadı. Hayallerinde hep nefesi kesilene kadar koşmak vardı. Buraya gelirken de niyeti oydu. Belinde ip yoktu ve bunu da biliyordu. Fakat anlayamadığı bir şekilde o ipin varlığını hissediyordu.
Kendi kendisine “İp yok. İstediğim gibi gidebilirim” diye fısıldadı. İlk adımını attı. Yok, o ip yok… İkinci adımını attı. Belimde bağlı değil… Adımlarını sıklaştırması gerekiyordu kendini koşuyor kabul edebilmesi için. Gidebilirim… Attığı adımların arkası geliyordu.
Hayallerindeki gibi koşamasa da çimlerin üzerinde bir şekilde ilerlemeye başlamıştı.
O gün rüyalarından uyanan adam o çimlerde yürümesine gerçekten engel olanın ne olduğunu düşünmeye başladı. İlk hatıralarından biri geldi aklına. Hayal meyal bir anıda yüzünü anımsayamadığı birisi ona “oraya gitme” diyordu. Ömrünün geri kalanında da kendisine bu söyleneni ince ince işlemiş olmalıydı. Neticesinde bu yasak kafasına artık iyice oturmuştu. Belliydi. Oraya gidilmezdi.
Sanki bir ip bağlanmıştı beline ve onu geriye çekiyordu. Gitmeye niyetlense gidemeyecekti. İpin uzandığı yere kadar yürüyüp orada kalacaktı. Hızlıca koşup ipi de koparsaydı sonrasında geri dönemezdi.
Sonunda kendine geldi ve belinde bağlı sandığı ipin aslında var olmadığına aydı. “Giderim” diye düşündü. Giderim ve o çimlerin üzerinde istediğin gibi koşarım.
Şimdi de buradaydı. Güneş tepesinde değil arkasındaydı. Artık rahatça adım atmaya başlayabilirdi. Ama başlamadı. Hayallerinde hep nefesi kesilene kadar koşmak vardı. Buraya gelirken de niyeti oydu. Belinde ip yoktu ve bunu da biliyordu. Fakat anlayamadığı bir şekilde o ipin varlığını hissediyordu.
Kendi kendisine “İp yok. İstediğim gibi gidebilirim” diye fısıldadı. İlk adımını attı. Yok, o ip yok… İkinci adımını attı. Belimde bağlı değil… Adımlarını sıklaştırması gerekiyordu kendini koşuyor kabul edebilmesi için. Gidebilirim… Attığı adımların arkası geliyordu.
Hayallerindeki gibi koşamasa da çimlerin üzerinde bir şekilde ilerlemeye başlamıştı.
Beğenin
Yazan Uzman
|
Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarına (Dr.Psk.Ali Can GÖK) aittir ve Dr.Psk.Ali Can GÖK tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.