2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Psk.Dnş.Aygün ÖZER'in Öykü ve Şiirleri
Psk.Dnş.Aygün ÖZER
  1. Sekseniki ÖYKÜ | Eylül 2020
  2. Kiraz Kırtasiye ÖYKÜ | Şubat 2020
  3. Güneşi Karşılayan Kız ve Babası ÖYKÜ | Ocak 2020
  4. A.Biti ÖYKÜ | Kasım 2019
  5. Kırlangıç Zamanı ÖYKÜ | Haziran 2019
  6. Como El Aqua (Su’dan Gelen) ÖYKÜ | Mayıs 2019
  7. Sepetli Kadın ÖYKÜ | Mayıs 2019
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
 Yazarla İletişim  


Sekseniki
ÖYKÜ © | Yayın Eylül 2020
Sessizlik…Derinlemesine,odada hiçbir boşluk bırakmayan yapışkan bir sessizlik.Anıya ulaşmak için bakışların bir noktaya sabitlenmesi.Bir süre öylece beklemek.Hikayenin saklandığı yerden zihne çağırılması.Tekrar yazılması.Belki de şimdiye kadar onlarca üzerinden geçilen bir bağlantı noktası.Ruhların buluşması.Çatallanma.Ondakiyle bendekinin çarpışması.

Ne kadar akılsız bir adammışım.O pis kahveye her gün gidiyor,en iki üç saatimi orada kağıt oyunuyla geçiriyordum.Çok fazla sigara içiyordum o sıralar sadece ben değil herkes içiyordu.Kahvede dumandan göz gözü görmüyordu.

Bir süredir belirgin şekilde zayıflamıştım.İnatçı bir öksürük peşimi bırakmıyor,geceleri de ateşim yükseliyordu.

O gün yine oyun masasındaydım.Oyunun en heyecanlı yerinde yine bir öksürük nöbetine tutuldum.Ne yapsam geçmek bilmiyordu,neredeyse nefesim kesilecekti.Ciğerlerimden gelen şiddetli bir öksürükten sonra ağzımın içinde sıcak bir doluluk hissettim.Ne olduğunu anlamak için,pantolon cebimden mendilimi çıkarıp içine tükürdüm.Gördüğüm şey bedenimi dehşetle titretti.Kandı.Emin olmak için bir daha tükürdüm mendilime.Yine kandı.Korkuyla, nefes nefese kendimi dışarıya attım.Oyun arkadaşlarımdan Musa da arkamdan geldi.

O anlarda sonum annem gibi olacak diye düşündüm.Onbir oniki yaşlarımda iken veremden kaybetmiştim onu.İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı.Açlıktan,bakımsızlıktan köyümüzden başka insanların da ince hastalıktan öldüğünü hatırlıyorum.Annem son günlerinde,hasta yatağında küçücük kalmış yüzünde iyice belirginleşen hüzünlü gözleriyle bana bakar,elinden hiçbir şey gelmeyen insanların umutsuz teslimiyetine sessizce gömülürdü.Oğlunu acımasız bir dünyada tek başına bırakacaktı bir süre sonra.

Kendine malik olmayan kocası,oğlunun babası olacak adam, o, kanlı öksürüklerle sona adım adım yaklaşırken,karşısına geçip ‘geber,geber’ diye bağırdığı günden itibaren ölüme olan yürüyüşü sanki daha da hızlanmıştı.O sessiz,silik,donuk adamdan böyle bir öfkenin çıkması annesini şaşırtmış mıydı?Yoksa bu zaten bildiği şiddet ve acımasızlık sarmalının sadece bir halkası mıydı?

Dışarıda Musa’yla birkaç laf konuştuktan sonra doktora gitmeye karar verdim.Musa’nın arabasıyla hızlıca ilçeye ulaştık.

Doktor muayenemi yaptıktan sonra, öğretmen bey verem olmuşsunuz, vakit kaybetmeden Validebağ Sanatoryumu’na gidin,orada tedavinizi yapacaklardır dedi.

Muayenehaneden çıktıktan sonra,yaşadığım şoktan sıyrılıp düşünmeye çalışıyordum.Hayatım bir anda altüst olmuştu.Annen,seni ve abini bırakıp gidecektim.İyi olup olmayacağım da belli değildi.Sen küçüktün,bir buçuk yaşındaydın.Bütün bu duruma ben sebep olmuştum.Herşeyi berbat etmiştim.O an ölmek istedim.

Musa beni hastaneye götürmeye gönüllü oldu.Eve döndüğümde annene durumu açıkladım.Gerekli şeyleri yanımıza alıp,yola koyulduk.

Geç bir saatte İstanbul’a vardık.Son arabalı vapura yetişemediğimiz için,o akşam Validebağ’a gidemedik.Biz de o geceyi geçirmem için Zincirlikuyu’daki devlet hastanesine yöneldik.

Yol boyunca öksürüklerim ve kanamam hiç eksilmemişti. Hastaneye vardığımızda iyice bitkin düşmüştüm.Beni apar topar sedyeyle bir odaya aldılar.Yolun sonuna gelmiştim.

İşte yatakta öyle bitmiş durumda ölümü beklerken odanın kapısı açıldı ve üzerinde beyaz üniformasıyla esmer bir kadın içeri girdi.Yanıma yaklaşıp nasıl olduğumu sordu,üzerime eğilip beni muayene etmek istedi.

Sen kimsin diye sordum şaşkınlıkla,o da ben doktorum dedi.Ben de ‘hadi be oradan Çingene,defol git,beni sen mi iyileştireceksin diye avazım çıktığı kadar bağırdım.Çıldırmış gibiydim.Kadın kızdı,alın bunu müşahedeye götürün dedi gürültüye gelen hastabakıcılara.Beni derdest edip sedyeyle delilerin olduğu koğuşa götürdüler.Kadın ona hakaret ettiğim için beni cezalandırdı.Şimdi düşünüyorum da hatalıydım, öyle konuşmamalıydım.Ama kadın hakikaten çingeneydi.

Sonra Musa, Necati amcama olan biteni anlatmış telefonda.Amcam da benim gibi öğretmendi,benim öğretmem olmama sebep olan insandır.Bana çok emekleri geçmiştir.Koşturup geldi hastaneye.

Öğretmendir,aydın insandır,öyle davranmasını hastalığına verin,kendinde değil sağlıklı düşünemiyor diye doktorla konuşup,onu ikna etmiş.İki üç gün sonra beni cankurtaranla Zincirlikuyu’dan Validebağ’a transfer ettiler.

Validebağ’a getirdiklerinde ölü gibiydim.Benimle ilgilenen doktorun bakışlarından, durumumun ne kadar ümitsiz olduğunu anlayabiliyordum.Başka hastalar da vardı yattığım koğuşta.Bir sabah onlardan biri ölünce,iyice kendimden umudu kestim.Burası ölecek olanların tutulduğu yerdi.

Ama ölmedim.Yavaş da olsa uygulanan tedaviyle iyileştiğimi hissediyordum.İştahım geri geliyordu,daha rahat nefes alabiliyordum.

Güneşli bir gün,koğuş arkadaşlarım gibi dışarıya çıkıp şezlonga uzanıp dinlenmek istedim.Şezlong,hemen yatağımın yanındaki pencerenin önündeydi.O sırada doktor yanında hemşiresiyle koğuşa girdi.Yatağımın boş olduğunu görünce,yazık oldu kurtaramadık dediğini duydum.Şezlongda doğrulup,açık pencereye doğru cılız bir sesle ben buradayım doktor bey dedim.Sesimi duyup beni gören doktor,otoriter bir ses tonuyla ne arıyorsun orada hemen yerine geç dedi.Kalkıp içeri geçip,yatağıma uzandım tekrar.

Doktor beni muayene etti.Kulak memelerimdeki kızarıklığı işaret edip,çok şükür seni kazandım,artık iyileşiyorsun dedi.Ve ne zaman dışarıya çıkacağını ben sana söylerim,o zamana kadar talimatlarımı harfiyen uygulayacaksın,tamam mı dedi.

Durdu.Gözleri nemlendi.İçinden yükselen hıçkırıklar boğazında düğümlendi.Ağlamasını bastırmak için kendiyle yoğun bir mücadele içindeydi.Birşey söylemedim.Yaşadığı duygusal kabarmanın sönmesini bekledim onunla birlikte.Bu sessizlik uzun sürmedi.

Hastalığa yakalanmadan önce,son tartıldığımda sekseniki kiloydum.Sekiz aylık tedavinin sonunda tekrar o kiloya ulaşmıştım.Köye geri döndüğümde yanaklarım tombul tombuldu,bacaklarım pantalonuma sığmıyordu.

**

Hikayeyi bitirmişti. Bakışları bedenim üzerinde dolaştı.Sen kaç kilosun diye sordu.

Bilmiyorum,epeydir tartılmadım ama sanırım sekseniki dedim.
 
     Beğenin    
Şiir-Öykü Listesi
Kiraz Kırtasiye
ÖYKÜ © | Yayın Şubat 2020
Birkaç gün önce sokaktan geçerken gözüne çarpmıştı. Yürüyüşünü biraz yavaşlatmış,içeride olan biteni anlamaya çalışmıştı.Cadde üzerindeki yönlendirme tabelasının daha büyük bir örneği dükkanın giriş kapısının üzerine ortalanarak asılmıştı.Yaşadığı mahallede bu kadar merkezi bir konumda olması iyiydi.Geniş aydınlık girişi,sevimli sıcak raf düzeniyle ilerde ihtiyaç duyduğunda çarşıya inmeden uğranılacak bir yer olduğu mesajını pek güzel veriyordu.

Çok bir zaman geçmeden işi buraya düşecekti. Oğulları sabah teslim etmeleri gereken ödev için alınması gereken çıktıları hatırladığında vakit epey geç olmuştu. Kendisini çarşıya inemeyecek kadar yorgun ve üşengeç hissediyordu. Kısa zamanda ve az zahmetle kırtasiyede olma düşüncesi onu hemen sardı.Hazırlandı ve evden çıktı.Beş dakika sonra oradaydı.

İçeriye girdiğinde, kendisine yönelen erkek ve kadının bakışları bir hayli bilgiyi ona taşımıştı.Onların mekanın sahibi ,karı koca,esnaflıkta acemi,kırtasiye konusunda da pek tecrübelerinin olmadığı hemen anlaşılıyordu.Dükkanda ondan önce gelen başka bir müşteri vardı.Müşterinin istediğini bulabilmek için raflar arasında epey bir dolaşan adam,birkaç örnek gösterip her seferinde bu değil cevabını alınca nihayet kan ter içinde pes edip,’elimizde kalmamış’ özlü sözüne sığınmıştı.’Yarın gelir ama’ derken kendi söylediğine duyduğu inançsızlık apaçıktı ve müşteri de pek açıkgöz bir şeye benziyordu.

Kendisine sıranın daha gelmediğini anlayan adam, tüm bunlar olup biterken, dudağında hafif bir tebessümle kenarda beklemişti. Müşteri dükkandan çıkınca,arzusunun ne olduğunu ona sordular.Sorarken de aradığı şeyin makul ve mevcut olması konusundaki beklentilerini bangır bangır duyurdular.Adam, umarım benim ve sizin beklentilerimiz örtüşür diye kendine sessiz konuştu.Güçlü bir ihtiyaç karşılama isteği yükseldi içinden.Halden anlayan ve para bırakmaya dünden razı bir müşteri rolüne hemencecik girdi.Role girerken de biraz beceriksizleşip, biraz da çocuklaştı.Dükkan sahipleri o kadar yenik düşmüşlerdi ki, ona göre çok bilmiş bir müşteriye daha dayanacak güçleri kalmamıştı.

Adam ihtiyacını söyleyip olumlu karşılık alınca flash belleği cebinden çıkarıp kadının kocasına uzattı. Koca, bir önceki müşteriyle yaşadığı çarpışmanın ağırlığını omuzlarından silkelemek güdülenmesiyle hızlı ama biraz da sarsak hareketlerle bilgisayara yöneldi.Flash belleği bilgisayara taktı ve adamın adını söylediği dosyayı açıp, istediği çıktıları almak için yazıcıya yönlendirdi. Bir on saniye bekledikten sonra yazıcıdan bir hareket gelmeyince tekrar denedi. Ancak bir türlü çıktılar gelmiyordu.

Bu aşamada kocanın karısı inisiyatifi almak istedi. Önce yapılması gerekenlerle ilgi birkaç hatırlatma yaptı. Koca hafiften rahatsız bir vurguyla ‘söylediklerini zaten yaptım’dedi. Kırtasiyede tansiyon yükselmeye başlamıştı.Kadının kocası, ne olursa olsun bu sefer başarılı olmak istiyordu. Sadece biraz daha zamana ihtiyacı vardı. Adam bu zamanı ona verme konusunda oldukça istekliydi. Acelesi yok gibi davranmaya kararlıydı her ne kadar oğulları evde onu sabırsızlıkla bekliyor olsalar da.

Koca tekrar ve tekrar denedi;bir türlü olmuyordu. Her denemeden sonra, yüzündeki kızarıklık ilk önce beliren pembe rengin açık tonundan daha koyu tonlara ve sonra komşu daha koyu renklere evriliyordu. Adam renk körü olmasına rağmen bu değişimi görebiliyordu.

Kadının dümeni almak için ısrarlı müdahaleleri kocayı daha da kızdırıyordu. Karısının aktif hale gelmesi onun beceriksizliğinin kanıtıydı sanki.Karı-koca gittikçe derinleşen bir gerilimin ve tartışmanın içinde bulmuşlardı kendilerini. Adam, kenarda beklemeye devam ediyordu. Ortamı yumuşatmak için bir zamanlar başarısızlıkla sonuçlanan kendi lokanta açma ve işletme deneyiminden bahsetti.’ Başlangıçlar her zaman zordur ve ben bunu çok iyi bilirim’ dedi.’Telaş etmeyin ben beklerim.’Bunları söylerken sonsuz bir anlayış abidesi gibi hissetti kendini. O, empatiyle örülmüş yeni bir müşteri modeliydi. Anlayışlıydı ve kapsayıcıydı.Adam bu yüce duygularla sarhoş olmuşken,kadın ‘sizin işiniz olmayacak’ dedi kararlılıkla. Adam şaşırdı,biraz duraksadıktan sonra,’sorun yok ben beklerim’ dedi. Kadın’ hayır beklemeyin lütfen,başka bir yerde de çıktıları alabilirsiniz.’

Adam, bir türlü çözülüp gidemiyordu. İçine girdiği rol onu dükkana mıhlamıştı sanki. Kadının kocası, bu uzayıp giden ağdalı zaman parçasında, öfkeyle bilgisayarla ve yazıcıyla cebelleşip duruyordu. Nihayet derinden gelen bir vınlama sesiyle yazıcı kendisinden bekleneni verdi.Adam buradan gidebilecek olmasına sevindiğinin ayırtına vardı.Olgun müşteri olmak onu bir hayli yormuştu.

Adam parayı ödeyip kırtasiyeden çıkmak üzereyken karı-kocaya iyi akşamlar dileklerini sunarken kadının kızgın bakışlarıyla karşılaştı. O anda değil ama sonra bu bakışlar üzerine düşündüğünde, sonsuz sınırsız anlayışının ve kabulünün karşı taraf için nasıl bir sınır işgali ve eziyet olduğunu anladı.
 
     Beğenin    
Şiir-Öykü Listesi
Güneşi Karşılayan Kız ve Babası
ÖYKÜ © | Yayın Ocak 2020
İlkin kimin aklına geldi hatırlamıyor şimdi düşündüğünde. Gündüzden, balkonda güneşin doğuşunu karşılayalım,o vakte kadar da sohbet ederiz diye kavilleşmişlerdi aralarında.Zaten insanı canından bezdiren bu ağustos sıcağı da uyutmayacağına göre, geceyi sabahla buluşturmak en makulu olacaktı.

Baba, bu Akdeniz kasabasına bir öğleden sonra gelmişti. Uzun, aktarmalı ve dolambaçlı bir yolculuk yapmıştı buraya kadar. Ziyaretinin nasıl karşılanacağını düşünüp durmuştu yol boyunca.Tedirgin ve gergindi.Kalbi ağzında,kuş ürkekliğinde çarpıyordu. Kızının annesinden ayrılalı bir beş yıl olmuştu. Yedi tepeli şehirde haftada bir gerçekleşen görüşmeleri, kızının yaz tatili için anneannesinin yanına gelmesiyle iki buçuk ay kesintiye uğramıştı. İşte bu ayrılıktan sonra baba-kız yeniden buluşacaklardı.

Anneanne ve dede beklediğinden daha sıcak karşıladılar babayı. Bakışlarında artık damatları olmadığını hatırlatan bir kısıklık vardı,hareketleri de daha köşeliydi.Ama yine de sahip oldukları otelin bir odasını baba-kıza ayırmışlardı. Kasabada bulunacağı bir-iki gün bu odada kızıyla başbaşa kalabileceklerdi.

İlk akşamdan odada oturamayacaklarını anladıklarında,balkona geçtiler.Bir süre havadan sudan konuştular.Sonra konuşma muhabbet kıvamına gelince, kızı ona musallat olan,bazen onu dövmeye yeltenen kasabalı bir kızdan yakasını nasıl kurtardığını hararetle anlatmaya başladı babaya.

Yine kızına sataştığı bir anda kasabalı kızın hiç beklemediği bir darbeyi karın boşluğuna yapıştırmıştı. Acı içinde yere çöken kız, bundan böyle bir daha saldırgan tavrını göstermeye cesaret edememişti. Babaya kalsa belki de böyle bir savunma davranışını kızına tavsiye etmezdi. Muhtemelen, alternatifleri zihninden geçirdikten sonra, kavgaya karışma beladan uzak dur kızım derdi. Böylece kızının yaşadığı sorun çözülmez, kangren olup giderdi.

Kızı elbetteki çözümü kendisi bulmamıştı,birisi kulağına sufle etmiş olmalıydı.Bunu yapan ya dedesi ya da anneannesiydi.Rehberlik eden her kimse,verilen taktik işe yaramış,başına bela olan kızı püskürtmüş, saldırganlığını elinden almıştı.Bunları yapmakla da bedeninin duruşundan ve yüzündeki ifadeden apaçık okunan belirgin bir değişim geçirmiş,kendine güveni gelmişti.Babanın bildiği çekingen,sessiz kız çocuğu gitmiş onun yerine konuşkan ve girişken başka biri gelip ona ait olan boşluğu bir güzel doldurmuştu.

Baba kızına hayranlıkla ve gururla baktı. Onda gördüğü değişim içini kıvandırdı.

Tüm bunlar konuşulurken gece de ilerleyip sabaha kavuşmaya gidiyordu.

Sonra, kızı bir gün Mavi Köşe Maraş Dondurmacısı’nda yaşadığı dondurma çılgınlığını babasına gülerek anlattı. Gün boyunca gide gele,dolu dolu tam yedi külah dondurma almış ve hepsini de iştahla yemişti.Yedincisinden sonra midesi bulanmış ve son yediği dondurmayı kusarak çıkarmıştı.Tam bir dondurma fanatiğiydi kızı.Yılın her zamanında yaz kış demeden dondurma yiyebilirdi.Sınırlarını zorlamak istemişti ve işin güzel olan yanı, onu durduran birisi de olmamıştı.

Kızı, coşmuş konuşuyordu da konuşuyordu.Cıvıl cıvıldı sesi.Hareketleri,elinin kolunun savruluşu enerji doluydu.Sanki geceyi bölüp,parçalara ayırıyordu.Sonra ayırdığı parçaları başka bir boyutta tekrar bir araya getirip, bütünlüyordu.

Kız konuştu,anlattı anlattı,baba dinledi sustu sustu.Sonra bir ara söz biter gibi oldu.Derin bir sessizlik hakim oldu geceye.Karanlık ve sıcak bir sessizlik.Karşılıklı sustular.

Günün yorgunluğunun getirdiği rehavete dolanan babanın gözleri yavaşça kapandı ve oturduğu sandalyede başı önüne düşüp uyumaya başladı.

Baba,sabahın seher vaktinde güneşin ilk ışınlarıyla uyarılan göz kapakları yeni güne açılırken bakışlarıyla kızını aradı.Kızı uyumadan önce bıraktığı uyanık haliyle,sandalyenin üzerinde dimdik, gözlerini güneşe dikmiş yeni günü karşılıyordu.Sanki yeni güne değil de,geleceğine bakıyordu.

Baba uyuyakaldığı ve kızına eşlik edemediği için utandı.Kız doğumundan bugüne yedi yıllık birikimiyle,akşamdan sabaha süren deneyimiyle, belki de hayatının bundan sonrası için, bir babaya çok da ihtiyacı olmadığını anlamıştı ,kimbilir?

Aradan geçen onca zamandan sonra, şimdilerde yirmili yaşlardaki kızıyla birlikte yaşadığı o geceyi hatırlayan baba, kızının sınırları zorlayan, yaratıcı hayat yolculuğunun tam da o gece başlamış olabileceğini düşündü. Güneşi tek başına karşılayan kız,kendi zamanının ve hayatının efendisi olmuştu.
 
     Beğenin    
Şiir-Öykü Listesi
A.Biti
ÖYKÜ © | Yayın Kasım 2019
A. BİTİ

Başka yapacak bir şey yoksa eğer, günlerini minik derin penceresinden güneş ışıklarının zar zor girebildiği her daim loş bu üst odada geçiriyordu .Huzuru eline geçen kitapların,çocuk dergilerinin arasında buluyordu.Dışarıda olmayı canının istemediğini söylüyordu ısrarcılara ama aslında içten içe derin bir ürküntü yaşıyordu. Yollarda,meydanlarda,bakkal önlerinde ve içlerinde,köy kahvesinde akan hayat ona yabancı ve korkutucu geliyordu.İşleyişini,kurallarını anlayamadığı ayrı bir dünyaydı dışarısı.Yetişkin erkeklerin ve o yolda olan erkek çocuklarının doğal varlık alanları.

Akranı kuzenlerinin ve komşu çocuklarının arasındayken hissettiği yalnızlık duygusu biraz azalıyordu.Birlikte oturulan sofralarda ya da oynanan oyunlarda varoluşundan duyduğu kuşku ağırlığını yitiriyordu .Çünkü sofralara ve oyunlara açık açık davet ediliyordu.Yine de tarlada bahçede çalışırken daha emindi.Sanki, iş onu daha bir görünür kılıyordu.Çalışırken genişleyip,şişiyor aldığı aferinlerle kendi gözünde kahramanlaşıyordu.

Yaz tatillerinde geldiği bu köy vegeniş avlunun bir küşesine kondurulmuş bu kerpiç ev,kasabada geçen uzun okullu zamanlardan sonra onun cenneti oluyordu.Buradayken nefesinin rahatladığını,bedeninin gevşeyip yeni bir form aldığını deneyimliyordu.

Çiftçilik yapılmayan günlerde,kapandığı odadan çıkması için evdeki kadınlar ona dil döküyorlardı.O da niye diğer erkek çocuklar gibi dışarıda olup,kahveye gitmiyordu?Erkeklerin yeri dışarısıydı,kahvelerdi.Akranı erkek çocuklar büyümek için çoğunlukla yollarda buldukları sigara izmaritleriyle ve cep harçlıklarıyla aldıkları ya da kilerden aşırdıkları şaraplarla talim yapıyorlardı.Erkek olmak böyle bir şeydi.O da diğer çocuklara sigara ve şarapta eşlik ediyor ancak kahveye gitme dersinden her defasında sınıfta kalıyordu.

Bu odaya kapanmalar devam ettikçe,dışarıya çık ısrarlarının yanına ufak dokundurmalar da eklenmeye başlamıştı.Kadınların bazıları onu yine odaya kapanmış çoğunlukla okurken bulunca,yine a. biti gibi evdesin demeye başlamışlardı.Bunu söylerken yüzlerinde muzip bir gülümseme oluyordu.Bu sahne o kadar sık tekrarlandı ki, bir süre sonra kendini a. biti olarak düşünmeye başladı.Gizli,korunaklı,sıcak,karanlık bir ortamda yaşayan,bu ortama bağımlı tuhaf siyah bir yaratık.Bu yaşam alanına sımsıkı yapışmış ve buradan sökülüp atılmamak için saklanan ya da ölü taklidi yapan ürkek bir erkek çocuğu.Yine de ihtiyacını duyduğu bakım ve ilginin bu evde fazlasıyla olduğunu biliyordu.Ortada mutfak olarak da kullanılan oturma alanından ve ona bağlanan alt odadan gelen sesler ve hareketlilik,tüm mekana yayılan yemek kokuları ona iyi geliyor,kendini güvende hissetmesine neden oluyordu.

İlk başlarda onu kıran a. biti benzetmesini bir süre sonra kabullenmiş gibiydi.O bir a. bitiydi.Korku içinde ve bir o kadar da hülyalı bir a. biti.Ona göre dışarının fazlasıyla gerçek ve sıkıcı dünyasında olmaktansa,kitapların ve dergilerin arasında dolaşan, düşlerle beslenen bir a. biti olmak daha güzeldi.Hem sonra o odada çok da yalnız kalmıyordu.Zaman zaman diğer çocuklar da ona eşlik ediyorlardı.

Bir gün ondan 2-3 yaş büyük bir çocuk sığınağında ziyaretine geldi.Kendi şiirlerini iştahla okuyup,paylaşan bu çocuk farklı bir kumaştan dokunmuş gibiydi.İçerisiyle dışarısını buluşturmayı başarmış başka bir tür.Sokakla,şiir kadar derin içerisini barıştırabilmiş tuhaf bir bileşim.Gülümseyerek ona baktığını, anlayamadığı ve nüfuz edemediği imgelerle dolu şiirlerini okumaya çalıştığını hatırlıyordu. Ama bu bir anlamda vakitsiz bir karşılaşmaydı onun için; o sırada olan biteni anlamlandırmada uzun zaman zorluk çekecekti.Kelimeler ve sözler ağzından, parmaklarının ucundan çıkmadan,içinde sürüklendiği sisli denizden ayrılacağı günler gelmeden, a. biti olmanın korunaklığını ve utancını terk edemeyecekti.O zamana kadar daha çok bildirmeye,konuşmaya,anlatmaya ve yazmaya ihtiyacı vardı.

A. bitleri o tatlı ve ölümcül sessizlikte yaşayabiliyorlardı.

O, artık .m biti olmak istemiyordu.
 
     Beğenin    
Şiir-Öykü Listesi
Kırlangıç Zamanı
ÖYKÜ © | Yayın Haziran 2019
Hayatımda hiç kırlangıç görmedim dedi kadın,denizin üzerinde süzülen martılara bakarak. Adam içinden onların bir kısmının deniz kırlangıcı olduğunu söyleyerek martı vurgusunu düzeltti. Sonra etrafa şöyle bir baktı gösterebileceği bir kırlangıç var mı diye. Yoktu.

Adam gülümseyerek kadına sana deniz kırlangıçlarından bahsettim az önce sessiz,kırlangıçların yokluğunda. Bir de Ebabil kuşları var onları bilirsin tahminimce. Ebabil deyince kadının gözleri ışıdı. Adam kadının mitlere meraklı olduğunu biliyordu. Kadın efsaneyi bir çırpıda daha dün yaşanmış bir vaka gibi duraksamadan aktardı.Birinci elden olan bitene tanık olmuş bir anlatıcı gibi. Hani şu Ebabillerin gagalarında taşıdıkları taşlarla fillerle donanmış orduyu bozguna uğrattıkları savaş. Adam ebabillerin kırlangıç sayılıp sayılmayacaklarından emin değildi. Kadın da daha önce Ebabil gördü mü, bilmiyordu. Ebabil kadın için iç kuşuydu,has kuşuydu.

Kadının zihnine kırlangıçlar neden üşüştü bu bir sırdı.

Adam dükkanın önünde tavandaki floresan lambasına yapışık yuvadaki faaliyeti,kırlangıçlar geleliberi izliyordu.Bir sabah işe geldiğinde yuvanın tam dibindeki dışkı birikintisinin içinde yarım yumurta kabuğunu gördüğünde içinden bir sevinç dalgası yükseldi.Demek yavrular yumurtadan çıktılar diye düşündü.Zaman hızla geçiyordu,beş ay olmuştu bu işe başlayalı.Üç mevsimi yaşamıştı bile.Kış,ilkbahar ve yaz.Kırlangıçlar yazın taşıyıcılarıydı.

Adam zihninde çocukluğundaki kırlangıçlara dair anılara uzandı .Yuvalarını ,su birikintilerine yaptıkları sayısız sortilerle nasıl da sabırla çamurdan ördüklerini hatırladı.Köhne,unutulmuş bu kasabada zamanın geçtiğini doğa hatırlatıyordu işte böyle.Yoksa yeterince yaşanmamış bir kesitin,kayıp bir zamanın esiri olacaktı adam.İçindeki doğanın tıkır tıkır işlediğini,hiçbir şeyin yerinde saymadığını biliyordu.O sadece her yerde hüküm süren yaşamın ve yıkımın inkarını acıklı buluyordu.

Sorular sökün etti sonra.Yaşarken,eksik yaşama duygusu neden peşini bırakmaz insanın? Kader mi bu? Her şey olacağına mı varacak sonunda?Debelenmek,ayak diremek,itirazlarını ileri sürmek boş bir çaba mı?

Öyle ya, döngüde olmak tüm canlıların kaderiydi.Doğum ve ölüm çizgisinde bir yolculuktu kader.Bu durumda kırlangıçları ayrıcalıklı yapan neydi peki?Depresif bir kırlangıç olmayacağını düşündü adam.Hepsi de yaşama uğraşına öyle coşkuyla katılıyordu ki.Anne ve baba kırlangıç çığlık çığlığa yavrulara yiyecek taşıyordu.Anne-babalarını görünce yavruların sarı-pembe ağızları pürtelaş sonuna kadar açılıyordu.

Adam yuvanın,yuvaların içindeki yavruların,yetişkin kırlangıçların fotoğraflarını çekti.Kırlangıç dünyasını kadına göstermek istiyordu.

Fotoğrafları görünce kuyrukları ne güzel,ne kadar da uzun dedi kadın.Fotoğraflarda çok da görünmeyen yavrulara işaret etmek için sürekli aç olan yavrulardan bahsetti adam.Doyursanıza onları dedi kadın.Onları anne-babaları gayet güzel doyuruyor diye karşıladı adam.Biz karışmayalım onlar ne yapacaklarını biliyorlar diye ekledi sonra.Kadın güldü,hep bu psikoterapi işleri dedi.Adam kesinlikle diyerek onayladı; hem biz doyuracağız diye onları boğabiliriz.Doğal ebeveynlik diye bir şey var.Hayvanlar içgüdüsel bunun bilgisine sahipler dedi.Kadın yine güldü,ölürlerse açlıktan görürsün dedi.Sanki doğal ortam var da doğal ebeveynlik olsun.Adam düşüncesinde ısrar etmek istiyordu.

Sen merak etme,burası Kapıdağ,burada besin kaynakları zengin dedi.Bunu der demez adamın beyninde bir şimşek çaktı.Kadının yavruları doyurun ısrarını anladı.Kadın bir anneydi,ne kadar yedirirse yedirsin yavrular aç olacaklardı.Bunu kadına söylediğinde kadın kahkahalarla güldü.

Her ne yaşanırsa yaşansın,döngüde olmak eşsiz bir deneyim diye düşündü adam.İnsanı asıl tüketen içinde bulunduğu gerçeklikten azade olduğunu sanmak,inkar içinde olmak.Her ne kadar hayatın kıvamı bazen ağırlaşsa da,ona asıl rengini verecek olan biziz diye düşündü adam.Ona göre aslolan hayata verdiğimiz anlamdı;anlam da beklentilerden apayrı bir varoluşsal durumdu.

Kırlangıç zamanı sıcak ve kıpırtılı bir zaman diye düşündü adam.Hızla büyüme ve olgunlaşma zamanı.Aynı zamanda derin bir hoşgörü zamanı.Civar esnafın yuvalardaki pirelerden,oraya buraya saçılan tüylerden,pisliklerden şikayetlerinin yalandan olduğunu biliyordu.Öyle ya da böyle yuvaları bozmayı kimse göze alamazdı.Kadim inanışa göre yuva bozanın yuvası bozulurdu.İçten içe yuvalardaki yavrulara merak ve şevkat duyuluyordu.Yavrular yuvadan vakitsiz ayrıldığında,eskaza oralarda dolanan bir kedi yavruyu kapar diye yürekler ağza gelirdi.Aceleyle yuvanın altına getirilen merdivenle yavru yuvasına mutlaka kavuşturulurdu.

Adam derin bir nefes aldı,kırlangıçları daha kaç kere gökyüzünde göreceğim diye düşündü.Bir de kaç kere onları özlemle bekleyeceğini.Adama göre hayat insan yapımı bir zamanda donup kalıyordu.Hayat kırlangıç zamanıyla akıyordu.
 
     1 Beğeni    
Şiir-Öykü Listesi
Como El Aqua (Su’dan Gelen)
ÖYKÜ © | Yayın Mayıs 2019
Ahmet yine iskelede.Elinde oltası,gözlerini denize dikmiş büyülenmişçesine gidip geliyor.
Hafta içi okul çıkışı bazen önlüğü üzerinde-hafta sonu zaten öyle-hemen sahilde bitiveriyor.
Ahmet yaşında bir çocuk denize nasıl böyle bağlanabilir?
Biliyorum,Ahmet karadan umudunu kesmiş çocukluğum benim.
Karadan beslenemiyor; o da çareyi sınırları ufukla çizilmiş su kütlesinde arıyor.Deniz,onun için şefkatli bir ana gibi.Derinliğinde,uçsuz bucaksızlığında rahatlayıp ferahlıyor.
Karada nefes alamıyor Ahmet.Kendini koruyamıyor.Ruhu,sürekli talim edilen deneme tahtası.
Deniz,onun sınırlarını yeniden çiziyor.Denizin enginliğinde koruma duvarlarına tekrar kavuşuyor.
Kara insanları denizden korkuyor.
Denizi mekan tutmuş Su’dan Gelen,kara insanlarının kulaklarına taa bebeklikten fısıldanmış bir varlık.
Zaman zaman karaya ayak basıp,rüzgarlı karanlık sokaklarda onlara göründüğünde bir daha geri gelmemecesine akıllarını başlarından alıyor.
Anlatılanlara göre kişi yüzüne baktığında Medusa görmüş gibi taşlaşıyor.Delici kapkara gözleri bakanın elini kolunu bağlıyor,sonsuz açılabilen mavi-kırmızı ağzı zavallı kurbanını yutup sonsuzluğa yuvarlıyor.
Böylece efsanelerle harlanmış deniz kara insanları için canavarlaştıkça,Ahmet denize sarılmayı öğrendi daha çok küçükken.Bir de canavarları sevmeyi.
Kara insanlarının evlerinin kapıları denize sıkı sıkıya kapalı.Evlerin pencereleri minik,yumulmuş gözler gibi.Sahilde evlerinin önünde ahşap sandalyelerinde otururken sırtlarını denize dönüyorlar.
Kara insanları sırtlarını denize döndükçe,Ahmet daha çok bağlanıyor denize.
Günden güne sabırla büyümeyi bekleyip iskeleden ayrılacağı gün kendine eşlik edecek Su’dan Gelen’i n yolunu gözlüyor.Her gün bir ayine gidiyormuş gibi bıkmadan sahile inmeye devam ediyor.
Ahmet henüz bilmiyor.Su’dan Gelen asla gelmeyecek.Ahmet bunu anladığında asıl serüven işte o anda başlayacak.
 
     1 Beğeni    
Şiir-Öykü Listesi
Sepetli Kadın
ÖYKÜ © | Yayın Mayıs 2019
Kasaba yeni bir güne uyandı.
Kuruluşundan epey bir zaman sonra gelen mübadillerin yerleşmesiyle miskin bir varlık gibi yerinde sayan,denizin karşısında yükselen tepeler üzerine kurulmuş dar yılankavi sokaklarda sıralanmış taş evleriyle tipik bir Ege kasabası.
Herşey, rengarenk iplerle örülmüş sepetiyle uzaklardan gelen kadının kasaba çarşısına yaptığı alışveriş ziyaretleriyle başladı.
Çarşının kuzey-doğusunda uzun zamandır kullanılmayan altında mağaza denilen büyükçe bir mekanın,üstünde de dört oda ve banyo- mutfaktan oluşan yaşam alanının bulunduğu iki katlı yapının bir süre önce birilerine satıldığı duyulmuştu.
Rivayetlere göre binanın altındaki mağaza, mübadeleden önce Rumlar zamanında şaraphaneydi,en son hali ise marangozhane.Son zamanlarda üst kattaki odalarda ise zeytin ve zeytinyağı depolanıyordu.Üst kattaki zeytin ve zeytinyağı kokusu,alt kattaki reçineli ahşap malzemeden yükselen kokuyla harmanlanıp çarşıya günün farklı zamanlarında farklı yoğunluklarda sızardı.
Binanın satışınına kasabadan bir emlakçı aracılık etmişti.Bir gözü camdan dev cüsseli bu adam, bir hafta boyunca heyecanlı gür sesiyle her zaman gittiği kahvede bu şatışı tüm ayrıntılarıyla ballandıra ballandıra anlatmıştı.
Söylediğine göre binayı alan Almanya’dan gelen bir kadındı.Tuhaf bir kadın demişti.Evin görülmesinden satışına kadar tüm süreçte hiçbir duraksama yaşamadan,yüksek bir irade gösterip,iyi de bir pazarlık yapıp,sanki evvelden beri kendisinin olan bir şeyi emanetçiden geri alıyormuş gibi evin yeni sahibi olmuştu.
Buralardaki kadınlarda görülmeyen bir özgüveni ve keskin bir netliği vardı.Kararlı duruşu,insanın içine işleyen derin koyu gözleri,ağzından düşürmediği sigarası,başındaki geniş siperli şapkasının altından dökülen bal rengi saçları,dökümlü rengarenk uzun elbisesiyle içinde durduğu uzamı tam manasıyla dolduruyordu.
Doldurmakla kalmıyor,hareket ettikçe komşu boşluklara Emlakçının tanımadığı ezgileri,renkleri,anlamları bulaştırıyordu tılsımlı varoluşuyla.Emlakçı, o zamana kadar kasaba meydanının bu kadar boş olduğunu düşünmemişti.
Evde ilk günden itibaren dışarıdan bakan dikkatli bir gözün görebileceği değişimler olmaya başlamıştı.Küçük fakat tutkulu dokunuşlarla ev yeni kimliğini buluyordu.Çarşıda akşam saatlerinde müzik sesleri ve kahkahalar duyulmaya başlamıştı.
Kadın,haftada iki kez kurulan kasaba pazarına kolunda sepetiyle mutlaka geliyordu.Tezgahlar arasında dans edercesine dolaşırken dikkatle seçtiği taze sebze ve meyveleri sepetine yumuşacık koyuyor,tüm bunları yaparken pazarcılarla,alışverişe gelenlerle gülümseyerek içtenlikle sohbet ediyordu.Sonra sıra sepette yerini alacak yöresel peynirlere geliyordu.Her pazar alışverişi mutlaka şarapevinde son buluyordu.Dikkatle seçtiği bir şişe şarapla ritüel tamamlanmış oluyordu.
Kadına göre şarap hayatın özüydü.Kişi yaptığı şarap seçimine göre kendini ele verirdi.İyi şarabı seçen insan kendini,ne istediğini bilendi ona göre.O asla kötü şarap içmezdi,içenlerden de uzak dururdu.
Kasaba, sepetli kadının gelişiyle yüzyıl önceki parlak günlerine göz kırpmaya başlamıştı.Birşeyler değişmiş,taşlar yerinden oynamış kasaba yeniden derin,taze nefesler almaya başlamıştı.
Evle beraber evin bahçesinde de hummalı bir faaliyet vardı.Sepetli kadının yanında daha önce buralarda görülmeyen bir adam çalışıyordu. Birlikte bahçeyi kazıyor, çiçeklerle çeşit çeşit bitkilerle,sebzelerle donattıkları bahçeyi nakış nakış işliyorlardı.Anlaşılan o ki,ev ve bahçenin bütün işlerini sepetli kadın ve adam yapıyordu.
Adam dingin,sessiz duruşuyla görenlerde önceleri belirgin bir duygu uyandırmıyordu.Dikkatli bakıldığında ise kararlı,merhametli,çalışkan biri olduğu anlaşılıyordu.
Adamla kadın bir şekilde yollarını birleştirmiş,kararlı bir yönelişle yeni bir hayatın temellerini birlikte atıyorlardı. Önceleri olan biteni kayıtsızlıkla izleyen kasabalı,sepetli kadının ve adamın güven veren kapsayan yaklaşımıyla kabuklarından sıyrılmaya başladı.Günler geçtikçe,kayıtsızlık yerini merak ve şefkat duygularına bırakmaya başlamıştı.Eve yaptıkları ziyaretlerde kadın ve adama bir yardıma ihtiyaçları olup olmadığını soruyor,onlara hediyeler getiriyorlardı.
Sepetli kadın ve adam,bu ziyaretleri güleryüzle karşılıyor,gelenleri yeniden doğan evle görünür olan farklı bir dünyanın aydınlık yüzüyle tanıştırıyorlardı.
Kasabada geriye döndürülmeyecek bir dönüşüm başlamıştı. Evden ve bahçesinden yükselen güçlü ışık,hiçbir karanlık bırakmamacasıına sokakları ve tüm mekanları temizliyor,aydınlatıyordu.
Sepetli kadın kasabaya karışmış,kasaba sepetli kadına akmıştı.
Kasabadaki boşluklar ve sınırlar yeniden çiziliyordu.
Kasaba sezgiyle biliyordu.Herşey mükemmel olmak zorunda değildi.Ama kesin olan bir şey varsa o da tüm olan biten zamanın ruhuna uygun ve olduğu gibiydi.Ne bir eksik, ne bir fazla.
 
     Beğenin    
Şiir-Öykü Listesi

Yazan Uzman
Aygün ÖZER Fotoğraf
Psk.Dnş.Aygün ÖZER
Balıkesir (Online hizmet de veriyor)
Psikolojik Danışmanlık Uzmanı
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi5 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarına (Psk.Dnş.Aygün ÖZER) aittir ve Psk.Dnş.Aygün ÖZER tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

21:13
Top