2007'den Bugüne 92,259 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Fetö Olayı Hakkında Psikososyal Analiz
YAZI #3038 © Yazan Psk.İzzet GÜLLÜ | Yayın Ağustos 2016
Yaşadığımız ve ülkemizin uçurumun kıyısından döndüğü 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmeler üzerinde yapılan konuşmaları ve analizleri dinlediğimizde büyük ölçüde doğru yere parmak basıldığını görüyor, seviniyoruz! Artık ülkemizde cemaat ve tarikat türü hizipler / yapılar tartışılmakta! Ben de nacizane bu yapılara ve sebep oldukları sonuçlara yönelik olarak ortaya koyduğum bazı tespitlerimi sizlerle paylaşmak istedim!

Hurafeci paralel dini kaynaklar: Geleneksel dini kaynaklar hikayeci, menkıbeci, istiareci, keşif ve kerametci içeriğiyle şeyh, gavs, kutup, veli, zat, efendi, hazret gibi yüceltilmiş sıfatlar doğuruyor. Bu imtiyazlı dini unvanlar insanlarda yetersizlik algısına neden oluyor! Bu algının neden olduğu ve dışarıya “Biz kim onlar kim” şeklinde yansıyan duygu da dinde kendilerine belli bir makam izafe edilen kişilere gözü kapalı teslimiyete yol açıyor!

Havanda su dövmeye gerek yoktur! Kök neden hurafeci, kula kulluğa icazet veren paralel dini kaynaklardır. Paralel dini kaynaklar her zaman paralel dini oluşumlara yol açar.

Ruhani etkilenme: Bu yapılarda anlatılan kerametler, rüyalar, keşifler, hikaye ve menkıbeler kitlelerde ruhani etkilenmelere yol açar! Bu da kişilerin bu yapılara teslimiyetinde ikinci ana etken olarak büyük rol oynar! Subjektif rüyaların, keşif denilen sanrıların, keramet adı verilen halüsinatif yanılsamaların, din sosu katılmış hikaye ve menkıbelerin din olamayacağı, din ilahi bir olgu ise kaynağının da sadece ilahi olması gerektiği konusunda ciddi ilmi ve fikri çalışmalar yapılmalıdır.

Hatalı “dindarlık” algısı: Toplum bilinçaltında saç ve sakal, sarık ve cübbe, cemaat ve tarikat ile dindarlık arasında ciddi bir psikolojik/çağrışımsal bağ kurulmuştur. Yani halk bazı kılık ve kıyafetleri, belli dini yapılar içinde yer almayı daha iyi dindar olmanın şartı ve göstergesi görmekte, hatta bu kişileri veli, mübarek kul olmakla özdeş algılamaktadır.

Bu algının yanlışlığı üzerinde sıkça durulmalı, Ebu Bekir ile Ebu Lehep’in kıyafeti arasında fazlaca bir fark olmadığı, dinin şekil değil, kalp işi olduğu ve kalplerde olanı da sadece Allah’ın bilebileceği hususu halka iyi anlatılmalıdır.

Allah “Kimin takva sahibi olduğunu ancak ben bilirim” derken bazı kişileri takva kişiler kabul etmenin; örneğin veli, mübarek, zat, efendi, hazret, şeyh, gavs, kutup vs. ilan etmenin Allah’a itiraz olduğu özellikle hatırlatılmalıdır.

Hatalı “Dini daha iyi yaşama” algısı: Yine halkımız cemaat ve tarikatlara girmeden daha iyi dindar olunamayacağı, dinin en iyi buralarda yaşandığı yahut yaşanabileceği yönünde yanlış bir zihinsel koda sahiptir. İnsanlarda ruhani görünümle iyi dindarlık arasında hatalı bir zihinsel ilişkilendirme mevcuttur. Oysa dinimizde ne giyim kuşam ne de yaşantı anlamında ruhaniyetlik yoktur. Halk gibi giyinmek, halkın içinde yaşamak esastır. Peygamberimiz peygamber olunca farklı bir üniforma giymedi, içinde yaşadığı o günkü Arap kültürüyle uyumlu giyinmeye devam etti. Öyleyse esas sünnetin üniforma giymek değil, halkla uyumlu giyinmek olduğu halka sıklıkla izah edilmelidir. Bu tarz hatalı zihinsel programların silinmesi için de ciddi ilmi ve fikri çalışmalar yapılmalıdır. İslam yeryüzüne ilk geldiğinde ne tarikat ne de cemaat gibi bir olgunun bulunmadığı gerçeği halka sabırla hatırlatılmalıdır. Din sosu katılmış toplumsal hipnoz öyle yasak savma kabili birkaç cılız izahatla bozulacak türden değildir.

Sohbet ihtiyacı: Okuma kültürü zayıf olan toplumlarda dinleme eğilimi, bu eğilimin tabii bir sonucu olarak da dinleme kültürü gelişir. Bu aynı zamanda bu tür toplumlarda öğrenebilmek için de bir ihtiyaçtır! Kişileri paralel dini yapılara, merdiven altı faaliyet yürüten dini gruplara iten bir diğer psikolojik amil de dini sohbet ihtiyacıdır, bu sohbetin çekici gücü, cazibeli büyüsüdür.

Bu ihtiyaç daha sağlıklı kanallardan, daha denetlenebilir yerlerden sağlanmalıdır. Bu yerler de camiler olarak görünmektedir. En iyi cemaatin cami cemaati olduğu sık sık vurgulanmalıdır. Camilerde oluşmayan her cemaat camı dışında kurulacak, camilerde giderilemeyen bu ihtiyaç cami dışında giderilmeye çalışılacaktır. İmamlar artık namaz kılar kılmaz evlerine çekilmemeli, camilerde dini sohbet ortamları oluşturmalılardır.

Kur’anın sadece Arapça okutulması: Kanaatimce bu yapıları besleyen asıl dinamik budur. Bu son derece akıl dışı “Kur’an okuma” kültürü kişilerin ilahi mesajla uyarılmasına, dolayısıyla da uyanmasına mani olmaktadır. Din sömürücülerine biçilmiş kaftan sunmakta, bunun için büyük bir kapı açmaktadır.

Kur’ana bakıldığında dini parça parça ederek dinde grup grup olmanın kesinlikle yasaklandığı görülür. Yine Kur’anda aklı kullanmaya teşvik eden, kula kulluğu paralel rabler edinmek olarak sunan nice ayetler vardır. Lakin ilahi mesajın (halen camilerde bile) sadece Arapça okunması şeklindeki hatalı “Kur’an okuma” pratiği/geleneği toplumun bu gerçeklerden uzak kalmasına yol açıyor. Bugün geniş halk kesimleri yaşadıkları dinin Kur'andaki dinden ne kadar uzak olduğunu bilmiyor. Hatta çoğunun; bu yanlış dini zemin üzerinde ortaya çıkan bir dindarlık arttıkça Kur'andan daha da uzaklaşıldığından haberi dahi yoktur.

Kur'anın sadece bedeniyle (zarf) muhatap oluş, esas ruhu (mektup) olan mesajından ise uzak kalış sömürü ve suistimallere ortam oluşturuyor! Çünkü Kur’an aradan çıkınca kullar devreye giriyor! Kullar devreye girdiğinde görüşler, zanlar, tahminler, çıkarımlar devreye giriyor. Böylece birilerinin algısı birilerinin dini haline geliyor. "Hüsnü zan esastır, biz zahire bakarız ve alimler peygamber varisidir" gibi doğmatık kabullerle bu kullardan medet ummaya giden süreç daha da bir ivme kazanıyor.

Bu paralel kaynaklar “Hüsnü zan esastır” yani “Ben kalbini bilmem, ben zahire bakarak onu mübarek kabül ederim” hatalı algısı riyakarlıklara ve sömürülere çanak tutuyor. Zahiren alim görünümlü nice kişinin piyasada yer bulmasına yol açıyor. "Alimler peygamber varisidir" türü uydurmalar da ilim ehlinin özel makamlara çıkarılmasına neden oluyor. Bunun peşinden bu kişilere ister istemez teslimiyet geliyor. Yine bu geleneğin “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hurafesi de aynı değirmene su taşıyor, Allah dostu unvanı verdikleri kişilere (ve onla birlikte olarak gördükleri için de Allah’a) yakın olma arzusuna ve ihtiyacına yol açıyor.

Evet Kur’anın sadece Arapça okutulması kitlelerin Allah ile aldatılmasında çok büyük bir faktördür. Bu akıl dışı geleneği hem ortaya çıkaranlar hem de hala inatla sürdürmekte ısrar edenler yarın bunun vebalini asla ödeyemeyeceklerdir.

İlkokul birinci sınıf düzeyinde bir akıl yürütme kapasitesiyle düşünelim:

Allah’ın “Düşünüp öğüt alasınız diye indirdik” dediği bir kitap sadece Arapça okunabilir mi? Anlama yoksa okuma olabilir mi? Allah kitabı düşünün ve öğüt alın diye indirdik diyor! Arapça okununca nasıl düşünülecek, nasıl öğüt alınacak? İlahi öğüdü asıl kaynağından saf ve duru bir halde alamayanların kendilerine dinde Allah ile kullar arasında bir makam (arada, aracı bir makam) veren ruhbanlardan/din komisyoncularından alması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim de böyle olmaktadır.

Kul; din gibi son derece hassas ve insanlar üzerinde oldukça etkili bir konuda kula muhtaç hale geldiğinde aradan nice aldatıcıların çıkması kaçınılmaz olmaktadır. 40 yıl veli denilen birisi bile günün birinde deli çıkabiliyorsa kitlelere düşen hüsnü zanna devam etmek ve aynı delikten tekrar ısırılmak için başka aynı havuzun başında yeniden sıraya geçmek değildir; tüm aracılara son diyerek kulları aradan çıkarmak, sadece Allah’a kul olmaktır. Bunun çaresi de dini onun tek sahibinden, duru, saf, arı kaynağından direkt öğrenmekle mümkündür. Allah kitabı için apaçık öğüt der. Apaçık bir öğüdü almak için kul kapısında köle olmaya gerek yoktur.

Kur’an zordur ve eksiktir propagandası: Kur’anın zor bir kitap olduğuna ve dinin Kur’anla eksik kalacağına yönelik güçlü kitlesel bir itikat oluşturulmuştur. Oysa bu itikat Kur’ana son derece aykırıdır. Bu hatalı inanç da kişileri diğer kullara, haliyle de sömürü ve suistimallere açık hale getiriyor.

Kur’an kendisini mubin, mufassal, apaçık, detaylı, kolaylaştırılmış, içinde hiç eksik bırakılmamış, kamil manada tamamlanmış bir kitap diye tanımlar.

Görüldüğü üzere paralel dini oluşumların dini görünümlü çoğu tutumu dinin ilahi kaynağı olan Kur’anla son derece uyumsuzdur.

Bir dininin zor olduğuna, anlamak için ilim gerektiğine, ayrıca dinin sadece Kur’anla eksik kalacağına inanmak dini izah ettiklerine, dini tamamladıklarına inandıkları bazı kişilere teslimiyete neden olmaktadır.

Bu durumda “İnsanlar aklını neden kullanmıyorlar” demenin de bir anlamı kalmamaktadır. Dinin derin ilim işi olduğuna dair güçlü bir inanış varsa orada akıl nasıl kullanılacaktır? İlim gereken, ilim gerektiğine inanılan bir işte kuru akıl yürütme neye yarayacaktır? Bir işin ilim işi olduğuna inanılıyorsa orada yapılacak en akıllıca iş o ilmin sahibine itaat etmektir. Halkın en azından önemli bir bölümünün yaptığı da tam anlamıyla budur. Din derin ilim işidir propagandası aklı devre dışı bırakarak kula kullar yaratmanın en sinsi, en bilindik argümanıdır. Bu argümanda meşruiyetini Kur’an dışı zan kaynaklarından almaktadır.

Oysa din derin ilim işi değildir. Hatta din sıradan bir ilim işi bile değildir. Din sadece vahye sadakat ve temiz akıl işidir. İlim bu sadakati yok ediyor. Çünkü ilim çoğaltıyor, yorumluyor, ilişkiler kuruyor, çıkarımlara gidiyor vs! İlim ilahi şeyin içine beşer ürünleri sokuyor! Yarı ilahi yarı beşeri karma bir din çıkarıyor ortaya!

Her zaman söylüyorum: Tüm dinleri o dinlerin ruhbanları ve ilmiye sınıfı tahrif etmiştir. 1 İncil zamanla 4 İncil'e çıktı diye Hristiyanlığı tahrif olmuş kabul ederiz. Peki bizim dinimiz ilk başta tek bir kitapken zamanla Buhari, Tirmizi, Müslim, Ebu Davut vs diye en az 5 kitaba (hatta külliyata) çıkmadı mı? Peki bizim din neden bozulmamıştır? Bir dinin bozulması için illaki papaz elinin mi değmesi lazımdır? Dine papaz eli değince bunu din adamalrını ran edinmek diye tanımlayan Allah aynı şey bizim dinde yapıldığında buna aferin mi diyecektir? Toplum artık dindarlaştıkça bu yapılara sığınma ihtiyacına son vermelidir. Bu yapılarla bağı ne oranda kuvvetli olursa saf dinden o kadar uzaklaşacağını görmelidir.

Din ilim işidir sloganıyla kitleleri kendilerine köle edinenlere sormak lazımdır: Bilal-i Habeşi hangi medreseyi bitirmiş, hangi tefsirleri okumuş, hangi hadis külliyatından icazet almıştır?

Dinde ilim denilenler esasında zandan ibarettir. Zan ise Kur’ana göre gerçek namına bir şey ifade etmez. Dinin ilim işi olduğunu iddia etmek dinde bir ilmiye sınıfı oluşturmanın, bir meslek yaratmanın, dini meslek haline getirmenin, din ile halk, ilahi mesajla kullar arasına girmiş bir aracı sınıf oluşturmanın da en temel fikri altyapısıdır. Din ilimle daha iyi anlaşılmamış, tam tersine din daha da anlaşılamaz hale gelmiştir. İslam dünyasındaki genel tablo bunun en bariz ispatıdır. Oysa İslam dünyasında hiçbir zaman ilim ehli az olmamıştır. Şiilerin mi alimi azdır, sunni alimlerin mi ilmi diğerlerinden daha noksandır?

Demek ki bu iş ilim işi değildir! Bu iş ilimle olsaydı çoktan olurdu! Din işi bu denli sorunlu bir alan haline gelmezdi. Dine beşer eli değdi, din o günden sonra sorun yumağı haline geldi. Bugün dinler yüzünden ölenlerin sayısı kanser sebebiyle ölenlerden daha fazladır. Kitlelere artık beşer sözlerinin, beşer görüşlerinin din olamayacağı anlatılmalıdır. Dinin tek sahibinin Allah olduğu, elçinin ve ulemanın Allah'ın dindeki kurucu ortağı olamayacağı ifade edilmelidir. Din dediğimizde algıladığımız ve sorun üreten din indirilen din değildir, sonradan üzerine yığınla beşer sözü/yorumu ilave edilen uydurulan (karma) dindir. Saf, halis din Allah'a aittir der Kur'an! Bu yarı ilahi yarı beşeri olan karma din ise Allah ve kul ortak ürünüdür. Bu ise apaçık şirktir. Beşerin sözleri, beşerin biri diğerini tutmayan görüşleri din olabilir mi? Olmuş işte! Dolayısıyla bu dini yapılar doğru dinin en iyi öğrenildiği yerler değildir, tam aksine, Kur'andaki indirilen dinden alabildiğince uzaklaşılan yerlerdir. Görüldüğü üzere bu iş ilimle olmuyor! Din ulemanın ilmi ayrılıkları yüzünden tüm ayrışmaların, çatışmaların, kavgaların kaynağı haline gelmiştir. Dindeki tüm ayrışmalar ulemanın ilim kisvesi giydirilmiş ve biri diğerini tutmayan görüşlerinin, yorumlarının sonucudur. Dinde ilim denilince bilim anlaşılmamalıdır. Dinde ilim denilenler zandan ibarettir.

Velhasıl Kur’ana ortak koşulan paralel dini kaynaklar Kur’anda belirtilen indirilen dine aykırı paralel dini anlayışlar ve yapılar oluşturmuştur.

Bu dini yapıların indirilen dinle en ufak bir ilişkisi kalmamıştır. Bu sözde dini yapılar sadece dinin tevhit genetiğini değil; dindarlığın da genlerini bozmuştur. Kendi kapalı hizbi içinde dolaşan, adeta ruhban hayatı yaşayan, dini ibadete indirgemiş, halktan kopuk, soğuk, sosyal yaşama ilgisiz, asabi görünümlü, kendilerinden başkasını çok da hak yolda görmeyen, asosyal dindarlıklara yol açmıştır.

Paralel dini kaynakların sonucu olarak ortaya çıkmış olan bu fırkalaşma kültürü sadece Rum 32 başta olmak üzere Kur’anın ruhuna aykırı değildir; aynı zamanda müslüman kardeşliğinin önündeki en büyük engeldir.

Bu yapıların doğasında bulunan bir bilene itaat et kültürü sadece Allah’ın en çok istediği şey olan aklı devre dışı bıraktığı için değil; ülke güvenliği için de büyük bir risktir. Çünkü tepedeki üst aklı manüple ettiğinizde koskoca kitleleri de etki altına alıp yönlendirmeniz son derece kolay olacaktır. Son FETÖ olayı biraz da böyle bir şey değil midir?

Son olarak cemaat ve tarikat türü dini yapılar hem Rum 32 gibi dinde fırkalaşmayı açıkça yasaklayan ayetler gereğince hem de aklı, evet Allah’ın en çok istediği şey olan aklı bir kenara koymaya ve sadece teslimiyete yol açan iç işleyişleri sebebiyle dinen haramdır. Artık bu çok açık Kur’ani hakikati çekinmeden ortaya koymanın vakti gelmiştir. Bunu yapması gereken de bizlerden çok Diyanettir. Bir ülkede 100.000 camisi, bir o kadar da imamı olan ve devasa imkanlara sahip bir kurum dururken millet hala dini diyaneti için “kimin ne maksatla ne iş gördüğü bilinemeyecek olan” merdiven altı oluşumlara ihtiyaç duyuyorsa burada birinci dereceden sorumlu olan Diyanettir.

Dini parça parça edenler, dinde grup grup olanlar ayetleri okunduğunda hiçbir cemaat, tarikat ve mezhep bunu kendi üzerlerine alınmaz! Kimdir öyleyse dini parça parça edenler, dinde grup grup olanlar? Tellioğullarıyla Seferoğulları mıdır?

Kur’an “İndirilene uyun” derken indirilmemiş hikaye ve menkıbeleri bile din yapan, Allah dinde fırkalara bölünmeyin derken ümmetin ayrılığında rahmet gören, Allah sadece kendisinin yüceltilmesini isterken kendisinden başka nice yüce kullar ihdas eden, Allah Kur’andan başka hakem edinmeyin derken sürüyle hakemler edinen bu İslama benzeyen ama İslamla fazla bir bağı kalmamış paralel dini yapıları artık tanımanın ve deşifre ederek halkı uyarmanın, insanları uyandırmanın zamanı gelmiş, hatta çoktan geçmiştir.

Bunu yapmayanların, bilakis belli isnat ve iftiralarla yapanlara engeller çıkartanların vebalini ödemeye kılınan kuşluk namazları, kesilen kurbanlar, tutulan oruçlar, gidilen haclar, üst üste icra edilen umreler asla yeterli gelmeyecektir.

Psikolog
İzzet GÜLLÜ
     6 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
İzzet GÜLLÜ Fotoğraf
Psk.İzzet GÜLLÜ
Sakarya (Online hizmet de veriyor)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi18 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.İzzet GÜLLÜ'nün Makaleleri
► Transaksiyonel Analiz Psk.Arzu BEYRİBEY
► Varoluşçu Analiz Nedir? Abdullah ÖZER
► Bireyin Psikososyal Gelişimi Psk.Dnş.Murat ÇAKIR
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Fetö Olayı Hakkında Psikososyal Analiz' başlığıyla benzeşen toplam 59 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


16:31
Top