2007'den Bugüne 92,300 Tavsiye, 28,217 Uzman ve 19,976 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Çocuğumuzun Her Dediğini Yapıyoruz Ama..
YAZI #307 © Yazan Psk.Ahmet ANADOL | Yayın Şubat 2009
ÇOCUĞUMUZUN HER DEDİĞİNİ YAPIYORUZ AMA



Mısır koçanlarının sararması ve Karçhal Dağı’na ilk karın düşmesiydi ayrılık vaktini gösteren. Her okul sezonu yeni bir sancı demekti; kimin yanında kalacağım kaygısı ve evden, sevdiklerimden aylarca uzak kalma fikri düşerdi haftalar öncesinde içime. Bir tarafta okumanın, okullu olmanın gururu, diğer tarafta için için bir sızı. Şimdilerdeki gibi yoktu öğrenci yurtları, pansiyonlar. Bir tanıdık yanına rica-minnet yerleştirilir, “emanet çocuk” olurduk. Bu, tüm Macahel’li çocukların kaderiydi.



Altı köyden oluşan Macahel’i; Karçhal Dağları, Borçka İlçesi’nden ayırır. Batı ve açık tarafını da Sovyetler (şimdi Gürcistan) sınırı kapatır. Bir tarafta siyasi, diğer tarafta doğal sınır; “yarı açık cezaevi” yaşamı sunar Macahel halkına. Yoğun kar yağışıyla birlikte yollar kapanır ve ilçeye gitmek ancak ayaklarınızın marifetine kalır dokuz-on ay boyunca. Seksen kilometre yol ve zaman zaman 5 - 6 metreyi bulan kar kalınlığı arasında yaşam mücadelesidir verdiğiniz.



Derme çatma bir ortaokulla nihayetlenir eğitim-öğretim yaşamı. Sonrası şansa kalmıştır daha çok. Ve bilirsiniz ki tek umuttur okul; 20 kilometrekarelik gökyüzü alanının dışına çıkmanın. İyi öğrenci olmak, ders çalışmak, efendi olmak… Standart görevlerinizdir. Yok, ergenlik problemleri, yok kız arkadaş erkek arkadaş hikâyeleri, gibi lüksler yoktur literatürde! Anne-baba, “evladım kahvaltını yap” diye yalvaracak, kapıda bekleyecek her öğlen teneffüsünde, basit bir dershane deneme sınavında bile tüm sülaleniz heyecanla okulun bahçesinde bekleyecek!..



Anne-baba, okulunuzun yerini biliyorsa şanslısınız. Hele, kaçıncı sınıfta okuduğunuzu biliyorsa ilgili bir anne babanız var demektir!..



Tüm bu gerçeklerin ayırdında olarak, birkaç dakika sonra kaybolacak Macahel’in görüntüsüne bakıyordum, kamyonetten bozma dolmuşun homurtuları arasında. Heyecan, gurur, korku, endişe, sevinç duygularımla yolun tozu karışıyordu birbirine.



Dolmuşun her tarafı insan kaynıyordu. Kimi tepesinde, kimi kapılarına asılmış, hastalar ve hatırlı kişilerse içeride oturuyorlardı. İlçeye ulaşmanın tek yolu ve tek aracıydı çünkü. Kaçırdınız mı bir gün sonrasına kalır işiniz. Çoğu öğrenciydi yolcuların, arabanın tepesindeki fındık çuvallarına oturmuş. İmam hatipliler biraz daha gururlu!. Hani üç beş yıl sonra maaş garanti ve herkesin takdiri -sempatisini kazanan bir iş ya!

Eski öğrenciler Borçka’yı, Çoruh’un azgınlığını anlatıyor, yenilerse heyecan ve endişeyle dinliyorlardı. Hele arabaların çokluğu apayrı bir problemdi yeniler için. Nasıl karşıdan karşıya geçecekler, okula nasıl gelip gidecekler? Bu endişelerin farkındaki eski öğrenciler de şahit oldukları ufak tefek kazaları abarta abarta, ballandıra ballandıra anlatıyor, anlatıyorlardı. Hani onlar eskiydi ya, hani onlar bilmiş ya! Çoruh’un yuttuğu insan hikâyeleriyse başka bir muamma! Hikayeler anlatıldıkça amcamın oğlu Bülent’le birbirimize sokuluyor, abartıldıkça daha çok sokuluyorduk!..



Bülent, yatılı bölge okulunu kazanmıştı ve şanslıydı; başkasının yanında kalma sorunu yoktu. Tek derdi benden ayrılmaktı. Birbirimize doyamaz, anlatacağımız şeyler asla bitmezdi. Köydeyken de bir gece ben amcamlara gidersem, diğer gece Bülent bize gelirdi. Birkaç yaş küçüğüm olmasına karşın tüm zamanlarımın en iyi arkadaşı olmayı başarmıştı.



Kolay bir hayat değildi başlayan; on dört yaşındaki bir çocuğun hiçbir iletişim şansı olmadan aylarca ailesinden uzak kalması, hatır işi başka bir aileye sığınması, yepyeni bir ortama adapte olması…



Zorlu birkaç aydan sonra dönemin sonuna geldik. Bülent, karne günü akşamüzeri kaldığım evin kapısını çaldı. Büyük bir özlemle dolandık birbirimize. Sonra iki kâğıt parçasını; karne ve teşekkür belgesini gösterdi elleri titreyerek. Kendimizi evden içeri atar atmaz, sabah köye götürmek üzere hazırladığım çantadan karnemi ve teşekkür belgemi çıkarıp koşturdum ben de ona. Bir coşku, bir sevinç… Yarın eve gidiyoruz, hem de başarılı başarılı! Biraz sohbet ettik, amcamın (her ikimizin ilkokul öğretmeni) karnelerimizle nasıl gururlanacağını tahmin etmeye çalıştık. Hele sınıf öğretmenimin karneme düştüğü notu amcamın okuduğunu düşündüğümde bayılacağımı hissediyordum; “Ahmet, örnek bir öğrenci. Gayretli çalışmalarını sürdürdüğü taktirde hedeflerine ulaşacaktır.”



Hava iyice kararmadan çarşıya koştuk, sabah Macahel yolunun ancak birkaç kilometresini kat edebilecek dolmuşun kalkış saatini öğrenmeye. Altıda hareket edileceğini söylediler. Ama nasıl sabah olacaktı? O kadar beklemeye nasıl tahammül edecektik?



Eve döndük. Bir tavla turnuvasıdır başladı. Saatleri unuttuk!



Sabahın beşiydi uyandığımızda. Dolmuşu kaçırma kaygısıyla tüm gece gözüme uyku girmemişti.



Yanlarında kaldığım aileyle vedalaştıktan sonra yola düştük.. Tüm sokaklar camdandı adeta. Dondurucu bir soğukta olabildiğince hızlı adımlarla tüketiyorduk Çoruh’un iki yakasını birleştiren çelik köprüyü. Dolmuşun kalktığı yere vardığımızda köyden komşumuzun oğlu Ayhan’ı bulduk ağlarken. Ne olduğunu sorduğumuzda; yarım saattir burada beklediği halde dolmuşu göremediğini, köşedeki fırıncının da “arabayı giderken gördüm” dediğini hıçkırabildi. Allak bullak olmuştum. Dolmuşun gideceği topu topu 20 kilometre yoldu. Bu hiç mesele değil ama o zorlu dağı nasıl aşacaktık çocuk başımıza. Gitmeme gibi bir düşünce asla yoktu aklımın ucunda. İçine doğmuştu adeta kaldığım evin sahibi İbrahim Amca’nın. “Dolmuşu kaçırsanız ya da yoldaş bulamazsanız eve dönün, sakın yola düşmeyin.” demişti. Ama kim duydu!!! Ayhan ve Bülent’e yöneldim hemen; “Tüm güçlüklere var mısınız, o karlı dağları aşabiliriz eğer biraz gayret ederseniz…” dedim. Çocuklar koşulsuz “Tamam Ahmet Abi” diye atıldılar. Biri sekiz, biri on, diğeri on dört yaşında üç çocuk. Düştük yola…



Hava aydınlandığında ilçeden 15 - 20 km. kadar uzaklaşmıştık. Güneşin ilk ışınları ısıtmaya başladı içimizi. Trabzonspor’un durumu, bilim adamı olunca Macahel yoluna nasıl tünel yapacağımız, Bülent’in yatakhane maceraları, benim kompozisyon yarışmalarında aldığım derecelerdi gündemimiz. Neredeyse hiç durmadan konuşuyor, anlatıyorduk. Bir ara kendimize geldiğimizde dağ yoluna başlamadan önceki son köye varmak üzere olduğumuzu fark ettik sevinerek. Annemin gelinliği zamanından kalma saatime baktığımda, vakit endişelenmeyi gösteriyordu! Saat birdi ve henüz yolun yarısında bile değildik. Bir metreden fazla kara bata çıka ancak bu kadar ilerleyebilmiştik, çocuk adımlarımız ve aklımızla. Hani büyüktüm, hani liderdim ya; çocukların her türlü ihtiyacını da düşünmeliydim. Cebimdeki bir türlü harcamaya kıyamadığım harçlıkla son köyün, son bakkalından; biraz tahin helvası, büyük lüks birkaç tadelle çikolata, iki üç ekmek ve birkaç kutu kibrit aldım, metrelerce karın içinde ne iş görecekse?



Saat üçü gösteriyorken son köyün son evini de geçmek üzereydik. Bu, son konaklama umudunun da geride bırakılmasıydı ayrıca. Bu ev; “Fikri Dayı’nın” eviydi. O, herhangi birinin değil, herkesin “Fikri Dayı’sıydı”.

O ev “Fikri Dayı’nın” değil, herkesin eviydi aslında; fırtınaya yakalanan, geceye kalan, karnı acıkan, emanet eşyasını bırakmak isteyen herkesin eviydi. Hiçbir karşılığı olmadan, her gün on-on beş insan ağırlar başı dertte olan. Öyle ağa falan da değil, sadece bir “Fikri Dayı’ydı” o. O, nasıl bir yürekti, nasıl bir konukseverlikti, nasıl bir dayanışma ruhuydu, hala anlayabilmiş değilim.



Fikri Dayı’nın evi geride kalır kalmaz, iki köpeğin hışımla üzerimize geldiğini fark ettik! Sadece bir insanın geçebileceği kadar genişlikteki kar yolunda köpeklerin tek saldırabileceği yön önümüzdü. Çocukları ardıma aldım ve tek silahım çantayı, üzerime atlamakta olan köpeğe vurdum. Şans bu ya, köpeğin çenesine denk gelen kitap ve giysilerim dolu çanta hayvanın canını yakmış olmalı ki büyük bir hızla kaçmaya başladılar geldikleri yöne doğru. Derin bir nefes aldık ama, Ayhan ağlamaktaydı. Verdiği sözleri hatırlattım fakat nafile. Bundan sonrası için benim de bir stratejim yoktu üstelik, onlarca insanın donarak can verdiği dağ yoluna ilişkin. Ama tek bildiğim; o akşam evde olabilme arzumuzdu.



Artık güneş batıya doğru yolculuğunu iyice tamamlamak üzereyken hava yavaş yavaş soğumaya başladı. Korkumla birlikte henüz görünmeye başlayan dağ yolu da büyüdükçe büyüyordu. Bir ara Bülent; “Ahmet Abi, yolcular karşıda baaaak!” diye bağırdı. Bir anlık sevinç şokundan sonra kendime geldim ve gerçekten on kişilik bir grubun aşağıya doğru indiğini gördüm. Fakat biz yukarıya gidiyorduk!. “Olsun”, dedim içimden, bizi ikna ederler ve onlarla geri döneriz diye düşündüm. Yarım saat sonra yolcularla karşılaştık. “Çocuklar nereye, biraz geç kalmadınız mı?” gibi soruların dışında bir şey demedi, hiçbir Allah’ın kulu! Eee, geri dönme umudu da düştü suya. O anda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemediğim kadar karmaşık bir duygu yaşamadım o gün bu gündür. Çaresiz tırmanmaya başladık. Güneş elini-eteğini çekti dağlardan iyice. Kar kalınlığının artmasıyla soğuk da işlemeye başladı içimize. Şimdi tek hedef; zirvedeki cankurtaran barakasına ulaşmak ve cebimdeki birkaç kutu kibritle hayatta kalabilmeyi başarmaktı.



Soğukla birlikte artan umutsuzluğumdan Ayhan’ın çığlığıyla uyandım; “Babaaa…” Başımı kaldırdığımda köyümüzün iki öğretmeninden biri, Ayhan’ın babası Cemal Amca’yı gördüm. Şu yaşıma kadar, gördüğüme o kadar çok sevindiğim başka biri olmadı!.



Cemal Amca, çok uysal bir adam, sıkıntısız bir öğretmendi. Ticarete daha çok çalışırdı kafası ve celepçiliğe bayılırdı! Derslerini iple çekerdik ilkokuldayken. Sınıfa girer; “Çocuklar açın kitabınızı sessizce çalışın.” der, kendisi de dersin sonuna dek ıslıkla “Cilveloy Nanayda’yı” çalardı. Hiç sıkıntı yaratmazdı öğrenciye; ders anlattırma, ödev verme falan… Köylü de onu çok severdi. Hastası olan, oğlan evlendirecek olan ondan borç alır, işini görürdü.



Cemal Amcayı gördüğüme sevinmemle birlikte kursağımda kalması bir oldu. Ya şimdi kızar, hatta sopalarsa! Yanımıza vardı, o her zamanki uysal gülüşüyle, “ne var ne yok Beşiktaşlılar, karneler nasıl?” dedi. Üçümüz de teşekkür aldığımızı söyledik. “Aferin size”, demekle yetindi ve yolumuza devam ettik.



Dağın başına vardığımızda hava zifiri karanlığa döndü. Fırtına bir yandan, sağı solu uçurum, ancak bir insan ayağının sığabileceği genişlikteki dağ sırtı diğer yandan. Bir ayağımız kayıyor, on beş - yirmi metre ötede ancak, yakalayabildiğimiz bir karayemiş dalına tutunarak durabiliyoruz.



Saatler süren bu mücadelenin sonunda dağın öte tarafındaki ilk köye, ablamların köyüne yaklaşmak üzereydik. Bir ara eğilmek istedim çorabımı çekmek için fakat, dizlerim yanıt vermedi. Biraz daha zorladığımda çat diye bir ses duydum. Pantolonumun donduğunu, soba borusu gibi ayağımda durduğunu fark ettim.



Gece yarısına doğru ablamların evine ulaştık. Ahaliyi uyandırdık. Herkes büyük bir şaşkınlıkla bakıyordu dördümüze; “bu havada, bu fırtınada, nereden, nasıl geldiniz” diye.



Eniştem pantolonlarından birini getirdiğinde anladım buzlayan giysimin paçadan beline kadar yarıldığını! Kuzine soba; ladin odunlarını çatırdata çatırdata gürlüyordu. Ablam, mısır ekmeklerini sobanın fırınına sürdü. Tıslayan ıhlamur dolu çaydanlığın sesine yeni fark etmeye başladığımız midelerimizin guruldaması karışıyordu.



Isınmanın rehaveti ve doyan karnımızla birlikte bastıran uykuya, yan odada hazırlanan yatakta teslim oldum; bir gün, bir yerlerde, birilerine bu hikâyeyi anlatma rüyasına dalarak…



Ve şimdilerde sık sık uyanıyorum bu rüyadan; “Ahmet Bey, biz bu çocuğun her dediğini yapıyor, her istediğini alıyoruz ama…” dediğinde, çevremdeki insanlar. Bazen, okul servisinin apartmanın önünden değil de dairenin kapısından çocuğunu almasını isteyen annenin talepleri getiriyor beni kendime. Bir türlü mutlu olamayan, olanaklar denizindeki insanlara söyleyesim geliyor; “hiç hayatta kalma mücadelesi verdin mi, nefes almanın nasıl bir nimet olduğunun farkında mısın, sen hiç bedel ödedin mi yaşamına?” diye!



Hiçbirimiz hoşlanmasak da; ödediğimiz bedellerdir aslında sahip olduklarımıza anlam katan. Anlam katma fırsatı sunulmadığındadır sıkıntı insanlarda.



Eskiden Çin hükümdarlarının çocukları doğduğunda elleri kapatılır ve sıkıca bağlanır, çocuk 10-12 yaşlarına geldiğinde açılırmış. Zamanla tırnaklar uzadıkça avuç içlerini deler, elin sırtından dışarı çıkıp ellerin kullanılamaz hale gelmesine neden olurmuş. Bu; “ben öyle güçlü bir hükümdarım ki ellerimi bile kullanmama gerek yok”u sembolize edermiş. Nasıl bir güçse?



Çinliler bu uygulamadan vazgeçeli yüzyıllar oldu. Ataerkil, anaerkil aile modellerini gerilerde bıraktık. Şimdilerde moda; rahmetli Atalay Hoca’nın tabiriyle çocukerkil aileler, hükümdarlaştırılan çocuklar…



Sadece kendi hükümdarınız olma dileklerimle…
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Ahmet ANADOL'un Makaleleri
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,976 uzman makalesi arasında 'Çocuğumuzun Her Dediğini Yapıyoruz Ama..' başlığıyla benzeşen toplam 6 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Evlilik ve Balayı Haziran 2009
► Ön Sevişme Son Sevişme Haziran 2009
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


19:43
Top