2007'den Bugüne 92,313 Tavsiye, 28,222 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Psikiyatrik Bozukluklar ve Kültür Utku Demirdağ, Emek Öykü Kaya
YAZI #7222 © Yazan Psk.Emek Öykü KAYA | Yayın Ekim 2021
ÖZ
Kültür kavramı psikiyatrik bozuklukların oluşumlarının ve farklılaşmalarının anlaşılabilmesi için en önemli kavramlardan biri olmuştur. Ancak kültür bu bozuklukların anlamlandırma aracı olmaktan çok daha fazlasıdır. Bozuklukların oluşumunu, gelişimini, tedavisini hatta tedaviye ihtiyaç olunup olunmadığına yönelik normallik ve anormallik algılarını etkileyebilmektedir. Psikiyatrik bozuklukların kültürle ilişkisi, bu ilişkinin yarattığı olumlu ve olumsuz sonuçlar, ilişkinin derecesi ve yönü bu yazının temelini oluşturacaktır.
Anahtar Kelimeler: Psikiyatri, kültür, psikiyatrik bozukluklar, kültüre özgü sendrom, sosyal etki

GİRİŞ

Psikoloji sadece ruh sağlığı olarak ele alınmaz. Çok kapsamlı ve detaylı bir bilimdir. Bunun içinde psiko-kültürel değerlerde vardır. Bununla birlikte bireylerin psikolojisi de tek başına ele alınamaz. İlk ilişkiler, ilk deneyimler, içine doğduğu kültür gibi birçok etmen bireylerin psikolojisini etkilemektedir. Birey doğmadan önce psiko-kültürel süreçleri belirli ölçüde belirlenmiştir. Hangi coğrafyada doğacağı, nasıl bir ailede büyüyeceği hangi dili seçeceği belirlenmiştir. Birey rahme düştüğü andan itibaren çevresiyle etkileşim halindedir. Ve bu etkileşime kültürlenme denir. Bireyin şekillenmesinde bu denli önemli olabilen kültür kavramı aynı zamanda kişinin uyum sağlamasıyla da ilişkili olarak görülür. Ancak kültür belirli insan gruplarını yakınlaştırırken bazılarının dışarda bırakılmasına da sebep olabilir. Bir coğrafyada ve kültürde psikiyatrik bozukluk olarak kabul edilen bir durumun başka bir kültürde dini konularla ilişkilendirilmesi veya görmezden gelinmesi kültürün bireyler ve toplum üzerinde olumlu etkileri olabileceği kadar olumsuz etkilerini de düşündürtmektedir. Kültürün kendi içerisindeki geniş kapsamı bu konuyu farklılaşmaya daha açık hale getirmektedir. Bulunduğumuz Türkiye coğrafyası ve coğrafyanın kültürel getirisi bile kendi içerisinde değişkenlik göstermektedir. Bu sebeple psikiyatrik bozuklukların anlaşılmasında kültürün önemi oldukça fazladır. Transkültürel psikiyatri bu ilişkiyi incelemektedir. Ruhsal bir rahatsızlığa tanı koyulurken kültürün dikkate alınması gerektiği DSM-IV’ ün giriş bölümünde belirtilmiştir. Ancak kültürün tanı sırasında dikkate alınması veya olumsuz etkileri de olabileceği görüşü psikiyatrik bozuklarla olan ilişkisinin sadece bir kısmıdır. Kültürün kendine özgü olarak bireylerde ortaya çıkarttığı rahatsızlıklar olabileceğine yönelik görüş ve araştırmalar oldukça önemli olan bir diğer kısımdır. Bu görüşü destekleyen en büyük etmenlerden biri yapılan araştırmalar sonucu DSM-IV ‘de 25 tane kültüre özgü sendrom tanımlanmıştır. Dhat sendromu (Hindistan), ataque de nervios (Latin Amerika), koro (Güney Asya) bunlara örnek olarak gösterilebilir. Ancak kültür psikiyatri ve psikiyatrik bozukluklar konusundan çok daha geniş bir kapsama sahiptir. Bu sebeple kültüre bağlı sendromlar ile kültüre özgü verilen somatik tepkilerin ayrımını yapmak oldukça önemlidir. Bu ayrımın daha iyi anlaşılabilmesi adına kültüre bağlı sendromlar ve kültüre özgü verildiği düşünülen tepkilerden bazıları daha detaylı anlatılacaktır.
Koro (Genital Retraksiyon Sendromu)
Erkeklerde penisin kadınlarda ise meme uçlarının vücudun içine gireceği ve bu durumun ölümle sonuçlanmaya kadar gidebileceğine yönelik yoğun kaygıyı içeren bir sendromdur. Özellikle Doğu Asya ülkelerinde sıklıkla görülmektedir. Çin Mental Bozukluklar Sınıflandırması kitabında da yer alan bu sendrom Asya kültüründe yüzlerce yıldır bulunmaktadır. Kaygının yarattığı davranış örüntüleri oldukça agresif olabilmektedir. Kişiler penisin vücudun içine gireceği düşüncesinin sonucu olarak bunu önlemek amacıyla penislerini bir yerlere sıkıştırabilmektedirler. Bunun benzeri bir davranış olarak kadınlar meme uçlarına ağırlık takabilmektedirler. Genel olarak penis ve meme uçlarının vücuda gireceği düşüncesiyle ilişkili olmakla birlikte bazı vakalarda dilin ve burnun vücuda girmesiyle ilgili korkularda gözlenmiştir. Genç erişkinlikten kırk yaşına kadar başladığı gözlenen bu sendrom sıklıkla nüks edebilmesi ve yarattığı yoğun anksiyete sebebiyle bireyin psikolojik ve sosyal durumunu oldukça olumsuz etkileyebilir. Bu sendroma yakalanmış kişilerin cinsellikle ilgili sorunları olduğu düşünülmüş ancak birçoğunda cinsellikle ilgili problemler gözlenmemiş hatta oldukça az cinsel deneyime sahip oldukları fark edilmiştir. Kültüre bağlı sendromların incelenmesinde ortaya çıkan sonuçlardan biride kültürün tedavi biçimlerini nasıl etkilediğidir. Koro bu anlamda oldukça net bir örnektir çünkü tedavi için psikiyatrik destek almaktan çok çinin kültürel tıp anlayışı üzerine erkek ve kadınlara göre iksirler hazırlamayı ve egzorsizm ayinlerinin tercih edildiği gözlenmiştir. Sendroma yakalanan kişilerin içindeki kötü ruhların çıkartılması gerektiğine yönelik inanç sadece dua ayinlerini içermez bu kişilerin dövülmesine kadar giden bir süreci de kapsar. Koro sendromuyla ilgili en ilginç özelliklerden biri penisin vücudun içine gireceğine dair inancın penis çevresinde azalmayı etkilemesidir. Penis boyunun geçici olarak kısalmasına sebep olabilecek faktörlerin sendromda tetikleyici olabilecekleri düşünülmüştür ancak sendromun kadınlarda da görülmesi, süresi ve tekrarlayıcı olabilme durumu Asya kültürü içeresinde cinsellik konusunda daha kapalı olan kültür anlayışlarında görülme sıklığıyla birleştiğinde kültüre özgü sendrom olarak sınıflandırılmasını sağlamıştır.
Dhat
Depresyona benzerlik gösteren yorgunluk ve tükenmişlik hislerinin yanı sıra idrarın beyaz renge yakın bir renk alması ile sperm kaybı yaşandığına yönelik yoğun endişenin olduğu bir sendromdur. Böyle bir sperm kaybına yönelik herhangi bir biyolojik bulgu olmamasına rağmen hastanın bu konudaki inancının giderek yaşamını idame ettirme konusunda zorlanmasına sebep olabilmektedir. Muhafazakâr ailelerde yetişmiş, sosyal statüsü düşük ve yeni evlenmiş erkeklerde yoğun olarak bildirildiği gözlenmiştir. Sperm kaybının olduğuna yönelik anksiyete dışındaki birçok belirti depresyona benzemektedir. Bu sebeple bu sendromun depresyonun kültürel dışa vurumu olduğu düşünülmüştür. Vakaların çoğunluğunun Hindistan’ın düşük sosyal statüye sahip erkeklerini kapsaması ve antidepresanlara verilen olumlu tepkiler bu görüşü kuvvetlendirmiştir.
Ataque de nervios
Belirtileri arasında kontrolsüz şekilde ağlama, bağırma, titreme ve fiziksel saldırganlık bulunan ağır vakalarda intihara ve disosiyatif belirtilere kadar gidebilen sıklıkla Karayipli Latinler tarafından bildirilen bir sendromdur. Belirtiler sebebiyle panik bozukluğa benzemekle birlikte genellikle aileyle ilgili stres verici bir olayın sonucu olarak ortaya çıkması ve korku ögesinin çok sık görülmemesi ile panik bozukluktan ayrılır.
Beyin Tükenmesi
Okul yaşamının zorlayıcı şartlarına karşılık olarak öğrencilerde ortaya çıktığı düşünülen bir sendromdur. İlk olarak Batı Afrika’da kullanılmıştır.




DEĞERLENDİRME
Kültüre özgü sendromlar ve psikoloji kavramının gün geçtikçe genişlemesi psikiyatrik bozukluklar ve kültür ilişkisini daha da önemli kılmıştır. Kültürün psikiyatrik bozukluklar üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olduğu düşüncesi birçok kültürde yardım arayışının eski inançlara göre yapılması ve psikiyatrik tedaviden uzak durulmasına yol açması yönüyle olumsuz etkilerinden birini göstermektedir. Kültüre özgü sendromların dışında fizyolojik ve genetik yükün etkinliğinin yüksek olduğu kabul edilen psikozlarda dahi kültürün etkilerini gösteren durumlar vardır. Örneğin Avustralya’da yaşayan Afrikalıların hezeyanlarında mitolojik içeriğin ve zehirlenme düşüncelerinin çok sık ortaya çıktığı buna karşılık Avrupa’da zihnin uzaktan kontrol edilmesine yönelik hezeyanların egemenliği gözlenmiştir. Kültüre özgü sendromlar, sosyosomatik olarak kabul edilebilecek toplum etkileri ve bir durumun hastalık olarak görülüp sınıflandırılmaya sokulup sokulmamasının kültürden kültüre değişmesi psikiyatrik bozuklukların aslında toplum tarafından çizilen normlar çerçevesine bağlı olduğu düşünülebilir. Tıpkı suç sayılan davranışların toplumların yasalarına göre değişmesi gibi. Halkın, ruhsal hastalıklara yönelik tutumları tek tip olmaktan uzaktır. Sosyodemografik değişkenler (yaş, cinsiyet, eğitim gibi), hastalık konusunda bilgi, hasta kişilerle kişisel deneyimin olması, ruhsal hastalık etiketi, hastalığın psikopatoloji tipi, hastanın özellikleri de ruhsal hastalara ve hastalıklara yönelik tutumlar üzerinde etkilidir. Bunlardan başka, ayrıca yasalar, devlet politikaları ve kitle iletişim araçları da önemli etkilerde bulunmaktadır. Mesela Türkiye’de yapılan birçok olay, televizyon programı ve devlet politikaları hep psikolojik kriterleri baz alarak hazırlanır. Bu durum sadece Türkiye için de böyle değildir; Amerika başta olmak üzere dünyanın hemen hemen her yerinde aynı politikalar izlenir hatta seçim çalışmalarını yürüten anket şirketleri sosyal medyadan ve başka kaynaklardan o bölgeyi etkileyecek psikolojik olaylarla ilgili haber yapılmasını ya da propaganda yapılmasını söyler. Bu durumların hepsi göz önüne alındığında psikolojinin her sosyal çevrede hatta her bireyde farklı izler bıraktığını ve çok özel çalışılması gerektiğini anlıyoruz. Ruhsal bozuklukların birçoğu da kültürel yaftalamalardan dolayı ağır ve aşağılayıcıdır. Mesela insanlar birbirlerine günlük konuşma dilinde etiketleyici söylemler ve damgalayıcı davranışlarda bulunarak ruhsal hastalıkları daha çok zorlaştırma durumunu doğulurlar. Türkiye’de günlük konuşma dilinde birçok ruhsal hastalık ismi (alkolik, şizofren, otistik, zeka geriliği(gerizekalı) vb. gibi) geçtiği ve bu isimlerinde genelde insanları damgalamak için kullanıldığını biliyoruz. Bu yüzden de toplumumuzda bu ruhsal hastalıklara sahip kişiler etiketlenmek istemedikleri için kendi içlerine kapanırlar buda bizim kültürümüzün kötü bir yanıdır. Sosyodemografik etmenlerin ruhsal hastalıklara yönelik tutumlara etkisinin araştırıldığı çalışmalarda, genelde birbiri ile çelişen sonuçlar olduğu görülmektedir. Literatürde ayrıca yaş, cinsiyet, eğitim, ırk, sosyal sınıf gibi çeşitli etmenlerin ruhsal hastalıklara ilişkin tutumları etkilediği belirtilmekle birlikte her sosyodemografik veri için değişik görüşler ileri süren çalışmalar da vardır. Genel kanılardan birisi, daha yüksek sosyal sınıfların, daha genç ve daha iyi eğitimli bireylerin ruhsal hastalıkları olanları daha kolay kabul ettikleri ve daha fazla hoşgörü gösterdikleri şeklindedir. Ancak bunun tersine daha az eğitimli ve daha yaşlı olmanın özellikle daha fazla hoşgörülü olma ile ilişkili olduğunu bildiren yayınlar da bulunmaktadır. Dahası sosyodemografik etmenlerin tutumlar üzerinde herhangi bir fark yaratmadığına ya da ancak çok küçük farklara neden olduğuna ilişkin bilgiler de bulunmaktadır. Ruhsal hastalıkların çoğu toplumsal tutumlara göre değişiklik gösterir. Sosyal sınıf toplumsal tutumları ve normları çok ciddi şekilde etkiler. Genel olarak daha düşük sosyal sınıfa ait kişilerin tutumları, özellikle hastaları reddetmek, sosyal mesafe ve damgalama açısından daha olumsuzudur. Çünkü sosyal sınıfı düşük olan bireyler bu kavramları ün içinde çok fazla kullanırlar. Çalışmalarda, tutumlara en fazla etki eden sosyodemografik etmenlerden birisinin yaş olduğu görülmektedir ve genellikle daha genç olmak daha olumlu tutumlarla ilişkilendirilmiştir. Sebebi de şu şekilde söylenmiştir; küçük yaşlarda insanlar daha esnek olduğu için öğrenemeye daha açık olduğu için ve ailelerinden daha farklı etkileşimlerde bulundukları ve dünyaya bakışlarını kişilik yapılarını bu dönemler de oluşturdukları için daha az tutumlara sahiplerdir. Birde bütün bunlara değişen teknoloji ve zaman kavramını da eklememiz gerek. Yaşlar ilerledikçe hastalıklara tepkinin artmasının sebebi ise farmakolojiye uzak olmak sürekli hasta olmaktan korkmak, toplum baskısı, ölüm korkusu, dışlanma ve daha çok sosyal çevreden etkilenme ve hastalığın tehlikeli olabileceği inancının yaygın olması, yaşa bağlı olarak hoşgörünün azalması gibi sebeplerden ötürü ise ileri yaştaki bireylerde olumsuz tutum gelişmesi daha yaygındır. İsrail’de yapılan bir çalışmada daha yaşlı denekler, ruhsal hastalara yönelik en olumsuz tutumlara sahip olan kişiler olarak bulunmuştur. Daha genç olanların hastalara yönelik daha olumlu tutumlara sahip olduğu ve yine daha gençlerin olumlu ruhsal sağlık ideolojilerine sahip olduğu bildirilmiştir. Hekimler ve klinik psikologlar arasında yapılan bir çalışmada, her meslek grubunun genç üyelerinin ruhsal hastalıkların sağaltımı konusunda yaşlılara oranla daha geniş bir bakış açısına sahip oldukları görülmüştür. Ancak literatürde tüm bu sonuçlara zıt bulguları bildiren yayınlar da bulunmaktadır. Bazı çalışmalarda, genç hastaların ruh sağlığı merkezlerini kullanma konusunda yaşlılara göre daha olumsuz tutumlara sahip olduğunu görülmüştür. Sonuç olarak yaş tek başına etken değildir bireyin maruz kaldığı toplumsal normlar ve tutumlar bireyin olumlu ya da olumsuz bakış açısı geliştirmesine sebep olur.
Yaş faktörü de tek başına ele alınmaz bunun yanında hem hastalıkların görülme sıklığını hem de bakış açısını etkileyen en önemli faktörlerden biride cinsiyettir. Çalışmalarda genel olarak (karşıt görüşler olmasına karşın) kadınların erkeklere göre ruhsal hastalıklara ilişkin tutumlarının daha olumlu olduğu, erkeklerin daha hoşgörüsüz ve sosyal yönden kısıtlayıcı olduğu gözlenmiştir. Bunun sebebini ise en basit şekilde kadının üretkenliğine yormuşlardır. Kadınların ruhsal hastalıklara karşı daha esnek, hoşgörülü ve insancıl baktığı, hastaların normal insanlardan yalnızca küçük bir farkla ayrıldığını belirttikleri, damgalama eğilimlerinin daha az olduğu ve erkeklere oranla sağaltım için psikiyatri uzmanlarına daha çok başvuracakları görülmüştür. Türkiye’de de çare arama davranışında kadınların daha fazla psikoterapi, erkeklerin ise ilaç kullanmak isteğinde olduğu görülmüştür. Bu sonuçlar birkaç sebebe bağlanmıştır. Bazıları şu şekildedir; Kadınların daha çok dışa dönük ve sosyal olması, etkileşime girme üretme ve var etme konusunda erkeklere oranla daha başarılı olmaları ve dini konulara daha bağımlı yaşamaları gibi sebepler vardır. Bununla birlikte kadınların toplumsal baskılamaları çok fazla olduğu için bu baskılanımdan kurtulmak için de daha olumlu tutum geliştirdikleri fikirleri de vardır. Türkiye’de yapılan çalışmalarda, ruhsal hastalıkların etiyolojisi konusunda cinsiyet açısından bazı farklar olduğu görülmüşse de bu bulgular birbiri ile çok tutarlı değildir.
Kişinin eğitim düzeyinin ruhsal hastalıklara yönelik tutumlarına etkisinin yönü, önemli bir çalışma alanı olmuştur. Ancak pek çok değişken için olduğu gibi bu konuda da bir fikir birliği yoktur. Yüksek eğitim düzeyinin, ruhsal hastalıklar konusunda daha fazla bilgi sahibi olma ile ilişkili olduğu görülmektedir. Genel olarak, iyi eğitimlilerin tutumları daha olumludur yolunda bir yargı oluşmuştur. Ancak konu, hasta kişilere yönelik tutumlar ve sosyal olarak dışlanma olduğunda, çalışmalarda çelişkili bulgular olduğu görülmektedir. Fakat eğitim düzeyi yüksek kişiler de sosyal mesafe kavramı çok fazla geliştiği için bazı durumlar da bu durum kırıcı ve sert bir hale gelebilir. En iyi uzlaşma gene eğitim konusunda sağlanmıştır eğitim düzeyi artıkça bilimsellik, farkındalık gibi konularda artış olacağı için hastalıklara bakış çok daha olumludur.





KAYNAKÇA
Ünal, S. (2000). Psikiyatrik Uygulamalarda Sosyokültürel Duyarlılık. Anadolu Psikiyatri Dergisi,1(4),225-230.
Baskak, B., Çobanoğlu, E. (2014). Şizofreniyle İlişkili Kültürel Etmenler. Kriz Dergisi, 22(1-2-3),1-12.
Candansayar, S., Çoşar, B. (2011). Kültürlerarası Psikiyatri Açısından Ruh Hastalığı Kavramı. Türkiye Klinikleri Psikiyatri Dergisi, 2, 21-30.
Sayar, K. (1998). Kültür ve Psikopatoloji. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, C:8, S:3, 176-179.
Gül, V., Kolb, S. (2009). Almanya’da Yaşayan Genç Türk Hastalarda Kültürel Uyum, İki Kültürlülük ve Psikiyatrik Bozukluklar. Türk Psikiyatri Dergisi,20(2),138-143
Göka, E., Türkçapar, H. M., Şirin, A. (1994). Bir Vaka: Kültürel Fenomenlerin Psikiyatrik Tanılara Etkisi. Kriz Dergisi, 2(1), 214-217.
Taşkın E.O., Özmen E. (2004) Sosyodemografik Etmenlerin Ruhsal Hastalıklara Yönelik Tutumlara Etkileri. 3p Dergisi,12, 13-24
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Emek Öykü KAYA Fotoğraf
Psk.Emek Öykü KAYA
İzmir (Online hizmet de veriyor)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi3 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Emek Öykü KAYA'nın Yazıları
► İlişki Emek İster Psk.Banu AKMAN ŞAHİN
► Psikoterapi ve Kültür Psk.Dnş.Abdurahman ÇAVDAR
► Depresyon ve Kültür Entegrasyonu Psk.Sümeyye ARSLAN
► Popüler Kültür ve Televizyon Psk.Mehmet CEYLAN
► Kültür ve İnsan İletişimine Dair Bir Araştırma Psk.Rümeysa Betül SEYİTHANOĞLU
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Psikiyatrik Bozukluklar ve Kültür Utku Demirdağ, Emek Öykü Kaya' başlığıyla benzeşen toplam 33 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
◊ Aile Üzerine 1 Ekim 2021
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


19:09
Top