2007'den Bugüne 92,313 Tavsiye, 28,222 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Ruhsal Yapı Nasıl Gelişiyor ve Büyüyor?
MAKALE #18106 © Yazan Dr.Necati ÇOBANOĞLU | Yayın Mart 2017 | 2,304 Okuyucu
RUHSAL YAPI NASIL GELİŞİYOR VE BÜYÜYOR?

Vücut gelişimini ve büyümesini gözlemleme imkanımız vardır. Acaba ruhsal yapımız nasıl gelişiyor ve büyüyor? Bilmiyorum hiç merak ettiniz mi?

Bebeklik dönemine dönerek ruhsal yapının gelişmesine yakından bakalım. Çocuğun büyüme sürecinde iki önemli öğrenme alanı olduğu düşünülmektedir. Birincisi; çocuğun iskelet kasları üzerinde egemenlik kazanma ve hareket yeteneğini elde etme çabası, diğeri çocukta bellek gelişmesi. Bu iki faktör çevre üzerinde etkili olabilmenin önemli bölümlerindendir. İlk bellek anılarının dürtülerin doyumu ile ilgili olduğu düşünülmektedir. İlk anılar haz ve elem anılarıdır. Bunlardan haz anılarının daha sonraki “iyi” tanımının çekirdeğini oluşturdukları ileri sürülmektedir. Hoşnutsuzluk anıları ise daha sonraki “kötü” nün çekirdeğini oluştururlar.

Bu oluşan çekirdeklerle birlikte duygusal ayrışma da başlamış olur. Artık bebeğin çevresinde olup biteni iyi ve kötü diye ayırmaya başladığı döneme girmiştir. Bu dönemde bebek, iyi olana sevgi ve yakınlık, kötü olana öfke ve uzaklık hissetmeye ve kendi penceresinden, gerçekliği farklı renkleri ile görmeye başlamıştır. Görüldüğü gibi motor kontrol, algılama, bellek, duygular, farklılaşmaya başlayan tepkiler ilkel bir biçimde başlayıp giderek gelişmektedir. Bu gelişme, bir yandan da organik yapının gelişmesi ile bağlantı halindedir. Fizik büyüme özellikle de merkezi sinir sisteminin gelişmesi çok önemlidir. Örneğin, iskelet kaslarının motor kontrolünün etkili bir biçimde sağlanabilmesi, iki gözle birden görme yeteneği(üç boyutlu görme) , daha ileriki yaşlardaki tuvalet terbiyesi de ancak sfinkterlerin iradi kontrolünü mümkün kılan nörolojik olgunlaşma gerçekleştiğinde becerilebilir.

Fiziksel gelişme ile birlikte, yaşantısal ve deneysel ögeler bir arada ruhsal yapının gelişmesini temin ederler. En erken dönemlerden itibaren ego gelişmesinde etkili olan yaşantılardan bir tanesi de bebeğin kendi bedeni ile ilişkisidir. Bu yaşantı ayrıca çok kendine özgüdür. Örneğin her hangi bir parçası, bebeğin çevresindeki diğer bütün şeylerden farklıdır. Çocuk, parçasına dokunduğunda ya da ağzına götürdüğünde, bir yerine iki duyguya neden olmaktadır. Diğer her hangi bir şeyde olmadığı gibi, beden parçası yalnız hissetmemekte aynı zamanda hissedilmektedir. Ayrıca, bebeğin bedeni her zaman kendisine çok yakındır, elinin altındadır ve istediği gibi kullanabilir. Bebeğin bedeni ile ilişkisi daha ilk aylardan itibaren önemli bir id doyumu sağlar. Üç ile altı haftalıktan itibaren bebek parmaklarını ağzına sokmaya başlar ve böylece, istediği zaman emme isteğini doyurabilir. Aynı zamanda, parmağı ağza götürme sırasındaki motor kontrol, “iyi” yaşantı deneyimidir. Çocuğun kendi bedeninden aldığı hazzın karşıtı, ağrı duygusudur. İlk haftalarda bebeğin iç organlarından, özellikle sindirim sisteminden kaynaklanan ağrıları fazladır. Daha sonra bebeğin sindirim sistemi besinlere uyum sağlar. Bebeğin elindeki bir ağrılı uyarandan elini çekerek kurtulması ve ağrılı uyaranı durdurması önemli bir deneyimdir.

Belli bir süre içinde çocuk bazı ağrılı uyaranlardan kendini kurtarabilirken açlık gibi bazı hoşnutsuzluk uyandıran durumlardan ancak bir obje(anne) aracılığı ile kendini kurtarabildiğini ayırt etmeye başlar ve objeyi fark etme, objeye bağlanma gelişir.

Egonun yatırım objeleri ile ilişkisi ve bu objelerin kısmi(parsiyel) veya tümüyle(total) “özdeşim” objeleri olma süreçleri çok büyük önem taşır. Özdeşim, bir egonun içine başka bir egonun alınmasıdır. Bu, özümseyen egonun bazı nitelikleri ile diğer ego gibi davranması demektir. Özümseme öncesindeki dönemde bu, taklit olarak görülür. Özdeşimin bir objenin bütün niteliklerini almak şeklinde olması gerekmez. Bebeklik döneminde özdeşim parsiyel nitelikler gösterir. Örneğin, bebeğin kendisine gülümseyen bir erişkini taklit ederek gülümsemesi, kendisine söylenenleri taklit ederek sesler çıkarması, bazı el hareketlerini oluşturmaya çalışması hep özdeşim eğiliminin çocuğa kazandırdıklarıdır.

Bebeğin nörolojik olgunluğu arttıkça ve özdeşimlerle egosu zenginleştikçe daha karmaşık beceriler özdeşim aracılığı ile edinilmeye başlanır. Örneğin, dili öğrenme bu sayede oluşur. Yalın bir gözlem bize çocuğun motor konuşma kazanmasının büyük ölçüde çevredeki bir objeyi taklit ya da özdeşim yapma eğilimine bağlı olduğunu gösterir. Merkezi sinir sistemi yeterince olgunlaşmamış bir çocuk kesin olarak konuşmayı öğrenemez. Başlangıçtaki ses çıkartmalar ve daha sonraki ilk kullanılan kelimeler tamamen taklit yoluyla öğrenilir. Erişkinlerin söylediklerini tekrarlamak, bir erişkini taklit ederek bunları söylemeyi öğrenmek çoğu kez bir oyunun parçasıdır diyebiliriz. Ayrıca her çocuğun çevresindeki diğer kişilerin şivesi ile konuştuğunu gözleriz. Çocuk normal bir işitme duyusuna sahipse tonlamaları ses tınısını, telaffuzu taklit ederek öğrenir. Konuşmamızı ve dili kullanabilmemizi sağlayan ego işlevinin kazanılmasında, özdeşimin büyük bir katkısı olduğuna hiç şüphe yoktur.

Aynı şeyler motor hareket, jestler ve mimikler, sportif ve entelektüel ilgi ve meraklar, duygu ve dürtülerimizi kullanma biçimimiz ve ego işlevlerimizin birçok görünümleri için de doğrudur. Bu görünümlerin bir kısmı çok ortada ve apaçık, bir kısmı ise çok daha ince ve güç sezilir durumdadır. Ancak görürüz ki yakın ilişkide olduğumuz kişilerden önce taklit, sonra özdeşim olarak aldıklarımız bizim oluşumumuzda çok önemli bir yer tutar.

Özdeşim objeleri olarak anne ve babanın çok özel bir yeri olduğu muhakkaktır. Ancak, özdeşim sadece aile içindeki kişilerle ve çocukluk dön emi ile sınırlı değildir. Örneğin artistlerden, sporculardan, müzisyenlerden, tarihi kişilerden genç insanların çok fazla etkilendiğini, onlar gibi yaşamak istediklerini sıklıkla gözleriz. Adolesan çağındaki bu tip özdeşimler çoğu zaman geçici özellikler taşır. Ama mutlaka da geçici olması gerekmez. Adolesansta özdeşim eğilimleri güçlenmiştir. Bu çağın gençlerine öğretmenlik yapanların, sadece iyi bir öğretici olmaları yetmez, ayrıca öğrencileri için iyi örnekler olmaları da gerekir. Çocukluk dönemlerinde çocuğun bir resimli roman veya bir çizgi film kahramanı ya da babası gibi olmak istemesi bilinç tarafından kolaylıkla kabul edilir ve ifade edilirken yaşam boyu bu böyle devam etmez. Çoğu zaman, amirininki gibi bir saat satın alırken kişi bu saati onun gibi olmak istediği için aldığının farkında değildir. Bu durumda bilinçdışı bir özdeşim söz konusudur.

Özdeşim objesine bağlılık önemli bir bağlanma çeşididir. Fakat obje seçimindeki bağlanma farklıdır. İkisi arasındaki farklılık şöyle açıklanabilir: Eğer, bir çocuk kendini babası ile özdeşleştiriyorsa, onun gibi olmak istiyordur. Onu obje olarak seçiyorsa ona sahip olmak istiyordur. Birinci durumda egosu ona benzeyecek bir biçime dönüşecektir. İkinci durumda ona benzemesi gerekmez. Özdeşim ve obje seçimi geniş ölçüde birbirinden farklı şeylerdir. Ayrıca, eğer bir kişi objeyi kaybetti ise veya bir objeden vazgeçmek zorunda kaldı ise, bunu, onunla özdeşleşerek kompanse etmeye yönelir. Onu, kendi egosu içine yerleştirerek, yani obje bağlılığına gerileyerek özdeşimi kullanır.

Bir kişideki süperego gelişimini, ebeveynlerle özdeşimin gerçekleşmesi olarak görmek gerekir. Çocuk, ebeveynlerle yoğun bir özdeşim kurarak onları kendi egosunun içine, egoyu da denetleyen, bir mekanizma olarak yerleştirir. Superego gelişmesi, ebeveyn etkisinin azaldığı yaş dönemlerinde öğretmenlerle, arkadaşlarla ve ideal model olarak seçilen özdeşim sonucu gittikçe ebeveyn figürlerinden uzaklaşır kişisellikten kurtulur ve kollektifleşir.

Ruhsal ekonomide özdeşimlerin etkisi egoyu güçlendirme şeklinde olur. Çünkü objeye yatırılmış enerji egoya yatırılmış olur ve bu yatırım egonun yeni yetenekler, yeni özellikler kazanmasında kullanılmış olur. Başka bir açıdan bakılınca, özdeşimin bir sonucu da şudur: İdden kaynaklanan enerji önce objeye, sonra egoya yatırılmıştır. İdde bir enerji azalması olmuştur, bu sebeple de egonun id üzerindeki egemenliği artmıştır.

Özdeşimin birkaç değişik tipine de değinmek gerekir. Bunlardan biri saldırganla özdeşimdir. Söz konusu objenin kuvvetli ve güçlü olması oranında bu eğilimin arttığı gözlenmiştir. Bu durumlarda hiç değilse, fantezi düzeyinde saldırganın sahip olduğu güç ve zafer; özdeşim yoluyla paylaşılmak isteniyor gibi görünmektedir. İdealize edilmiş bir obje ile özdeşim yapmak da onda ki hayran olunacak özellikleri paylaşmak şeklinde, benzer bir doyum sağlar. Bunun yanı sıra hayran olunan kişinin haklarını ve sahip olduğu şeyleri kazanabilmek amacıyla başkasının yerini alma hayalleri özdeşimde sadece ikincil önemdedir.

Özdeşim sürecinde bir başka faktör uzun süreli ya da sürekli ayrılık ya da objenin fizik olarak ölümü anlamına gelmek üzere obje kaybıdır. Bu kaybedilen obje ile özdeşim eğilimi çok kuvvetlidir. Bu gibi durumlar klinik örnekler oluşturabilir. Örneğin, kişinin ölü basının işlediği cinayetten kendini sorumlu tutması gibi. Daha normal durumlarda babasının ölümünden sonra babasının örneği olup onun işini tıpkı oymuşcasına sürdürmek şeklinde örneklerle karşılaşırız.

Depresyonların dinamiğinde de kaybedilen obje ile özdeşim önemli bir yer tutar. Yalnız, buradaki özdeşim, bir içe alma olayıdır. Ego ile ego içindeki bir parça çatışma halindedir. Görüldüğü gibi özdeşim, egonun gelişmesinde çok önemli bir mekanizmadır.

Şimdi ego ile idin birbirinden farklılaşmasını daha iyi anlayabilmemiz için “birincil ve ikincil süreçler” adını verdiğimiz ruhsal aygıtın işleyiş süreçlerine eğileceğiz.

Egonun ide benzer tarzda işlediği yaşamın ilk yılında, birincil sürece uygun olarak çalıştığına inanılır. İkincil süreç ise yaşam boyunca gittikçe gelişen ve ilerleyen, egonun işleyiş biçimidir. Birincil süreç deyimi, hem egosu daha gelişmemiş çocuğa özgü düşünme biçimini, hem bebeğin ruhsal yapısındaki dürtülerin boşalma biçimlerini anlatır. İkincil süreç deyimi ise olgun bir egodaki ruhsal enerji hareketliliğini ve bağlanmalarını gösterir.

Birincil süreçle bağıntılı dürtü yatırımlarının en önemli özelliği çok hareketli olmalarıdır. Bu özellik birincil sürecin iki göze çarpan niteliğini oluşturur: 1) İd ve olgunlaşmamış egodaki hiç beklemeksizin doyum eğilimi, 2) Önüne bir engel çıktığında yada obje erişilmez olduğunda yatırımın özgün objesinden başka bir objeye kayma kolaylığı, hatta yatırılma biçiminin de değişebilmesi. Hemen doyum ya da yatırım eğilimi, bebeklik ve çocukluk döneminin en belirgin özelliğidir. Bebek erteleyemez, ihtiyacının hemen karşılanmasını bekler. Gözlenmesinin doğrudan bir yolu olmamasına rağmen, bu eğilimin yaşam boyu idde devam ettiği ileri sürülür. Birincil sürecin ikinci önemli özelliği olan, bir obje veya bir boşalım yolunun yerini bir diğerinin kolaylıkla alabiliyor olmasına bebeklik dönemi ile ilgili olarak, anne memesinin yerine yalancı memeyi kabul eden veya parmağını emen çocuk örneğini verebiliriz. Patronuna kızıp hıncını evindeki karısından alan adam da, agresyonun başka bir obje üzerinden boşalımına bir örnek oluşturur.

İkincil sürece göz attığımızda burada durumun çok farklı olduğunu görürüz. İkincil sürecin en önemli niteliklerinden birisi enerjinin boşalımının bekletilebilmesidir. Enerji boşalımı çevresel koşullar uygun olana kadar ertelenebilir. İkincil sürecin başka bir özelliği yatırımların özel objelerine ya da özel boşalım yöntemlerine çok daha sıkıca bağlanmış olmalarıdır. Ancak unutmamak gerekir ki, ikincil süreç zihinsel işleyişi, ego gelişmesinin bir bölümü olarak, egonun diğer işlevlerinin gelişmesi ile bağlantı halindedir ve gelişme yavaş yavaş olur. Birincil süreç ile ikincil süreç arasında her zaman net bir çizgi çizilemez. Aralarında nitelik değil, nicelik farkı vardır. Genellikle şu ya da bu davranışın birincil ya da ikincil sürecin karakteristiklerini taşıdığını söylemek güç olmasa da, hangisinin nerede başlayıp nerede bittiğini belirleyebilmek mümkün değildir. İkincil süreç, bilinçli düşünceyi içerir, mantığın ve kullandığımız dilin alışılmış yasalarını izler. Olgular arasındaki bağlantıları, nedenselliği; duruma, zamana ve mekana uygun yönelimi içerir. Yetişkin insanın düşünce biçimi ikincil süreçtir. Öte yandan birincil süreç, çocukluğun daha erken dönemlerine özeldir.

Yetişkin insanlarda birincil süreçler ile ikincil süreçlerin nasıl içiçe geçmiş olabileceğinin en iyi örneklerini sanat eserlerinde, şiirde, oyunlarda, şaka ve esprilerde görebiliriz.

Birincil süreçte, bütünün, benzetme ve ima yoluyla ya da objenin bir parçası, anısı ve düşüncesi ile temsil edilmesi sıklıkla görülür. Birçok farklı hayal yoğunlaşarak tek bir hayal tarafından temsil edilebilir. Zaman kavramı ve zamana yönelik ilgi birincil süreçlerde bulunmaz. Sıralama ifadeleri (birinci, sonuncu..); önce, sonra kavramları yoktur. Geçmiş, gelecek, şimdi hepsi birdir.

Ağır ruh hastalıklarında, özellikle, toksik ve organik hastalıklarda, tüm zihinsel işleyiş, birincil süreç biçimini alır. Hastanın yöneliminin bozuk olduğu ve konfüzyon hali içinde olduğu gözlenir. Buradaki patolojik tabloyu, ikincil sürecin yokluğu ya da göreceli olarak ortadan çekilmesi oluşturur. Yoksa birincil süreç, kendiliğinden patolojik ya da anormal değildir.

Birincil sürecin bir başka özelliği birbirine zıt olanların birbiri yerine geçebilmeleri ve bir arada var olabilmeleridir. Örneğin birincil sürecin hakim olduğu bir durum olan rüyalarda ifade bulan bir şeyin olumlu mu yoksa olumsuz anlamı mı kastettiği, keza bir koşula bağlı olup olmadığı ya da bir isteği anlatmakta birlikte karşıt bir yön izleyip izlemediği ancak rüyanın içeriğine bakılarak tahmin edilebilir.

Günlük hayatımıza birincil süreçlerin önemli bir biçimde girdiği rüyalarda, şakalarda ve oyunlarda, sanat eserlerinde, gündüz hayallerinde, fazla alkol almış kişilerin konuşmalarında, senli benli ilişkilerdeki konuşma biçimlerinde gözleyebiliriz.

Egonun gelişirken kullandığı enerjiyi bulabilmesinin çok önemli olduğunu daha önce söylemiştik. Egonun gelişmesi için kullanılacak enerji elbette dürtülerden elde edilecektir. Ancak bu enerji “deseksüalize” yani “nötralize” edilmiş olmalıdır. Nötralizasyonun sonucunda, ide özgü olarak bir an evvel boşalmak ya da yatırılmak için ağır bir baskı yapan dürtü enerjisi, bu vasıflarından kurtularak, egonun hizmetinde ikincil sürece uygun bir biçimde, her türlü istek ve görevlerin gerçekleştirilmesinde kullanılır. Böylece nötralize olmuş dürtü enerjisi ikincil sürece bağlanmış olur.

Dürtü enejisinin nötralizasyonu da ani bir geçiş değil çok yavaş gelişen bir süreçtir. Yani ego gelişmesindeki diğer gelişmeler gibi yavaş yavaş ortaya çıkar ve ego gelişmesine önemli bir pay ile katılır.

Nötrolize olmuş enerji, ego için vazgeçilmezdir. Bu enerji olmaksızın ego uygun biçimde görev yapamaz ve gelişemez.

Ruhsal gelişimimizin özetle bu şekilde olduğu düşünülmektedir. Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacak en önemli şey; anne, baba ve eğitimcilerin çocuğun ruhsal gelişiminde ne kadar önemli olduğu gerçeğidir.

Psikiyatrist Necati Çobanoğlu
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Ruhsal Yapı Nasıl Gelişiyor ve Büyüyor?" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Dr.Necati ÇOBANOĞLU'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Dr.Necati ÇOBANOĞLU'nun izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     1 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Necati ÇOBANOĞLU Fotoğraf
Dr.Necati ÇOBANOĞLU
İzmir
Doktor "Ruh sağlığı ve hastalıkları - Psikiyatri"
TavsiyeEdiyorum.com Üyesiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Dr.Necati ÇOBANOĞLU'nun Makaleleri
► Ruhsal Gelişim Dönemleri Dr.Necati ÇOBANOĞLU
► Ruhsal Sistemin Yapısı ve İşleyişi Dr.Necati ÇOBANOĞLU
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Ruhsal Yapı Nasıl Gelişiyor ve Büyüyor?' başlığıyla benzeşen toplam 96 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Hipnozu Anlayabilmek Mart 2017
► Patolojik Kumar Oynama Kasım 2014
► Tükenmişlik Sendromu Nisan 2014
► Hipnoz Nedir? Nisan 2014
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


08:35
Top