2007'den Bugüne 92,461 Tavsiye, 28,239 Uzman ve 19,997 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Uzman Üyelerimizin Öykü ve Şiirleri

Site üyemiz uzmanlar tarafından yazılan şiir ve öyküleri tarih sırasında sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.

Mahzun Ceviz Ağacı
ŞİİR | © Yazan Can CEYLAN | Yayın Kasım 2008
-Şair Baba’ya-

Memleketim derdin hep
Düşürmezdin dilinden
Geçmez oldu vapurlar
Artık Varna önünden

Sen kayın ormanında
Hasretini çekerken
Şimdi herkes habersiz
Kayıtsız memleketten

Üç yılda üç hapiste
Destan yazmış olan sen
Üç kuruş menfaate
Satanları bir görsen

Barış ve kardeşlikti
Amansız mücadelen
Savaş, kin, kalleşlikti
Seni hep düşündüren

Mahsur kaldın mahpusta
Şiir açtı yüreğin
Gurbet ellerde yandın
Öksüz kaldı dileğin

Japon balıkçısının
Derdi de sana düştü
Hainlik tezlerine
Akbabalar üşüştü

Irgatlık yapan Osman
Ayşe’sine kavuştu
Nazım Usta’ya düşen
Engebeli yokuştu

Hiç şakaya almadın
Ciddiyetle yaşadın
Yazık ki yüreğinin
İnfarktına takıldın

Ölü çocuklar arttı
Büyümediler halâ
Günbegün yara aldı
İnsanlık, barış, sevda

Onca zulüm gördün de
Yine aklın vatanda
Memlekette ölmedin
Gözün kaldı arkanda

Vasiyetin üzere
Gömsek Anadolu’ya
Gölgelik görevini
Versek ulu çınara

Boyun bükmez mi dersin
Ya da buruk bir sancı
Gülhane Parkı’ndaki
Mahzun ceviz ağacı

-Can CEYLAN-
("Kıyı" dergisinde yayımlanmıştır.)
 
     Beğenin    
Melodram
ŞİİR | © Yazan Can CEYLAN | Yayın Kasım 2008
Esrik etekli kadınlar sokağında
En az onlar kadar
Huzmeleri anason lambaların

Rüküş bir sarmala soyunup
Parizyen bir kaçıklığa yırtılmaktan
Yorgun lümpen bacaklar

Yine salaş
Yine dünden maskara
Kirpiklerde kuru çapak tortusu

Fondöten siperli şemsiyelerin
Nikotin kınına abanırken
Soluk beniz küf sancılı çehreler

Ha bire racon dayatır
Esrik etekli kadınlar sokağının
Etobur kol ağası

Bıçkın ve kart zampara
Ritüel bir pişkinlik
Oldum olası

Ne aramaya mecal
Ne gizlenmeye muhtaç
Ebesi kör bir saklambaç

-Can Ceylan-
(Deliler Teknesi dergisinde yayınlanmıştır)
 
     Beğenin    
Gölgesiz Adamlar Diyarından Kaçış
ŞİİR | © Yazan Kamil BAYSAL | Yayın Kasım 2008
Karanlığın adamlarının (Karanlıkta insanların) gölgesi yoktur... Kamil BAYSAL


Sür be Kaptan!
Sür de gidelim artık.
Karanlık,
Bir kabus gibi üstümüze perdelenirken.
Ve ben, KENDİMİ BEDENİME HAPSETMİŞKEN.
Bu kokuşmuş ilişkilerden
Bu sefalet üreten şehirden
Yenilgilerin en kötüsüne boyun eğmişken
Sür, sür de gidelim...

Sorma! nedendir bu acelecilik,
Bu telaş neden
Tut ki kaçıyorum beee
Tut ki can tatlı
Tut ki korkuyorum ölmekten.

Bu bir kaçışın hikayesidir
Bu bir yenilginin sesidir
Ama her şeye rağmen, bir onur meselesidir.
Buna dayanır mı can
Böyle yaşayabilir mi insan,
Bu.... Nasıl şey be Kaptan!?
ATEŞİM BENİ YAKAR,
Ne yapsam karşıya yarar
Tüm çabam bana zarar
Aklım beynim bana isyankar
Duygularım serilir önüme
Ayaklarıma köstekler takar
CAN YILGIN, CANAN SAHTEKAR...

Sanki Glatyatörüm arenalarda
Boğalar boynuz atar
Dost bakar, düşman bakar, canan bakar
Seyirciler; işbirlikçi, hain sahtekar
Kimi zil takar oynar, kimi kınalar yakar
Yaşasın boğalar, yaşasın boğalar, yaşasın boğalar!

Bu yolun ucundaki kente and olsun!
Dönünce tekerleklere,
Bastığında durduran frene,
GERİDE KALANLAR ı izlediğin..
DİKİZ AYNALARI na and olsun ki; yoruldum.
Dövüldüm, sövüldüm, kovuldum.
İtin köpeğin maskarası oldum
Yani, DİBE VURULDUM Kaptan, dibe vuruldum...

Böyle hasret kalınırmıymış beee....
Bir dost yüzüne,
Bir dost sesine,
Bir dost gülücüğüne,
Bir dost sözüne!

Ben hiç böyle çaresiz kalmadım...
Hiç bu kadar sevgiye ihtiyaç duymadım!
YAŞADIĞIMIN, HİÇ BU KADAR FARKINDA OLMADIM!
Ve çelişkilerle...
Hiç bu kadar bocalamadım...

Her şeyimi yitirdim,
Her şeyimi yitirdim Kaptan!
Yıkıldım, Ayakta değilim!
SAVAŞ ÇOKTAAAAN BİTTİ
BEN HALA SAVAŞA KARAR VERMEDİM....
Ama bir güzel yenildim, yenildim, yenildim...

Yok artık savaş gemilerim.
Filikalarım, yelkenlilerim.
Uğrunda savaş edeceğim kutsal nedenlerim.
Dünyayı dolduran güzelliklerim, yok artık.
Kaçıncı kez, BEYAZ BAYRAKLARI DOSTLARA uzattık.
Kaçıncı kez Ebu Leheblere güller fırlattık.
Bu kaçıncıdır, KENDİ KALELERİMİZİ DOSTLARLA BİRLİKTE yaktık!
Ve kaçıncı kez, GÖLGESİZ ADAMLAR a nişanlar, madalyalar taktık...

Hain pusularda vuruldu barış güvercinlerim.
Yetmedi Kaptan!
Bütün bedenimi SEVGİYLE ZEHİRLEDİM...
Bileklerimi kendim zincirledim.
Baksana... Karanfil kokuyor ellerim.

Of kaptan offfff
Tükürürdüm suratlarına!
Beyazın karayla,
KARANIN TÜKÜRÜKLE KİRLENDİĞİNİ!
Önceden akıl edebilseydim!

Kaçıncı kez kendimizi karanlığa mum yaptık,
Bu kaçıncıdır, milyonlarla yola çıktık ve yapa yalnız kaldık!
Bu kaçıncıdır,
GÖLGESİZ ADAMLAR ca bıçaklandık,
Harcandık be Kaptan, harcandık...

Bilmesinler nereye gittiğimi,
Söyleme!
Belki ilk kentte, belki ilk dağda,
Belki ilk kavşakta ineceğim.
Bu şehir... elimi ayağımı bağlar benim.
Uzağa gidemem...
Çünkü bu şehirde sevdiklerim vardır.
Sırf bu nedenle de; bu kent kutsaldır!

Bedenin savunulması hak,
Geri çekilmek hak.
Tohuma vücut verense topraktır.
Yenilgilerden ders almak, güç toplamak,
BARIŞ ÇIKARMAK hak...
Barış: bütün kötülüklere meydan okumaktır!
Barış: savaşı yeniden kurmaktır!

Sinyal lambalarına,
Bütün dünyaya ulaşan yollara and olsun ki;
Bu kente geri döneceğim!
Şeyh Bedrettinlerle geleceğim!
Yanımızda Torlak Kemaller de olacak.
Sevgilerle Döneceğim,
Kır çiçekleriyle;kucak kucak...
Işık getireceğim!
Gölgesizlere gölge vereceğim.
Yeni bir dünya kurulacak,
Döneceğim Kaptan döneceğim.
Çevremde;
Dostluk, barış, sevgi ve özgürlük olacak...

Kamil BAYSAL
("Dostlardan Kurtuluş Yok" adlı şiir kitabımdan)
 
     1 Beğeni    
Seyithan
ŞİİR | © Yazan Hasan KUL | Yayın Ekim 2008
SEYİTHAN

Ölüm; iki dünya arasında bir paravan
Geçti, bu paravandan yirmisinde Seyithan.


1997
 
     Beğenin    
Nerelisin?
ŞİİR | © Yazan Hasan KUL | Yayın Ekim 2008
NERELİSİN?

Kırçiçeği misin?
Yoksa sen, güzel!
Yaban çiçeği mi?
Nerelisin?
Sahi sen.


18,05,1998
 
     Beğenin    
Leventlik
ŞİİR | © Yazan Hasan KUL | Yayın Ekim 2008
LEVENTLİK

Dert, içimde bir labirent
Ben, ona karşı bir levent
Dilimde ince nihavent
Yılmadan savaşmaktayım.

1997
 
     Beğenin    
Uşak'ta Bir Sabah
ŞİİR | © Yazan Hasan KUL | Yayın Ekim 2008
UŞAK'TA BİR SABAH


Yolum düştü
Uşak'a
Yolculuktan
Bir düştü.

Elim, ayağım alındı
Duşağa
Soğuktan
Nefesim tıkandı.

Otogar yeni
Ve çıplak, hep taş
Koynuma gireni
Soğuktan arkadaş.

Sabahın beşi
Titremekteyim
Büzüle büzüle güneşi
Beklemekteyim.

Canım çaysadı
O da yok
Simav otobüsü de
Gönlüm buna darıldı.

Öpücüğünden çatladı dudaklarım
Ayazın
Sabırsızca sabahını bekliyorum
Uşak'ın.

Hep aklıma gelir
Uşak deyince
İçimde bir sızı, ince
Beni maziye taşır...

01,10,1997
(Uşak Otobüs Terminali)
 
     Beğenin    
Umutluyum..
ŞİİR | © Yazan Ali SONGÜL | Yayın Ekim 2008
Kalabalıklara katlanırım da,
Tek başına kalıvermeye asla
Yazmak istediğimi yazamamak
Yapmak istediğimi yapamamak hoş değil,
Ve hoşnut kalamamak geride bıraktırılan zamandan


Umutluyum ne var ki,
Güzellikler kuşatacak insanlarımı ve ülkemi
Mutlu yüzlerin sevinçleri ve tebessümleri
Ve endişesiz, güvenle paylaşılan yaşamlar…
Kuşatmalı sokakları yeni temiz heyecanlar…


alisongül
 
     1 Beğeni    
Eylül Bitimleri
ŞİİR | © Yazan Hasan MIRSAL | Yayın Ekim 2008
--şimdi “travma sonrası stres bozukluğu” diyorlar-

Yine bir sabah
Eylül bitimi
Yeşil siyaha yakınlaşmış
Yaprak dökümleri vuruyor düşlerimi

İyi düşünmüştüm hep
Hiç aç çocuk olmadı
Herkesin annesi ve babası
Ve bir salıncağı vardı

Ötekinde dostluk
Yelde yeşilin kokusu
Kim niye eylül oldu
Taş çatladı suskunluktan

Çocukların özgürlükleri
“kızılcık çıkardı” yalnızlıktan
babaların ve ablaların sevgileri bağlı
Elleri tuz ekili yara

Hiç düş yok artık
İstemiyorum gençliğimi de
Gelmesin eylül ve gelmesin
Eylül bitimleri…

Eylül 2007


Hasan MIRSAL
 
     6 Beğeni    
Dağda Yaşanmış Müthiş Bir Olay; “niye! Niye?!”
ÖYKÜ | © Yazan Hamdi KALYONCU | Yayın Ekim 2008
Dağda Yaşanmış Müthiş Bir Olay; “Niye! Niye?!”


“Temmuzdu. Dağlar nispeten serindir, ama hava o gün çok sıcaktı. Takipteydik; 5-6 kişi kişiydiler.

Bir tepeyi sardık.. Komutan ve birkaç arkadaş onların bulunduğu tarafta, aşağıda kaldı. O taraftan ilerleme imkanı yok! Biz dağın öte yamacından yukarılara doğru, yan yan tırmanıp arkadan sarmaya çalışıyorduk.

Diğer arkadaşlar arada bir ateş ediyor, başka tarafa kaymalarına izin vermiyorlardı.

Yeterince yükseldikten sonra, onların bulunduğu yere doğru yöneldik. Az sonra birini fark ettim. Önümdeydi. Atsam, kurtulması imkansız.

İki sebeple ateş etmiyordum.

Onu hemen vururdum, ama ateş etsem, yerim belli olacak. Onlardan benim görmediğim biri de beni vurabilirdi. İkincisi; nasıl olsa o beni fark etmedi, biraz daha sokulayım, garanti olsun dedim.

Ölümün soğuk terlerini döktüğümü hissediyordum. Her an bir başkasının da bana ateş etmesi mümkündü.

Aşağıdan atış sesi gelmiyordu. Az ötede, beni korumak üzere diğer arkadaşım pusuya yatmış bekliyor.

Ateş etmek içimden gelmiyordu. Karşımdakinden yana endişem yoktu. O beni fark edip dönene kadar kesin indiririm diye düşünüyordum. Biraz daha sokuldum. 20-25 metre ya var, ya yoktu. Kafasını bazen çok hafif çeviriyor, gözleri ile etrafı taramaya çalışıyor. Belli ki o da korkuyor. Sanki dudaklarının kımıldadığını, bir şeyler okuduğunu hissettim. İsteseydim çok rahat vururdum.

Arkadaşıma yerinden ayrılmamasını işaret ettim. 3-5 metre daha yaklaştım.

Her an beni fark edebilirdi; daha fazla bekleyemezdim.

Birden atladım; ‘Kıpırdama!’ dedim. Aynı anda o da tüfeğini bana doğrulttu.

O, yarım yatmış vaziyette, ben onun başından aşağı.

Hiç bu kadar ölmeye, öldürmeye yakın olmamıştım. Bu katıldığım üçüncü operasyondu.

Ne, o, tetiği çekebiliyor, ne ben! Göz gözeyiz.

İşini bitirebilirdim, ama yapamadım. O da ateş etmiyordu. Öylece kalakalmıştık.

Öldürmek istemediğimi biliyordum.

Belki o da öldürmek istemiyordu. Benim istemediğimi de anlamıştı sanki.

Gözümün içine bakıyordu.

‘Niye! Niye?’ der gibiydi. ‘Ölmek niye!’ ‘Öldürmek niye?!’

Şu elimizdeki silahları yanı başımızdaki sert kayalara vurup, kırıp sarılmak, sarılıp kucaklaşmak geldi içimden.

Titrek bir sesle; ‘Bırak silahını!’ dedim. Tereddüt etti, ‘sana güvenebilir miyim?’ der gibiydi.

‘Bırak!’ diye, biraz daha sert sesle bağırdım.

Bir eli yana inerken ötekiyle silahını bana uzatıyordu ki, birden bir silah sesi patladı. Yüz üstü yığılmıştı; boynundan vurulmuş.

Arkadaşımdı ateş eden. Koşarak geldi. ‘Neden! Neden yaptın?’ diye bağırdım, boğuk bir sesle.

Silahı elimden fırlattım; üzerine eğildim.

Elimi boynunun altına soktum; gözlerimin içine baktı. Sonra başı yana düştü.

Kendimi kaybettim. Üzerine kapanmış hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamışım.

Sonra neler oldu bilmiyorum. Hastaneye yatırmışlar beni. Günlerce kendime gelemedim.

Onu her gece rüyamda görüyorum. Bitmiyor, gitmiyor gözümün önünden! Sürekli beynimin içinde haykırıyor! Sanki dağlarda yankılanıyor sesi!”

‘Niye! Niyee?’

Ben işte..! Böyle..! Özür dilerim, doktor bey! Mani olamıyorum. Tutamıyorum kendimi, Ağlıyorum sürekli!

Dr.Hamdi Kalyoncu
www.hamdikalyoncu.com
 
     2 Beğeni    
Bir Günlüğüne Cumhurbaşkanı Olaydım!
ŞİİR | © Yazan Hamdi KALYONCU | Yayın Ekim 2008
Bir Günlüğüne Cumhurbaşkanı Olaydım!

Ağlayan analar! CANLAR!

Feryatları duyan var mı gerçekten?
Seksen yıldır bu ülkede,
Aşağıdan yukarı ses gitmiyor!
Canları yanıyor insanların!
Canım yanıyor!

“Şehit Anaları”
Ve göz ardı edilen “Terörist Anaları!”
Biri dağda, diğer evladı orduda olanlar!.
Canlar!

Sizin için ne yapsam ki!
Ne yapsam da, yüreğinizde yanan alevi hafifletecek,
Bir damla su da ben olsam!
Sonra başkaları eklense bana!
Damlalar, gürül gürül akan sular, sellere dönse!
Ülkemdeki bütün yangınlar sönse!
Yanmasa başka anaların yürekleri!

Ah keşke.!
Keşke,
Bir günlüğüne Cumhurbaşkanı olaydım.!
Sadece şehit analarıyla iftar etmez,
Yalnızca erlerle karavana yemezdim!
İftar verirdim;
Şehit analarına da, terörist analarına da.
Hiçbir şey söylemeden, kimsenin gözüne bakmadan,
Yüreğim dayanmazdı, yüreklerden gözlere yansıyan acılara..!

Sonra alırdım anaları!
Sağ yanımda birileri, sol yanıma diğerleri,
Bir elimde kuru ekmek, bir elimde kuru tezek.
Yürürdüm Gabar dağına!
Ne bir koruma,
Ne de bir asker!
Şehit anaları,
Terörist anaları,
Ve ben!
Bir de çatışmalarda sakat kalmış iki er!.
Hem de gece!

Acıkırsak, kuru ekmek yer,
Üşürsek, tezek yakar ısınırdık!
Tepede birileri karşılardı bizi.
Önce göz göze gelir,
Sonra kucaklaşırdık her hal.!
Ertesi gün bayram yapardık.
Bayramımız, “bayram” olurdu.
Sonra ölsem de gam yemezdim!
Olsun bir günlüğüne cumhurbaşkanı oldum ya! Yetmez mi?!

Ah! Keşke!
Keşke, bir günlüğüne cumhurbaşkanı olaydım!
Olaydım da öleydim.!
Dr.Hamdi Kalyoncu
 
     2 Beğeni    
Mada Adası
ÖYKÜ | © Yazan Ali SONGÜL | Yayın Ekim 2008
HER KIŞ MEVSİMİ YAŞANIR BİR DRAM

Orada bir ada var uzakta, o ada bizim adamızdır
Gidilemese de, gelinemese de bu ada bizim adamız
Mada Adası ve bir köyün mahallesi, sahipsiz ve yalnız.
Ada köyde 35 hane halkı yaşar,
Dramı görmesini bilenlerin aklı şaşar.

Adada çocuklar var, titreyen ürkek bakışlı
Unuttuğumuz kimselerimiz, soldurduğumuz çiçeklerimiz.
Okumak isteseler, uzak kalır ana babadan ya da adadan,
Haber veriyorum bugün yokluklar ve yoksunluklar adası MADA’ dan.

Okulu var küçük ve sessiz, bahçesinde oynamıyor çocuklar
Gülücükler, özlemler tükenmiş , ertelenmiş umutlar.

Işıkları yok Mada’nın, karanlıktır geceleri, kaybolur gözden,
Meğer gündüz de pek gören yokmuş, kaderine terk edilmiş ezelden.
Umutlar balon olur Madada,
Gölün yüzü buz tutar, kaybolur ufukta.

Postane, fırın, pazar yeri ne gezer,
Çocuklar görmemiş oyun parkı, yazı bekler tüm halkı
Ya evden çıkamayan yaşlı hastalar soranları kalmamış,
Kimsesizleşmiş koca çınarlar. Yok mu el uzatanlarımız?

Hasta olmaya gör, yoktur sağlık ocağı, doktoru, hemşiresi,
Ölümü bekler gelmezse karşı kıyıdan balıkçı teknesi.

Bu sözüne ettiğim uzakta bir yer değil beyler!
Beylikler şehri Beyşehir gölünün kucağında küçük bir yer,
Nerede dünyaya yardıma koşan eller,
Nedendir bu kendimizi görmezden gelmeler?
Bir dram yaşanır, ışıksız, köprüsüz ada köyünde
Geçit vermez kırılmaz buz tutar göl suları üstünde.

Kıyıya 700 metre, ilçeye bağlı bir köy..
Neredesin ey insanlık ya şimdi ayağa kalk yada öl.

Ada köyün, Mada’nın kadınları yorgun, bakışırlar kıyıda,
İstemezler çok şey, kendileri için değil, kuzucukları için,
Gölde kıyıdan kıyıya bir köprüden başka,
Kalmasın isterler hastaları ayazda.

Madanın güzelliği çok, köprüsü ve yolu yok,
Doyum olmaz doğasına turizm de hiç izi yok
Oysa yazında, baharında güzelliğine diyecek yok
Zengini bol komşu kentte bir köprü atacak adamı yok.
Yok mu ana karadan bu drama son verecek bir girişim
Buluşup sanatçılarla-halkla, adada dikkatleri çekelim

Yiyeceği kalmamış çoktan boşalmış köylümün çuvalı, küpü,
Öncelikle yapılmalı, 700 metrelik sütunlu ve sanatsal bir köprü.

Cihana örnek olsun diye aydınlatalım bu güzelim adayı,
Her bir köşesini işleyelim özenle, gösterelim adasal kalkınmayı

Koşalım Madaya, dikkatler çekilsin,
Duygular paylaşılıp umutlar yeşersin.

alisongül Şubat 2008/Antalya

Not: Mada Adası: 8.220 hektar alanıyla Beyşehir Gölü'nün en büyük adasıdır. Ada üzerinde yerleşim birimi olarak Gedikli köyüne bağlı Kumluca mahallesi bulunur. Ada coğrafi olarak Isparta il sınırları içerisinde olup ilin tek adasıdır. Beyşehir Gölü içinde yer alan 32 adadan en büyüğü ve içinde insan yaşayan tek adadır. Şu anda adanın sakini olarak Yörükler yaşamaktadır. Dar bir alanda yapılan tarım, kısıtlı hayvancılık ve ulaşım sorunu ada halkının başlıca zorluklarıdır. Adada görülmeye değer tarihi kalıntılar mevcuttur. Ayrıca güneşin doğuşu ve batışı bir başkadır Mada da..
 
     1 Beğeni    
Yanında Oluvermek
ŞİİR | © Yazan Ali SONGÜL | Yayın Ekim 2008
Yanında oluvermek
Ağlayan bir çocuğun
Göz yaşını silebilmek
Gülümsetebilmek ne güzel..

Yanında oluvermek
Düşkünün, güçsüzün
Kaldırıvermek ayağa
İnsanlığı ve Onurunu

Yetişebilmek her güzel şeye
Sevgiliyle, koşuvermek birlikte
Mutluluğa doğru el ele vermek
Yanında oluvermek o an..

Yanında oluvermek sevdiklerinin
Yanınızdayım diyebilmek her an
Varım sizler için de diyebilmek
O zaman varlığın anlam taşır
Fark yaratabiliyor musun?
İşte sen osun

Acıktığında uzatıvermek ekmeği katığı
Kuruyan dudaklara yetişivermek bir tas suyla
Balık vermek değil elbet, balık tutmayı öğretebilmek
Yanında oluvermek hep birlikte insanımızın.

shu.alisongül
 
     1 Beğeni    
Güz Ayazı
ŞİİR | © Yazan Reyhan AKMAN | Yayın Eylül 2008
Sonbahar hüznü var havada.
Aksak yağmur damlalarından perişan,
Bir güvercin uçar saçlarımda..
Kışa çevirince rüzgar yüzünü,
Üşümeye karışır sıcaklığım..
Biçimsiz betonarmeler arasından
Güne uyanmaz olur yalnızlığım..


İyi değilim boynumun borcu!...


Sana ben kadar uzak,
Bana sen kadar yakın dururken
Küskün batağından içeri,
Düşler bahçesinde bir pervanedir
Mihrakımda açtığın bozgun yeri...
 
     Beğenin    
Işıklar Yağarken...
ŞİİR | © Yazan Reyhan AKMAN | Yayın Eylül 2008
Gri bulutlar usulca süzülürken gök kubbede,
Susam kokusu dolar ciğerlerime
Arka kaldırımdaki simitçiden.
Şileplere kapılıp rüzgara inat,
Bırakırım kendimi kıyıdan ötesine,
Dalga olur çırpınırım kız kulesinde..

Şehrin ışıkları yağarken üzerime,
Bir vapur geçer boğazdan.
Gök ve deniz laciverte çalar,
Martılar uçar geceye.
Bense; bakakalırım Anadolu'ya
Ortaköy sahilinden...
 
     Beğenin    
Anlaşılmayan Aşklar
ŞİİR | © Yazan Ali İhsan ERDOĞAN | Yayın Ağustos 2008
Bunalımın baş gösterdiği bir zamanda
Sevgisini kayıp etti bu beden acımasızca
Nedenini sende biliyorsun ki güzelim
Benimkisi sadece bir yar ve onunla sevda
Sinirliliğimin ve psikopatlığımın anısına
Puslu ve bulantılı soğuk gecelere inat
Kin kusuyorum bana yaptığın haksızlığa
Ve lanet ediyorum sana verdiğim zamana
Lütfen delirmişim gibi öyle bakma bana
Sadece üşüyorum soğuk ve hırçın halimle
Düşüncelerim anlamsız ve yüreğimde saklı
Ölüm ve yaşam, çizgide yürümek sanki
Geleceğimi beklemekle geçmişimi tükettim
Sessizliğime ve masumluğuma şükrettim
Karanlık da bir mum misali sanki bittim
Gölgesiyle git diyor usulca, nereye mum
Beynimin ücralarındaki karanlık hayata mı?
Sıkmalıyım gözüm kapalı, yüreğim buruk
Soğuk ve paslı mermiyi acımasızca hayata
Ve akmalı kan, sade, durgun ve sıcak haliyle
Vakitsizce ve an ki yoğunlaşıyor duygularım
Duyuyor musun beni sana haykırıyorum
Senin için mi bunlar inanma, inanmıyorum
Ben seni sevmedim ki bunu anlatıyorum
Bendeki kendime olan kinim ve nefretim
Hep kavuşmayı dileyip, kavuşamama isteğim
Yada yalnızlığımı parçalayıp atamama halim
Ağır bir köpek karanlığından sonra göreceksin
Benliğini,terk edilmişliğini ve zavallı halini
Ve sen düşüneceksin ben ne yaptım diye
Anlamayacaksın kendini, kayıp ettiklerini
Yalnızlığını ve kan kokulu hayalet yüzünü
Ağlayarak ve üzülerek geri dönmez zaman
Geride kalanlar sadece kötü ve mağlup anılar
Ve yaşanmadan ölen masum, sefil duygular
Yeter artık bendeki kan ve ruh bitmek üzere
Bu yazdığım yazılar son halimi anlatacak sana
Bilinmek istense de bilinmesi gerekenleri
Bilmediğimi bilerek bilinmezliğe gidecekler
Sevgileri artık yarınlara bırakıyorum
Çekingen, tutuk, saygılı ve gözlerim kapalı
Anlaşılmayan aşklar yüzünden belki de
Kalbimi dolduran duygular kalbimde kalıyor
Yüreğim ve mantığım sana bu kadar yakınken
Kollarım ve gözlerim neden bu kadar uzaktı
Anlamadım…Yada bilmiyorum

a.i.e
Ali İhsan Erdoğan
 
     Beğenin    
Bahar Esintileri (Serbest Yazı)
ÖYKÜ | © Yazan Neslihan ŞENOCAK | Yayın Ağustos 2008
Sevgili Okurlarımız
Tıbbi ve diğer konularda zaman zaman kaleme aldığım yazıları, sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyacağım.Bizlere bu iletişimi sağlayan 'Tavsiye Ediyorum' sitesinin tüm emektarlarına da teşekkür etmeyi insani bir görev olarak addediyorum...
Hepimiz dönem dönem karamsarlıklar yaşarız, hele yaşımız otuzu geçmeye başlayınca bizler için 'geri sayım ' başlamıştır sanki...Oysa...

BAHAR ESİNTİLERİ

Niçin 'Bahar Esintileri'?
Hepimiz, bahar mevsiminin doğurganlığı simgelediğini; yeni tomurcuklar,filizler oluşturduğunu biliriz.Her umut vaat eden bir olaydan bahsederken ''Başka bir bahara kaldı'' deriz...
Sizinle kısacık bir geziye çıkalım.Göreceksiniz her mevsim bahar!
Kışın, ocak ayında Bolu-İstanbul yolu üzerinde, Abant'tan İstanbula doğru yolculuk yapanlar bilir.Yol kenarında KORU MOTEL vardır.Bir gün yolunuz düşerse, kış mevsiminde Koru Motel'in ormanla kucaklaşan arka bahçesinde, hepinizin çok iyi bildiği KARDELEN'leri görürsünüz. Kimi; karların altında açmış ama başını yukarı kaldırmamış, kimi ise olanca güzelliğini 'saklayamam artık' dercesine karların kucağına bırakmış. Kışın genel tanımında istisnai bitkiler hariç, neredeyse tüm bitki türlerinin 'kış uykusuna yattığı' fikri yerleşmiştir bel
leklerimize...
Hele sonbahar 'yaprak dökümüdür' büyüklerimizin dilinde.Her şey sararır, solar, sanki yaşamı terketmeye hazırlanır sanılır. İşte burada sizi Büyükada'ya götürmek gerekir.Ekim ayında faytonla Ada'nın en tepesine bir gezi yaptığınız da, yol boyunca sağlı-sollu KOCAYEMİŞ'leri görebilirsiniz. Faytondan inip siz ağaçlara tırmanırken, fayton da sizi izler...Napolyon Kirazı gibi iri ve kırmızı olan Kocayemiş, üstündeki beneklerle çilek görünümünü andırır. Hele ağızda bıraktığı tatlımsı lezzet bir yana, ağaçlardaki kırmızı kürecikler halindeki görüntüleri sonbaharın solgun renklerine nazire yapar sanki...
Kendi içinde baharın üretkenliğini yaşayan sonbahardan yaza atlayalım, ne dersiniz?
Akdeniz ve Ege'nin adeta sembolu haline gelen BEGONVİL'ler (gelin çiçeği) sarı-turuncu,mor,pembe, kırmızı ve beyaz renkleriyle, bir batında beşiz doğuran 'ANA'dır belki. Belki de ''SEVDALARINI'' bir balkondan diğerine saçlarını uzatarak merdiven yapmak isteyen gelin adayı kızların sevgi mesajlarıdır her biri...
İşte ''tüm mevsimler kendi içinde baharı yaşar'' dersek, yanlış söylemiş olmayız sanırım.Dünyadaki, hatta Evrendeki her varlık, her an bahar üretkenliği içinde. Hele YARATILAN EN YÜCE VARLIK OLAN İNSAN bu piramidin en tepesin
de...Ama ne yazık ki çoğumuz, her yaşta ve koşulda baharı yaşadığımızı hisset meyiz. 40-50 yaşına gelen ve hastalığı olan bir insan kendisini bahardan çok çabuk soyutlar. Ve bir şarkı dolanır diline''Baharı görmeden yaz geldi geçti'' diye... Oysa HER NEFES ALIŞVERİŞİNDE NELERİ BAŞTAN YARATTIĞININ FARKINA VARSA; HER AN TOMURCUKLAR AÇAR, HER AN FİLİZLENİR...
(Bu yazım 2003'de dializ hastaları için çıkarılan dergiye yazılmış olup bu dergi de yayınlanmıştır.)
Sağlık& Sevgi& Sanat yaşamınızdan hiç eksik olmasın...
 
     Beğenin    
Beni Bırakıp Gitme Anne
ŞİİR | © Yazan Selma AKBULUT | Yayın Ağustos 2008
Buğulu gözlerimin sahibi
Islak bırakma tenimi,
Bırakma anne beni
Ben senin dikelttiğin gururun
Harcadığın emeğin...
Her zaman ayakta görsende
Kanma sen buna
Verme omzunun yerini başka bir omza
Parçanı almadan beni burda bırakma...
Gülüşümde senin gülüşün
Bakışımda s enin bakışın
Nefes alışım
Kalp atışım
Yılların...
Beni bırakıp gitme anne
Ağrılarıma ağrı katma
Gizli ağrılarımı ortaya çıkartma
Canımı acıtıpta canını acıtma
Canımla benim aracımsan
Bağlantılarımı kopartma
Beni gül ektin
Kaktüse çevirme
Ben senin emeğin
Beni bırakıp gitme anne...

Selma AKBULUT
07.11.04
02.50
 
     Beğenin    
Dostlardan Kurtuluş Yok
ŞİİR | © Yazan Kamil BAYSAL | Yayın Temmuz 2008
DOSTLARDAN KURTULUŞ YOK

Sizi çağırdım dün akşam
Tüm dostlarımla meyhanedeydik
Bedenen yoktunuz
Ama birlikte içtik...

Birer ikişer geldiniz
Oturduğum yerden izledim gözlerinizi
Hoş geldiniz, nasılsınız? demedim hiç birinize
Hoş da gitmeyecektiniz
Çünkü o anda hepiniz
Mahkememdeydiniz

Davacı: bendim
Savcı: bendim
Yargıç: bendim
Oturttum karşımdaki tabureye
Ve birer birer hepinize
"Suçlu ayağa kalk!" dedim
Suçlarınızı okudum yüzünüze
Savunmalarınızı istedim...

İhanetti suçunuz
Çıkar için dost harcamak,
Yalaklık, döneklik, kaypaklık yapmak,
Ak yazıyı bozmak, onursuzlaşmak vs. vs.
Halinizi görseniz gülerdiniz
Velhasıl, beni ikna edemediniz
Cezanızı kestim, kalemimi kırdım...
İçilmek sureti ile yok edilecektiniz

Sonra ayırdım bir kaçınızı, doldurdum diğerlerinizi bir şişeye
Çıktım meyhaneden...
Sokak sokak içtim
Şişede tükendiniz
"Canı cehenneme" dedim "topunun"
"Oh beee kurtuldum!" dedim
Fakat siz, kahretsin ki siz
Damarlarıma kadar girdiniz
Ulan iyi gün dostları, ulan yaramazlar!
Gene beni sarhoş ettiniz...

İliklerime kadar girdi kiminiz
Kiminiz kalbime saplanmış bıçak,
Kiminiz beynimi kemirmektesiniz
Sigaramın dumanı, hırpalanmış çıkıyor ciğerlerimden
Göz yaşlarımda kiminizin cesetleri var..
Çöp kutularına kustum kiminizi
Kiminiz başımda ağrı oldunuz...
Yok, değişen bir şey yok
Birlikte saldırıyorsunuz....

Ulan iyi gün dostları, ulana yaramazlar
"Utanmak" diye bir şey var
Çıkıp gitmiyorsunuz hayatımdan
Hücrelerimde dolaşıyor, hala içimde yaşıyorsunuz...
Ve böylece anladım ki; ayrılık türkülerine karnımız tok
Ve yine anladım ki; dostlardan kurtuluş yok...


DUYURU

Fiilen edindiğimiz tecrübeler sonunda
Kamuoyuna duyurulur:
Her şeye rağmen yeryüzü,
Yaşanmaya değer bulunmuştur...
Önemine binaen arz olunur...


Kamil BAYSAL
30.07.2008
"Dostlardan Kurtuluş Yok" adlı kitabımdan aktarılmıştır...
 
     Beğenin    
Silahlanmaya Başkaldırı
ŞİİR | © Yazan Nureddin ÖZDENER | Yayın Temmuz 2008
yaşama tekrar merhaba diyebilme için silah
Kafdağı’nın önünde de doktorluk yaptığım yıllarda
silah ruhsatı için gelenler çok olurdu.
gerçi bazıları vekillerini gönderirdi, doldurulmuş bir sağlık raporuyla! :-)
niye diye sorardım
niye silah?..
neden silahlanıyorlardı.
ne diye ?
gerektiğinde kullanılsın diye...
bir gün lazım olabilir...
peki ne zaman lazım olacaktı.
silah kullanmayı gerektirir durumlar nelerdi?
nerde yazıyordu
kitabı, kuralı var mıydı?
onlara göre alınmalıydı.
hem de birbirlerine nispet en pahalısından,
en etkilisinden.
içlerinde en yakın arkadaşlarım, sevdiklerim,
silahla hiç işi olmayacak kişiler,
kimi de genetik olarak silaha yatkın olanlar...,
kanlarına giriyordu silah komisyoncuları,
güvenlik güçlerine hediye edilmiş silahlar
güya cüzi bir bedelle hediye ediliyordu.
sonra torpil ara;
taşıma yada bulundurma,
hangi parti başkanı yada milletvekili..
hangi vali zor durumda bırakılacak,
emsal gösterilip, en sonunda
silah bele takılacak..
yazın yakan güneşinde ceket giyilecek,
okul sıralarında
kitap, kalem, çanta taşımayanlar
samsonite çantalar taşımaya başlayacak.
evde dursun dedi arkadaşım
taa İstanbul'dan gelmiş almaya,
burada veriyorlarmış, ucuzmuş,ruhsat almak kolaymış..
aldı da sonunda..
beş yılda bir kere kullandı; bir düğünde
düğün sahibini tedirgin etmiş,
insanları ürkütmüş umurunda mı?
serseri kurşun...
serseri kurşun yüzünden
kaç ayakkabı ayaksız kaldı.
kaç maç sevinci
kursağında kaldı bu ülke insanlarının..
kaç düğün davetlilerin,
gelin yada damadın ölümüyle
taziye ye dönüştü..
kaç öfkeli hakim olamayıp kendine
yanlış koyup teşhisi,
parmağını daydı tetiğe
ceza evinde karşılaştık,
pişmanım...
pişmanım diyordu çoğu.
niye pişmanlık duyuyorsa,
lazım olmuştu ve kullanmıştı.
zaten kullanmayacaksa niye alsındı kiii..
silah ruhsatı için sağlık raporu vermek
bana bir işkence, bir tecavüz gibi gelmiştir.
beynime yapılan tecavüz, eğitimime ,
tıp bilgime, düşüncelerime...
yaşam kurtarma amacıma,
başkalarının yaşama hakkına ...
hep kullanılıyormuşum hissine kapılmışımdır..
verirken raporu
yüzlerce yaralı, vaka, kişi, anı geçer gözlerimin önünden...
"silah ruhsatı almasında sağlık açısından sakınca yoktur"
bunu da beğenmeyip geri gönderirlerdi kişileri,
"silah ruhsatı almasında ruhen ve bedenen bir sakınca yoktur" diye düzeltecekmişim...
sorarım sizlere
ruhen ve bedenen sakıncası olmasa
neden silah alsın? kişi...
5.000.000.000.(beşbin YTL) versin de silah alsın
sonrada ALLAh muhtaç etmesin desin...
ve sevgili dostlarım çok uzatmayayım...
benim için
burada yazılanlar bir kefarettir diyebiliriz.
verdiğim silah ruhsatı raporlarının kefareti...
dilerim hiçbir zaman lazım olmaz, lazım olduğunda da işe yarar....
bilgi ve bilim silahını elde etmek için yarışacağımız günlerin,
umuduyla...

ARŞ. GÖR. DR. NUREDDİN ÖZDENER
2004-Adana
 
     Beğenin    

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarlarına aittir ve üye yazarlarımız tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarlarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

20:31
Top