2007'den Bugüne 92,259 Tavsiye, 28,211 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



İnsanın Ruhsal Yapısı “kapalıçarşı Metaforu”
MAKALE #16040 © Yazan Dr.Psk.Ümit AKÇAKAYA | Yayın Ocak 2016 | 4,088 Okuyucu
Şimdiye kadar aldığım psikoloji dersleri ve eğitimler, araştırdığım psikoloji kuramları ve teknikleri, seanslarımda yakından inceleme fırsatı bulduğum danışanlarımdaki gözlemler ve en önemlisi bir insan olarak kendi üzerimde yaptığım incelemeler çerçevesinde, insanın ruhsal yapısını çeşitli bileşenleriyle açıklamaya çalışacağım.

Son derece soyut olan bu konuyu daha anlaşılır kılmak için bir metafora -benzetmeye- başvurmayı uygun gördüm. Öncelikle, metaforu ve onu oluşturan parçaları açıklamakla başlamak istiyorum. Birçok kişi tarafından bilineceğini, bilinmese bile nasıl bir mekân olduğunun tahmin edileceğini düşünerek metaforumun ismini “Kapalıçarşı” olarak belirledim.
İstanbul’daki Kapalıçarşı’da bir dükkân hayal edelim… Bu dükkân oldukça büyük ve karmaşık olan Kapalıçarşı’daki yüzlerce dükkândan herhangi biri olsun. Hemen her dükkânda olduğu gibi bir vitrin ve iç kısımdan oluşsun. Bunlara ek olarak dükkânın alt kısmında sınırları belli olmayan, karanlık ve içerisinde tam olarak nelerin olduğu bilinmeyen bir deposu olduğunu hayal edelim… İşte her birimiz, bilincimizin uyanmasıyla ve etrafımızdaki yaşanılanları algılamaya başlamamızla beraber kendimizi böyle bir dükkânın içinde buluyoruz.

Peki, böyle bir çarşı içerisindeki bir dükkânda varlık sürdürmemizin nihai amacı ne olabilir? Bu sorunun cevabını kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylıca anlatmaya çalışacağım ama kısaca cevaplamak gerekirse: Kapalıçarşı’da varoluş sebebimizi iki kelimeyle “kendimizi gerçekleştirmek” şeklinde özetlenebileceğini düşüyorum. Diğer bir deyişle, başkalarıyla gerçek sevgiye dayalı ilişkiler geliştirmemiz, mevcut olan yeteneklerimiz ve becerilerimiz doğrultusunda ait olduğumuz Kapalıçarşı’ya faydalı ve üretken bir “esnaf” ya da “BİREY” olmamız. Esnaflık denince akıllara para kazanmak gelebilir; ancak bu çarşıda bulunmamızın nedeni herhangi bir dünyevi meseleden ziyade; kendimizi var etmek, gerçek anlamda bireyselleşmek ve bu durumun sonucunda, hiçbir karşılık beklemeden özgün eserler üreterek bulunduğumuz çarşıya- hayata ve insanlığa- kaynaklık etmektir.

Bu çarşıda, birbirinden değişik ve çeşitli dükkânlara sahip insanlar bulunmakla beraber kişilerin, yetenekleri ve becerileri çeşitlilik ve farklılık gösterebilir. İnsanlar, çok iyi bir zanaatkâr, doktor, yazar, öğretmen, ressam, müzisyen vb. olma kapasitesiyle bu çarşıda gözünü açarlar; ancak çok azı bu becerilerini tam anlamıyla kullanarak kendini gerçekleştirme fırsatı bulurlar. Bu fırsatı yakalayan az sayıdaki kişi ise hayata dair tüm kaygılarını, korkularını, endişelerini geride bırakarak gerçek manada sever, sevilir, yeteneği doğrultusunda üretir ve diğer insanlarla bütünleşerek tarif edilemez bir coşku içinde var olmanın dayanılmaz keyfine varabilir. Buna çeşitli nedenlerle ulaşamayan diğer kişiler ise hayatlarında çözemediği, kurtulamadığı bir sürü unsurla uğraşmaktan kendilerini bulamadan ve var oluşunu yaşayamadan dükkânları içine sıkışmış bir şekilde ömürlerini geçirirler.

Kapalıçarşı metaforuyla ne kastettiğimi ana hatlarıyla zihinlerde az çok oluştuğunu tahmin ediyorum. Şimdi de, tasvirini yaptığım çarşının, dükkânın, vitrinin, deponun ve tüm bunların içinde insan olarak kendimizin hangi konumlarda olabileceğimize sırasıyla değinmek istiyorum.


KAPALIÇARŞI
(Ait Olduğumuz Yaşam Alanımız)

“Cihan-ârâ cihan içindedir ârâyı bilmezler,
ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler"
Fuzuli


İlk olarak tanıtacağım kısım bir metafor olarak Kapalıçarşı’nın kendisi olacaktır. Kapalıçarşı’yı bir bütün olarak hayal ettiğimizde, içerisinde birbirinden farklı yollar, sokaklar ve dükkânlar olduğu zihnimizde belirir. Her bir dükkânın içinde farklı bölmeler, vitrinler, raflar, çeşit çeşit aletler, malzemeler, ürünler vs. vardır. İşte devasa büyülükte ve karmaşıklıkta bu çarşıyı yaşadığımız toplumsal alanımız, kendimizi de herhangi bir dükkânın sahibi olarak kabul edebiliriz.

Çarşı içindeki bizim dükkânımıza en yakın dükkânları toplumsal hayatta sürekli olarak ilişki halinde olduğumuz kişiler olarak ele alabiliriz. Örneğin, bize en yakın olanları, aile bireylerimize ait dükkânlar olarak kabul edebiliriz, hemen bitişiğimizdeki dükkân eşimize veya annemize ait olabilir ya da karşımızdaki dükkân sıkça iletişim halinde olduğumuz çok yakın bir arkadaşımızındır.

Çarşı içinde dükkânımızın bulunduğu alanımızdan uzaklaştıkça, yakın ilişki halinde olduğumuz kişi sayısı da azalır. Alanımızı daha da geniş tuttuğumuz takdirde farklı sokaklarda hiç tanımadığınız ama aynı çarşı içinde birlikte yaşadığımızı bildiğimiz dükkân sahiplerinin de yer aldığını fark ederiz. Bunlardan bazıları farklı zamanlarda hayatlarımıza dâhil olabilir ya da hayatlarımızdan çıkabilirler. Bazılarını ise hiç tanımayabiliriz.
İşte sınırlarını çizmeye çalıştığım bu çarşı, bizim bilincimizin ortaya çıkmasına bağlı olarak idrak edebildiğimiz ve içerisinde yaşamaya başladığımız toplumsal alanımızdır. Ömrümüz bu alan içerisinde farklı olay, durum ve tecrübelerle sürüp giden bir akış halindedir.

VİTRİNİMİZ
(Toplumsal Maskemiz)


“İnsanı yoran yaşadığı hayat değil, taşıdığı maskelerdir.” William Shakespeare

Her dükkânın olduğu gibi Kapalıçarşı içerisinde yer alan bizim dükkânımızın da bir vitrini vardır. Doğal olarak ona özen gösteririz çünkü vitrinimiz diğer insanlara dükkânımızın içinin nasıl olduğu ya da içinde neler olabileceği hakkında bilgi verir.

Vitrinimizi diğer kişilerle ilişki halindeyken takındığımız maskelerimiz olarak ta tanımlayabiliriz. Maske denince ilk akla gelen “sahtelik” olabilir; ancak bu durum birçok insanda sahteliğin dışında ortaya çıkan doğal bir tutumdur. Bu durumu sosyal psikolojideki “toplumsal roller” kavramına benzetebiliriz. Hepimiz gün içerisinde kurduğumuz ilişkilerde farklı rollere bürünerek farklı maskeler kullanırız. Örneğin bir öğretmen; sınıfında “öğretmen” maskesini takarak çocuklara ders anlatır, okul çıkışı arkadaşlarının yanında “arkadaş” maskesiyle sohbet eder, evine geldiğinde bir süreliğine “eş” ya da “ebeveyn” maskesini takınır. Ancak geceleyin yatağına yatıp zihninde o günü değerlendirdiği esnada, gün boyunca takındığı maskeleri bir kenara koyar ve kendi duyguları, düşünceleri ile baş başa kalır. Bu durumu çarşıda gün boyu yanan vitrinimizin ışıklarını kapatıp, bir başımıza kendi dükkânlarımızın içerisine girmememiz olarak ta ifade edilebiliriz.

Analitik Psikoloji Kuramı’nın kurucusu Carl Gustav Jung da kuramında buna benzer bir kavramdan bahseder ve onu tanımlamak için Antik Yunanca’da yine “maske” anlamına gelen “Persona” kelimesini kullanır. Jung’a göre, her birimizin personaları çocukluktan itibaren yavaş yavaş oluşur ve bizim bir benlik parçamıza dönüşür. Buraya kadar bir sorun yoktur; ancak personanın içerdeki diğer benlik parçalarıyla uyumsuzluğu söz konusu ise sıkıntı baş gösterir. Kişi, kendi içindeki asıl duygu ve düşüncelere yabancılaşabilir, hatta tüm benliğinin yalnızca persona’dan ibaret olduğu yanılgısına düşebilir. İşte böyle durumlarda ciddi kişilik sorunları, kendini tanımada zorluklar ya da tutarsız davranışlar ortaya çıkabilir.


DÜKKÂNIMIZ
(Kişisel Bilinç Alanımız)


“Bilinç, gerçekten var olduğumuzun tek gerçek kanıtıdır.” Descartes

Doğduktan sonra, süreç içerisinde bilincimizin oluşmaya başlamasıyla dükkânımızın sınırları da netlik kazanır. Öznel olarak deneyimlediklerimiz, beş duyumuz ile algıladıklarımız, düşüncelerimiz, duygularımız, bilinen hafızamız ya da hatırlayabildiğimiz anılarımız, kısacası bilincinde olduğumuz her şey dükkânımızın sınırları içerisinde var olan benliğimizin unsurlarını oluştururlar.

Belli bir alan dâhilinde oluşturan dükkânımızın içerisindekilerin bazıları yalnızca bizim tarafımızdan bilinir ve biz izin verdiğimiz oranda başkaları tarafından fark edilebilir. Bir kısmı ise bizim tarafımızdan fark edilmez ama dükkânın dışından dikkatli bakabilen diğer kişiler tarafından görülebilir. Bu alana da bizim “kör noktalarımız” diyebiliriz. Bahsettiğim düşüncelerimizin, duygularımızın ve anılarımızın bir diğer kısmı ise ne biz ne de başkaları tarafından görülebilir.

Bilinçli olarak farkına varamadığımız bu kısımlar bizim davranışlarımızı doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. İşte bu bilinmeyen kısım, yavaş yavaş dükkânımızın sınırlarının kaybolduğu, bilinmezliklerin baş gösterdiği, ucu bucağı belirsiz olan ve ileride “kişisel bilinçdışımız” olarak ele alacağım kişisel depomuza ait bölgede yer alır.

Kişisel bilinç alanımız sabit bir alan olmaktan ziyade zamana, yaşa ve kişiye göre değişkenlik gösteren bir özelliktedir. Bu alanı dükkânın içindeki yanan bir lamba olarak ta düşünebiliriz. Lambanın aydınlatabildiği her alanı dükkânımızın farkında olduğumuz kısım şeklinde tanımladığımızda, uyku ya da baygınlık hallerimizde, bu lambamızın söndüğünü ve geçici olarak bilincimizin dışındaki bir alana geçtiğimizi söyleyebiliriz.

Bu alanımız çocukluğumuzdan itibaren yavaş yavaş genişlemekle beraber, yaşadığımız öznel deneyimlerimizin sonucunda, yetişkinliğimizden itibaren sürekli değişkenlik arz edebilir. Kimi zaman dar bir bilinç alanına sıkışabildiğimiz gibi kimi zamanda son derece üst bilinç hallerine sıçrayabiliriz. Örneğin aşırı stres altında bilinç alanımız küçülür ve daha önce hâkim olduğumuz dükkânımızın içindeki görüş alanımız daralır ve bu sebepten; düşünmek, karar vermek, yoğunlaşmak, etrafımızda olan bitene anlam vermekte zorlanabiliriz. Tam tersi, dikkatimizi kendi içimize yönelttiğimiz, sakin ve huzurlu olduğumuz zamanlarda ise bilinç alanımız genişler. Yaşanılanları daha iyi anlamlandırarak sağlıklı kararlar alabilir, üretken bir hale geçebilir ve “An”da var olduğumuzu hissedebiliriz.
Bilinçli olarak algıladığımız kısımdan bahsederken bu alandaki zaman ve mekânsal algıya da değinmekte fayda görüyorum. Dükkânımızın içerisinde yaşadığımız evreni dört boyutlu olarak algılarız. Bunlar: en, boy, derinlik ve dördüncü boyut olan zamandır. Bir diğer deyişle, Bilincimizde üç boyutlu bir mekânsal ortam ve geçmiş-şimdi ve gelecek şeklinde sıralı lineer bir zaman algısı hâkimdir.

Bu sınırların dışındaki algılamalar psikoloji bilimine göre algı çarpıtması ya da psikotik bir tablo olarak ele alınmaktadır. İleride değineceğim, depomuzda; yani bilinçdışı alanımızda bahsettiğim zamansal ve mekânsal dört boyut sınırlamasının algısal olarak dışına çıktığımız zamanlarımız da olur. Böyle durumlarda adeta bilincimizin şalteri kapanmakta olup bilinçdışı sistemlerimiz devreye girer. Rüyalarımız bu duruma en iyi örnektir.
Son olarak, dükkânımızın sınırları içerisinde kendimizi gerçekleştirmemizi olanak sağlayacak yeteneklerimizin, becerilerimizin ya da üretim malzemelerimizin bir kısmı da bulunur. Bunların varlığını bilinçli olarak fark edebiliriz ya da yansımalarını günlük hayatımızda görebiliriz. Ruhsal olgunluğumuz el verdiği oranda bunları kullanırız, geliştiririz ve kendimizi gerçekleştirme yolunda ilerleriz. Ancak bazı kişiler bu tür malzemelere sahip olduklarının idrakinde olsalar bile bunları verimli bir şekilde kullanmakta sorun yaşarlar. Bu şekilde olmasının başlıca sebebi, yine ilerleyen bölümlerde detaylıca bahsedeceğim, benliklerin derinliklerinde hissettikleri “değersizlik” “yetersizlik” gibi bir takım olumsuz duygular ve bu duygulara bağlı olarak geliştirilen savunma mekanizmalarıdır. Öyle ki, insanlık tarihi, hissettiği derin değersizlik ve yetersizlik duygularından ötürü, gerçek potansiyelleri hayata aktaramadan göçüp giden kişilerle doludur.

Shakespeare’in, Hamlet adlı eserinde bahsettiği şey tam da bu olmalı:

"Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor yürekten gelenin doğal rengini ve nice büyük, yiğitçe atılışlar yollarını değiştirip bu yüzden, bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar."

DEPOMUZ
(Kişisel Bilinçdışı Alanımız)


"Bir BEN vardır bende benden içeri" Yunus Emre

Hiç sabah uyandığınızda gördüğünüz rüyaların akıl almaz senaryolarına şaşırdığınız oldu mu? Ya da günlük hayat içerisinde sebebini bilmeden sergilediğiniz davranışlarınız? Bildiğinizden emin olduğunuzu düşündüğünüz fakat bir anda unuttuğunuz şeyler ya da aklınıza durduk yere gelen ve yaşadığınız anla hiçbir alakasını kuramadığınız anılarınız…

Hepimiz hemen her gün bilinçli bir şekilde anlamlandıramadığımız bu tür durumlara maruz kalırız ve olanlara kendimizce bazı açıklamalar getirir ya da gizemine hayret ederek üzerinde çok da durmadan yaşayıp gideriz.
Şimdi bahsedeceğim alan, her insanda hatta her canlıda var olduğu iddia edilen kişisel bilinçdışı dediğimiz alanımız. Bu bilinçdışı olgusu gizemli bir o kadar da enteresan bir alandır, belki de ölüm olgusu ile beraber insanoğlunun karşılaştığı en büyük muammalardan biri de budur diyebilirim, öyle ki, yüzyıllardır filozoflar, düşünürler, din adamları, inanç öğretileri bu alanımıza dair bilgiler aktarmışlardır. Ben de kendi bilgilerim ve deneyimlerim ışığında bu gizemli alanımızı, Kapalıçarşı metaforundaki “kişisel depo” olan kısım olarak ele aldım.

Dükkânımızın bir lamba ile aydınlatılmış kesimlerine kişisel bilinç alanı demiştik, şimdi de aydınlığın bittiği yerde sınırları başlayan, aşağılara doğru inen bir merdivenin olduğunu hayal edelim, öyle bir merdiven ki; yavaş yavaş bir bilinmezliğe ve dehlizlerle dolu derin bir karanlığa doğru giden gizemli bir yapı…

Bahsedeceğim bu bilinçdışı alanımızla ilgili görüş ve teoriler çok çeşitli ve literatürde ciltler dolusu kitap yazılacak kadar zengin bilgiler bulunmaktadır. Her birini burada yer vermem mümkün olamaz, ancak ben kendi bilgilerim ve deneyimlerim doğrultusunda -olabildiğince herkesin anlayabileceği bir şekilde- bu alanın özelliklerinden bahsetmek istiyorum.

Bilinçdışı alanımızın sınırları

Kişisel hayatınızı göz önünde bulundurduğunuzda şimdiye kadar hatırladığınız anılar arasında en eskisi hangisidir? Net bir anı olması gerekmez; silik, bölük pörçük bir anısal kesit ya da resim olabilir. Ben, kendimi yaklaşık üç ya da üç buçuk yaşlarındayken, güneşli bir yaz günü, o dönemki evimizin önünde, mavi pusetli bir çocuk arabasında oturur bir şekilde hatırlıyorum. Sadece anlık bir görüntü, öncesi ya da hemen sonrasına dair bir akış yok. Bu benim -şu an için- bilinçli olarak hatırladığım ilk anısal kesitim.

Daha öncesini ya da sonrasını hatırlayabilen kişiler de mevcut olmakla beraber genelde insanların bilinçli olarak hatırlayacağı ilk anısal kesit hemen hemen iki-üç yaşlara denk gelir. Peki, bilinçdışımızda kayıtlı bilgilerle acaba ne kadar geriye gidebiliriz? İşte bu sorunun cevabı oldukça ilginç, çünkü hipnoz altında derin transa girebilen kişilerin –ki buna çok az kişi yatkındır- çok eski anılarını bir akış halinde tüm detaylarıyla hatırladığı vakalar mevcuttur. Tabi ki paylaşılan bilgilerin ne kadar doğru olup olmadığı tartışılır; ancak hipnozla yakından ilgilenen birçok uzman bu tür fenomenlerle karşılaşmıştır.

Bilinçdışımızın inanılmaz kapasitesine dair bir başka çarpıcı bilgi daha paylaşmak istiyorum: Şu an bulunduğunuz mekânda gözlerinizi kapatın ve etrafınızda ne kadar nesne olduğunu tahmin etmeye çalışın. Muhtemelen ortalama bir rakam çıkardınız ve gözlerinizi açtığınızda saymadığınız nesne ve ayrıntıların olduğunu fark ettiniz. İnanılması güç gelecek belki ama derin trans halindeki bir kişinin etrafında olan her nesneyi tek tek ve en ufak ayrıntısına kadar sayabileceğine, hatta renklerini ve şekillerini bile eksiksiz tarif edebileceğine dair teoriler bulunmaktadır.

Bilinçdışının bu kapasitesi günümüzde Kuantum fiziğinin de inceleme alanındadır zira yapılan bilimsel deneylerde bilincimizin saniyede iki bin bite ya da birimlik bilgi işlemlerken, bilinçdışımızın saniyede yaklaşık dört milyar birimlik bilgiyi işlediği fark edilmiştir. Yani biz farkında olmasak da, bilinçdışımız her saniyemizi en ufak ayrıntısına kadar kaydetmektedir. Bu bilgi, bahsettiğim kişisel depomuzun ne kadar büyük ve gizemli olduğu hakkında da bir fikir verebilir.

Bilinçdışının bu son derece karmaşık ve muhteşem yapısı tarih boyunca birçok kişi tarafından da fark edilmiş, bu sayede çeşitli yöntem ve tekniklerle kişileri ve toplulukları etkilemek ya da yönlendirmek mümkün olmuştur. Bu yönlendirme günümüz kapitalist sisteminde özellikle tüketimi artırmaya ve piyasadaki parayı belli merkezlerde toplamaya yönelik olarak da sıklıkla kullanılmaktadır. Örneğin, izlenilen bir filmin içerisine kişinin bilinçli olarak algılayamayacağı ancak bilinçdışının kaydettiği çeşitli ürünler yerleştirilmekte ve sonrasında o ürünü satın almaya ya da tüketmeye yönelik bir istek ortaya çıkmaktadır.

Bilinçdışı ve zaman-mekân farklılaşması

Bilinçdışımızın sınırları ve kapasitesinden sonra, onun çalışma prensibine de değinmek istiyorum. Hatırlanacağı gibi bilinç alanımız hakkında bilgiler aktarırken bu alanda dört boyutlu bir uzay ve evren algısı olduğundan bahsetmiştim. Bunlar: en, boy, derinlik ve dördüncü boyut olan zamandı. Bilinçdışı alanda ise bu boyutlar oldukça karmaşık ve tanımlaması güç bir hal almaktadır. Bilinçdışı alanda lineer bir zamana rastlayamadığımız durumlarla karşılaşabiliyoruz ya da üç boyutlu mekân algımızda değişiklikler olabiliyor.

Bu durumun en bariz ispatı ise rüyalarımızdaki zaman ve mekân kavramlarının farklılaşmalarıdır. Rüyalarımızda bugünkü algıladığımız zaman ve mekân anlayışından çoğunlukla farklı bir durum söz konusu olur. Örneğin, kendimizi bugünkü fiziksel görünüşümüzle on yıl önceki bir anımızda, konuyla tamamen alakasız bir mekân içerisinde görebiliriz; bir mekândan başka bir mekâna hemen geçiş yapabiliriz ya da yerçekiminin olmadığı bir boşlukta uçabiliriz. Aynı şekilde, geçmişte yaşanmış ve bizde derin iz bırakan olumsuz bir olayı rüyamızda görebilir ve sanki aynı duyguyu bugün de yaşıyormuş gibi korkarak yatağımızdan sıçrayabiliriz.

Farklılaşan bu zaman algısına rüya dışında da rastlayabiliriz. Geçmişte yaşadığımız ve bizde travma etkisi yaratan bir olayın duygusu, üzerinden çok uzun zaman geçmesine ve çoktan unuttuğumuzu zannetmemize rağmen tetikleyici herhangi bir sebepten ötürü sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi bizde aynı duyguları oluşturabilir. Bu durumu somut bir örnekle açıklayayım: Yıllar önce babasını kaybetmiş ancak onun yasını tutmayıp olayla ilgili duygularını bastıran bir kişi, uzak bir yakının cenazesine katıldığında babasının ölümü ile ilgili duyguları depreşip, öncesinde hiçbir şey yokken, bir anda kriz geçirip bayılabilir. Ya da büyük bir depremden sağ kurtulmuş bir kişi, kaldığı herhangi bir mekânda en ufak bir gürültü duyduğunda, deprem oluyor algısına kapılarak panikle dışarıya kaçmak isteyebilir.

Bu durum için duygusal bir travma olması da gerekmiyor. Örneğin herhangi bir yerde algıladığımız bir koku bile bir anda bizdeki çok eski anılarımızı çağrıştırabilir ya da bize, geçmişten birisini hatırlatabilir. Bu örnekler çoğaltılabilir ancak burada vurgulamak istediğim ana husus: kişisel bilinçdışı alanımızda deneyimlediğimiz zaman ve mekân kavramlarının, bilinçli olarak algıladıklarımızdan çokça farklılaştığı gerçeğidir.*

* Bu yazı, Ümit AKÇAKAYA'nın yayımlanmış "Uyanış" adlı kitabından alıntıdır.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"İnsanın Ruhsal Yapısı “kapalıçarşı Metaforu”" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Dr.Psk.Ümit AKÇAKAYA'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Dr.Psk.Ümit AKÇAKAYA'nın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Ümit AKÇAKAYA Fotoğraf
Dr.Psk.Ümit AKÇAKAYA
İzmir (Online hizmet de veriyor)
Doktor Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi140 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Dr.Psk.Ümit AKÇAKAYA'nın Yazıları
► İnsanın Ruhsal Gelişim Evreleri Psk.Mehmet Emin KIZGIN
► Şizoid Kişilik Yapısı Psk.Tuncay ÇALIKOĞLU
► Paranoid Kişilik Yapısı Dr.Psk.Fatih SÖNMEZ
► Beynin Yapısı ve İşleyişi Psk.Murat BİLİM
► İnsanın Dayanılmaz Kaygısı Psk.Gülderen KILIÇ
► Postmodern İnsanın Psikanalizi Psk.Dnş.Yusuf BAYALAN
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'İnsanın Ruhsal Yapısı “kapalıçarşı Metaforu”' başlığıyla benzeşen toplam 22 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Erich Fromm ve 'olmak' Mayıs 2020
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


12:48
Top