2007'den Bugüne 92,307 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,976 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Boşanmanın Ergenler ve Çocuklar Üzerindeki Etkileri
MAKALE #19046 © Yazan Uzm.Psk.Erkan KURT | Yayın Kasım 2017 | 6,710 Okuyucu
Biyolojik, sosyal, kültürel, fizyolojik ve psikolojik gelişim alanlarına sahip olan insanoğlunun gelişimine baktığımızda çevre ve kalıtımın etkilerinin olduğu görülür. Bütün bireylerin kalıtsal mirası ve çevreden etkilenme biçimleri farklılık göstermektedir. Çünkü bütün insanlar biriciktir ve yaşantıları, geçmişleri, sosyal çevreleri, aile yapıları, akrabalık ilişkileri, kişilik tipleri, sosyal normları farklılık gösterebilmektedir. Kişilik oluşumunda insanın ilk sosyal çevresi olan annenin ve ailenin etkisi büyük önem arz etmektedir. Bu etki çocuğun gelişim dönemine göre de farklılık göstermektedir. Çocukluk evresini takip eden ergenlik dönemine baktığımızda bireyin fizyolojik, psikolojik ve sosyal alanlarda değişim ve gelişim geçirdiği görülmektedir. (Enes Güney, 2016)

Bireyin gelişimi açısından birey, kendi içinde yaşadığı sosyokültürel ve ekonomik koşullar içinde gelişir, kişiliğini bu koşullar oluşturur. Çocuğun içinde doğduğu ailesi ve onlarla etkileşimi, ailenin birey sayısı, sosyal ve ekonomik durumu, çocuğun doğuş sırası ve kardeş sayısı, çocuğun doğduğu coğrafya ve sosyal çevre gibi etkenler ve bireyin içinde bulunduğu toplumun kültürü, onun biyolojik olarak kalıtımla getirdiği özelliklerini işler, biçimlendirir (Kırkıncıoğlu, 2003).

Diğer açıdan ele alındığında aile bireylerinin sosyodemografik özellikleri de ekonomik durumları kadar önemlidir; eşlerin eğitim durumları, yaşları, yetiştiği aile çevresi, büyüdüğü yer gibi özellikler aile içi iletişimde önemli rol oynar (Kırkıncıoğlu, 2003). Çocuğun içinde bulunduğu çevrenin sosyodemografik özellikleri, onun, bazı güçlü ya da zayıf yönlere sahip olmasında etken olacaktır. Ailenin sosyoekonomik koşulları, ailede birlikte yaşayan bireylerin ruh sağlığını etkilediği gibi çocuğun kişiliğini de etkiler. Arzularının doyum bulamaması, açlık ve soğuğa maruz kalması çocukta endişeye neden olur. Bu olumsuz yaşantılar çocuğun kişilik yapısında derin izler bırakabilir (Yavuzer, 1982; Onat, 2010).
Çocukluk çağlarından yetişkin bir birey olmaya geçiş hazırlıklarını içine alan bir gelişme evresi olan ergenlik döneminde, bireyin çevresinde ve iç dünyasında; fizyolojik, bilişsel, psikolojik ve sosyal boyutlarda değişimler gerçekleşmektedir. Bu anlamda ergenlik dönemi; gencin aile ve çevre desteğini hissetmeye en fazla ihtiyacı olduğu yaşam dönemi olarak nitelendirilmektedir. Bu süreçte genç, çevresi ve kendisiyle ilgili birçok veriye sahip olduğundan uyum sorunlarıyla karşılaşabilmektedir (Arslan, 2009).

Destekleyici bir yetişkine bağlanma, çocuğu, kötü davranışın etkilerinden kurtarmayı destekler. Sevildiğini ve ilgi gördüğünü hissetmek mağdur edilen çocuğa, zorluklar karşısında yardımcı olacak güç, iyimserlik ve maneviyat duygusunu verir. Ailede, komşuda ya da içinde bulunduğu toplumda güvenilir birinin bulunması iyileşmeyi, başa çıkmayı ve yılmazlığı teşvik eder (Thomlison, 1997; Onat, 2010).

Ünüvar’a göre (2012) Ergenlik döneminde; bireyler psikolojik, sosyolojik ve biyolojik anlamda pek çok değişimlerle yaşamaktadır. Ergenlik dönemi, her ergene özgü farklı deneyimler içerse de, genel olarak ergenlik dönemi yaşamın en değişken, en zor, çalkantılı dönemi olarak kabul edilir. Ergenlikte, yetişkin bir birey olma çabası içindeki ergenin, kimlik karmaşası, kimlik bunalımı ve uyum sorunları artar. Bu dönemdeki ergen bireylerin sağlıklı bir kimlik oluşturabilmesi için öncelikle; problemlerini çözebilmesi gerekir. Bu zorlu dönemde yaşanan olumsuz durumlara, karmaşa ve bunalımlara karşı, ergenin sahip olduğu özgüven, yüksek yılmazlık düzeyi ve içsel denetime sahip olma gibi özeliklerin, ergenin bu zorlu dönemi sağlıklı geçirmesine ve kimlik bütünlüğü oluşturacağına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Ergenlik kritik bir dönemdir. Bireyin bu dönemde gelecek yaşamını etkileyecek ve şekillendirecek inançlar, değerler ve alışkanlıklar geliştirmesi ve kendi değer yargılarını oluşturması beklenir. Ergen bireyler bu dönemde; fiziksel değişimlerine uyum ve kabul, kimlik oluşturma, ahlaki kuralları benimseme ve oluşturma, yaşamını sürdürebilmek için yeni beceriler kazanma, aileden ayrılık, içinde yaşadığı topluma katkı sunan bir birey olma, meslek seçimi ya da mesleki farkındalık ve arayışın artması, yaşamı üzerinde sorumluluk alma ve kontrolü elinde tutma, sosyal bir çevre oluşturma ve aidiyet oluşturma sorumluluklarıyla mücadele eder (Anderson & Olnhousen,1999; Ünüvar, 2012).

Köse’nin (2009) aktardığına göre Richaud de Minzi ve Sacchi (2004), ergenlerdeki yalnızlık duygusunun doğru değerlendirilebilmesi için, tek başına yalnızlık duygusunun kaynaklarının ele alınmasının yeterli olmayacağı, buna ek olarak ayrıca ergenlerin sosyal ilişki ağının en önemli öğeleri konumunda bulunan aileleriyle ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerinin de ergenlerin kendi açısından nasıl yorumlandığının betimlenmesinin gerekliliğini belirtmişlerdir.

Henderson ve Milstein (1996)’in belirttiğine göre toplumda uzun süreli yoksulluk çekmiş, ihmal ve istismara uğramış, şiddete maruz kalmış, anne babasından ya da bakımını üstlenen bir yetişkinden uzun süre ayrı kalmış, ciddi bir kaza geçirmiş, yakınlarının ölümüne tanık olmuş ya da okulda sürekli başarısızlık riski ile karşı karşıya gelmiş çocuklar vardır. Risk altındaki bu çocuklar arasında anti-sosyal davranışlar sergileyenlerin veya suç davranışlarında bulunanların oranları normal nüfusa oranla daha yüksektir. Ancak bu risk faktörlerine rağmen bu çocuklar arasında hiçbir antisosyal davranış sergilemeksizin, normal yaşamlarını sürdürebilenlerin sayılarının da azımsanamayacak kadar çok olduğu sosyal bilimcilerin dikkatini çekmiştir (Akt. Öğülmüş, 2001).

Ergenin depresif ruh hali ile ilgili olarak, ailede istikrar ve uyumun yokluğu ile birlikte zayıf ana baba iletişimi arasında doğrudan ilişki olduğunu gösteren kanıtlar vardır. Aynı zamanda, aile ve sosyal kaynakların, depresyonu azaltma, özgüveni yükseltme, özsaygıyı arttırma, başa çıkma davranışını şekillendirme ve genel yılmazlığa katkıda bulunma gibi çocuk ve genç insanlar üzerinde olumlu katkısı olduğunu gösteren kanıtlar bulunmaktadır (Mc Namara, 2000; Onat, 2010).

Özcan’ın (2005) aktardığına göre çocukların çoğu, anne babalarının boşanma süreçlerini stresli bir şekilde yaşamaktadır. Çocukların anne-babalarının boşanmalarına verdikleri tepkiler farklılık göstermektedir. Bazıları bu geçişle baş edecek becerileri geliştirirken, bazılarında ise gelişimsel gerilikler ve rahatsızlıklar görülebilmektedir. Bazı çocukların bu geçişlere erken yaşlarda uyum sağladıkları görülürken, aynı çocuklarda ergenlik dönemlerinde gerilikler görülebilmektedir. Bu geçişlerle ilgili uzun vadeli etkiler çocuğun gelişimsel dönemine, cinsiyetine, karakterine, ev ve aile çevresinin kalitesine, çocuk ve anne baba için var olan desteklere ve kaynaklara bağlı olarak değişmektedir (Hetherington, Stanley-Hagan ve Anderson, 1989).

Ergenlerin strese karşı cevaplarını etkileyen en önemli kaynaklardan birisi kuşkusuz aile ile olan ilişkinin kalitesidir. Çünkü ergenler sıklıkla potansiyel olarak stresli olaylara ailelerin yanında maruz kalırlar ve aile bu durumlarda çocuğunun başa çıkması konusunda yardımcı olmakla sorumludur, bu anlamda aile büyük rol oynar (Power,2004; Demirtaş, 2007).

Ergenlerin anne-babalarına ve arkadaşlarına bağlılıklarının, problem çözme becerisi algılarının ve öğrenilmiş güçlülük düzeylerinin, ergenin sosyal destek beklentisiyle olumlu yönde ilişkili olup olmadığını araştırmak, ergenin sosyal ilişkilere girme ve kendini tanıması yönünde özgüvenini geliştirmesinde katkı sağlayabilir. Bandura (1997), bireylere, aileden ve çevreden sağlanan sosyal destek ne kadar yüksek olursa, sosyal olaylara girmede yaşanılabilecek problem durumlarını çözmede o denli ısrarcı çaba sarf edebileceklerini ve böylelikle bireylerin daha başarılı olabileceklerini vurgulamıştır (Akt. Arslan, 2009).

Stresle baş etmede koruyucu, tampon olan bir diğer kavram da sosyal destektir, Sosyal destek kavramının yaşam olayları ve kriz durumlarında sağlığı koruyucu rolü bulunduğu bilinmektedir. Ergenlik dönemi de yaşam döngüsünün en zorlu dönemi olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle, özellikle bu dönemde sosyal desteğin çok daha önemli olduğu düşünülmektedir (Köse, 2009).
Olumsuz ve zorlu koşullarda yaşayan aileler ve çocuklara yardım hizmetlerine ayrılan bütçelerin yetersizliği ya da ilgili bütçelerin giderek azaltılması, olumsuz yaşam olaylarına karşı yılmazlığı arttıracak düşük maliyetli araştırma, geliştirme ve uygulama yöntemlerinin geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Risk altındaki çocuk ve ergenlerde yılmazlığı geliştirecek ya da artıracak bilgi, becerilerin kazanılması ve uygun yöntemlerin geliştirilmesi okullarda, toplumsal, kültürel ve sosyal alanlarda, ve aile hizmetleri alanlarında yürütülen önleyici ve koruyucu çalışmaların etkinliğini de arttıracaktır (Kumpfer, 1999; Gürgan, 2006).

Psikolojik danışmanlar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, eğitimciler ve sosyal bilimciler, risk altında bulunan çocuklarda gelecekte oluşabilecek olumsuz davranışları ya da yetersizlikleri ve incinebilirliklerini azaltma, zorlukların üstesinden gelme ya da sıyrılabilme becerilerini kazandırmak için gerekli önleyici programlar geliştirme, uygulama ve değerlendirme çabası içindedirler. (Gizir, 2004; Gürgan, 2006).

Evlilik
Yasal ve toplumsal kurallar doğrultusunda, kadın ve erkek arasında gerçekleştirilen sözleşmeye evlilik denir. Evlilik, insanlar tarafından geliştirilen kültürel bir olgudur. Bu nedenle, tarihsel yapı içinde yüzyıllardır kuşaktan kuşağa aktarılan ve ait olduğu kültüre göre şekillenen evlilik, gelenek, görenek ve törenler açısından oldukça zengindir. Evlenme kararı alan kadın ve erkek, yaşadıkları yerdeki evlendirme birimine gerekli resmi evrakları vererek yasal süreci başlatmış olurlar. Türk Medeni Kanunu‟na göre evlilik töreni; yasal olarak görevlendirilmiş evlendirme memuru tarafından, kanuni olarak yeterliliğe sahip iki tanık önünde ve açık olarak yapılmalıdır. Tanıklar önünde, tarafların evlenme isteklerini belirtmesiyle evlenme gerçekleşir. Evlilikte temel amaç; eşlerin birbirlerinin biyolojik, sosyal ve psikolojik gereksinimlerini karşılaması ve birlikteliklerinin uyum içinde sürdürülmesidir (Ünlü, 1993).

Evlilikte, eşlerin bazı sosyal ve psikolojik ihtiyaçları bulunmaktadır. Sosyal ihtiyaçlar; güvenlik isteği, korunma, dayanışma içinde olduğunu hissetme ve geleceğe birlikte güvenle bakabilme arzusu, birliktelik duygusunu yaşama ve birbirlerinden onur duyabilme, ortak amaçlar doğrultusunda bir arada olabilmek şeklinde tanımlanabilir. Psikolojik ihtiyaçlar ise; sevgi ve buna bağlı olarak evlilikte doyuma ulaşmak şeklinde tanımlanmaktadır (Güneş, 2007).

''Evliliğin nedenlerini üç ana grupta toplamak mümkündür. Bunlar; biyolojik nedenler, sosyal nedenler ve psikolojik nedenlerdir'' (Özgüven, 2000).

a. Evliliğin en önemli nedenlerinden biri olan biyolojik nedenlerde cinsel güdüyü doyurmak asıl amaçlardan biridir. Evliliğin temel işlevleri arasında cinsel doyum yer alır. Bireylerin cinsel istek ve beklentilerini karşılarken, bunu toplumsal kabul boyutunda yapması, evliliği hem kabul edilebilir hem de elde edilmek istenilen bir olgu haline getirmektedir.

b. Sosyal nedenlerde ise bireylerin kabul görme, uyum içinde olduğunu hissetme, güven duyma ve korunma ihtiyaçlarının ön planda olduğu görülmektedir. Bireyin yalnız olmadığını bilmesi, hayatı bir başkası ile birlikte paylaşması ve ortak bir amaca yönelmesi evliliğin sosyal nedenleri arasında yer almaktadır.

c. Psikolojik nedenlerin kapsamında ise bireylerin sevilme ve beğenilme arzusu değerlendirilmektedir. Eşler birbirleriyle olmak istediklerinde, acı - tatlı olaylarda yan yana ilerlediklerinde ve her iki taraf birbirini kendini ilişkiye adadığında psikolojik olarak doyuma ulaşılmakta ve kendilerini evlilik kurumu içinde daha iyi bir yerde görmektedirler (Özgüven, 2000).

Aile
Aile, aralarında soy ve kan bağı olan bireyler arasında kuşaklar boyu süren bir etkileşim ağıdır. Birey sosyal varlık olma özelliğini bu yakın insan ilişkileri içinde kazanır. Yoğun ve yakın insan ilişkileri ile oluşan en uzun süreli bir etkileşim ağı olması nedeniyle aile, toplumun en temel kurumlarından biridir. İnsanın varlığını korunma, beslenme, barınma, üreme, güven ve sevgi gibi temel içgüdüsel ihtiyaçlarını bireyin hayatı ile sınırlandırmadan kuşaklar boyu karşılaması ve bu ihtiyaçlara ilişkin anlam kodları/değerler ve davranış normlarının kuşaktan kuşağa akratılması ailenin kurumsallaşmış olması anlamına gelmektedir. Aile, birey ve toplum için vazgeçilmez bir köprüdür. (TBMM, 2016)

Aile, farklı sosyo-kültürel çevrelerden gelen ve farklı kişiliklere sahip iki insanın evlilik yoluyla oluşturdukları bir birliktir. Bu nedenle, evlilik her iki eş için de yeni bir durum anlamına gelmektedir. Evlilik sürecinin başlangıcı, eşler için farklı bir yaşam biçimi ve yeni bir uyum süreci anlamına gelmektedir. Eşlerin evliliğe uyumunu etkileyen en önemli durumlardan birisi de, birbirlerinin tanımaları, uzlaşabilmeleri ve gereksinimlerini gerektiği ölçüde karşılayabilmeleridir. Bu nedenler, evlilik sürecinin başlangıcı aşamasında eşler arasındaki iletişim becerileri, evliliklerinin devamlılığı açısından önemlidir ( Ünlü, 1993).

Ailelerin bazı temel fonksiyonları arasında insan neslinin devamı, çocuğun yetişmesi, aile üyelerinin bakımı, sevgi, gelişme ve disiplini sağlamak ve destekleyici bir çevre temin etmek sayılabilir. Gelişme aşamasına, yerel koşullara, kültür ve ailenin yapısına dayalı olan diğer fonksiyon ve ilişkiler ise giderek ailenin kendi dışındaki ilişkilerle olan etkileşimiyle gerçekleşmektedir. Bunlar üretim faaliyetleri, ev işleri, sosyal ve kültürel normları beklentileri öğrenme; eğitim, sağlık ve beslenme ile diğer sosyal faaliyetlerdir. Bunların yanı sıra, değerlerin yeni kuşaklara aktarılması, korunması ve değişmesi, iletişim ve problem çözme gibi faaliyetleri de içerir (Nazlı, 2001).

Aile, hem insan için hem de toplum için vazgeçilemez bir öneme sahiptir. Aile, bireyin sosyal varlık olmasını sağlayan temel kurum ve etkileşim ağıdır. Canlı varlıklar içinde bakımı en zor ve uzun olan yavru, insan yavrusudur. Birey dünyaya geldiğinden itibaren hayatının her safhasında; varlığını koruyarak hayatta kalma, üreyerek soyunu devam ettirme gibi güdüsel ihtiyaçlarının; barınma ve beslenme gibi fizyolojik ihtiyaçları kadar sevgi, şefkat ve güven gibi temel psikolojik ihtiyaçlarının ve sosyalleşme ihtiyacının karşılanması için uzun süreli yakın insan ilişkilerine muhtaçtır. İnsanın sadece canlı bir varlık olarak fizyolojik ihtiyaçları değil, sosyal varlık olarak da sahip olduğu temel psikolojik ve sosyal ihtiyaçları, ancak aile içinde karşılanabilmektedir. Bu etkileşim, aralarında kan, soy veya hısımlık bağı bulunan insanlar arasında gerçekleşir. Aileyi anlamlı kılan niteliği; sevgi, şefkat, güven, paylaşma, dayanışma kaynağı olmasıdır. Bu ihtiyaçlar aile içinde, aile değerlerine göre kendiliğinden işleyen hak sorumluluk dengesi ile karşılanır ve bu denge ödül-yaptırım mekanizması ile sürdürülür. Aksi takdirde aile bireyleri için şu veya bu nicelikte ve nitelikte yıpratıcı, hatta yıkıcı olabilen aile problemlerinden söz ediliyor demektir. (TBMM, 2016).

Özellikle günümüzde birçok farklı aile yaşam tarzı ortaya çıkmış olup her biri saygıdeğer ve sağlıklı yaşam tarzları olduklarının kabul edilmesi yönünde mücadele göstermektedir.

Çekirdek Aile
Anne baba ve çocuklardan oluşan birimdir. Geleneksel olarak çekirdek aile çocukların sosyalleşmesi ve kültürün aktarılıp korunmasında kilit bir etmen olarak görülmüştür. Bu tip aile aynı zamanda cinsel ilişkilere ilişkin ambargo ve sınırlamanın da yürütülmesinde en önemli toplumsal birim olmuştur.

Tek Ebeveynli Aile
Bu tip aile biyolojik veya evlat edinilmiş çocuk / çocukların sorumluluğunu tek başına üstlenmiş bir ebeveynin bulunduğu ailedir.

Tekrar Evlilikle Oluşan Aile
En az bir partnerin daha önce evlenmiş olduğu ve en az bir eşin çocuğunun olduğu yeniden evlenmeyle oluşmuş aile tipidir. Diğer sıklıkla sözü edilen aile çeşitleri bunların farklı varyasyonlarından ibarettir.

Çocuksuz Aileler
Çocuk sahibi olmamak için devamlı bir şekilde çaba harcayan yâda yaşları veya tıbbi durumları ( kısırlık gibi) gereği çocuk sahibi olamayan aileleri ifade eder. Bu çiftler önemli bir sayıdadırlar. Çocuksuz çiftlerin kendilerine özgü olanakları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Yaşamlarında daha az stres kendilerine harcayabilecekleri daha çok paraları ve topluma hizmet de dâhil birçok alanda etkinlikte bulunmaya daha çok zamanları vardı. Ama öte yandan bu insanların yüz yüze kaldıkları baskılar ve damgalanma riskleri de vardır. Bu ailelerin bir kısmı hiç sahip olamadıkları çocuğun yasını çekebilir ve ya çocuk sahibi olmama kararlarından ötürü tereddütler yaşayabilirler.

Yaşlı Aile
Eşlerin 65 ya da üzeri yaşta oldukları ailelerdir. Bu ailelerde sağlık, emekliliğe geçiş, dul kalma, cinsel işlev bozuklukları, yetişkin çocuklarla uğraşma, torunlarla uğraşma, başkalarının tecrübeleriyle rehberlik etme gibi özellikleriyle öne çıkan uzun soluklu evlilikler söz konusudur. Bu aileler yetişkin çocukların evden ayrılması ve torunların bakımı üstlenmek gibi etkinliklerde bulunabilmektedir.

Çok Kuşaklı Geniş Aile
Bu gruba giren aileler çocuklar, ebeveynler, büyük baba ve büyük annelerin yer aldığı ailelerdir. Araştırmalar evde bir büyükanne ve büyükbabanın bulunduğu ailelerde büyük anne babanın ergenin yaşamıyla ilgili olmasına ve yaşamına katılmasına daha az sayıda duygusal sorun ve kurallara uygun davranışla ilişkili bulmuştur. Büyük anne babanın ergenlerin yaşamına katılımı özellikle tek ebeveyn veya üvey ebeveynle büyüyen gençlerde her iki ebeveynle yaşayan ergenlere kıyasla daha az sayıda uyum sorunu yaşamak arasında daha güçlü bir ilişki vardır. (TBMM, 2016).

Ergenlik
Bireyin biyolojik, psikolojik ve sosyolojik anlamda birçok değişiklikle karşılaştığı bir dönemdir. Bu dönem, her bireyde farklı yaşantılar içerse de, genel anlamda yaşamın en zor, en değişken, çalkantılı dönemi olarak kabul edilir. Bu dönemde, yetişkin olma çabası içindeki gencin, benlik karmaşası ve uyum problemleri artar. Ergenlerin sağlıklı bir kimlik geliştirebilmesi için her şeyden önce; karşılaştığı problemleri çözebilmesi gerekir. Bu zorlu dönemdeki olumsuzluklara karşı, yüksek özgüven, yılmazlık ve içsel denetime sahip olma gibi özeliklerin, ergenin zorlu dönemi sağlıklı geçirmesine yardım edeceği düşünülmektedir (Ünüvar, 2012).

Ergenlik dönemi sıkıntılı bir süreçtir. Ergenlik; kendini değerli hissetme, bir sosyal ortamın parçası olma, karşı cinse yönelmiş cinsel ilgi, yeni şeyler deneme, risk alma, fark edilme ve takdir edilme gibi ihtiyaçların yoğun yaşandığı bir dönemdir ve yanlış arkadaş seçimleri kişileri olumsuz etkileyebilmektedir. Aileden doğal olarak uzaklaşmanın yanında boşanma olayı ile beklediği desteği alamayan ergenin birçok risk ile karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Akdoğan, D.S., (2012)

Ergenlik dönemi, bireyin, küçüklüğünden beri en fazla ilişkide olduğu aileden, arkadaşlara ve çevreye daha fazla açıldığı bir dönemdir. Bu dönemde pek çok yönden hızlı değişimler ve kimlik oluşturma çabaları yaşanmaktadır. Birey bir yandan daha özgür olduğunu ve büyüdüğünü kanıtlamaya çalışırken, bir yandan da çevresinde sürekli destek bulmak istemektedir. Bu desteği sağlayabileceği en temel unsurlar aile, arkadaşlar ve öğretmenlerdir (Dülger, 2009).

Sullivan gelişim kuramında erken çocukluk deneyimlerinin ve ergenlik yıllarının önemini belirtmiştir. Sullivan, gelişim evrelerinin büyük oranda toplumsal durumlarla belirlendiğini, çocukların bir evreyi belli bir şekilde atlatmasının hem o evrenin biyolojik özellikleri ile hem de o yaşta içinde bulundukları koşullar ile belirlendiğini savunmuştur. Sullivan’ın gelişim kuramının yedi evreden üçünü oluşturan ergenlik dönemi ve özellikleri şu şekildedir:

Ön Ergenlik Evresi (9-12 yaş)
Bu evrede kişi, aynı cinsiyetteki akranlarıyla yakın ilişkiler kurmak için güçlü bir gereksinim hisseder. Özellikle geniş arkadaş grupları içinde kendi aralarında gruplaşmış “çift” şeklindeki özel arkadaşların, karşıdaki insanların gereksinimlerine karşı duyarlı olmayı öğrenme, kendini kabul edilmiş ve sevilmiş hissetme gibi önemli psikolojik işlevleri vardır. Bu evrede yakın arkadaşlık kuramayan insanlar, daha sonra da yakın ilişkiler kurmakta zorlanabilir.

Erken Ergenlik Evresi (13-17 yaş)

Fiziksel değişimlerin yanı sıra cinsel çekicilik olgusunu keşfederek karşı cinsiyetten biri ile yakın ilişki kurma gereksinimi yoğundur. Pek çok ergenin bu evrede kendilerine duydukları güven sarsılır. Öz güven ve kişinin kendine verdiği değer çoğu zaman cinsel çekicilik ve başarı ile ölçülmeye başlar. Bu konularda geride kaldığını düşünen ergenlerin öz güvenleri sarsılabilir.

Geç Ergenlik Evresi (18 Yaş ve 20’li yaşların başı)
''Uzun süreli ilişki kurma isteği, maddi ve mesleki konulara ilgi artmaktadır'' (Burger, 2006: 180-181).

Erik Erikson’a göre ergenlik döneminin en önemli sorunu, kimlik arayışıdır. Dengeli bir kimliğin sağlanması, bireyin “kendisinde süreklilik ve bütünlük yeteneğine” ve tutarlı düzenleme yapabilmesine ya da tutarlı yaşam biçimleri geliştirebilmesine” bağlıdır. Erikson, geleneksel psikanalistler gibi, toplumsal ve kültürel etkenleri görmezlikten gelip yalnızca içsel gerçeklere yaslanmıyor. Onun öğretisi “ergenin kimliğinin oluşmasında çevresiyle olan iş birliğine bakılır” varsayımına dayanıyor (Yavuzer, 2001).

Ergenlik döneminde yaşanan karmaşa ve sorunlarla ilgili olarak, ergen yaşamakta olduğu dönemde gelişmiş ya da gelişmekte olan beden yapısı sorumlulukları ve erişkin bir insan olma yolunda ilerlemesi gibi psikolojik ve sosyal içerikli sorunları değerlendirmeye başlamıştır. Bu sorunlar içerisinde kimlik kargaşası yaşar. Kimlik krizi her gencin yaşadığı doğal bir süreçtir. Bu süreç sayesinde ergen kendi kimliğini bulur. Yeni değerler geliştirir, yeni bağlantılar kurar ve yeni kararlar alır. Bu sürecin tamamlanmadığı durumlarda ergen rol karışıklığı içine girer. Rol karışıklığı içinde olan ergen psikososyal gelişimin doğal yaşantısı olan çatışmaları, arayışları çözümleyememiştir. Çözümlenememiş olan kimlik krizi sonucunda ergenlerde olası durumlar (Aydın, 2005):

Ben ile kimlik arasında karmaşa
Aşırı gelişmiş benlik imajı
Belirtilerde aşırı kayma ve değişiklik
Geçmiş ile şimdi arasındaki devamlılığın zayıflaması
Yüksek düzeyde kaygı
Kendi özelliklerinden yeterince emin olmama.

Ergenlik fark edilir değişikliklerle karakterize edilen; hayat boyu sürecek kavrayışların, inançların, değerlerin ve alışkanlıkların gelişimi için kritik bir dönemdir. Ergen; bir kimlik oluşturmanın, değişen fiziksel değişiklikleri kabul etmenin, sağlıklı bir hayat tarzı için beceriler kazanmanın, aileden ayrılmanın, ahlaki kurallar ve değerler oluşturmanın, topluma katkıda bulunan bir fert olmanın ve bir meslek seçmenin gelişimsel sorumluluklarıyla mücadele eder (Anderson&Olnhousen,1999; Ünüvar, 2012).

Şencan’ın (2009) aktardığına göre Ergenlik döneminde bireylerin başarması gereken gelişim ödevleri, gerçekleştirmek istedikleri idealleri vardır. Ergenlerin, fırtınalı ve benlik karmaşalarının sıkça yaşandığı bu dönemi sosyal destek kaynaklarını kullanarak daha uyumlu ve sağlıklı geçirebilecekleri ve bireylerin yaşam dönemleri içinde en fazla ergenlik döneminde sosyal desteğe ihtiyaç duydukları ifade edilebilir (Akın ve Ceyhan, 2005. Destekleyici bir yetişkine bağlanma, çocuğu, kötü davranışın etkilerinden kurtarmayı destekler. Sevildiğini ve ilgi gördüğünü hissetmek mağdur edilen çocuğa, zorluklar karşısında yardımcı olacak güç, iyimserlik ve maneviyat duygusunu verir. Ailede, komşuda ya da içinde bulunduğu toplumda güvenilir birinin bulunması iyileşmeyi, başa çıkmayı ve yılmazlığı teşvik eder (Thomlison, 1997; Onat, 2010).

Çevresel şartlar çocuğun çekirdek ailesine ve kişiliğine dıştan gelen, dışsal olan olayları, akrabalar, bakıcılar, arkadaşlar, akranlar, öğretmenler, komşular ve diğer kişilerle olan ilişkileri içerir. Bu ilişkiler; okul deneyimleri, müfredat dışı aktiviteleri, sosyal baskılar ve profesyonel müdahaleler gibi ev dışında meydana gelen olayları kapsar. Çevresel şartların etkileri, birlikte uyum içinde çalışabildiği gibi tek tek yılmazlığı desteklemek ya da engellemek için de çalışabilir (Brown ve Rhodes, 1991; Onat, 2010). Onat’ ın (2010) bir başka aktarımına göre ergenin depresif ruh hali, ailede istikrar ve uyumun yokluğu ile birlikte zayıf ana baba iletişimi arasında doğrudan ilişki olduğunu gösteren kanıtlar vardır. Aynı zamanda, aile ve sosyal kaynakların, depresyonu azaltma, özgüveni yükseltme, özsaygıyı arttırma, başa çıkma davranışını şekillendirme ve genel yılmazlığa katkıda bulunma gibi çocuk ve genç insanlar üzerinde olumlu katkısı olduğunu gösteren kanıtlar bulunmaktadır (Mc Namara, 2000).

Boşanma
Evlenme kadar boşanma olgusu da insanların ihtiyaçları doğrultusunda oluşmuştur. Yasal olarak birleşip sonra geçinemeyen kişilerin de çatışmalı ve yıpratıcı olan bu durumu sürdürmelerinin anlamı yoktur. Hukuksal bir kavram olarak ele alındığında boşanma, basit anlamda evlilik sözleşmesinin sona ermesidir. Ancak ruhsal açıdan değerlendirildiğinde aile birliğinin bozulması, ailenin bölünmesine ya da bütünüyle dağılmasına yol açan ve bütün aile üyelerini hatta yakın çevredeki kişileri dahi sarsabilen karmaşık bir olgudur. Boşanma yalnız bireyleri değil, toplum düzenini ilgilendirir. Çünkü günümüzde toplumun temeli ailedir. Aile kurumu her şeyden önce sosyal, ahlaksal bir kurumdur. Ailenin işleyiş düzeni, hukuk, ahlak ve geleneklerle kurulur ve sağlanır. Ailenin temel üyeleri olan eşlerin öncelikle birbirlerine karşı ve sahip oldukları çocuklara karşı bazı yükümlülükleri vardır. Eşler arasındaki ve çocuklara karşı olan bu görevlerin ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi çocukların gelişiminde ve sağlıklı bireyler olabilmelerinde çok önemli bir yer tutar (Velidedeoğlu 1976; Gümüşel, 2009).

Endüstrinin gelişmesi ile başlayan sosyo-ekonomik ve demografik değişiklikler aile yapısını da etkilemiştir. Bu etkiler; bir arada yaşayan geniş ailelerin çözülerek; anne baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan çekirdek ailelerin oluşmasına neden olmuştur. Dahası, bu değişim, kadının sosyal ve ekonomik hayatta yer almasına, ilk evlilik yaşında yükselmeye, doğum oranlarında azalmaya, boşanmaya ve yaşlı popülasyonda artışa neden olmuştur (Ekşi, 2005: 68).

Geniş ailenin egemen olduğu feodal dönemde evlilik esnek olmayan kurallara bağlıdır. Boşanma dini ve örfi kuralların baskısıyla tabu olarak görülmüştür. Sanayi devrimiyle yaşanan modernleşmeyle evlilik katı kurallardan kurtulmuş, evlenilecek kişinin seçiminde bireysel tercih ön plana çıkmış ve evlilikten beklentiler yükselmiştir. Beklentilerin karşılanmadığı noktada ise boşanma, artan oranları sonucunda daha fazla kişiyi ve çocuğu etkilemesiyle evrensel sorun haline gelmektedir (Aydın ve Baran, 2010: 118).

Boşanmaların artması ile aile yapıları ve ilişkilerde kültürel ve sosyal anlamda bazı değişimler olduğu söylenebilir. Aile yapılarındaki farklılaşma “aile” kavramına yeni görevler yüklemiştir. Kadının çalışma hayatına daha fazla katılması, kendini geliştirme konusunda daha aktif olması onu daha fazla sosyalleştirmeye başlamıştır. Eşlerinin kendi ile birçok konuda eşit haklara sahip olması erkeğin aile içindeki yerini de farklılaştırmaktadır. Sağlıklı ailelerde bu tarz konular sorun olmazken, sağlıksız aileler kendi içlerinde ve topluma karşı fonksiyonlarını yerine getirmekte zorlanmakta ve durum boşanmaya kadar gidebilmektedir. Akdoğan, D.S. (2012).

Boşanma; ''kişilikleri, değerleri, alışkanlıkları ve tepkileri ile birbirine uyum sağlayamayan, bir arada iken kişilerin sosyal ve mesleki sorunlar yaşadığı, vücutsal ve ruhsal yakınmalar geliştirebildiği, kişilerin ayrı ayrı daha sağlıklı olduğu sosyal bir gerçekliktir'' (Öztürk, 2006).

Seval U.A.'nın (2013) Bohannan’dan (1970) aktardığına göre boşanma karmaşık bir sosyal olgu olduğu kadar, kişi için de karmaşık bir tecrübedir ve altı durumdan oluşmaktadır. Boşanmanın karmaşıklığı, söz konusu altı durumun aynı anda olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu durumlar:

Duygusal Boşanma
Evliliğin çözülme sürecidir. Eşler beraberliklerini devam ettirebilirler ama birbirine karşı güven ve çekicilikte azalma oluşur.


Hukuki Boşanma
Hukuk önünde evlilik sözleşmesinin sona erdirilmesidir.

Ekonomik Boşanma
Evlilik aynı zamanda ekonomik bir birlikteliktir. Hukuki boşanma ile birlikte ekonomik olarak da bir anlaşmanın sağlanması ve ailenin mallarının ayrılması gerekmektedir.

Anne-Baba Olarak Boşanma
Eşler birbirlerinden boşanmakta ancak çocuklarından boşanmamaktadırlar ve anne baba rolleri devam etmektedir.

Toplumsal Boşanma
Toplumun boşanmayı nasıl değerlendirdiğini içerir. Boşanmış kişiler, az veya çok toplumsal çevreleri değiştiği için acı çekerler. Boşanmayla birlikte genelde toplumsal çevre de değişir.

Ruhsal Boşanma
En son ve en zor yaşanan evredir. Fakat şahsi olarak en yapıcı olanı da olabilir. Ruhsal boşanma kişinin tekrar bağımsız bir birey olmasını ve bir başkasına bağımlı olmadan yaşamayı öğrenmesini gerektirir

Seval U.A.'nın (2013) Wiseman’dan (1975) aktardığına göre boşanma bir yas sürecidir. Bu süreç, birbirine geçmiş beş basamak altında incelenebilir:

İnkar
Eşler ciddi sorun ve zorlukları kabul ederler ancak mantıklı gerekçelerle boşanmayı gündeme getirmekten kaçınırlar.

Kayıp ve Depresyon
Eşler, artık sorunları birlikte aşamayacaklarını ve beraberliklerinin bir problem olduğunu anlamaya başlarlar.

Öfke ve İkili Duygular
Boşanma bir gerçeklik olarak kendini göstermeye başladığında, depresyondan öfke aşamasına geçiş yaşanır.

Yeni Bir Yaşam Tarzı ve Kimliğe Uyum Sağlama
Eşler yeni hayatlarına daha fazla zaman ayırmaya ve geleceklerini planlamaya başlarlar.

Kabul ve Yeni Hayata Uyum Sağlama
Kişi cinsel, sosyal ve mesleki olarak yeni hayatında yeterli hale geldikçe, boşanma olayını da kabul etmeye başlar. Stres ve depresyon azalmaya, sosyal ilişkiler gelişmeye başlar. Çevresinden kabul gördükçe kendisine olan güveni ve saygısı artmaya başlar. Önceki eşe olan kızgınlık azalır.

BOŞANMANIN ERGENLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNE İLİŞKİN ARAŞTIRMALAR

Ergenler, boşanmayı çok boyutlu olarak algılamakta ve değişik tepkiler verebilmektedirler. Kimi ergen boşanmanın yasını tutarken kimisi duygusal desteğe ihtiyaç duymakta, kimisi bağlılık çatışması yaşamakta, kimisi ailenin sorumluluğunu almaktadır (Keskin, 2007).

Kız ve erkek ergenler boşanma sürecinin farklı evrelerinde etkilenmektedir. Erkek ergenler, boşanmadan sonra, kız ergenler boşanmadan önceki dönemde olumsuz tepkiler göstermekte ve tepkilerini boşanma sonrasında da devam ettirmektedirler (Dohert ve Needle, 1991). Boşanmış ailelerden gelen ergenler bireyselleşme sürecine erken başlamaktadır (Steinberg, 2007: 338). Duygu durumundaki değişim, depresyon ve kaygı düzeyindeki artma intihar girişimine yol açabilmektedir. Uzun vadede evlilik ve yakın ilişkilerle ilgili tutumunu olumsuz etkileyebilmektedir. Akademik başarısı düşmekte, motivasyonu azalmakta, devamsızlık yapabilmekte ve arkadaşlık ilişkileri bozulmaktadır (Kuyucu, 2007: 2).

Seval U.A.'nın, (2013) Meriç'den (2007) aktardığına göre, boşanmış ailelerdeki ergenlerin geç sosyalleştikleri, öfke, itaatsizlik, kurallara karşı gelme gibi tepkiler geliştirdikleri, depresyon, endişe, okula uyum sağlamada güçlük, akademik başarıda düşme, güvensizlik, gelecek kaygısı, çekingenlik, suçluluk, benlik algısında zayıflama, özgüven eksikliği gibi sorunlar yaşayabildikleri bilinmektedir

Amato ve Booth (2001) boşanma öncesi yaşanan evlilik çatışmaları ve boşanmanın çocuklar üzerinde yaratabildiği etkileri boylamsal bir çalışma ile araştırmıştır. Araştırma sonucunda az sorunlu evliliklerin sona ermesinin çocukların hayatları üzerinde olumsuz etkiler yarattığı, şiddetli geçimsizlik yaşanan evliliklerin sona ermesinin ise çocuklar açısından yararlı olduğu bulunmuştur.

Dohert ve Needle (1991) tarafından anne babası boşanmış ergenler üzerinde uzun dönemli boylamsal bir araştırma yapılmıştır. Araştırma sonucunda kız ve erkek çocukların boşanma sürecinin farklı evrelerinde etkilediği, erkek çocukların, boşanmadan sonraki dönemde kız çocukların ise boşanma öncesindeki dönemde olumsuz tepkiler gösterdikleri ve bu tepkilerin boşanma sonrasında da devam ettiği bulunmuştur.

Maier ve Lachman (2000) tarafından yapılan araştırmada 17 yaşından önce aile içi boşanma ya da aile kaybı yaşamış yetişkinlerin orta yaş dönemindeki fiziksel ve ruhsal sağlıklarına etkisi incelenmiştir. Araştırma sonucunda boşanmış aileden gelen erkeklerin daha az pozitif ilişki, düşük benlik kabul ve yüksek depresyon; aile kaybı ise erkeklerde daha yüksek otonomi, kadınlarda ise yüksek depresyon düzeyi ile sonuçlanmıştır.

Amato ve Rivera (1999) ''994 boşanmış babanın katıldığı bir çalışmada, babanın olumlu ilgisinin çocuklarda daha az davranış sorunlarına yol açıp açmadığını araştırmışlardır. Elde edilen veriler, tutarlı anne-baba ilgisinin çocukların davranış problemlerini azalttığını göstermiştir''.

Malone ve arkadaşları (2004) cinsiyet ve yaşa bağlı olarak boşanmanın çocuklar üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Araştırma sonucunda boşanmış aileden gelen çocukların boşanmamış aileden gelenlere göre daha fazla uyum problemi yaşadıkları görülmüştür. Cinsiyete göre kızlarda uyum problemlerinde yaşa göre farklılık görülmemiştir.

Reifman ve arkadaşları (2001) 90’lı yıllarda yapılan çalışmayı kapsayan meta analiz çalışmasında; okul başarısı, davranış, sosyal ve psikolojik uyum, benlik saygısı, anne-baba-çocuk ilişkisi gibi alanları incelemiştir. Araştırma sonucunda boşanma olayını yaşayan bir çocuğun okul başarısı, davranış, psikolojik uyum, benlik saygısı ve sosyal uyumunda olumsuzluklar olduğu belirlenmiştir.

Mc Intyre ve arkadaşları (2003) ebeveynleri boşanmış 105 ve 92 boşanmamış aileden gelen yüksekokul öğrencisi ile uyum problemlerine ilişkin sağlamlıkları ve sıkıntılı durumlara karşı incinebilirlikleri üzerinde çalışmışlardır. Stres ve uyum problemleri üzerinde sosyal sorumluluk, başkalarına yönelme ve boşanmasının etkisi incelenmiştir. Araştırma sonucunda boşanma, sosyal sorumluluk ve başkalarına yönelmenin, uyum problemleri ve stres ile anlamlı olarak ilişkili olduğu; ebeveyn boşanmasının yüksek düzeyde sorumluluk ve düşük düzeyde başkalarına yönelme ile ilişkili olduğu; boşanmış ailelerden gelen öğrencilerinin boşanmamış ailelerden gelen öğrencilerine göre daha fazla sosyal sorumluluğa, daha az başkalarına yönelmeye sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

Özcan (2005) anne babası boşanmış ve birlikte olan lise öğrencilerin yılmazlık özellikleri ve koruyucu faktörler açısından karşılaştırmıştır. Araştırmaya 70’i anne babası boşanmış, 82’si birlikte, toplam 152 öğrenci katılmıştır. Bulgulara göre anne babası birlikte olan öğrencilerinin sahip olduğu yılmazlık özellikleri ve koruyucu faktörler boşanmış olanlara göre daha yüksektir. Anne-babası birlikte olan lise öğrencilerinin sahip olduğu toplumdaki koruyucu ilişkiler ve yüksek beklentiler; ailedeki koruyucu ilişkiler, yüksek beklentiler ve anlamlı katılımlar için olanaklar; amaçlar ve özlemler; problem çözme düzeyleri anne-babası boşanmış olanlara göre daha yüksektir. Okuldaki koruyucu ilişkiler ve yüksek beklentiler; arkadaş grubundaki koruyucu ilişkiler; öz-yetkinlik ve öz-farkındalık; empati ise öğrencilerin ailelerinin birliktelik boşanmışlık durumuna göre anlamlı düzeyde farklılık göstermemektedir.

Fiyakalı (2008) anne babası boşanmış ve boşanmamış lise öğrencilerinin sürekli öfke düzeyleri ve öfke ifade tarzlarını bazı değişkenler açısından karşılaştırmıştır. Araştırma 453 boşanmış, 383 boşanmamış aileden gelen 816 lise öğrencisi ile yapılmıştır. Bulgulara göre, anne babası boşanmış ve boşanmamış öğrencilerin sürekli öfke ve öfke ifade tarzları arasında cinsiyete, sınıf ve anne baba eğitim düzeyine göre anlamlı fark olmadığı, anne baba tutumlarına göre anlamlı farkın olduğu görülmüştür. Boşanma durumu ve anne tutum düzeyi ortak etkisinin sürekli öfke ve öfke kontrol tarzlarında; boşanma durumu ve baba tutum düzeyi ortak etkisinin ise, sürekli öfke, öfke dışta ve öfke kontrol tarzlarında boşanmamış aile çocuklarının lehine anlamlı fark yarattığı görülmüştür.

Kuyucu (2007) boşanmış ailede yetişen ergenlerin bilişsel çarpıtmalarıyla benlik değeri arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Örneklem anne babası boşanmış 155 öğrenciden oluşmaktadır. Boşanmış ailede yetişen ergenlerin benlik saygıları yükseldikçe, bilişsel çarpıtmalar azalmakta; eleştiriye duyarlılık, depresif duygulanım, hayalperestlik artmasıyla, bilişsel çarpıtmaları artmaktadır. Başarı, saygı gösterilmesi, fikrinin alınması, aileyle birlikte karar alma, üvey kardeşin olması, anne babanın tekrar bir araya gelmesini isteme, boşanma nedeniyle kendisini öfkeli ve suçlu hissetmesi ile benlik değeri ve bilişsel çarpıtmaları arasında anlamlı farklılık belirlenmiştir. Anne babasının tekrar bir araya gelmesini isteyenlerin kendilik kavramı sürekliliği daha yüksek; eleştiriye duyarlılık, psikosomatik belirtileri daha düşüktür. Boşanma nedeniyle kendilerini öfkeli, suçlu hissedenlerin, hissetmeyenlere göre, benlik değeri, kendilik kavramı daha yüksek; depresif duygulanım daha düşüktür.

Dalkılıç (2006) ergenlerin problem çözme ve iletişim becerilerini cinsiyet, yaş, boşanmış/boşanmamış aile yapısı gibi değişkenlere göre incelemiştir. Örneklem 848 lise öğrencisinden oluşmaktadır. Anne babanın bir arada yaşadığı ailelerden gelen ergenlerin, anne babanın boşandığı ya da boşanmış ailelerden gelenlere oranla, anne babayla ilişkilerinde daha az anlaşmazlık ve çatışma yaşadıkları sonucuna ulaşılmıştır.

Pirinççi (2009) mükemmeliyetçilik ve kaygı düzeylerini cinsiyet, sınıf, aile yapısı ve akademik başarı açısından incelemiştir. Örneklem 596 lise öğrencisinden oluşmuştur. Bulgulara göre, anne babası birlikte olanların kendine yönelik mükemmeliyetçilik algıları, boşanmışlardan daha yüksektir. Anne babası boşanmış olanların durumluk kaygı düzeyleri, birlikte olanlardan daha yüksektir. Anne babanın boşanmış olması sürekli kaygı düzeylerinde anlamlı farklılaşmaya sebep olmamaktadır.

Şentürk (2006) boşanmış aile çocuk ilişkisinin sebep olduğu problemleri incelemiştir. Araştırma 280 boşanmış, 280 boşanmamış aileye sahip toplam 560 çocuk ile yapılmıştır. Bulgular, ailenin parçalanmasının çocuğun eğitimde başarısız olmasına, ruh sağlığı problemleri yaşamasına, antisosyal davranışlar göstermesine, yabancılaşma yaşamasına, sigara, alkol, uyuşturucu bağımlığına yönelmesine, çocuk işçiliğini ortaya çıkararak çocuğun yaşantısını olumsuz etkilemesine sebep olduğu yönündedir.

Biçer (2009) ergenlerin atılganlık ve sosyal yetkinlik beklenti düzeylerini bazı değişkenlere göre incelemiştir. Araştırmaya 160 boşanmış, 190 boşanmamış aileye sahip toplam 350 lise öğrencisi katılmıştır. Araştırma sonucunda boşanmamış aileye sahip ergenlerin boşanmış aileye sahiplere göre daha atılgan oldukları ve daha yüksek sosyal yetkinlik beklenti düzeyine sahip oldukları gözlenmektedir.

Karahan ve arkadaşları (2009) saldırganlık düzeylerini anne baba birliktelik durumu, öz üvey oluşu ve yaşamda öncelikli değer algısı açısından incelemiştir. Araştırma 1223 lise öğrenci ile yapmışlardır. Bulgulara göre, anne babası boşanmış veya üvey olan öğrencilerin saldırganlık düzeyleri daha yüksek olduğu bulunuştur.

Boşanmaya uyum konusunda yapılan çalışmalarda, boşanmanın etkilerinin 1-2 yıl içinde normale dönebileceği fakat boşanma sonrasında en az 20 yıl süren uyum sorunlarının da olabileceği dikkat çekmektedir (Hetherington ve Stanley-Hagan, 1999; Wolchik vd, 2000). Boşanmadan 6 yıl sonra ruh sağlığı sorunlarının kızlarda %35, erkeklerde %20 olduğu, bu oranın anne babası boşanmamış grupla karşılaştırıldığında 7 kat fazla olduğu saptanmıştır (Hetherington ve Stanley-Hagan, 1999).
Boşanmanın, gerek çiftler üzerinde gerekse ayrılan çiftlerin çocukları üzerinde toplumsal, ekonomik, psikolojik ve duygusal yönden bir çok etkileri olmaktadır. Bu durumun incelenmesi de son yıllarda büyük önem kazanmıştır. Özellikle de yaşanan çatışma süreci içinde ve boşanma sonrasında, çocuklarda ortaya çıkması olası psikososyal davranışların incelenmesi psikolojinin yoğun ilgisini çekmektedir (Özen,1998).

''Boşanma durumlarında çocuklar masumdur ve çoğu zaman da sessiz kurbanlardır'' (Ackerman, 1997, s. 5). ''Boşanmadan çocuğun etkilenmemesi ihtimali olmasına karşılık konu ile ilgili yapılan araştırmalar boşanmanın çocuğun ruhsal gelişimini olumsuz olarak etkilediğini göstermektedir'' (Karakuş, 2003).

Ergenler, boşanmayı çok boyutlu olarak algılamakta ve değişik tepkiler verebilmektedirler. Kimi ergen boşanmanın yasını tutarken kimisi duygusal desteğe ihtiyaç duymakta, kimisi bağlılık çatışması yaşamakta, kimisi ailenin sorumluluğunu almaktadır (Keskin, 2007). Kız ve erkek ergenler boşanma sürecinin farklı evrelerinde etkilenmektedir. Erkek ergenler, boşanmadan sonra, kız ergenler boşanmadan önceki dönemde olumsuz tepkiler göstermekte ve tepkilerini boşanma sonrasında da devam ettirmektedirler (Dohert ve Needle, 1991).

Boşanmış ailelerden gelen ergenler bireyselleşme sürecine erken başlamaktadır (Steinberg, 2007: 338). Duygu durumundaki değişim, depresyon ve kaygı düzeyindeki artma intihar girişimine yol açabilmektedir. Uzun vadede evlilik ve yakın ilişkilerle ilgili tutumunu olumsuz etkileyebilmektedir. Akademik başarısı düşmekte, motivasyonu azalmakta, devamsızlık yapabilmekte ve arkadaşlık ilişkileri bozulmaktadır (Kuyucu, 2007: 2). Boşanmış ailelerdeki ergenlerin geç sosyalleştikleri, öfke, itaatsizlik, kurallara karşı gelme gibi tepkiler geliştirdikleri, depresyon, endişe, okula uyum sağlamada güçlük, akademik başarıda düşme, güvensizlik, gelecek kaygısı, çekingenlik, suçluluk, benlik algısında zayıflama, özgüven eksikliği gibi sorunlar yaşayabildikleri bilinmektedir (Meriç, 2007).

Boşanmanın çocuklara etkisi, aile tipine, çocuğun özelliklerine ve diğer aile üyeleri ile çevrenin çocuğa davranışına göre farklılık gösterir. Yani bazı çocuklar bu olaydan çok zarar gördükleri halde, bir kısmı ise hafif etkilerle atlatmaktadırlar (Bulut, 1983, s. 234). Boşanmış ailede çocuğun daha az örselenmesi, büyük ölçüde anne ve babanın karşılıklı tutum ve davranışlarına bağlıdır (Yavuzer, 2001, s. 80). Boşanma sürecindeki eşler, zorlu bir dönemden geçtikleri için çocuklarına gereken ilgiyi göstermede yetersiz kalabilmektedirler. Eşler bu süreçte enerjilerinin çoğunu kendi aralarındaki çatışmaları ve sorunları çözmek için harcamaktadırlar. Boşanma sürecinde çocuklarda öfkenin, endişenin, üzüntü ve suçluluğun ortaya çıkması olağandır.

Ergenler, ebeveynlerinin boşanmaları karşısında duydukları öfkeyi kendi yaşına ve kişilik özelliklerine bağlı olarak dışa vurur. Ebeveynleri boşanan ergenlerin birçoğu, bilhassa erkekler, öfke gibi olumsuz duygularını sürekli kavga ederek, ebeveynlerine, öğretmenlerine ve diğer yetişkinlere öfkelerini yansıtırlar. Yaşları büyük olan ergenler yaşananları daha iyi yorumlayabildikleri için, öfkelerini boşanma konusunda suçladıkları ebeveynlerine yönlendirirler. İstatistikler, boşanmış eşlerin çocuklarının kurdukları evliliklerin de boşanma ile sonuçlanma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir (Keskin, 2007, s. 14).

Boşanmayla birlikte ailenin dağılması ergeni, ana-babanın ölmesinden bile çok etkileyip ve sarsar. Çünkü ergenin ana-babasının boşanmasına uyum sağlayabilmesi, onların herhangi birinin ölümüne uyum sağlamasından çok daha fazla zaman alır (Özgüven, 2000). Boşanma sonrası okul çağı çocuklarında, ön planda görülen sorunlar akademik başarısızlık ve uyum sağlayamamaktır. Ergenlerin ilgisi dağılabilir ve dikkatini toplamada sorun yaşayabilir. Uykuda ve yemek yemede de sorunlar ortaya çıkabilir (Erdem, 2003, s. 1).

Boşanmanın çocuklar üzerine etkileri hakkında yaptığı çalışmalarla öne çıkan Amato ve Keith (1991), 13.000 boşanmış aileye sahip çocuğu kapsayan çalışmanın meta analizini yapmıştır. Analiz sonucunda, boşanmış ailedeki ergenlerin, boşanmamış ailedeki çocuklara göre daha fazla davranış ve uyum problemleri yaşadıkları, akranları ve ebeveynleri ile çatışma halinde oldukları, akademik başarılarının daha düşük olduğu ortaya konmuştur. Reifman, Villa ve Amons (2001), boşanmanın çocuklar üzerine etkileri üzerine 1990 ve 1999 yılları arasında yayımlanan makalenin meta analizini yaparak Amato ve Keith (1991)’in meta analizi ile karşılaştırmışlardır. Analiz sonucunda, Amato ve Keith (1991)’in, her geçen 10 senede boşanmanın çocuklar üzerine olumsuz etkisinin azalarak da olsa devam ettiğini ortaya koymuşlardır.

9-12 yaşları arasında tek ebeveyne sahip çocukların, öbür aile çocuklarından daha fazla çatışmalı olduklarını gösteriyor. Bu yaştaki çocukların boşanmaya karşı tepkilerini sıralayacak olursak;

a. Kendisini aldatmış hisseder.
b. Ebeveynden gidenin geri geleceğini ümit eder.
c. Gidenin artık onu istemediğini düşünür.
d. Sürekli üzüntü yaşarlar.
e. Gelecekten kaygılıdırlar.
f. Duygularını dışa yansıtmayıp kendilerine saklarlar.
g. Boşanma ve ayrılık üzerine konuşmak istemezler.
h. Boşanma olayına utanç gözüyle bakarlar.
i. Okul başarıları düşer.
j. Güçlerini daha çok oyuna yöneltirler.
k. Daha bağımlı, çekingen, suçlayıcı, dikkatsiz ve ilgisiz olurlar.
l. Baş ve karın ağrılarından şikayet ederler.
m. Uyku düzenleri bozulur, uyuma güçlüğü yaşarlar.
n. Arkadaşlarını görmezden gelir ve arkadaşları ile arası gittikçe bozulabilir.
o. Etrafa karşı kavgacı ve yıkıcı tutumlar sergilerler.
p. Anne ve babasına karşı hırçınlaşırlar (Yavuzer, 2006).


''Boşanma, bireyin yaşamındaki önemli değişimlerden biri olarak travmatik bir etkiye neden olabilir. Bir başka deyişle boşanma, çeşitli değişkenlere bağlı olarak ruhsal travma yaratabilecek bir yaşam olayıdır. Boşanma sonrası çocuklarda anksiyete, depresyon ve stres gibi ruhsal travmalar görülebilmektedir'' (Keskin, 2013).

''Parçalanmış ailelerde hangi nedenle olursa olsun yaşanan olumsuz yaşantılar bireyde ciddi duygusal çökkünlüklere neden olabilir. Aile bütünlüğünün bozulması ile belli bir düzen içerisinde hayatlarını devam ettiren eşler ve çocuklar ciddi bir travma ile karşılaşabilmektedir'' (Erürker, 2007).

Anne-babalar boşanma sürecinde iken, çocuk hangi yaş döneminde olursa olsun, çocuğun bu sorunlar ile başa çıkabilmesi için, ebeveynlerin dikkat etmesi gerekenler; öncelikle çocuğun duygularını dışa vurmasına izin vermek, bu sayede sorunların anlaşılması ile uygun sorun çözme yöntemlerini profesyonel destek de alarak sağlamaya çalışmaktır. Aksi takdirde en önemli risk zamanında çözülmeyen sorunların etkilerini uzun vadede göstermesidir. Sorunları çözülemeyen çocuklar ileriki yaşamlarında içe kapanık veya aşırı sosyal bir yaşam tarzını benimseyebilmekte, uygun sorun çözme yöntemlerini çocukluk döneminde öğrenemedikleri için yetişkinlik döneminde karşılaştıkları sorunlar karsısında bocalayarak, sosyal uyumsuzluk gösterme potansiyeli taşımaktadır (Altundağ, 2013).

Ailelere Yönelik Öneriler

a. Anne ve babanın ayrıldıktan sonra uygarca ilişkilerini sürdürmelerini gerekmektedir. Haftanın yarısını annesinde geçiren çocuk, öbür yarısını da babasında geçirebilmeli, düzenli aralarla ve sürekli olarak her iki ebeveynini görebilmesine özen gösterilmelidir.

b. Boşanmanın ne demek olduğu açık bir dille çocuğa anlatılmalı, anne ya da babası hakkında hiçbir zaman kötü söz söylenmemelidir.

c. Çocuğu sevme yarışı içine girerek, abartılmış bir şekilde eğitilmesine çalışılmamalıdır (Yavuzer, 2001, ss. 53-54).

d. Ebeveynleri boşanmış olan ergenlerin yakınları daha hassas ve duyarlı olmalıdır. Çocuklara boşanma ile ilgili olumsuz yükleme (suçlama vb.) yapmamadırlar. Ayrıca ayrılan ebeveynler çocuklara karşı birbirlerini suçlamamalıdırlar. Onların anne ve babalarından boşanmak gibi bir şansları yoktur.

e. Aileler boşanma öncesinde aile danışanlarından profesyonel destek alarak evliliklerini kurtarma yolu arayarak ve aile içi çatışmalardan çocukların nasıl daha az etkileneceklerine dair bilgi almalıdır.

f. Boşanmış aileler farklı zaman dilimlerinde ortak ve bir arada etkinlikler planlayarak çocukların yalnızlık düzeylerini azaltmalı, yaşam doyumu ve sosyal destek düzeylerini artırmalıdır.

Boşanma açıklamasından sonraki günlerde konu üzerinde düşünmeye başlayan ergenin kafasında oluşabilecek her türlü soru, cevaplanmaya çalışılmalıdır. Boşanmanın kesinlikle ergenin suçu olmadığı ifade edilmelidir.

Psikolojik Danışmanlara Yönelik Öneriler

a. Boşanmış aileye sahip ergenler tespit edilerek boşanmanın olumsuz sonuçlarına yönelik önleyici çalışmalar yapılmalıdır.

b. Okullardaki öğretmenler ve idareciler boşanmış aileden gelen öğrencilerin yaşayabileceği sorunlar ve bu sorunlar karşısında neler yapılabileceği hakkında bilgilendirilmelidir.

c. Boşanmamış aileye sahip ergenler ile karşılaştırıldığında boşanmış aileye sahip ergenlerde yalnızlık, yaşam doyumu ve sosyal destek değişkenleri aleyhte olması, boşanmış aile çocuklarına yönelik önleyici ve müdahale çalışmalarına ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Bu araştırmanın bulguları doğrultusunda boşanmış aile çocuklarına yönelik grupla veya bireysel psikolojik danışma yapılmalıdır.

d. Psikolojik danışmanlar boşanmaları azaltabilecek konularda aile rehberliği çalışmaları yaparak sağlıklı bir aile yapısını desteklemelidir.

e. Velilere yönelik boşanmanın çocuk üzerindeki etkileri, boşanma sonrası neler yapılabileceği konusunda çalışmalar yapılmalıdır.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Boşanmanın Ergenler ve Çocuklar Üzerindeki Etkileri" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Erkan KURT'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Erkan KURT'un izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Erkan KURT Fotoğraf
Uzm.Psk.Erkan KURT
İstanbul
Uzman Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi14 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Erkan KURT'un Yazıları
► Boşanmanın Çocuklar Üzerindeki Etkileri Psk.Dnş.Seval Ulviye AKYOL
► Boşanmanın Çocuk Üzerindeki Etkileri Dr.Psk.Nilgün Öngider GREGORY
► Boşanmanın Çiftler Üzerindeki Etkileri Psk.Seval HACIM KILIÇ
► Boşanmanın Çocuklar Üzerindeki Etkisi Psk.Ebru ÖZKURT TOPÇU
► Boşanmanın Çocuklar Üzerindeki Etkisi Psk.Dnş.Sümeyra YAPICI AYDIN
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,976 uzman makalesi arasında 'Boşanmanın Ergenler ve Çocuklar Üzerindeki Etkileri' başlığıyla benzeşen toplam 23 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


01:33
Top