2007'den Bugüne 92,323 Tavsiye, 28,223 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Nevrotik Çocuk Yetiştirmek İsteyenlere Kılavuz
MAKALE #3172 © Yazan Psk.Seçil YAVUZ | Yayın Haziran 2009 | 9,769 Okuyucu
NEVROTİK KİŞİLİK

Nevrotik terimi kolayca içi doldurulacak bir terimmiş gibi görünmekle birlikte net olarak sınırları belirlemek zor olabilmektedir. Nevrotik olmanın ölçütleri, içinde bulunulan toplumun sahip olduğu değerlerle oldukça ilişkilidir. Genel olarak şöyle bir çerçeve çizmek mümkündür. Nevrotik kişi bulunduğu toplumun ortalama insan tanımına uymayan, beklenenden daha hırslı yada tembel, alıngan, kuşkucu, kaygılı ve çok daha mutsuzdur.
İnsanın gücünün sınırlılıkları olduğunu bilmesi, yaşam ve ölümün gerçekleriyle mücadele etmek zorunda olması, günümüz insanı için ağır bir yük olabilmekte ve acı çekmek gibi bir maliyeti bulunmaktadır. Nevrotik bu mücadelede uyum ve işlevselliğini devam ettirebilmek için ortalama insandan çok daha fazla çaba sarf etmesi gerektiğini düşünmekte ve çok daha fazla acı çekmektedir. Nevrotik kişilerin acıyı algılama eşiklerinin ortalama insandan oldukça düşük olduğu bilinmektedir. Diğer bir deyişle acı çekme kapasiteleri oldukça kısıtlıdır. Yaşamda ortalama bir insanın dayanabileceğini umduğumuz düzeydeki en küçük negatif geri bildirimler bile onlara kendilerini değersiz, yetersiz, mutsuz, reddedilmiş, sevilmez hissettirmektedir, çektikleri acıyla birlikte kaygı düzeyleri yükselmektedir. Bu özellikler ilk bakışta fark edilmeyebilir, bunun nedeni, sözüne etiğimiz duyguların her durumda bilinç düzeyinde olmamasıdır. İnsan, kişilik yapısındaki farklılıklar nedeniyle çoğu kez bu durumla başa çıkıyor gibi görünmesine, durumu kamufle edecek savunma mekanizmaları geliştirmesine rağmen doyum düzeyi oldukça düşük bir yaşam sürmeye devam etmektedir. Bu kişiler kullandıkları savunma mekanizmaları ve şiddetiyle ilişkili olarak Nevroz başlığı altında yer alan farklı tanılar almaktadırlar. Farklı tanı guruplarına dahil olmalarına rağmen yaşamdan hak ettiklerine inandıkları şeyleri alamadıkları, azıcık haz alabilmek için bile çok fazla vermek zorunda kaldıklarına inanmaları, kendilerini mağdur hissetmeleri noktasında benzer inançlara sahip oldukları görülmektedir. Sahip olunan bu duygular genellikle terapi esnasında ortaya çıkan ve yüzleşmek zorunda kalmaktan sonuna kadar kaçındıkları, uygun bir yüzleştirme yapılmazsa, durumlarını haklılaştırmak için kullandıkları mazeretler olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, eğer problemim kendimi güçsüz hissetmemle ilgiliyse daha güçlü olmak için ne gerekiyorsa yapmak benim hakkım, daha güzel daha zengin daha saygıdeğer olmalıyım gibi. Bu savunmalar kulağa haklı ve yerinde gibi gelebilmektedir. Bu kişiler mademki kendilerine güvenmiyorlar onlara başarılı olduklarını gösterelim, kaygı düzeyi yüksek olanları dünyanın zannettikleri gibi güvenilmez korkulacak bir yer olmadığına inandıralım, sevilmediklerini mi hissediyorlar hadi onları sevelim.

Geldiğimiz bu noktada, yeni bir ayrıntıdan bahsetmek yerinde olacaktır. Nevrotiklerin çabalarının dünyayı güvenli bir yer yapmakla ilgili olduğu büyük ölçüde doğru bir yorumdur. Dünyayı güvenli bir haline getirdiklerinde kendilerini güvende hissedeceklerine inanırlar. Genellikle yaşamla ilgili yüksek risk algısına sahip olan nevrotik , ne yaparak dünyayı güvenli bir yer haline getirebilir. Nevrotiklerin bu amaçla kullandıkları ortak yollar bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralaya biliriz:

Sevgi arayışı,

Bir nevrotik sevilirse, herkes onu severse dünyanın güvenli bir yer olacağına inanabilmektedir. İnsanlar sevdiklerine kötülük etmez, eğer beni severlerse bana da kötülük etmezler, dünyada güvenli bir yer haline gelir diye düşünür. Buradaki çelişkiden bahsetmek uygun olur, nevrotik ne kadar sevilirse sevilsin, asla yeterince sevildiğine inanamaz ve hissedemez. Hep, bir şeyler eksik duygusu taşımaktadır. Bazen sevilmek için cinsiyet rolünü abartılı bir biçimde yaşama yolunu seçerek dikkat ve sevgiyi üzerine toplamaya çalışır, bazen de boyun eğerek,yetişkin olmasına rağmen adeta iyi çocuk olarak onay ve sevgi aramaktadır. Mükemmel olursam herkes beni sever, beğenir, onaylar diye düşünenlere de sık rastlanmaktadır.

Güç arayışı,

Bazı nevrotiklere göre dünyayı güvenli hale getirmenin yolu güçten geçmektedir. Yeterince güçlü olursa kimse onu yenemez, kimse ona düşmanlık göstermeye cesaret edemez diye düşünmektedir. Ancak bu tür durumlarda da ne kadar güç kazanırsa kazansın kendini gerektiği kadar güçlü ve güvende hissetmemektedir. Dışarıdan gözlemlenemeyen ve kişinin sahip olduğu güçle orantılı olmayan bir zayıflık, güçsüzlük ve güvensizlik algılanmaktadır. Sevgi arayışında kişi, yakınlık talep etmektedir, oysa güç arayışında kişi yakınlığı bir şekilde reddetmekte ve yalnızlaşmaya doğru ilerlemektedir. Çaresizlik duygularının, kendini önemsiz ve değersiz hissetmenin, talep ettiği güç ile hep haklı olmakla, her şeyi kendi isteği doğrultusunda kontrol etmekle çözülebileceğini düşünmektedir. Güce sahip olma ve kontrol etme isteği sadece iş yada sosyal ilişkilerde kendini göstermekle kalmayıp aşkın söz konusu olduğu duygusal ilişkilerde de kendini göstermektedir. Güç aracılığıyla güven arayışında olan bir nevrotik asla kimseye karşı gardını indirmemesi gerektiğini düşünmektedir. Kimse onda bir zayıflık işareti görmemelidir, yoksa herkes aslında ne kadar güçsüz, zayıf, değersiz, önemsiz, sevilmeye layık olmayan, çaresiz hisseden birisi olduğunu anlayacaktır ve ona zarar vermeye çalışacaktır.

Saygınlık arayışı,

Saygınlık arayışı da bazen üçüncü bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu tür kişilerde, zekaları, güzellikleri, yada başka bir üstün yönleriyle dikkat çekmek, beğenilmek yada saygı görme çabası içine girerler. Özsaygıları, yeterince beğeniliyor olmalarına bağlıdır. Saygı görmekle ilgili, aşırı hassasiyet ve yüksek standartları olduğundan çok kolayca aşağılandıklarını hissetmekte ve acı çekmektedirler. Aşağılanmaya ilişkin hassasiyetleri onların, soğuk ve mesafeli kişilik yapısını destekleyecek ve ardından bu tutumu kendilerini aşağılanmış hissetmelerine neden olacak yeni deneyimler yaşanması riskini arttıracaktır.

Nevrotiğin, sevgi, güç ve saygınlık arayışının mal mülk edinilerek kolayca sağlanabileceği düşünüldüğünde, sevilme, beğenilme, saygı gösterilme, kontrol etme, önemli, değerli hissedilme ihtiyacı içinde olanların büyük bir bölümünün, para ve mal kazanma konusunda aşırı hırslı olmalarının nedeni daha kolay anlaşılabilmektedir.

Yeni bir soruyu sorma vakti gelmiş gibi görünmektedir. Peki, bugüne dek yaşamlarında bu insanlar kendilerine güvenmelerini engelleyecek sıklıkta başarısızlık mı yaşamışlardır, yetersizlik hissedenler yaşamın problemleriyle başa çıkmaya çalışırken onları yetersizlik duygusuna sürükleyecek kaç olumsuz deneyime sahiptirler. Dünyanın yada diğer insanların güvenilmez olduğunu düşünmelerine sebep olacak kaç aldatılma deneyimleri vardır. Kendisini sevilmez olarak gören grupta kaç kez sevme ancak karşılık görememe yada aldatılma travması söz konusudur. Bu deneyimlerin ortalama sayısı onları haklılaştıracak biçimde nevrotik olmayan gruptan trajik olarak farklılaşmakta mıdır? Nevrotik grubun kendini ve dünyayı olumsuz yüklemelerle tanımlayarak geldiği nokta gerçekten yaşam deneyimleriyle açıklanabilir mi? Yada acaba sahip oldukları bu bakış açısı onlara has dış dünyanın gerçekleriyle direkt olarak ilgili olmayan oldukça öznel kriterlere sahip bir bakış açısımıdır? Bu bakış açısı ne zaman ve nasıl gelişmiştir, hangi deneyimler tarafından desteklenmiştir? Tamda bu noktada erken çocukluk deneyimlerinden bahsetmenin zamanıdır.

GELİŞİM BASAMAKLARI VE KİŞİLİK OLUŞUMUNDAKİ ETKİLERİ

Gelişim psikologları kişiliğin oluşmasında erken çocukluk deneyimlerinin önemine işaret etmektedirler. İlk çocukluk deneyimleri ve kişisel yatkınlıklar kişilik oluşumu üzerinde oldukça etkilidir. İnsan, ileriki yıllarda karşılaşılan yaşam olaylarını, öznel yükleme yada aktarım dediğimiz durumla anlamlandırılmasına sebep olacak bazı becerileri bu dönemde kazanmaktadır. Yaşadıklarımız hayatı ve kendimizi tanıma ve anlamlandırma açısından kolaylaştırıcı bir ön etkiye sebep olabileceği gibi, zorlaştırıcı ve acı verici yüklemelere de sebep olabilmektedir. Henüz çocuk olduğu düşünülerek birçok şeyi unutacağı, atlatacağı düşünülen bu küçük ve savunmasız varlıklar, anlamadıkları düşünülen, fark etmeyecekleri sanılan ayrıntıları hatırlamakta oldukça ustadırlar, sezgileri oldukça gelişmiştir. Her ayrıntı daha sonra kullanılmak yada yorumlanmak üzere kayıt edilir, ta ki ileriki yıllarda kişilik yapısının bir unsuru olarak karşımıza çıkana dek. Bu konuda zihnimizi biraz daha netleştirmek için gelişimin basamaklarından bahsetmek uygun olacaktır.

ORAL DÖNEM.

Bebeklikte yaklaşık olarak ilk 1,5 yıl oral dönem olarak adlandırılmaktadır. Bebeğin dünya ile ilişkisi alma üzerine kurulmuştur, yetersizliği nedeniylede ancak verileni almaktadır. Dünyadan alırken kullandığı aracı kanal ağız olduğundan bu denem oral dönem olarak adlandırılmaktadır. Bu terim ilk olarak analitik kuramcılar tarafından kullanılmasına rağmen yaygın kabul gören bir terimdir. Gelişim basamakları incelendiğinde, her gelişim döneminin aynı zamanda bir gelişimsel görevin yerine getirilerek tamamlandığını görmekteyiz. Oral dönem için kazanılması, kazanılarak geçilmesi gereken özellikler bulunmaktadır, temel deneyim oral yolla doyuma ulaşmak, temel görevse temel güven duygusudur. Oral dönem basamağının başarıyla tamamlanarak atlanabilmesi için temel güven duygusunun gelişmesi gerekmektedir. Direkt olarak tarihsel bir dönemden bahsediyor gibi görünmesine rağmen 2 yaşında temel güven duygusu gelişmemiş ve oral yolla doyuma ulaşamamış çocuk, kronolojik açıdan bu dönemi atlamış gibi görünse de aslında hala oral dönemdedir. Nedir bu temel güven duygusu nasıl kazanılır, kazanılmazsa ne olur. İnsan yavrusu dünyaya gözlerini açtığında kendisiyle ilgili her türlü durumu başkalarının kontrol ettiği, ilgi ve bakıma muhtaç olduğu, maruz kaldığı bir yerdedir artık. Psikolojik anne, bebeğin ihtiyaçlarını tam bir adanmışlık duygusu ile düzenli, geciktirmeden, tam olarak ve sevgiyle giderdiğinde bebek doyuma ulaşmaktadır. İhtiyaçlarının giderilmesi için adanmış bir anneye ihtiyaç duyan bu bebekten nasıl olurda temel güven duygusu kazanması beklenmektedir. Bu durumda, görevin başarılması, anneye ve onun sahip olup, kullanmaya gönüllü olduğu yeteneklerine bağlıdır.

Beklide dünya güvenli bir yer değildir ancak çocuğun henüz bunu bilmesi gerekmemektedir. İhtiyaçları zamanında, tam olarak ve sevgiyle giderilen bebek dünyanın güvenli bir yer olduğuna ilişkin ardından kendisinin de güvende olduğuna ilişkin bir duygu geliştirmeye başlar. Bebek ağladığında neden ağladığını merak eden, kaka yada idrarını yapıp yapmadığını kontrol eden, acıktığı saatleri tahmin ederek besleyen, huzursuzluğunun gazdan yada uykusuzluktan kaynaklandığını ayırt ederek gazını çıkartan yada uyutan anne, bütün bu faaliyetler sırasında bebekle yüz yüze bir iletişime girmektedir. Bebek bu sırada onunla ilgilenen annenin yüzünü incelemektedir. Bu inceleme esnasında merak ettiği şey, annesinin nasıl bir insan olduğu değildir, kendisinin nasıl bir insan olduğudur yada kim olduğudur. Yani bebek aslında annenin yüzüne bakarak, o yüzde kendi yüzünü görmeye çalışmaktadır.

Bebeğin tüm fiziksel ihtiyaçlarının zamanında ve tam olarak karşılayan anne, sağlıklı bir insan yetiştirmenin garantisini elde ettiğine inanırken maalesef yanılmaktadır. Bu ihtiyaçları nasıl bir duyguyla yerine getiriyorsa yüzünden adeta bir ayna gibi okunmakta ve henüz birkaç aylık bir bebekle beraberim, yalnızım, diye düşünen annede yanılmaktadır. Eğer anne bebekle paylaştığı faaliyetler esnasında asık bir yüz ifadesi takınıyorsa, gerginse, hüzünlüyse, öfkeliyse yada başka bazı sebepler, kendi aktif rızasıyla adanmış bir anne olmasını engelliyorsa, bakışları çocuğa kendisini adeta bir baş belasıymış gibi hissettirecektir. Hem bebeğin ihtiyaçlarını giderip hem de eşiyle kavga ediyor yada komşuya üç yaşındaki çocuğunu şikayet ediyorsa hiç göz teması kurmuyorsa bebeğin bu duyguları hissetmesi ve kendisiyle ilişkilendirip kendine mal etmesi söz konusu olmaktadır. Örneğin, ben bir baş belasıyım, ben buna değmem, ben sevilmeye layık değilim gibi duygular geliştirecek ve annenin yüz ifadesinden kendisiyle ilgili ip uçları bularak gerçekçi olmayan bir kendilik algısı oluşturmanın merdivenlerini basamak basamak tırmanmaya başlayacaktır.

İhtiyaçları, zamanında ve tam olarak giderilmeyen, acıktığında gah doyurulup gah ihmal edilen, uyku yada başka fiziksel ihtiyaçları bazen giderilip bazen giderilmeyen, ertelenen, yada yarım bırakılan bebek, bu deneyimlerin doğası gereği dünyanın güvenli bir yer olmadığını, kendisinin de güvende olmadığına inanacaktır.

Çocuğun yakınlık ve sıcaklık ihtiyacı söz konusuysa durum nedir? Bazen çocuk fiziksel bir ihtiyaç nedeniyle değil tamamıyla psikolojik bir ihtiyaçla ağlayabilmektedir. Anne karnı, sıcak ve güvenli bir yerdir, peki dış dünya böylemidir? Bebek önceleri anneyle bir iken doğduktan sonra hemen başka bir insan olduğunu kavraması olanaksızdır. Hala anneyle kendisini bir sanmaktadır, dünyayı anne aracılığıyla kontrol edebildiğine inanmaktadır. Anne onun kontrolündedir, anne ve o aynıdır. Bu durum bebekte ‘tüm güçlülük’ algısının oluşmasını sağlamaktadır. Anne adeta bebekmiş gibi onun ihtiyaçlarını anlamakta, sıcak ve sevgi dolu bir iletişimle ihtiyaçlarını gidermektedir, bu durum bebeğin anneyle aynı oldukları düşüncesini destekleyerek devamını sağlamaktadır. Bu değinilen bilgilerle ilişkili olarak bu döneme analitik kuramda ‘narsistik’ dönem adı verilmiştir. Bebeğin emrinde ve onun etrafında onun döndürdüğü bir dünya. Bu algı temel güven duygusunun gelişmesi için gerekli ön koşuldur ve ancak bebeğe ve ihtiyaçlarına gönülden ve spontan olarak uyum sağlayan şevkatli bir anneyle mümkün olmaktadır.

Bizim kültürümüzde olması gerekenin aksine, çocuğun anneye ve dünyaya uyum sağlamakla sorumlu olduğu düşünülür. Bebeği şımartmamak ve düzene alıştırmak çok önemlidir. Ancak bebeğin ihtiyaçlarını erteleyip, önemsemeyip dünyaya ve kurallara uyum sağlamasını beklemek gerçek dışı ve bebek açısından travmatik bir tutumdur. Düştüğü için ağlayan, canı acımış, henüz okulun ne ve neresi olduğunu bilmeyen birinci sınıfın ilk günlerindeki bir çocuğa sessiz ol, sesini kes, yerine otur demek gibi bir tutuma benzer. Belki çocuk bir şekilde susacaktır, ancak acısını ve öfkesini içinde büyütüp bir gün uygunsuz bir yerde patlamayla dışarı vurana dek.

Bu dönem zamanla bebeğin ihtiyaçlarının değişmesi ve gelişmesiyle birlikte, bebeğin anne ve kendisini ayırması ardından bu sevgi nesnesini kendi içinde yaşatmak üzere içine atmasıyla son bulur. Çocuk yaşamının ilerleyen dönemlerinde içine attığı anne imgesiyle hep iletişim halinde olacaktır, kendisini onun gözüyle görecek, onun değer yargılarıyla değerlendirecektir. Annenin çocuğa bakış açısı artık çocuğun içinde, çocuğun bir parçası olarak yaşamaya devam edecektir. Bu durumda hepimiz yaşamımız boyunca içimizde bir anne yaşatmaya devam etmekteyiz, yaşattığımız şeyin annemiz olduğunu bilmeden. (yada çocukluğumuzda içimize attığımız sevgi nesnemiz her kimse)

ANAL DÖNEM

Yaşamımızın ilk 1,5-3 yaş arasına karşılık gelen dönemi anal dönem olarak adlandırılmaktadır. Çocuğun anneden özerklik geliştirmeye başladığı dönemdir. Artık yürümeye başlayan çocuk, annenin kucağından dünyayı izlediği dönemi geride bırakmıştır. Annenin kucağından inerek dünyayı tanıma çabasına girer. Nesneleri kendi yöntemleriyle inceler, çıkardıkları sesleri, adları ne işe yaradıklarını, onları kontrol edip edemeyeceğini adeta deneysel çalışmalar yoluyla öğrenmeye çalışır, bulunduğu fizik ortam onun laboratuvarıdır.

Anal dönem, çocuğun anal sfinkterlerinin kullanımı üzerinde kontrol sağlamaya, fiziksel gelişimi anlamında hazır olduğu dönemdir. Artık çocuk kakasını tutma yada bırakma konusunda yeterlilik kazanacak durumdadır. Görüldüğü gibi kakayı tutma becerisi, idrarı tutma becerisinden önce gelişmektedir. Çocuk kakayı yaparken bir şeyi yapmayı öğrenmektedir, çünkü anal kaslar kendiliğinden kasılı durumdadır, çocuk ıkınarak bu kasları gevşetmeyi ve açmayı öğrenir. İdrarını kontrol etme becerisinde ise çocuk bir şeyi yapmamayı öğrenmektedir, kendisi tutmazsa idrar kendiliğinden akacaktır. Yani çocuk idrarla ilgili tuvalet terbiyesi esnasında bir şeyi yapmamayı öğrenmektedir. İdrarla ilgili altını temiz tutma alışkanlığı doğal olarak daha sonra ve daha fazla çabayla kazanılmaktadır. Bir şeyi yapmamayı öğrenmek yapmayı öğrenmekten çok daha zordur.

Tüm çocuklar aynı dönemde bu beceriyi kazanamayabilir. İki yaşını doldurduktan sonra yapılan denemelerde çocuğun zorlandığı hazır olmadığı görülürse bu konuda ısrarcı olmak anlamsızdır, hatta zarar verici olduğu söylenebilir. Bu gibi durumlarda tuvalet eğitimini bir süre sonra tekrar denemek üzere ertelemek yerinde olur.

Analitik yaklaşım çocuğun kakasına çok değer verdiği görüşüne değinmektedir. Çocuk kaksını yaparken adeta içinden anneye bir hediye çıkarmaktadır, aynı zamanda bu hediye saldırganlıkta içermektedir. Görüldüğü gibi bu hediye çift anlam taşımaktadır. Böyle bir durumda çocuğu kaka yaptığı için cezalandırmak çocukta hayal kırıklığı ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Çocuğun hediyesi anne tarafından beğenilmemiştir, üstelik reddedilmektedir.

Çocuğun karşısındaki anne, hem sevdiği kendisine ihtiyaç duyduğu için onsuz olamayacağını düşünüp bağımlı olduğu, hem de öfke ve saldırganlık duyguları beslediği bir annedir. Anal dönem oldukça sancılı bir dönem olarak bilinmektedir. Çocuk, anne, onun kuralları, sevgisi ve bağımsızlık isteği arasında gidip gelmektedir. Bu iç çatışmalar çocuğun davranışlarında yansımaktadır. Çocuk gah anneden ayrılmayan çok uysal, sevimli, sevecen, gah saldırgan, vuran, öfke krizleri yaşan, inatlaştığı konularda asla ikna edilemeyen, bazen karşısındaki anneyi öfke, ümitsizlik ve çaresizlik içinde kıvrandıran ve asla ne yapacağı önceden kestirilemeyen, bir probleme dönüşüverir. Artık çocuk yaşamıyla ilgili en ufak kararlarda bile annesiyle çatışmaya başlar ve bu yolla annenin sınırlarını test eder, onu nereye kadar zorlayabileceğini anlamaya çalışır. Anne pantolon giymesini söylerken o şort yada etek giymesi konusunda inatçı bir tutum içine girer. Anne yemek yedirmeye çalışırken yememek için direnir yada şimdi yemeyeceğim, senin istediğini değil kendi istediğimi yiyeceğim diyerek tercihini ortaya koyar, uyutulmak istendiğinde huysuzluk yapar.

Tuvalet terbiyesi yanı sıra beslenme alışkanlığının kazandırılması esnasında da sıklıkla problemlerle karşılaşılır. Bir önceki dönemde meme emme yoluyla anneyi içe alma durumu bu dönemde besin maddeleri yoluya devam etmekedir. Yani çocuk meme emme yada yemek yeme esnasında anneyi içine almakta, reddettiğinde de besin maddeleri üzerinden anneyi reddetmektedir. Çocuk direkt olarak yemeği reddetmeyip daha sonra kusarak da dışarı atabilmektedir, çocuğun kusarak çıkarmasının, besin maddesiyle değil anneyle ilgili olduğu durumlarda, çocuğu anne dışında birisi beslediğinde çocuk kusmayı bıraktığı bilinmektedir. Annelerin de bu bilinçli olmayan tutumu fark etmeleri ve kendilerini adeta çocukları tarafından reddedilmiş hissetmeleri oldukça anlamlıdır. Reddedilme ve değersiz hissetme eşikleri düşük olan anneler çocuğun bu tutumundan oldukça etkilenmekte ve bazen zor kullanmaya varan şekillerde çocukları yemek yemeye mecbur etmektedirler.
Annenin bu konudaki hassasiyeti bazı durumlarda mükemmel anne olma, mükemmel çocuk yetiştirme çabasıyla ilgili olabilmektedir. Oysa bilinmelidir ki insanın söz konusu olduğu durumlarda bu beklenti gerçek dışıdır. Bu beklenen standartlara asla ulaşılamayacağı bir şekilde bilinmekte, buna rağmen dayatılmakta, ardından hem başarısızlık hemde yetersizlik duygusu gelmektedir. Sanki bu kurallar, annenin, kendisini ve çocuğunu başarısız yapmak üzere koyduğu kurallardır. Çocuğun bulunduğu yaş dönemini, çocuğunu tanımak ve neyin olağan olup neyin olağan olmadığını fark etmek, en önemlisi de bir anne olarak kendini tanımak, beklentilerinin olağan olup olmadığına bu çerçevede karar vermek oldukça önemlidir. Her ne sebeple olursa olsun benzer yıkıcı sonuçlar doğurabilecek farklı yanlış tutumların önlenmesinde çocuk ve anne arasındaki sorunların yapıcı şekilde çözümlenmesinde bu farkındalık oldukça etkin rol oynar.
Görüldüğü gibi, her konu yada tutum anne ve çocuk arasında kolayca çatışmaya dönüşmektedir. Bu dönemde negativizm hakimdir ve çocuk bu terimin hakkını fazlasıyla vermektedir.

Bu dönemde takınılacak en yapıcı tutum nedir? Anne, çocuğun bu gelişimsel basamaktaki görevinin bağımsızlık, girişimcilik olduğunu unutmadan davranmalıdır. Bu görevin yerine getirilmesine engel olacak, suçlayıcı, baskıcı katı kurallara dayanan disiplin anlayışı çocuk tarafından geri püskürtülecektir. Kuralların nedenleriyle birlikte açıklandığı, tutarlı, esnek, anlayışlı, şevkate dayanan bir disiplin anlayışının başarıya ulaşma şansı daha yüksektir. Kuralların gerçekçi, çocuğun beceri ve yeteneklerine göre belirlenmiş olması, sınırların esnek ve geniş olması çocuğa saldırganlığını hareket enerjisine dönüştürerek dışa vurma olanağı sağlayacağından uygun olacaktır. Saldırganlığını, etrafa ve kendisine zarar vermeden oynayarak atmasına izin verilmeyen çocuk, öfkesini ifade edecek uygun ortamlarda bulamazsa bu öfke bastırılacak, anneye ve dış dünyaya düşmanlığa dönüşebilecek duruma gelecektir. Bastırılan düşmanlığın, çocuk ve yetişkinlik dönemlerinde bir anksiyete bozukluğuna dönüşme ihtimali oldukça yüksektir. Devamlı eleştirilen ve suçlanan çocuk, suçluluk duygusu geliştirmekte, yaşamının ilerleyen dönemlerinde herhangi bir durumda haklı olduğuna inanmakta, hakkı olan şeyi talep etmekte zorlanmakta ve yaşanan har olumsuz olayda kendini kolayca suçlama eğilimi taşımaktadır.

Bu dönemde katı disipline, koşullu sevgiye maruz kalan çocukların bir kısmıda anneyle çatışmaktansa anneden bağımsızlaşmamayı tercih ederek o sırada onlara daha güvenli gelen anneye bağımlılık basamağında kalmaktadırlar. Sessiz, sakin, anneye çok düşkün, hiç kendi fikirleri olmayan, olsada ifade edecek cesareti olmayan bu çocukların sevgi ilişkilerinde genellikle bağımlılık geliştirmeleri, acı çektikleri, öfke duydukları ve ilişki onlara zarar verdiği halde sevgi nesnelerini terk edip gidemedikleri, reddedilmeyi umarak bekledikleri bilinmektedir.

Bu dönemde çocuğun anneden bağımsızlaşmasını kolaylaştıran en önemli faktörlerden biriside babadır. Bu dönemde evde güçlü bir baba figürüne ihtiyaç vardır. Güvenilir, varlığı hissedilen, gerektiğinde otoritesini hissettiren, şevkatli, çocuk anneyle çatışmayı göze alırken alternatif bir sevgi kaynağı olabilecek bir baba. Çocuğun, adına vicdanda denebilecek olan süper ego gelişiminin olmazsa olmazı Bilge Kral…
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Nevrotik Çocuk Yetiştirmek İsteyenlere Kılavuz" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Seçil YAVUZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Seçil YAVUZ'un izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     2 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Seçil YAVUZ Fotoğraf
Psk.Seçil YAVUZ
İzmir (Online hizmet de veriyor)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi55 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Seçil YAVUZ'un Makaleleri
► Çocuk Yetiştirmek ve Ebeveynlik Psk.Harun ÇOLAK
► Çocuk (Toplum’u) Yetiştirmek Psk.Sabahattin ZENGER
► Mutlu Çocuk Yetiştirmek İçin Psk.Aslı PAKSOY
► Özgüveni Yüksek Çocuk Yetiştirmek Psk.Gülşah ÖZTÜRK ERTEN
► Kendine Saygı Duyan Çocuk Yetiştirmek Psk.Dnş.Nagehan BALCI
► Ebeveyn Tutumları ve Özgüvenli Çocuk Yetiştirmek Dr.Psk.Dnş.Ayfer SUMMERMATTER
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Nevrotik Çocuk Yetiştirmek İsteyenlere Kılavuz' başlığıyla benzeşen toplam 18 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


21:54
Top