2007'den Bugüne 92,865 Tavsiye, 28,331 Uzman ve 20,033 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Kanserin Aile Üzerindeki Etkileri
MAKALE #14914 © Yazan Psk.Dnş.Şerife AKSOY | Yayın Haziran 2015 | 5,275 Okuyucu
Kanserin Aile Üzerindeki Etkileri
Giriş
Günümüzde kanser hastalığının adı bile insanları korkutmaya yetmektedir. Kanser hastalığında son zamanlarda görülen artış ise endişeye yol açmaktadır. İstatistiklere göre ölümle sonuçlanan hastalıklar arasında kalp rahatsızlıklarından sonra 2. sırada yer alması bu endişelerin haklılığı konusunda bize fikir vermektedir. Kanser, hastalığı yaşayan birey dışında da bütün aileyi etkileyebilen bir rahatsızlıktır, tedavi süreci oldukça zor ve zahmetlidir, maddi ve manevi açıdan aileyi zorlamakta ve hem aile bireyleri hem de bakım veren açısından oldukça travmatik bir süreç olmaktadır. Hasta ve ailesinde fiziksel, ruhsal ve sosyal anlamda birçok değişikliğe neden olmaktadır. Ailedeki dengeler sarsılmakta, aile işlevi bozulmakta ve ailedeki roller değişmektedir. Aile bu travmatik yaşantıyla mücadele ederken bir taraftan yeniden denge kurmaya ve yeni örgütlenmeler oluşturmaya bir taraftan da maddi sıkıntılarla baş etmek zorunda kalmaktadır. Bu süreçte sosyal destek hem aile hem de hastalığı yaşayan birey için oldukça fazla önem taşımaktadır. Kanser hastalığında; hastalığı yaşayan birey, ailesi, sosyal çevresi ve tıbbi ekibin işbirliği, sürecin daha nitelikli bir şekilde sonlandırılması için gereklidir.

Aile Kavramı

Aile kavramı çeşitli kaynaklarda farklı bakış açıları ve akımlar tarafından değerlendirildiğinde farklı biçimlerde tanımlanmıştır. En basit haliyle tanımladığımızda aile; toplumu oluşturan en küçük yapı birimidir (Acar, 2011:7). Devlet planlama teşkilatı "Türk Aile yapısı özel ihtisas komisyonu" 1987 yılında aileyi; "Aile, kan bağı, evlilik ve diğer yasal yollardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evlerde yaşayan bireylerden oluşan; bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel bir toplumsal birimdir" şeklinde tanımlamıştır (Bulut, 1993:2).
Aile sistemi bakış açısı kişilerin daha iyi anlaşılabilmesi için aralarında var olan etkileşimin bir birlik içinde ele alınması gerektiğini düşünür ve tüm aile fertleri arasındaki ilişkiyi aydınlatmayı amaçlar (Acar, 2011:7). Fışıloğlu'na göre aile kendi içersinde süreğenliği olan, belirli kurallarla birbirlerine bağlı yaşamakta olan, devamlılığa ve süreğenliğe sahip, fertleri arasında daima bir ilişkinin olduğu bütünlüktür (Acar, 2011:7).
Corey'e göre ise aile; onu meydana getiren fertlerin görev ve durumlarından çok işlevselliği olan bir bütünü oluşturmaktadır. Kişilerin davranışları ve birbirleri arasındaki etkileşimi ile yüklendikleri fonksiyonlar ve her şeyden önce aile bağları ile anlaşılmaktadır (Acar, 2011:7).

Köknel aileyi; aralarında evlilik, kan bağı ve çocuk bağları olan, aynı çatı alında hayatlarını sürdürüp ortak geliri paylaşan, birbirlerine benzer görgü kuraları, manevi değerlere ve inanç sistemlerine sahip olan toplumsal rolleri ile etkileşim ve iletişim içindeki insanlardan meydana gelen en küçük toplumsal birim, olarak tanımlamıştır (Işıloğlu,2006:9). Taneli aileyi; fertlerin birbirleri ile kaynaşmasından oluşan ve esas gayesi birliktelik olan birincil bir grup olarak tarif etmiştir. Bu tarife göre ailenin asıl gayesi biz olmaktır ve bununla anlatılmak istenilen karşılıklı sevgi ve özdeşimdir (Işıloğlu,2006:9).

Bell ise aileyi tanımlarken dört farklı tanımlama kullanmıştır. Bunlardan ilki aile bireylerinin birbirlerinin düşünceleri, duyguları ve fantezileri aracılığı ile aileyi tanımlamasıdır. Psikiyatrik çalışmalarda daha çok bu tanımlama üzerinde durulmaktadır. İkinci tanım daha çok sosyolojik bir çerçeveden bakarak aileyi bir kurum olarak adlandırır. Bu durumda özel bir durum değil geniş kurumsal bir yapı vardır. Üçüncü tanımlamada ise aile sosyal bir birim olarak görülmüştür. Küçük bir grup olarak alınan aile davranışları sosyal psikolojik açıdan ele alınır. Dördüncü tanımlama aileyi toplum değerlerinin sınırlı bir parçası olarak kabul eder, her ne kadar yazılı olarak belirlenmiş olmasa da toplum tarafından belirlenmiş kurallar bütünü ile yönetilir (Bulut, 1993:2).

Ailenin işlevleri

Ailenin kendi içersinde var olan ve tüm toplumlarda geçerli olan bazı özellikleri vardır. Bunlardan ilki ailenin evrenselliğidir. Aile insan topluluklarında her devirde ve her toplumda ortaya çıkan bir yapıdır. Aile neslin devamlılığını sağlayan bir yapıya sahiptir. Bununla birlikte anne ve babalık, sevgi ve şefkat gibi duyguları da bünyesinde himaye etmektedir (Könezoğlu,2006:7).

Kişi dünyaya geldiği anda herhangi bir bilgi ya da donanıma sahip değildir. Toplumsal alanda ve bireysel olarak elde edebileceği tüm bilgileri ailesinden alır. Bu nedenle toplumlar var olan yapılarını geliştirmek ve güçlendirmek amacıyla aile kurumunu destekleyip korumak için gerekli önlemlerini almaktadır (Alacahan, 2010: 290).
Murdock, Lundberg ve Yorburg'a göre ailenin temel işlevleri ise mali, cinsel yaşam ve üreme, çocukların bakımı ve sosyal hayata uyum sağlaması şeklinde temel başlıklar altında toplanmışlardır. Lundberg bu başlıklara; aile içersindeki rol paylaşımı ve bireylerin birbirlerinden aldıkları doyumu da eklemiştir (Bulut, 1993:3). Ailenin en önemli işlevi bireyin biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının yerine getirilmesidir. Aile bireyin bu ihtiyaçlarını karşıladığı gibi kişiye bünyesinde verdiği rollerle de bir yer kazandırmış olur. Kişi kazandığı bu statü ile yaşadığı toplum içinde bir yer edinmeyi ve bu şekilde yaşamını sürdürmeyi de ailesinden öğrenmiş olur (Alacahan, 2010: 290).
Ogburn'a göre ailenin yedi işlevi vardır. Bunlar; ekonomik ihtiyaçlara cevap vermek, statü sağlamak, çocukların eğitimlerini programlamak, dini eğitim vermek, boş zaman etkinlikleri yapmak, aile fertlerinin birbirlerini koruyup kollaması, ve karşılıklı sevgi ortamı meydana getirmektir (Bulut, 1993:3). Ackerman ise tüm bu tanımlamaları; biyolojik, sosyal, mali ve psikolojik olarak daha temel başlıklar altında toparlayarak geniş bir tanımlama yapmayı tercih etmiştir (Bulut, 1993:3).

Aile toplumun bir parçasıdır, bu nedenle toplumun yazılı olmayan kurallarına, bir takım değerlerine ve yapısına bağlı bulunmaktadır. Kişinin toplumsallaşmaya ilk adımlarını attığı aile ortamında; engellerle karşılaşması, çatışmalar yaşaması, etkileşimler içersine girmesi kişinin gelişimi ve olgunlaşması açısından önemlidir. Bu açıdan bakıldığında ailenin önemli bir işlevi de yaşam koşullarının sürekli değişmesine rağmen bu koşullara uyum sağlayarak hayatta kalmalarını ve birbirlerine ayak uydurmalarına yardımcı olmaktır.

Anderson ve Sabatelli'ye göre ailenin bu fonksiyonlarını etkileyebilecek olan beş aile sistemi özeliği ortaya koymuşlardır. Buna göre, aile bireylerinin;
• Ortak amaç ve görevleri var olduğunda
• Bir aile tarihi şuuruna sahip olduklarında
• Duygusal ilişkiler yaşadıklarında
• Kişisel ve topluluk olarak gereksinimlerini gidermek için yöntemler bulduklarında
• Ailenin alt sistemleri içersinde ve arasında esneyen durumlarla dinamizmi sürdürdüklerinde aile işlevlerinin daha tesirli olacağını belirtmişlerdir (Çavuşoğlu,2007: 24-25).
Epsetein, Bisholp ve Levin aile ilişkilerini daha iyi açıklamak için bir model geliştirmiştir. Mc Master Aile Fonksiyonları Modeli adı verilen bu modele göre ailenin işlevleri altı başlık üzerinde ele alınabilir. Bu başlıklar ailenin işlevlerini oluşturan değerler olarak belirtilmektedir.
1-) Problem Çözme: Ailenin karşılaştığı güçlüklerle ve problemlerle baş edebilme yeteneğinin üzerinde durulmaktadır. Bu sorunlar maddi ya da manevi sorunlar olabilir. Bu sorunlar en basit sıkıntılara kadar indirgenebilir. Çünkü aile en basit durumlarda bile problem yaşayabilir.
2-) İletişim: Aile fertleri arasında var olan etkileşimdir. Bu etkileşimin açık ve dolaysız yoldan yapılması var olması istenen iletişim şeklidir. Aksi takdirde sağlıklı iletişimden bahsedilemez.
3-) Roller: Ailenin gereksinimlerini karşılayan paternlerdir. Her rolün üstlendiği sorumluluklar vardır. Bireylerin rollerine düşen sorumluluklarını yerine getirmelerinin aile işlevleri açısından önemli bir yeri vardır.
4-) Duygusal Tepki Verebilme: Aile bireylerinin bir durum karşısında en uygun olan tepkiyi göstermesidir. Bu tepkiler; mutluluk, neşe, sevinç gibi olumlu duygular olabileceği gibi, kızgınlık, üzüntü, öfke gibi olumsuz tepkilerde olabilir. Tepkiler durumun özelliklerine göre değişim göstermektedir.
5-) Gereken İlgiyi Göstermek: Aile fertlerinin birbirlerine karşı olan sevgi ve alakayı içerir. Aile işlevlerini yerine getiren ailelerde kişiler birbirlerinin düşünce, duygu ve davranışlarına karşı duyarlıdırlar. Var olan durumlarda karşısındakinin bakış açısına sahip olmaya çalışırlar. Aksi durumlarda aile üyeleri birbirlerine karşı müdahaleci, tahammülsüz, umursamaz ya da aşırı baskıcı tavırları problemlere yol açmaktadır.
6-) Davranış Kontrolü: Aile bireylerinin birbirlerine karşı sergiledikleri ilgi, sevgi ve bakımı kapsamaktadır. Bu davranış kalıpları sağlıklı ailelerde kişilerin olay ve durumlar karşısında birbirlerinin yerine koyup düşünmesi ve harekete geçmesi ile gerçekleşmektedir. Aile fertlerinin her türlü tehlike, olay ve durum karşısındaki kişiler arası etkileşimlerinin düzenlenmesi için kullandıkları davranış paternleridir (Acar, 2011: 10-11).
Sağlıklı ve Sağlıksız Aile İşlevleri
Epstein ve Bishop'a göre sağlıklı aile; var olan sorunlarını çözmek için bir araya gelebilen, birbirlerine duygusal anlamda bağ kurmuş ve birbirlerinin özgürlüklerine saygı duyan, kişilerin kendilerine biçilen rolleri yerine getirdiği, etkileşimin dolaysız ve net olduğu ailelerdir (Işıloğlu, 2006: 9-10).
Satir aile işlevlerini açık sistemler ve kapalı sitemler olarak değerlendirmektedir. Açık sitemlerde aile değişim ve gelişime açık, uyumlu ve esnek bir haldedir. Kapalı sistemlerde ise uyumsuz, katı, kuralcı davranışlar çerçevesinde hareket eden değişime dirençli bir yapıdadır. Bu durumda ailenin işlevselliğinin bozulmasına sebep olacaktır (Acar, 2011: 10). Kişiler ancak aile işlevleri sağlıklı bir şekilde yerine getirilirse sağlıklı birer bireyler haline gelirler. Lewis, Beavers, Gosselt ve Philips'e göre fonksiyonel aile, kendinden beklenen işlevleri beklenen düzeyde yerine getiren ailelerdir. Aile bireyleri arasındaki iletişim ve etkileşimin bozuk olması nedeniyle bu işlevleri yerine getiremeyen aileler ise fonksiyonel olmayan ailelerdir. Ayrıca fonksiyonel ailelerin özellikleri de şu şekilde açıklanmıştır;
• Aile bireyleri birbirleriyle vakit geçirmekten zevk alırlar, birbirlerine destek olur cesaretlendirirler.
• Birbirlerinin kişisel görüşlerine saygı duyarlar.
• Aile bireyleri birbirleriyle açık bir iletişim halindedirler.
• Aile bireyleri üzerine düşen işleri yapmaktan kaçınmazlar.
• Anne baba için birinci doyum kaynağı evliliktir. İkinci doyum kaynağı ise ebeveynliktir. Evlilik hayatında meydana gelen aksaklıklar ebeveynliği de etkiler.
• Aile bireylerine birbirine karşı yakındır. Ancak bu yakınlık kişisel sınır ve farklılıklara saygıyı da beraberinde barındırır.
• Kişiler arasında var olan etkileşim katı kurallardan çok yeni deneyimlerle gelişir ve düzenlenir.
• Bireyler arası fikir alışverişi ve etkileşim vardır. Bir tarafın otoritesi, aşırı denetimi ve baskısı yoktur.
Bireylerin psikolojik doyumunu sağlayamayan ve bireysel gelişimini tamamlayamayan aileler işlevlerini yerine getirmiyor demektir. Ümitsizce sevgi bağları kurmaktan kaçan bireyler bu ailelerin ortaya çıkardığı sonuçlardandır.
Beaver'e göre fonksiyonel olmayan ailelerde şu özellikler gözlemlenmektedir;
• Aile bireyleri karşılıklı olarak iletişime kapalıdırlar.
• Kişilerde genelde benmerkezcilik hakimdir. Bu durum kişiyi önce yalnız olmaya sonrasında ise ümitsizliğe mahkûm eder.
• Kişiler kendi beklentilerine göre davranırlar. Bu nedenle karşılarındaki kişinin ne istediğini bilemezler.
• Bireyler duygusal problemlerini birbirlerinden saklar ve bunun için yoğun çaba sarf ederler.
• Kişiler gerçek ihtiyaçlarını doğrudan ifade etmezler, zayıf aya da güçlü görünerek gerçekliklerini gizlerler.
Bu tür aile yapılarında bireylerin duygusal gelişimleri tehlike altındadır. Aile içerisinde psikopatoloji görülme olasılığı yüksektir (Işıloğlu, 2006: 10-11).
Fisher ise sağlıksız aile işlevlerini sergileyen aile tiplerini 6 başlık altında toplamıştır. Bunlar:
 Sınırlandırılmış Aile: Mükemmeliyetçi, dominant, ve olumsuz bir anlayışa sahip aile yapısıdır.
 İçedönük Aile: Etrafına duvarlar örerek diğer sistemlerden yalıtılmış halde bulunan, kendi sistemininse karmaşık halde iç içe geçtiği aile yapısıdır.
 Obje odaklı Aile: Aile bireylerinin birlikte bir objeye odaklanmasıdır (çocuk, iş, para...).
 Dürtüsel-Fevri Aile: Aile bireyleri antisosyal özellikler taşımaktadır.
 Çocuksu Aile: Bireyler geniş ailesinden kopamadan anne babasına bağlı olarak yaşarlar.
 Kaotik Aile: Aile içersinde belirli bir uyum, düzen ya da sistem bulunmamaktadır (Acar, 2011: 13).
Ackerman'a göre çiftler sağlıklı aile işlevlerini gerçekleştiriyorlarsa bir uyum içresindedirler. Amaçları, görüşleri ve değerleri ortak bir amaca hizmet etmektedir. Problemlerle karşılaşıldığı ve çatışmalara girildiği anlarda çözüme odaklanan bir yaklaşıma sahiptirler. Aile içersinde kişiler birbirlerini oldukları gibi kabul eder değiştirmeye çalışmazlar. Karşılıklı fikir ve isteklerine saygı duyarlar, var olan değişimleri anlayışla karşılarlar ve bu düzenden ilişkinin gelişimi için bir araç olarak yararlanırlar (Işıloğlu, 2006: 11).
Genel olarak bakıldığında ailenin işlevselliği ve sağlıklı aile kavramı ele alındığında saygı, esneklik ve işbirliği kavramının önemi bir çok araştırmacı ve yazar tarafından tekrarlanmıştır. Sağlıklı iletişim ve etkileşim içersinde bulunan ailelerin karşılaştıkları problemlerin üstesinden geleceklerine inanılmaktadır (Acar, 2011: 10).
Kanser
Kanser; fiziksel, psikolojik, duygusal ve sosyal yönlerden hem hastalığı yaşayan bireyi hem de ailesini etkileyen bir hastalıktır. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi gelişmekte olan ülkelerde de giderek artan, ülke, yaş, cinsiyet gibi ayrım gözetmeksizin herkesin yakalanabileceği, coğrafi sınır tanımayan genel bir problem niteliğindedir bu nedenle kanser tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük bir problem olarak, insan yaşamını tehdit etmektedir. Yüzyılın başlarında ölümle sonuçlanan hastalıklar arasında 7 ve 8. sıralarda yer alan kanser bugün birçok ülkede ve ülkemizde kalp hastalıklarından sonra, ölümle sonuçlanan hastalıklar arasında 2. sırada yer almaktadır (Çivi, Kutlu ve Çelik, 2011: 248-249).

2030 yılına ilişkin Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) tahminlerine göre ölümlerin 12 milyonunun kansere bağlı görüleceği ve hastalıklara bağlı ölümler arasında kanser, birinci sırada olacaktır. 2000-2006 yılları arasında ülkemizde 396.000 kanser hastası olduğu ve tahmini olarak 150.000 yeni kanser hastasının belirlendiği ve 140.000 kişinin de kanserden dolayı öldüğü belirtilmiştir. Sağlık hizmetlerinin ülkenin her yanına gidebilmesi, insanların yaşam beklentilerinin ve kalitelerinin artması ve toplumun bilinçlenmesi ile kanser teşhisine ilişkin tanı düzeyi artmaktadır. Özellikle son 10 yıllık dönemde kanserli hastaların sayısında iki kat artış görülmüştür (Karabuğa-Yakar ve Pınar, 2013: 2).

Kanserin en kısa şekilde tanımı hücrelerin kontrolsüz bir biçimde çoğalmasıdır. Çoğalma sırasında kanserli hücre, normal hücrelere göre yapısal farklılıklar göstermektedir, farklılık sadece yapısal değil işlevsel farklılıklarda görülebilmektedir. Hücre bazen normaldeki işlevini yapamazken bazen de normal işlevleri dışında yeni işlevleri de yapmaya başlayabilir. Anormal bir şekilde çoğalan hücreler, doku ve organları işgal etmeye başlar, önce yakınlarında bulunan doku ve organları daha sonra uzaklarında bulunan doku ve organları işgal etmeye başlayarak görevlerini yapmalarını engeller ve işlevsiz hale getirir. Kanserlerin isimlendirilmeleri ise köken aldıkları organlara ve dokulara göre olur (Orak, 2011: 5).

Kanserin Etkileri

Sağlık; fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. Hastalık ise fizyolojik ve ruhsal yapıyı, işlevleri ve organizmanın devam eden yaşam dengesini değiştiren, engelleyen ve çeşitli belirtilerle kendini göstermesine neden olan bir bozukluktur. Bu nedenle hastalık yalnızca biyolojik bir süreç değil, aynı zamanda psikolojik, sosyal ve kültürel bir olgudur. Yaşamı tehdit eden bir hastalığın başlaması, gelecek algısı ve kişisel kimlik üzerinde değişmez bir etki yaratır. Bu etki yıkıcı olmakla birlikte ve negatif değişikliklerle sonuçlanabilir ya da hastalığın etkisi var olan baş etme stratejileri kullanılarak hafifletilebilir veya bu yeni duruma odaklanılarak gerçekleşmemiş potansiyelinin farkındalığı ile sonuçlanabilir. Yaşamı tehdit eden olayların kişinin yaşama uyumuna etki etmesi olası bir durumdur. Hastalığa verilen psikososyal tepkiler hastaların var olan hastalıkları ile ilgili aldıkları tüm bilgiler yoluyla hasta kişinin davranışsal, duygusal ve bilişsel tepkileri üzerine kurulur. Bu bilgiler üç temel kaynaktan gelir. Bunlar somatik algılar, hastalık hakkındaki inanç ve bilgiler, doktorun hastalık ile ilgili açıklamalarından ve çevreden alınan mesajlardır. Hastalar bahsedilen bu yollarla bilgiyi alır ve bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu bilişsel süreç içinde hastalığın kişisel anlamına ulaşır. Hastanın ulaştığı bu anlam sırayla hastalığın duygusal tepkilerini ve baş etme mekanizmalarını etkiler. Böylelikle fiziksel bir hastalığa verilen tepkilerin temel bileşenleri bu tepki sürecinden geçmiş olur (Arda, 2011: 3).

Bedensel hastalık durumunda verilen tepkiler hastalığın yapısı, şiddeti, etkilenen sistem, beden işlevi, genetik yükümlülük gibi biyolojik; bireyin kişiliği, yaşam döngüsünün hangi evresinde olduğu, daha önce yaşadığı hastalık deneyimi gibi psikolojik; aile içi dinamikler, ailenin tutumları, bireyin kişilerarası ilişki kurmaktaki becerileri ve kültürel tutumlar gibi sosyal etkenler tarafından belirlenir. Bununla birlikte bireyin biyopsikososyal durumu ne olursa olsun hastalanmak oldukça zorlayıcı bir yaşam olayı ve bireyin yaşam dengesi için büyük bir tehdit, engellenme ve duygusal bir krize neden olabilecek bir deneyimdir (Arda, 2011: 3-4).

Kanser oldukça geniş bir aralıkta yer alan, hastalık seyrinin kişiye, hücre tipine, ortaya çıktığı organa, hastalık evresine göre farklılık gösterdiği bir hastalık grubudur. Kısa sürede ölümle sonuçlanabilen tipleri olduğu gibi yeniden sağlığına kavuşabilen olguların sayısı da az değildir. Hastalığın sağaltım sürecinde kemoterapi, radyoterapi uygulamalarının ciddi yan etkileri, bu süreçte pahalı ilaçların kullanılıyor olması, süreçteki belirsizlikler, hasta ve ailesi için oldukça zorlayıcı olmaktadır. Gelecek de her dört aileden üçünün kanserle karşılaşacağını ve bu nedenle de herkesin en azından yakınında olan bir insanın kanser hastası olması nedeniyle, kanserle yüz yüze gelme ihtimalinin güçlü olduğu bilinmektedir (Okyayuz, 2004: 88).

Kanserin Aile Üzerindeki Etkileri

Son yıllarda tedavi yöntemlerinin gelişmesi sonucu kanserli hastalar daha uzun süre yaşamaktadır ve hastanede uzun süre kalmanın tedavi ve bakım maliyetini yükseltmesi nedeniyle karmaşık kemoterapi ve radyoterapi protokolleri artık evde, taburcu edilmiş olan hastalara da uygulanmaktadır. Bu nedenlerle kanser hastası olan birey kadar aile üyelerinin de günlük yaşam düzeninin bozulduğu ve kanserli hasta ailesinin stresinin arttığı düşünülmektedir. Evde iyileşme olanağı hastaneye göre daha istenen düzeyde olabilir. Ancak, kanserli hastaya evde bakım verme, hastalık olayının tümü ile aile üyelerinin günlük yaşamına girmesine ve günlük rutinlerinin bozulmasına neden olmaktadır. Bu nedenle aile üyelerinde rol kaybı ya da rol değişikliği olabilir, ailenin dengesi bozulabilir. Hastalık süresince, aile üyelerinin kanser hastası olan aile üyesinden daha fazla anksiyete, depresyon, yorgunluk, rol çatışması, sosyal izolasyon ve sıkıntı yaşadıklarını ve bunların sonucunda bağışıklık sistemlerinin bozulması ile fiziksel hastalık ihtimallerinin olduğunu belirtmektedir. Kanserin hasta ve ailesinde neden olduğu fiziksel, ruhsal ve sosyal değişiklikler, bu kişilerin yaşam kalitelerinin tartışılmasına yol açmıştır. İnsanlar artık yaşamın uzunluğu ile değil, kalitesi ile ilgilenmektedirler (Kızılcı, 1999: 18-19).

Hastalık sürecinde; ailenin hastaya verdiği desteğin yetersiz olduğu durumlarda psikolojik güçlüklere daha fazla rastlanmıştır. Hastalık aile üyelerinin, ruhsal ve fiziksel sağlıklarını etkileyebilir. Ayrıca toplumsal maliyeti önemlidir. Hastanın hastalık sürecine uyumu, rehabilitasyonu ve bakımı ile ilgili yalnız hasta ile değil ailesi ile de ilişki kurulması önemlidir. Eş, anne-baba, çocuk gibi alt sistemlerin bulunduğu ailede değişim ve tutarlılık arasındaki dengenin devam etmesi önemlidir. Hastanın yaşı, fiziksel ve psikolojik sağlığı, zihinsel potansiyeli, sosyal statüsü, gelir durumu, aile ilişkileri gibi çeşitli bireysel özellikleri, tutum ve davranışlarını büyük ölçüde etkileyerek kriz durumunun oluşmasına neden olabilir. Dengelerin sarsılmasıyla birlikte aile ilişkilerinde yeni örgütlenmeler ve ailede ki rollerde değişiklik olabilir. Bu travmatik yaşantıyla mücadele edebilen aileler işlevselliğini koruyup aile içi yeni örgütlenmeleri oluşturabilirken, bu sorunla mücadele edemeyen ailelerde ise çözülme olması güçlü bir olasılıktır. Hasta, hastalık ve aile arasındaki ilişki nedeni ile de kanser; aile için akut, kronik ve arka arkaya gelen, streslerle belirginleşen bir aile hastalığıdır denilebilir. Hastalığın farkında olunan andan itibaren hastalar ve aileleri kendilerine özgü bir şekilde tepki gösterirler ve farklı psiko-sosyal dönemler yaşarlar. Yapılan araştırmalarda anksiyete, uyku problemleri ve bedensel yakınmalar, depresyon gibi psikolojik problemler, kanser hastalarında ve ailelerinde gözlemlenen ortak belirtiler olarak diğerlerine göre daha yüksek bulunmuştur. Hastanın bu süreçte daha uyumlu olmasının en önemli nedenlerinden birisi olarak ailenin hasta ile uyumlu bir ilişki kurmuş olması sayılabilir. Bu durum, hastalığın tanı ve tedavi sürecinde tedaviye katılan ekip içinde, tedavi kalitesini yükselten bir durumdur (Durukan, Abalı ve Tüzün, 2006: 2).

Sosyal destek, yaşam boyunca ortaya çıkan olumsuz olayların insanların sağlığı ve kendini iyi hissedebilmesine verdiği zararı azaltması ve verilen zararlara karşı destek görevi görmektedir. Bu anlamda sosyal destek, bireylerin stresini azalttığı, bireylere ait olma, benlik saygısı, güven duygusu gibi konularda destekleyerek bireylerin sağlıklı ve iyi hissedebilmesine neden olmaktadır. Kanser, özellikle insanların varlığına yönelik problemleri de yanında getirerek, onları psikolojik olarak etkiler. Sağlık şartlarının gittikçe bozulması, sorunların sürekliliği ve hastalıklara yönelik kaygı getiren şartların artışı kanser hastalarının daha fazla ilgiye ihtiyaç duymasına yol açmaktadır. Kanser ve toplumsal destekler konusunda analiz edilen pek çok çalışmada, sosyal desteğin kanser benzeri hastalıklarda özellikle bağışıklık sisteminde güçlendirici etkilere neden olduğu ve insanları yaşama bağlayıcı sonuçlara varılmıştır. Bu sonuçlara göre, sosyal destek gruplarında olanların bu gruplanmalara katılmayanlara göre iki kat daha uzun yaşadıkları görülmüştür. Yine benzer araştırmalarda tanı sonrasındaki destekleyici duygusal ilişkiler hastaların kansere karşı geliştirdiği mutsuzluğunun boyutunu etkileyebilmektedir. Meme kanseri olan hastalarda 3. ve 30. günlerde çok fazla destek alan kişilerin, daha az destek alanlara göre daha düşük oranda uyum sorunu yaşadıklarını göstermektedir. Dolayısıyla meme kanseri olan hastalarda sosyal desteğin önemli bir etkisi olduğunu ve sosyal desteğin psikolojik açıda uyumunun güçlü olduğu belirlenmektedir (Özyurt, 2007: 2-3).

Kanser teşhisi konmuş çocuğu olan ailelerde, bu hastalık oldukça zor ve acı verici bir tecrübedir. Hastalık tanısı sonrası ailelerin hastalığa ve bunun beraberinde getirdiği sonuçlara ve hastalığın etkilerine uyumu önem taşımaktadır. Ebeveynlerin bireysel ve durumsal faktörlerinin sonucunda sorunlarla baş etme tavırları, onların hastalığa karşı uyumlarını göstermektedir. Kanser teşhisi sonrasında ebeveynlerin yeni durumla baş etme, çocuklarının sağlık durumuna uyum sağlamaya çaba göstermek ve kendi refah düzeylerine yönelik önem vermek gibi istek ve ihtiyaçları doğmaktadır. Ailedeki bireylerde kanserli çocuğa yönelik ilk teşhis konulması sonrasında uyku bozukluğu, depresyon, anksiyete gibi bazı durumlar görülebilmektedir. Ayrıca ailenin kanser hastalığıyla başa çıkma stresi ve endişesi ana babalarda bazı sağlık problemlerine yol açmakta, sosyal izolasyona, evlilikte cinsel sorunlara, çalışma performansının azalması, iş ile ilgili sorunlara ve hatta alkol gibi alışkanlıkların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu değişimlerle birlikte çaresizlik, kızgınlık, inkâr, korku, konfüzyon, suçluluk ve öfke gibi farklı duygu durumlarının da tecrübe edildiği görülebilmektedir. Öte yandan hasta yakınlarının kansere olan tepkisi, onların tutumlarına, inançlarına, değer sistemlerine ve içinde bulundukları strese göre değişebilir (Guni, 2005: 23-24).

Kanser tansını öğrenen aileler, yaşamlarındaki sorun çözebilme mekanizmaları ile yaşamlarını sürdüremeyebilirler. Dolayısıyla duygusal, bilişsel, fiziksel anlamda zayıflık, güçsüzlük, korku, umutsuzluk ve dağılıp yok olma gibi duyguları bir arada hissederler. Ebeveynler bu noktada ölümcül bir hastalık durumunu “neden” gibi sorularla sorgularlar ve suçlu aramaya başlarlar. Bu tip durumlarda kendilerini, doktoru, toplumu veya tanrıyı suçlama eğilimi içerisine girerler. Bu tepkilerin ötesinde, kanser hastalığının bulaşacağından endişelenmelerinden dolayı aile üyelerinin hastadan uzak durmak istedikleri bilinmektedir. Söz konusu aile üyeleri bireye karşı daha pozitif ve daha ılımlı ve güler yüzlü olmayı istemesine rağmen bu dönemde çok üzülürler ve bazı çelişkiler içerisinde kalırlar. Çocuklukta kansere yakalanan bireylerin anne babalarının içinde yaşadığı psikososyal bazı sorunlar, hasta ve hastalığın gidişi üzerinde de etkilere yol açabilmektedir. Kanser teşhisi konmuş hastalarda olduğu gibi anne-babaların da teşhise yönelik verdikleri tepkiler Kubler Ross’un aşama yaklaşımına göre ifade edilebilir (Urhan, 1998: 13-14).

İnkâr: Hastalık durumunda ilk tepki genellikle şok olma durumudur, sonrasında bu şoktan zamanla uzaklaşılır. Öncelikle uyuşukluk hissinin ortadan kalkmaya başlaması ile yeniden toparlanan kişiler cevabı “hayır bu bana olamaz” şeklinde olmaktadır. Ölümle yüzleşmek zorunda kalmak ve bunu kabul etmek olanaksız görülmektedir. Hastanın kaçınılmaz bir şekilde ne kadar zamanı olduğuna ve yaşamında stresli durumları önleyebilmek için nasıl hazırlandığına bağlı olarak zamanla İnkârı bırakacak ve daha az köktenci savunma mekanizmaları ile hayatına devam edecektir. Sağlık personelinin hastaya veya aileye hastalığı, bir anda hazır olmadıkları durumda söylemesi ile yadsıma durumu görülebilir.

Öfke: İlk günden sonraki dönemde yapılabilecek tedaviler, nasıl bir tedavi uygulanacağı ve kim tarafından bu tedavinin yapılacağı zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Kubler Ross'a göre, bu aşamadan sonrasında öfke büyür ve "Neden ben?" sorusu gündeme gelir. Diğer insanların sağ ve sağlıklı olması ve bu durum karşısında kendisinin öleceği gerçeği ile hasta bu durumu içerler ve kızgınlığı ile Tanrıyı hedef alabilir. Çünkü Tanrının ölüm kararında zorlayıcı ve keyfiliğe göre hareket ettiği davranılır ve düşünülür. Öfkeli hasta, çevresinde sağlıklı olan tüm bireylere karşı öfkesini gösterebilir. Bu kişiler hastane personeli, doktor, hemşire, kendi aile üyeleri ya da yakın arkadaşları olabilir ve öfke durumu, aile ve arkadaşları için zor baş edilebilecek durumlardan birini göstermektedir. Bu noktadan sonra hastanın daha farklı stratejiler için öfkeyi bırakabildiği ve iyi davranma karşılığında sağlıklı olma gibi hedefleri de olabilir. Hasta ölüm gerçeğini kabullense de daha uzun süre yaşayabilmek için pazarlık eder. Hatta daha uzun yaşabilmek adına bir hafta, bir ay ya da daha uzun dönemde iyi insan olmaya ya da iyi davranışlarda bulunmaya yönelebilmektedir.

Depresyon: Hastalığın adaletli olmadığı ve hastalık yapılan tüm çabaların durumu düzeltmeye yetmediği bilinirse ve bu durum fark edildiği anda bireyler depresyona girerler. Bu aşamada hastalığın seyri konusundaki kontrolün elden çıktığı durum söz konusudur ve “kedere hazırlanma” aşaması olarak da söylenebilir. Bu aşama durumunda hastalar, kendi ölümlerinin yasını tutmaya çalışırlar. Süreç iki aşamalıdır, ilkinde kişi öncelikle geçmişteki yanlışlarına, kaybettiklerine, yapamadıklarına söylenerek başlar ve sonra kendisini gelecek olan kötü habere ölüme bir şekilde hazırlamaya çalışır.

Kabullenme: Bu aşamada bireyler “Mücadele edemem ama her şeye hazırım” olarak düşünebilirler. Bu evreyi çok da mutlu bir evre olarak düşünmemek gerekir. Çünkü bu dönemde duygular, ağrılar yok olur, savaş bitmiştir, diğer deyişle “uzun yoluculuktan önceki son istirahat” zamanı gibidir. Hastadan ziyade ailenin bu süreçte daha çok desteğe, yardım ve anlayışa ihtiyaç duyar. Aile ve personel hastaların güçlü olmasını isterler, destekleri devam eder ve hastanın bu sonu kabul etmesini istemezler. Hastanın bu tavrının aile için ihanet ve hatta dışlayıcı olduğunu kapalı da olsa düşündürebilirler. Kabullenme aşamasında ailenin ve sağlık personelinin hastanın yaşamını uzatma isteği ile hastanın dinlenme ve huzur içinde ölme isteği bazen çelişebilir. Bu dönemin iyi yönetilebilmesi ve hastaya daha fazla zarar vermeden yapılan çabaların boşa gitmesi ve acılı olması hastaya acı verebilmektedir (Zengin vd., 2012: 1-2).

Ailenin sosyal destek bakımından önemi bilinmekle birlikte, kanserli hastaya bakım verebilecek ailelerin ve yakınların hem desteğe hem de güçlü olmalarının sağlanmasına ihtiyaç vardır. Hastalığın uzun sürmesi, ailenin yaşam düzenini bozabilir, iş ve sosyal hayata kısa sürede dönemeyebilirler. Kaygı, çaresizlik, karamsarlık duyguları depresyona yol açabilir. Hatta aile bireylerinin bazılarında bu duruma bağlı olarak uzun süren yas tepkileri de görülebilmektedir. Bu süreç, bireylerden bireylere farklılık gösterebilir. Söz konusu bu süreçlerin başarılı bir şekilde bitirilmesi sonrasında kişiler tekrar yaşamlarındaki sosyal rollere dönmektedirler. Sürecin başarılı ve sağlıklı bir şekilde atlatılamaması durumunda patolojik yasın yaşanması halinde hasta yakınlarının biyo-psikososyal işlevleri üzerinde bozucu etkilere neden olabilir (Terakye, 2011: 78).

Sonuç
Kanser ve tedavisi oldukça zorlu bir süreçtir, bu sürecin sağlıklı bir şekilde atlatılabilmesi için aile sisteminin yeniden örgütlenmesi,(kuralların esnetilmesi, denge, rollerin belirlenmesi, alt sistemlerin oluşturulması, iletişimin açık hale getirilebilmesi) gerekir. Hastalık süreci, hastanın iyileşmesi ya da kaybı ile sonuçlanabilmektedir. Hastalığın aileye getirdiği yük, kayıp ya da yas sürecinin başarılı bir şekilde sonlanması için saygı, esneklik, uyum, iletişim ve işbirliği önemlidir. Sürecin sonunda aile yeni sisteme göre yapılandırılmalıdır. Aşağıda ki ‘Annem Uğruna’ isimli film, hastalık sürecinde dengelerin bozulması, roller, problem çözme, yeni alt sistemlerin oluşturulması, iletişim ve aile işlevleri üzerine güzel bir örnek oluşturmaktadır.
Annem Uğruna - One True Thing (Film Örneği)
Film ile ilgili bilgiler
Yönetmen: Carl Franklin
Yapımcılar: Harry J. Ufl and ve Jesse Beaton
Oyuncular: William Hurt, Merly Streep, Renee Zellweger, Carl Fanklin
Orijinal Dil: İngilizce
Yapım Yılı: 1998
İzlenebileceği Diller: İngilizce, Türkçe
Süre: 122 dk.

Filmin Konusu
“New York da yaşayan kariyer tutkunu Ellen Gulden, annesinin kansere yakalanması nedeniyle
işini ve erkek arkadaşını bırakıp annesine bakmak zorunda kalır. Başarılı bir İngilizce öğretmeni
olan babası Prof. George Gulden, hocalığının yanında fakültenin bölüm başkanıdır ve ayrıca iyi de bir yazardır. Ancak yazmakta olduğu bir romanın parasını peşin almış olmasına rağmen bu romanı bir türlü bitiremediği için sıkıntı içindedir. Bütün bunların yanında bir de karısının kansere yakalandığını öğrenmesi onu iyice bunalımın eşiğine getirmiştir. Ailesi büyük bir krizin içine sürüklendiğinde, aradıkları kişi kızları Ellen’dir. Ellen, önceleri New York’u bırakıp eve dönmek istemez, ancak döndükten bir süre sonra kendi kişiliği ile ilgili bilmediği birçok yönün farkına varacaktır. Birlikte geçirecekleri zaman içinde Ellen annesi ve babası ve annesinin hayatı hakkında o zamana dek bilmediği pek çok şeyi keşfedecektir.” (film özeti için bkz., filmin kapağı).

Filmin başlangıcında, anne Katherine’in kansere yakalanmasıyla Gulden Ailesinin dengesinde bozulmalar yaşanmaya başlamıştır. Baba, Ellen’in eve geri dönmesiyle bozulan aile dengesinin yeniden kurulacağını düşünmektedir. Ancak, Ellen’ın işini ve kariyerini bırakıp eve dönmek istemediğini, eve döndüğünde ise ev işlerini yapmakta zorlandığını, George’un Katherine’nin sağlık durumu kötüye gitmesine rağmen eşinin bakımına yardımcı olmadığını yansıtan sahneler, hastalık sonrasında Gulden Ailesinin değişen duruma karşı aile dengesinin başlangıçta kurulamadığını göstermektedir. Filmin sonuna doğru ise aile dengesinin tekrar kurulduğu görülmüştür. Tekrar kurulan aile dengesinin göstergeleri olarak Ellen’in ev işleri ve annesinin bakımı konularında artık ustalaşmaya başlaması ve annesinin ısrarına rağmen işine geri dönmek istememesi ortaya konabilir.

Aile, işlevsel olmayan bir yapı içindedir. Kapalı aile sistemi işlevsel olmayan ailelerin genel bir özelliğidir. George’un kızından eşi için eve gelmesini istemesi, kendi bakımı ve evin işleri ile ilgili taleplerde açık olmaması rollerin ve kuralların belirsiz olduğunu; George’un “Evde ne olursa olsun hastaya bakım için hemşireden yardım istenemez” demesinde görüldüğü gibi katı kurallar olduğunu ve Katherine’in durumu kötüye gittiğinde Ellen’ın babasından yardım istemesi ve bu talebine olumsuz yanıt alması ile ailede işbirliğine açık olmayan ve esnemeyen bir yapılanmanın olduğunu düşündürmüştür. Ailede açık iletişimin olmadığını gösteren bir sahnede “Katherine, kızı Ellen’in eve geri dönüşüne şaşırmaktadır. Eve geri dönüşünün babası tarafından annesinden saklandığını öğrenen Ellen, bu yüzden babasına kızmaktadır. Baba George’un, ‘Anneni tanıyorsun, senin geri geleceğini bilse bunu istemezdi’ dedikten sonra, yeni yazdığı kitabının giriş yazısını kızının yazmasını istemiş olması, o an için Ellen’ı cok mutlu etmiştir. Ancak daha sonra, George kızının kucağına ütülenmesi gereken gömlekleri koyduğunda ise Ellen şaşırdığını belli etmektedir. Ailede bulunan bireyler arasında duygu ve düşüncelerin açıkça paylaşılamaması ortak kararların alınmasını engellemektedir. İşlevsel olmayan kapalı aile sistemlerinin temel özelliği değişen durumlara rağmen kuralların katı olmasıdır. Başka bir sahnede; “Sağlık durumu giderek kötüleşmekte olan Katherine kriz geçirmektedir. Eve çağrılan doktor yardım için bir hemşireye ihtiyaçları olacaklarını belirtmektedir. Babasına daha önce annesinin bakımı için hemşire gerektiğini söyleyen Ellen, annesinin doktoruna dönüp ‘Hemşireye ihtiyacımız yok’ demektedir. George ise eşi çok kötüyken bile işe gitmektedir.” Bu sahne, ailede, değişen durumlarda kuralların değişmesi ve esnemesi yerine kişilerin bu kurallara adapte olmaya çalışmasına örnek oluşturmaktadır. Bu durum aynı zamanda hastaya bakım verenin de yükünü artırmaktadır. Öte yandan, George’un eşinin durumunun ağırlaşması karşısında bile bölümdeki derslerine gitmesi, “asla hemşire bakamaz” gibi katı bir kuralın nesiller arası geçişi ve zorlanan şartlar karşısında bile ailede kuralların katılığında bir esneme olmaması, ailenin işlevsel olamadığına ilişkin örnekler olarak gösterilebilir. Ailede ki bu katılık bu sürecin atlatılmasının daha zorlu olacağı ve süreçte sosyal desteğin önemini yeniden hatırlatmaktadır. Ellen ve annesinin soğuk ve mesafeli ilişkisi süreç içerisinde yakınlaşma ile sonuçlanmıştır. Film, annenin kaybından sonra aile alt sistemlerinin yeniden kurulması açısından da güzel bir örnektir.









KAYNAKÇA
Acar, A.E. (2011). Kronik Hastalıkların, Hastaların Aile İşlevleri ve Yaşam Doyumları Üzerine Etkisi, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
Alacahan, O. (2010). Aile Birliğini Oluşturan Faktörler ve İşlevleri, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,11(1), 289-298.
Arda, Ş. (2011). Kanser Hastalarında Yaşamda Anlamın İncelenmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Bulut, I. (1993). Ruh Sağlığının Aile İşlevlerine Etkisi, Ankara: Başbakanlık Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Yayınları.
Çavuşoğlu, F.N. (2007). Evli Çiftlerin Kendi Aile Yapı ve İşlevselliklerinin Aile Orijinleriyle Karşılaştırılması, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Çivi, S., Kutlu, R. ve Çelik, H. H. (2011). Kanserli Hasta Yakınlarında Depresyon ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörler, Gülhane Tip Dergisi, 53, 248-253.
Durak, E.Ş. ve Fışıloğlu H.(2007). Film Analizi Yöntemi ile Virgina Satir Aile Terapisi Yaklaşımına Bir Bakış, Türk Psikoloji Yazıları, 10(7), 43-62.
Durukan, M., Abalı, O. Ve Tüzün, Ü. (2006). Pediatrik Onkolojide Bir Aile Çalışması Örneği, Haseki Tıp Bülteni, 44(1), 1-4.
Guni, Ö. (2005). Kanserli Birey ve Ailelerinin Sosyal Destek Algılarının Değerlendirilmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.


Işıloğlu, B. (2006). Anksiyete ve Depresyon Tanısı ile İzlenen Evli Kadınlarda Aile içi Şiddetin Sosyodemografik Faktörler, Çift Uyumu ve Hastalıkla İlişkisi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 12. Psikiyatri Birimi.
Karabuğa-Yakar, H. ve Pınar, R. (2013). Kanserli Hastalara Bakım Veren Aile Üyelerinin Yaşam Kalitesi ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi, Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi, 15(2), 1-16.
Kızılcı, S. (1999). Kemoterapi Alan Kanserli Hastalar ve Yakınlarının Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörler, C. Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 1999, 3(2), 1-9.
Könezoğlu, B. (2006). Aile ve Ailenin Korunması, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Okyayuz, Ü. H. (2004). Kanser ve Behçet Hastalarının Ailelerinin Duygudurum ve Aile İşlevleri Açısından İncelenmesi, Türk Psikoloji Dergisi, 19(53), 87-99.
Orak, O. S. (2011). Kanser Hastasına Bakım Veren Aile Bireylerinin Bakım Verme Yüklerinin Belirlenmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü, Samsun.
Terakye, G. (2011). Kanserli Hasta Yakınlarıyla Etkileşim, Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, 4(2), 78-82.
Urhan, G. (1998). Cerebral Palsy’li Çocuk Varlığının Aile İşlevlerine Etkisi ve Sosyal Hizmetler, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Zengin, O., Saltık, S., Duysak, Y., Soytürk, G., Orbay, E.. ve Tekin, O. (2012). Kanserli Çocuğa Sahip Ailelerin Aşama Yaklaşımına Göre Gösterdikleri Tepkiler, Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 2(1), 1-4
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Kanserin Aile Üzerindeki Etkileri" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Dnş.Şerife AKSOY'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Dnş.Şerife AKSOY'un izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     1 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Şerife AKSOY Fotoğraf
Psk.Dnş.Şerife AKSOY
Kayseri
Psikolojik Danışman
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi9 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Dnş.Şerife AKSOY'un Makaleleri
► Boşanmanın Çocuk Üzerindeki Etkileri Dr.Psk.Nilgün Öngider GREGORY
► Bağlanma ve Kişilik Üzerindeki Etkileri Dr.Psk.Ümit AKÇAKAYA
► Boşanmanın Çocuklar Üzerindeki Etkileri Psk.Dnş.Seval Ulviye AKYOL
► Boşanmanın Çiftler Üzerindeki Etkileri Psk.Seval HACIM KILIÇ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 20,033 uzman makalesi arasında 'Kanserin Aile Üzerindeki Etkileri' başlığıyla benzeşen toplam 21 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Yapay Bozukluk Şubat 2015
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


18:02
Top