2007'den Bugüne 92,262 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Varoluşsal Kaygılar ve Başetme
MAKALE #18997 © Yazan Uzm.Psk.Bengisu Nehir AYDIN | Yayın Kasım 2017 | 7,201 Okuyucu
Kaygı, var olan bir canlının kendi muhtemel yokluğunun farkında olması halidir. Başka bir deyişle, kaygı yokluğa dair varoluşsal farkındalıktır. Var olmak kendiliğinden mutlaka bir kaygı getirecektir. Bunun varoluşsal olup yaratıcı bir potansiyele dönüşmesi ya da nevrotik olması farkındalık ve bunlarla yüzleşme cesaretinin düzeylerine bağlıdır. Varoluşsal kaygıyı üreten, yokluğun kişinin kendi varlığının bir parçası olduğuna dair farkındalıktır. Nevrotikleştiren ise, yok olmaktan var olmaktan kaçınarak uzak durmaya çalışmaktır (Tillich, 2014).

Ölüm kaygısı

Varoluş dendiğinde ilk akla gelen ve varlığın tersi olarak algılanan ölüm, kaygıların en temeli olarak görülebilir. Yokluğun tehdidi en belirgin şekilde ölüm konusunda anlaşılabilir. Canlıların dünyaya gelmesi, yaşamını sürdürmesi önceden belirlenmiş kurallara bağlı değildir, tamamıyla rastlantılara bağlıdır. Varlığımızın bir sebebi, kendinden menkul bir amacı yoktur. Bunu bilinçli ya da sezgisel bir şekilde kavramak, insanın belirli bir kurallar dizisine ait olmadığını, tek başına ‘’işe yaramadığını’’ bilmek, nasıl olsa bir gün yok olacağı için kendisini kabul etmesini, onaylamasını güçleştirir. Bu kaygıyla, yokluk tehdidine rağmen, cesaretle yüzleşildiği zaman varoluşsal ölüm kaygısı insanın hayatını daha dolu ve tatmin edici bir şekilde yaşamasının önünü açarak yeni olanakları beraberinde getirebilir. Ölüm korkusu, hayatı yaşama korkusu olmaktan çıkıp verimli bir etkinlik sürecine dönüşebilir. Ancak ölüm kaygısı, somut bir nesneye aktarılırsa, yani korkuya dönüşürse, nevrotik hale gelir ve fobiler ortaya çıkar. Nevrotik (işlevsel olmayan) kaygıdaki kendini onaylama, kabul etme kırılgandır. Kendini kabul ediyor gibi görünen kişi aslında benliğinin çok az bir kısmını onaylıyordur, sahip olduğu potansiyellerin çok azıyla yetiniyordur ve bu da algılanan tehditler karşısında kolayca dağılabilir. Bu da kişiyi umutsuzluğa götürür (Tillich, 2014).

Tillich (2014)’e göre yokluk kaygısı karşısında insanın kendisini onaylaması için varlığına katılması, yani kendisiyle ilişkisinin yoğun olması gerekmektedir. Kendisiyle ilişkisinin yanında, bir topluluğun parçası olarak da kendini onaylama sağlanabilir. İnsan yalnızca başka insanlarla sürekli temas halinde iken insan olabilir; ait olduğu topluluk sayesinde bir bütün olarak dünyaya ve kendi parçalarının tümüne katılım sağlayabilir.

Anlamsızlık kaygısı ve sorumluluk

Anlamsızlık kaygısı, fiziksel yokluk tehdidi olan ölüm kaygısından farklı olarak bütün anlamların üzerinde temel bir anlama ilişkin yokluk tehdididir. Var oluşun anlamına dair sorulan sorunun yanıtının yitirilmesi kaygı yaratır. Tehdit olan şey anlamsızlık, ‘’bunda anlam bulamayacağım’’ kaygısıdır. Bu tehdidin yaşama yansıması yabancılaşma ile olur. Anlam bulamayan ve yabancılaşan kişi, kültürün devamlılığını sağlayan faaliyetlere yaratıcı bir şekilde katılamaz ve kayıtsız kalır; denediği hiçbir şey tatmin etmez hale gelir (Tillich, 2014).

Anlamsızlıktan doğan kayıtsızlığı en açık şekilde belki de Camus’nün Yabancı romanının ilk hikayesinde görebiliyoruz. Kahraman her gün adeta bir robot gibi yapılması gerektiği için bir şeyler yapar, annesinin cenazesine sanki mecburiyetten katılır, sonunda da diğer eylemlerden farklı görmeyerek birini öldürür. Kendisini ve diğerlerini nesneleştirerek ahlaki değerler ve gündelik işler arasında bir ayrım gözetmez. Ancak idama yaklaştığı noktada hücresinin penceresinden gördüğü güneşin doğuşunda bir anlam bulabilir ve heyecan hissedebilir. Bu noktada belki anlamsızlık kaygısı ve yabancılaşmanın ölüme yaklaştığı, fiziksel yokluk tehdidinin en yoğun olduğu anda ortadan kalkabildiğini, bir ölçüde bu tehdide karşı kendince cesaretli bir şekilde anlam bulabildiğini söyleyebiliriz (Camus, 1991; Yalom, 2001).

Frankl (1992), anlama yönelik arzunun kesintiye uğraması ve yılgınlık halini noojenik nevroz olarak adlandırmaktadır. Bir kılavuz olmamasından kaynaklanan varoluşsal hayal kırıklığı ve acı, anlam arzusunu serbest bırakacak yollar bulunabilirse semptom olmaktan çıkıp gelişmeyi sağlayabilir. Bu noktada, devam edecek güç bulunabilmesi için anlam arzusunun çok güçlü olması gerekir.

Schopenhauer (2014)’e göre ise, diğer yazarların bahsettiği varoluştan gelen sıkıntı hissi acı hissetmemeye bağlıdır; acı varsa sıkıntı hissi yoktur. Bir amacın peşinde koşmadıkça insan zevk alamaz. O amaca ulaşma süreci acı verse de aynı zamanda keyif de verir, ancak ulaşıldığı anda hemen ortadan kalkar ve yeniden can sıkıntısı belirir. Bu yüzden boş kalmaya izin verilmeden hayat sürekli bir devinim içinde olmalıdır. Schopenhauer (2014)’in vurguladığı bir başka nokta da insanların diğer hayvanlardan farklı olarak, sürekli bulunulan an içinde yaşayamadıkları için pişmanlık ve kaygı hissetmeleridir. ‘’Hayvanlar yaşanan anın kişileşmiş halidir’’ demektedir. Ancak hayvanlar sadece o anda yaşadıkları için umut da hissedemezler. Bir hedefe ulaşmadan, o süreçte insanın algıladığı zevk de bu umut etme becerisinden kaynaklanır. Bir hedefe ulaşmadan önce sonucu hayal ederek zevk alabilmek, aynı zamanda zorlanarak acı hissetmek, sabırlı olup devam etmek insanı ayakta tutar ve bir anlam bulabilmesini sağlayabilir.

İnsanın kendi anlamını bulabilmesi, yaratabilmesi için bu yönde bir sorumluluğu olduğunun farkına varması gereklidir. Kendisi için bir anlam yaratmazsa bunu bir başkası yapamaz. Zaten sorumluluk kendi başına, bir durumu, bir sonucu yaratmak anlamına gelir. Bir insan içinde bulunduğu koşulları ya da katlanamadığı bir acıyı kendi eliyle yarattığını kabul etmedikçe, başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçmedikçe değişebilmesi de mümkün değildir. İnsanın davranışları başkalarını etkilediği gibi önce kendisini etkiler. Bu nedenle başkasının istenmeyen bir davranışına izin vermiş olmak söz konusudur (Yalom, 2001).

Suçluluk kaygısı ve yalıtım

Bir şeye anlam vermek zorunda olmak, bundan sorumlu olan kişi olmak beraberinde özgürlüğü de getirir. Sonsuz seçenek arasından insanın kendi karar verdiği anlamı verebiliyor olması ve buna sahip çıkması özgürlüktür. Ancak fazla kaygılı olduğunda, tutunacak bir zemin arayan insan bunu kendi kendine sınırlamak ister. Bunun nedeni de olası ve bir noktada mutlaka gerçekleşmek zorunda olan hatalarını, başarısızlıklarını başkasına ya da başka bir yapıya atfetmek istemesidir (Yalom, 2001). Bunun da yokluk tehditlerinden biri olan suçluluk kaygısı ile bağlantısı var gibi görünmektedir. ‘’Mükemmel olmazsam, başarısız olursam bu benim suçlu olduğum, iyi olanı bulamadığım anlamına gelir’’ inancı temelde insanı engelleyen düşünce olabilir. Bu varoluşsal bir kaygı olduğu için bunun farkında olarak nevrotik kaygıya dönüşmesi engellenebilir. Hatanın, başarısızlığın sorumluluğunu kendini nevrotik bir şekilde suçlamadan üstlenmek umutsuzluğa düşmeyi de önler. Kendini suçlamaktan kaçınmak nevrotik bir şekilde de yapılabilir ancak bu çok kırılgan bir alandır ve aşırı telafi şeklinde yapıldığında gerçek benlikten çok daha azı onaylanmış ve potansiyeller reddedilmiş olur (Tillich, 2014).
Sorumluluktan kaçınmanın nedenlerinden biri olan (nevrotik/varoluşsal) suçluluk kaygısında tehdit olan şey ahlaki açıdan yokluktur. İyi ve kötü arasındaki bulanıklığın hem benlikte hem de yapılan eylemlerde farkında olmak, suçluluk duygusunu getirir. En iyi şekilde yapıldığı düşünülen bir şeyde bile yokluk tehdit eder, hiçbir zaman iyi ile kötü arasındaki belirsiz çizginin yeri anlaşılamaz, bu da yapılan işin kusursuz olmasını engeller. Nevrotik kaygıda suçluluk kaygısı o kadar güçlüdür ki sorumluluğa dayanan kararları ve herhangi bir ahlaki eylemi imkansız kılar. Suç olmayan ya da dolaylı olarak suçlu olan bir yerde kişinin suç görmesine sebep olur. Ancak gerçek suça dair farkındalık, kendisini suçlaması, kendisine yabancılaşması bastırılır. Kuralsızlığın ve kurallara körü körüne bağlı olmanın arkasında da suçluluk kaygısı yatar, umutsuzluğun aşırı ucuna sebep olur. ‘’İyi ile kötü arasında belirli bir sınır yoksa bu kural ne anlama geliyor?’’ ya da ‘’ancak bu kurala bağlı kalırsam iyi olanı bulabilirim’’ gibi büyüsel bir düşünce etken olabilir. Bunlar da kişinin sabit bir zemin bulamamasından kaynaklı umutsuzluğa götürebilir (Tillich, 2014).

Kaygı, potansiyelin gerçekleşme ihtimalinin hemen öncesine işaret ederken, suçluluk o potansiyelin engellendiği, reddedildiği, gerçekleştirmenin başarılamadığı, ihtiyaçların karşılanmadığı anlara işaret eder. Başka insanlara karşı, diğerinin ihtiyaçlarını anlamada ve karşılamada her zaman bir yere kadar başarılı olabiliriz, onların gerçekliklerini algılama konusunda mecburen bir yerde haksızlık yapacağız, çünkü herkesin ayrı bir bireyselliği, fenomenolojisi vardır ve dünyaya farklı pencerelerden bakarız. Kendisine yapılan haksızlık konusunda çok duyarlı hatta takıntılı olmak da suçluluk kaygısının diğer yönü olabilir. Bir de doğadan ayrılmaya karşı hissedilen suçluluk bulunmaktadır. Bunun temelinde insanın nesnel dünyadan ayrılarak özne yapılması, doğal dünyaya yabancılaşması, soyutlanması bulunur. Bunlar kabul edilmez, bastırılırsa nevrotik suçluluğa dönüşebilir. Kabul edildiği takdirde ise kişilik üzerinde tevazu, ilişkilerde duyarlı olma, yaratıcı bir şekilde kendi potansiyellerini kullanma gibi yapıcı etkileri olabilir (Tillich, 2014). Suçluluk kaygısını yenmek için kişinin kendini onaylaması, kötü taraflarını ve bunların getirdiği kaygıyı üstlenmesi, kabul etmesi gerekir.

Varoluşsal suçluluk aynı zamanda varoluşsal yalıtımla da alakalıdır. Varoluşsal yalıtım, insanın kendisi ve başka biri arasındaki kapatılamayan uçuruma gönderme yapar. İnsan hayatından sorumlu olduğu derecede yalnızdır. Sorumluluk yaratıcılığı, yaratıcılık da başka bir koruyucu ve yaratıcı olduğu inancının bırakılmasını gerektirir. Derin ve anlamlı bir bağ için önce yalnızlıkla yüzleşmek gerekir. Ancak hiçbir ilişki yalıtımı yok edemez, sadece yalıtımın verdiği çaresizlik hissini hafifletebilir. Bunun yapılabilmesi için önce varoluşsal yalıtım durumunun kabul edilmesi gerekir. Kabul edilmediği takdirde nevrotik kaygı ve diğerlerine yapışma hali görülebilir. Bu noktada sağlıklı bir ilişki kuramamanın, ilişkideki yeri geldiğinde kaçınılmaz olan başarısızlıkların getirdiği varoluşsal suçluluktan bahsedilebilir. Bu nedenle ayrılma – birleşme dengesinin sağlıklı kurulması, insanın her koşulda yalnız olduğunun farkındalığıyla birlikte, bireyselliğini koruyarak diğerleriyle gereksinim içermeyen, karşılık olmadan sevgi ilişkisinde bulunabilmesi gereklidir. Olgun sevgi, insanın ‘’sana ihtiyacım var, çünkü seni seviyorum’’ demesidir. Vermekle tükendiğini, zayıfladığını hissetmek yerine verdiği zaman canlanan, güçlenen kişiyi oluşturmak hedef olmalıdır (Yalom, 2001).

Anlamsızlık ve yalıtım ile baş etme

Varoluşçuluk ile ilgili yazan birçok yazar, anlamsızlık ve bunun getirisi olan umutsuzluk ile başa çıkmak için kendi yollarını önermişlerdir. Camus, Durant, Maslow, Tillich, Fromm, Sartre gibi yazarların önerdikleri çözümler dayanışma, sevgi, asilik ve direniş, kendini diğerlerine hizmete ve bir nedene, kendi anlamını gerçekleştirmeye adama, bağlanma, kendini gerçekleştirme, her alanda yaratıcılık, hedonizm, kendini yokluğa rağmen onaylama şeklinde sıralanabilir (Yalom, 2001).

May (2012) ise, dünyadan soyutlanmayı, anlamsızlığın getirdiği yabancılaşma ve yalıtılmışlık hissini aşmak için kişinin kendi dünyası ile diyalektik bir ilişki içinde olması, kendi dünyasının tasarımına bizzat katılması gerektiğini, ancak o zaman onu fark edebileceğini belirtmektedir. İnsanın kendi dünyasının farkına varması ile onun tasarımına katılması karşılıklı, birbirini besleyen bir ilişki içindedir. Kendisi dışında bir takım güçlerin hayatını tasarlamasına izin veren kişi, belki bir dereceye kadar güvende hissedebilir ancak anlamsızlık ve umutsuzluk içinde dünyasına yabancılaşır.
Bahsedilen çözümlerden anlamsızlık tehdidine direnmenin, yaşam biçimi haline gelmediği zaman kısa erimli ve kendi kendini yok eden bir çabaya dönüşeceğini düşünebiliriz. Tillich (2014)’e göre bu, umutsuzluğa götüren anlamsızlığın tutkuyla ifşa edilip kınanması, anlamsızlıkla olduğu gibi yüzleşme, bu kaygıyı ifade etme ve üstlenme şeklinde yapılmalıdır. Bunun için gerekenler tutku yani güçlü bir arzu, cesaret ve yaratıcılıktır.

Yine Tillich (2014)’in bahsettiği kendini onaylama da yaratıcılıkla yakından ilişkilidir. Yaratıcı faaliyetlere katıldığımızda, küçük de olsa o bütünde değişime neden olduğumuzda yani mevcut duruma dair yeni anlamlar üretilmesinde etkin olduğumuzda kendimizi onaylarız. Bu sayede hem yeni anlam oluşturulmasına katkıda bulunan kişi, hem de yaratım nesnesi değişir ve yeni anlamlara, yeni ihtiyaçlara bir zemin oluşturur. Yeni ihtiyaçlar ve bunların farkında olmak da etkin olma sürecinin devamlılığını sağlar.
Anlamsızlığa getirilen çözümlerden olan kendini bir başkasına adama da incelenmeye değerdir. Kendini adama ve hedonizm her şeyde olduğu gibi birbiriyle dengeli olduğu zaman bir anlam ifade edebilir. Kendi ihtiyaçlarını geri plana atıp sadece diğerine odaklanan insan hem fedakarlığa dönüşeceği için beklenti içinde olur hem de kendisinden memnun olmaz. Oysaki sağlıklı bir şekilde kendini adayan ve sevebilen insan kendisinin dışına çıkıp diğerinin varlığına ilgi gösterir. Maslow’a göre, kendini tamamen gerçekleştiren insan kendini ifade etmek için başkasını araç olarak kullanmaz, sağlam ve kırılgan olmayan bir benlik yapısıyla diğerine karşılık beklemeden ilgi gösterebilir. Çünkü insan kendisiyle meşgul olmamak için, kendisiyle ilgili problemleri geride bırakıp başka alanlara, başka canlılara rahatça yönelebilmek için kendisini anlar (akt. Yalom, 2001). Benliğe odaklanma, kendini ifade etme ve başkalarına ilgi gösterme birbiri ardından gelen aşamalar olarak düşünülürse, ilk ikisi birbirine karıştığında sorun olabilir ancak kendini ifade etme benlik yapısında eksik kalan bir boşluğu telafi etmek için sağlıklı şekilde kullanıldığında bir sonraki aşama olan kendini adamaya geçilebilir. İnsan kendini ifade ettikten sonra bir noktada doyuma ulaşıp, başka birçok şeyle beraber bütünsel olarak kendini gerçekleştirdiğinde artık kendini ifade etmeye ihtiyaç duymayabilir. Bu olmadan en başından kendini ifade etmemek, kendini engellemek, arka planda tutmak, görünmez kılmak, risk almamak ve hayal kırıklığına tahammül edememek demektir.

Fromm (1987) ise anlamsızlık ile baş etme yöntemlerinden biri olan bir başkasını sevme konusunda uzmanlaşmak için öncelikle yaşamın diğer alanlarında üretici ve etkin olmanın getirisi olan yoğunluk, uyanıklık ve canlılık gibi özelliklerin gerekli olduğunu ifade etmektedir. Bunun için de disiplin, sabır, çok büyük bir ilgi, tümgüçlülükten kurtulma ve alçakgönüllülük, risk alma, hayal kırıklığı ve acıya hazır olma, en önemlisi de kendi başına kalma kapasitesinin sağlam olması gereklidir. Bunların edinilebilmesi için bu özelliklere sahip bir örnekle karşılaşmak çok önemlidir. Tüm bunlar bir araya getirildiğinde karşılık beklemeden sevme yeteneği geliştirilebilir.

Nevrotik insanın başkalarına, kendi dışında yerlere kendini adaması zor görünmektedir. Perls (1992)’e göre nevrotik kişi ilgi konusunda açgözlüdür. Ona gösterilen ilgi hiçbir zaman yeterli gelmez, ya küçümser ya da almayı reddeder. Sabırsız bir şekilde çiğnemeden yutulan gıdanın mideye oturması gibi, duygusal gıdayı alırken de kendini katmadan sadece dışardan beklemek tatmin etmemektedir. Bu nedenle ilgi gördüğü zaman yetersiz gelir ve değersizleştirir, karşılık vermeden önce diğer taraftan beklediği için bir kısır döngü oluşur. Nevrotik bireyin bu kısır döngüden çıkabilmesi için önce kendi duygularının farkında olması gerekir.

Duygulanım, isteme ve karar verme

Varoluşsal kaygıları üretken bir şekilde kullanabilme yönünde değişmek, anlam vermek, bir eylemde bulunmak ve bunun sorumluluğunu almak için her şeyin başında öncelikle birtakım duygular hissetmek ve bunların farkında olmak gerekmektedir.
Hayal etmek ve dilemek, mantıksal gerekliliklerden ziyade duygulanıma dayanmalıdır. Eğer duygulanım engellenirse dilekler serbest kalamaz ve kişi ne istediğini bilemez hale gelir. Eyleme geçmek için asıl itici güç olan şey de istek ve bunun yoğunluğudur. İsteğin gücü sonuçlarına tahammül edebilmeyi göze almakla yani cesaretle doğru orantılı olabilir. Ne istediğini bilen kişi bu yönde özgürce seçim yaparak karar verebilir ve bu kararının sorumluluğunu üstlenebilir. Eğer istekler bastırılırsa nevrotik suçluluk ortaya çıkmış olur ve bu isteğin sonucunda gerçekleşebilecek eylemin sonuçlarından korkularak hareket engellenir. Ancak değişim ya da bir eylem konusunda zorunluluk hissi oluşursa bu, kişiyi geri çekebilir. Bu nedenle en başta kişi o eylemi yapmama ya da değişmeme, gerçekten istememe sorumluluğunu da alabilmelidir. May’e göre dilemek, istekten önce gelir. Buna hayal etmek, zihinde görmek de eklenebilir. Sadece dilek olup istek yoksa yetişkinlikten ziyade çocuksuluk söz konusudur. Başka bir ifadeyle, sadece dilek varsa, eylem yoksa o zaman gerçek bir isteme de yoktur (akt. Yalom, 2001).
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Varoluşsal Kaygılar ve Başetme" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Bengisu Nehir AYDIN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Bengisu Nehir AYDIN'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     2 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Bengisu Nehir AYDIN Fotoğraf
Uzm.Psk.Bengisu Nehir AYDIN
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi4 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Bengisu Nehir AYDIN'ın Makaleleri
► Varoluşsal Bir Korku: Ölüm Psk.Esra ERDOĞAN
► Kaygılar ve Korkular Psk.Hülya SİPAHİ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Varoluşsal Kaygılar ve Başetme' başlığıyla benzeşen toplam 14 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


17:35
Top