2007'den Bugüne 92,323 Tavsiye, 28,223 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Modern ‘biat Edilen’ Ahlak Anlayışından Postmodern ‘otoriter’ Ahlak Anlayışına
MAKALE #22490 © Yazan Psk.Emrah SALIK | Yayın Ağustos 2021 | 1,286 Okuyucu
MODERN ‘BİAT EDİLEN’ AHLAK ANLAYIŞINDAN POSTMODERN ‘OTORİTER’ AHLAK ANLAYIŞINA
Emrah SALIK
Özet
Ahlaki sorunlara çözüm bulmak için öncelikle ahlaki durumun doğru bir şekilde analiz edilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı günümüzde postmodern ahlak anlayışı mantığının ahlaki durumu açıklarken ‘ben’ ve ‘öteki’ arasındaki ilişkinin ahlaki benliğin oluşmasındaki rolünü doğru bir şekilde analiz etmek bizlere fayda sağlayacaktır. Ahlaki benliğin oluşmasında belirleyici olan bu ilişkinin ‘otorite’ gibi bir faktörü açığa çıkardığını görmek ise ahlaki durumu anlamak açısından son derece önemlidir. Ayrıca modern ahlak anlayışının ahlaki durumu değerlendirirken sahip olduğu perspektifi bilmek de postmodern ahlak anlayışı perspektifinin ahlaki duruma ilişkin yorumlarını anlamamıza yardımcı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Modern Ahlak, Postmodern Ahlak, Ben, Öteki, Otorite

Giriş
Felsefe tarihi boyunca eylem, hem kuramsal felsefenin hem de pratik felsefenin konusu olmuştur. Özellikle, pratik felsefenin konusu olan etiğin, insan eylemleri ve insan eylemlerinin ürünleri üzerinde çalıştığı bilinmektedir. İnsan eylemleri ahlaki açıdan bir yandan doğru, bir yandan yanlış olarak değerlendirilmektedir. Bunun sebebinin ise hangi eylemlerin hangi ölçütlere göre değerlendirilmesi gerektiği üzerinde bir uzlaşının sağlanamamasından kaynaklandığı düşünülmektedir. İnsan eylemlerini, yani etiğin konusu olan ahlaki eylemleri, tarih boyunca birbirinden farklı yorumlayan akımlar ve filozoflar bulunmaktadır. Kimi filozoflar ve teorisyenler ahlaki sorunlara yaklaşırken teoriyi ön plana çıkarmıştır; kimi ise pratik üzerinde yoğunlaşıp, pratiğe daha çok önem vermiştir. Böyle bir yaklaşımın ortaya çıkmasının temel sebebinin ise teori-pratik sorunsalından kaynaklandığı düşünülmektedir. Çünkü içinde yaşadığımız bu dünyada koşullar sürekli değişmektedir. Bugün doğru dediğimiz bir eylemi başka bir gün yanlış olarak değerlendirebiliyoruz. Bu yüzden birçok filozof ve teorisyen ahlaki sorunlara öneriler ve çözümler üretmeye çalışırken ahlaki duruma farklı açılardan yaklaşıp bazen teoriyi, bazen ise pratiği ön plana çıkarmıştır. Günümüzde birçok filozof ve teorisyen ahlak felsefesindeki bu soruna genel olarak modern perspektiften bakıp, modern ahlak anlayışının mantığı doğrultusunda çözümler üretmektedir. Fakat artık bu soruna farklı bir bakış açısı ile yaklaşmak gerektiği düşünülmektedir. Çünkü modern çağ boyunca yaşanan birçok katliam, soykırım, savaş ve yıkımın artık modern ahlak anlayışının mantığı ile yorumlanmasının çözüm üretmekten çok ahlaki sorunları çoğaltıp ve derinleştirdiği bilinmektedir.
Modern çağın ahlaki perspektifini belirleyen düşünürler, tüm insanların uyması gerektiğini düşündükleri evrensel ahlak yasaları oluşturmanın, ahlaki sorunları ortadan kaldırmanın en doğru yolu olduğunu varsaymaktadırlar. Bu doğrultuda (analiz ettikleri) oluşturdukları evrensel ahlak yasalarının ahlaki değerler açısından en ‘tutarlı’ en ‘doğru’ kurallar olduğunu düşünmektedirler ve ‘rasyonel’ olarak oluşturulan bu kuralların dünyanın ahlaki sorunlarını ortadan kaldıracağını (umut ediyorlar) iddia etmektedirler. Modern çağda yaşanmış birçok felakete rağmen bu iddialarının ortaya çıkardığı umudu halen canlı tutmaktadırlar. Ama ahlaki sorunların günümüzdeki boyutu gösteriyor ki bu umudun canlı tutulması maalesef ahlaki sorunları azaltmak bir yana daha da artırmaktadır. Sonuç olarak bu umut modern çağın düşünürlerini modern ahlak anlayışının perspektifine hapsetmekte ve yeni yöntem ve yaklaşımlar ortaya çıkarmalarına engel olmaktadır. Fakat modern perspektiften ahlaki sorunlara yaklaşan düşünürlerin tersine yeni bir yaklaşım ile ahlaki sorunları değerlendiren postmodern düşünürler ortaya çıktı. Bu düşünürler ahlaki duruma, ahlaki benliğe yeni yorumlar getirdiler ve ahlaki sorunları da getirdikleri bu yeni yorumlar çerçevesinde anlamaya çalıştılar. Peki neydi bu yeni yorum?
Bu yeni yorum; postmodern etik anlayışının öncüleri diyebileceğimiz Levinas ve Bauman tarafından ortaya atıldı. Bauman ve Levinas’a göre ahlaki benliğin oluşumunun ‘öteki’ ile girilen ilişkiden dolayı meydana geldiği düşünülmektedir. Yani ‘ben’in ahlakı –ahlakın ilk sahnesinde- ‘öteki’ ile girdiği ilişki sonucunda ahlaki benliğine kavuşmaktadır. Peki kim bu öteki? Genel olarak özetlersek ‘Öteki’ olan, ‘ben’ için diğer insanlardır. Yani ‘ben’in dışında olan herkes ‘öteki’dir. Bu da Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’indeki Alyoşa’nın dediği gibi “Hepimiz herkes için sorumluyuz. Ama ben herkesten daha çok sorumluyum” anlayışının postmodern perspektifin ahlak anlayışının temel mantığını yansıtan, ahlaki benliği şekillendirenin ‘öteki’nden kaynaklı koşulsuz sorumluluğu gündeme getirdiğini göstermektedir.
Peki bu koşulsuz sorumluluğa sebep olan öteki’nin varoluşsal durumu nedir? Bu makalenin temel iddiası da burada gündeme gelmektedir. ‘Öteki’nin varoluşsal durumunun ben üzerinde otoriter bir yansımada bulunduğu(bulunmasıyla açığa çıktığı) iddia edilmektedir. Bundan dolayı bu makalede ‘otoriter ötekinin’ otoriterliğini göstermek için argümanlar öne sürülmeye çalışılacaktır. Ayrıca modern ahlak anlayışının mantığının, bireyi yasalara, kurallara, uzlaşı ve sözleşmelere ‘itaat ettirme’ mantığı üzerine kendini inşa etmeye çalıştığı gösterilmeye çalışılacaktır.

Teori-Pratik Sorunsalı Çerçevesinde Sorunu Yeniden Ele Almak
Ahlak felsefesi geçmişteki güncelliğinden hiçbir şey kaybetmeden günümüzde de ‘iyi’,(kötü) ‘doğru’(yanlış) insan davranışları üzerinde tartışmalarını sürdürmekte ve ahlaki sorunları irdelemeye devam etmektedir. Bu tartışma ve irdelemeler sonucunda birçok teorisyen ahlaki sorunları anlamaya çalışırken farklı farklı teoriler ileri sürmektedir. Fakat ileri sürülen bu teoriler, çoğu zaman insan davranışının pratiğinde karşılığını bulamamaktadır. Bundan dolayı da teori-pratik sorunsalı gündeme gelmektedir. Öyle ki kimi filozoflar teoriye (teorik akla) öncelik verip pratiği (pratik aklı), kimi filozoflar pratiğe öncelik verip teoriyi, kimisi ise hem teori hem de pratiğin birlikteliğini ya da ikisinin ‘reddini’ vurgulayıp soruna farklı bakış açıları getirmektedir. Adorno’nun aktardığına göre Kant ısrarla “iyi ya da adil bir insan olabilmek için ahlak felsefesi çalışmış olmanın gerekmediğini (Adorno, 2012: 11)” söylemiştir. Bu yönüyle Kant’ta “pratik akıl teorik akıl karşısında net bir şekilde önceliklidir (Adorno, 2012: 13)”. Yine Adorno’nun aktardığına göre kitabında Kant ile taban tabana zıt olan Max Scheler ise “dolaysız bir dünya görüşü olarak etik ile, vecizelerde, kıssalarda ve atasözlerinde ifade edilen türden etik ile, yaşanmış bir gerçeklikle hiçbir dolaysız bağı olmayan ahlak felsefesi arasında ayrıma gider (Adorno, 2012: 11)”. Adorno’da ise “ahlak felsefesi teorik bir disiplindir (Adorno, 2012: 11)”. Fakat Adorno “ahlak felsefesinin pratik eylemle zorunlu bir bağı olduğunu ve son kertede düşünmenin de bir davranış biçimi (Adorno, 2012: 14)” olduğunu söylemektedir. Bu yönüyle Adorno’nun ahlak anlayışında teori ve pratiğin birlikteliğinden bahsetmek mümkündür ve doğru bir pratiğin ancak ve ancak bir teoriden geçtikten sonra mümkün olabileceğini söylemek doğru olacaktır. Yukarıda belirtilen bu yaklaşımların aksine son dönemde radikal ve yeni bir çıkış diyebileceğimiz postmodern etik yaklaşımını benimseyen teorisyenlerden de bahsetmek gerekir. Bu yaklaşımın öncülerinin yeniliği, “her şeyden önce tipik modern ahlaki kaygıların terk edilmesinde değil, ahlaki sorunları ele almanın tipik modern yollarının (yani, politik pratikte ahlaki meselelere zora dayalı normatif düzenlemeyle yanıt vermenin; teoride ise felsefi olarak mutlak, evrensel ve temel olanın aranmasının) reddedilmesinde yatıyor (Bauman, 2011: 12)”. Sonuç olarak postmodern etik perspektifini benimseyen teorisyenler ahlaki sorunların yeni bir tarzda görülüp yeniden ele alınması gerektiğini düşünmektedirler. Bu yeni tarz, modern ahlak perspektifinin mantığını tersyüz edip, ahlaki durumu modern ahlaki mantığın ilkelerinden arındırıp yeniden yorumlamaya çalışmıştır.
Ahlak felsefesinde tartışılan bir diğer konu ise her gün koşulları farklılaşan dünyamızda, sürekli değişen eylemlerimizi neye göre belirlememiz gerektiğidir. Kesin olan ise bugün doğru bulduğumuz bir eylemimizin yarın da aynı doğrulukta olacağının teminatının olmadığını bilmektir. Eylemlerimizin zeminin bu kayganlığı karşısında eylemlerimiz için ‘doğru’ ölçütler belirleyip bu ölçütleri eylemlerimizin gidişatını belirlemede kullanmanın mümkün olup olmadığı ahlak felsefesinde tartışıla gelmiştir. Ayrıca bu ölçütlerin neye göre belirleneceği ve hızla değişen hayat karşısında bu ölçütlerin ahlaki sorunlara cevap olup olamayacağı muğlaklığını korumaktadır. Bu muğlaklığı açıklığa kavuşturmak için birçok düşünür ‘Ahlakın kaynağı nedir?’, ‘Ahlaki eylemin bir amacı var mıdır?’, ‘Ahlaki yargılarda nasıl bulunuruz?’, ‘Kişi ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür?’ ve ‘Evrensel ahlak yasası var mıdır?’ sorularını sorup, her biri farklı ölçütler belirlemeye gitmiştir. Bu soruları irdelemeden önce bu soruların cevaplarını da içinde barındıran ‘Ahlak nasıl oluşur?’ sorusunu irdelemek gerekmektedir. Çünkü bu soruya verilen cevaplar bizi ahlaki durumu anlamaya götürecektir. Ahlak ve etik hakkında birçok çalışması olan Pieper’e göre ahlak oluşumu şöyle olmaktadır:
İnsan pratiğinin temelini oluşturan özgürlük, herkesin kendi istediği gibi davranacağı kuralsız bir keyfilik anlamında bir özgürlük değildir. Ayrıca insan, hayvandan farklı olarak doğal yapısı gereği içgüdü ve dürtüleriyle özgürlüğü gereksiz kılacak biçimde mükemmel donatılmış da değildir. Ahlaki özgürlük anlamındaki özgürlük; insanın ihtiyaç ve dürtülere bağımlı, ama bütünüyle bunlarla belirlenmemiş bir duyu varlığı olarak kendine kurallar koyması ve özgür olduğu için kendi koyduğu kurallara uyması demektir. Çünkü ancak bu özgürlük kurallarına kendini bağlı kıldığında kuralların bağlayıcılığı ve böylelikle ahlak oluşur (Pieper, 1999: 35).
Pieper’in ahlakın oluşumu hakkındaki düşüncelerini irdelediğimizde ‘keyfi olmayan özgürlük’ tarafından oluşturulan kurallara bağlılığın ahlakın oluşumunda belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar Pieper kuralların oluşumunda özgürlüğün belirleyici olduğunu ifade etse de bu özgürlük söyleminin kuralları ‘tutarlı’ bir çerçeveye sokma çabası olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca ahlakın belli kurallar dizesine bağlılık olarak ifade edilmesi, ahlakın ikinci plana atılması anlamına gelmektedir. Oysa ahlakın ne kurallara indirgenebilir olduğunu söylemek ne de kurallardan sonra oluştuğunu iddia etmek doğrudur. Pieper’in ahlakın oluşumu hakkında kullandığı ’keyfi olmayan özgürlük’ ifadesi ile bireyin toplumla girdiği etkileşimden dolayı bireyin sınırlanan özgürlüğünü kastettiğini anlamaktayız. Bireyin ahlakının oluşumu sırasında diğer insanları -toplumu- dikkate aldığını, bireyin ahlaki sınırlarını diğer insanlara göre belirlediğini ifade etmek istediği görülmektedir. Fakat günümüzde bu yaklaşım genel olarak doğru olmayan bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Sonuç olarak ahlakın oluşumunu kurallara bağlılık ve sınırlar belirleyerek ifade etmenin sadece bir amaç ve gerekçelendirme yoluna başvurmak olduğu düşünülmektedir. Bu yönüyle Pieper, ahlakı; insan yaşamının doğal bir özelliği olmaktan ziyade tasarlanması gereken bir şey olarak lanse etmektedir. Genel olarak modern ahlak anlayışı mantığının kendini bu şekilde ifade etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Oysa ahlakın oluşumunun, amaç ve gerekçelendirme yaklaşımıyla açıklanamayacağı düşünülmektedir.
Postmodern perspektifte ise kişinin ahlakı ‘öteki’nde düğümlenmektedir. En geniş anlamıyla ahlak ‘öteki’ne karşı sorumluluktur. Bauman’a göre ise ahlak “ötekiyle yüz olarak karşılaşmaktır. Ahlaki duruş eşitsiz bir ilişki doğurur. Karşılaşmayı ahlaki kılan da bu eşitsizlik, bu karşılık beklememe halidir (Bauman, 2011: 65)”. Peki bu ‘öteki’ kimdir? ‘Öteki’ ile ‘yüz’ olarak karşılaşmak ne anlama gelmektedir? Adugit’in Levinas’tan yaptığı alıntıya göre ‘öteki’ “başka insandır ve öteki benim olduğum şey olmayandır (Adugit, 2013: 2)”. Bauman’a göre ise Levinas, “modern etiğin ilkelerini tamamen tersine çevirerek, daha önce benliğe atfedilen önceliği ötekine verir (Bauman, 2011: 109)”. Yani ahlaki benliğin oluşmasında belirleyici olan ‘ben’in ‘öteki’ ile olan karşılaşmasıdır.
Kodal’in Levinas’tan aktardığına göre Levinas ahlaki benliğin taşıyıcısı olan ‘ben’i şöyle yorumlamaktadır:
Tam da başkasına maruz olduğum içindir ki, bir öznellik olarak emsalsiz bir kişi olarak, bir ‘Ben’ olarak tanımlanırım. Başkası karşısındaki inkar edilemez ve kaçınılamaz sorumluluğum beni bireysel bir ‘Ben’ yapar. Öyle ki, narin başkası yararına –merkezi konumundan feragat etmek üzere– kendimi bırakmayı veya kendimden vazgeçmeyi kabul ettiğim ölçüde sorumlu ve etik bir ‘Ben’ haline gelirim. Kitab-ı Mukaddes'in dediği gibi: ‘Nefsini yitiren onu kazanır.’ Etik ben var olmaya hakkı olup olmadığını soran ve başkasından kendi varoluşunu mazur görmesini isteyen bir varlıktır (Kodal, 2003: 47).
Bauman’ın Levinas’tan aktardığına göre ise ahlaki benliğin oluşmasında ‘öteki’ ile ‘ben’ arasındaki ilişki şöyle olmaktadır:
Özneler arası ilişki simetrik olmayan bir ilişkidir. Bu anlamda, ben, bu karşılığı çok istesem bile karşılık beklemeden ötekinden sorumluyum. Karşılıklılık onun meselesidir. Ben, tüm ötekiler için ve ötekilerdeki her şey için, hatta sorumlulukları için yanıt veren, bütünsel bir sorumluluktan sorumluyum. Benim her zaman ötekilerden daha fazla bir sorumluluğum var.
Öznellik bağı, onun bana karşı hareketiyle ilgilenmeden ötekine gitmekten ibarettir. Ya da daha doğrusu, benim ile komşum arasında kurulan tüm karşılıklı ilişkilerin üzerinde ve ötesinde, her zaman ona doğru bir adım daha fazla atacağım şekilde yaklaşmaktan ibarettir. Komşum, rıza gösterilen ya da reddedilen tüm üstlenmelerden, tüm taahhütlerden önce beni ilgilendirir. Sanki, bana emir veren otoritenin tasarımlarını ya da kavramlarını içselleştirmeden, dışarıdan, travmatik bir şekilde emir alırım. Kendime şu soruları sormam: Bu benim için ne demek? Emir verme hakkını nereden alıyor? Daha baştan borçlu olmak için ne yaptım ben?
Bir komşunun yüzü benim için, özgür rızadan, anlaşmalardan, sözleşmelerden önce gelen, itirazı mümkün olmayan bir sorumluluğu ifade eder (Bauman, 2012: 109-110).
Postmodern perspektifin ahlak anlayışı mantığında belirleyici olanın ‘ötekine’ karşı bitmek tükenmek bilmez, koşulsuz ve sınırsız sorumlulukta olduğunu söyleyebiliriz. Yani ahlaki benliğin en belirgin özelliği ‘ben’in ‘öteki’nden hiçbir karşılık beklemeden ‘öteki’ne karşı koşulsuz sorumluluk duymasıdır. Bu sorumluluğun çıkar hesapları ile de hiçbir ilgisi yoktur. Bauman ise ahlaki benlikteki bu sorumluluğu şöyle yorumlamaktadır:
Ben sorumluluğumu üstün bir gücün, örneğin cehennem korkusuyla zorlayan bir ahlak kuralının ya da hapis korkusuyla zorlayan bir yasanın emriyle yüklenmem, sorumluluğum bir yük olmadığı için, onu bir yük olarak taşımam. Kendimi bir özne olarak yapılandırırken sorumlu hale gelirim. Sorumlu hale gelmek kendimi bir özne olarak yapılandırmaktır. Bu nedenle, bu benim sorunumdur ve yalnızca bana aittir (Bauman, 1997: 231-232).
Postmodern perspektifin ahlak anlayışında insan; yaşantı ve deneyimlerin öznesi olarak yorumlanmaktadır ve başkasına karşı sınırsız ve koşulsuz sorumluluk taşımasından dolayı ahlaki özne olarak görülmektedir. ‘Öteki’ne duyulan sorumluluk karşılıklı olmadığından, ‘ben’in ‘öteki’ için yaptıklarını ‘öteki’nin de ‘ben’ için aynı şeyleri yapması gerekmediğinden koşulsuz(modern ahlak anlayışında ise var olan bir yasa var ikimiz uymalıyız eğilimi var, koşul durumu) bir ahlak anlayışından bahsetmek mümkün hale gelmektedir. Postmodern ve modern ahlak anlayışının mantığını anlamak için, ahlaki durumu postmodern mantığın nasıl yorumladığını incelemek faydalı olacaktır. Ama ‘ben’ ve ‘öteki’ arasındaki ilişkiye tekrar döneceğimizi belirtelim. Çünkü postmodern perspektifin ahlaki durumu nasıl yorumladığını bilmeden ‘ben’ ve ‘öteki’ arasındaki ilişkiyi de anlamak zorlaşacaktır. Yani şöyle ifade edecek olursak; ‘doğal’ ahlak anlayışının ‘tasarlanan’ ahlak anlayışının hangi noktalarına eleştireler getirdiğini görmek için postmodern etiği incelemeye çalışalım.


‘Tasarlanan’ Ahlak Anlayıştan ‘Doğal’ Ahlak Anlayışa
Modern dünya görüşü; toplumun tekrarlanabilir olaylardan ibaret olduğunu, bu olayların önceden bilinebileceğini düşünmektedir. Bundan dolayı insan ilişkilerini oluşturulabilecek sağlam kurallarla ayakta tutabileceğine inanmaktadır. Bu kurallar ise insan ilişkilerini yönetmek ve yönlendirmek amacı taşımaktadır. Söz konusu bu düşünce modernizmi evrensel kural arayışına sürüklemektedir. Bu evrensel kural arayışı ise modernizmi akla, tek biçimliliğe, düzene ve kesinliğe hapsetmektedir. Bauman’a göre “modernite; geleneklere duygulara karşın aklın, belirsizliğe karşı kesinliğin çeşitliliğe karşın tek biçimliliğin, kaosa karşı düzenin bir savaşıdır (Kodal, 2003: 6)”. Görevi düzenin yasalarını korumak ve kaosu önlemek olanlar (modern dönemin yasa koyucuları ve filozofları) bireylerin potansiyel olarak kötü davranışlarını kontrol altında tutmak için aklın ve özgür iradenin yardımıyla evrensel yasalar belirleyip, bireylerin yine özgür iradeleri ile bunlara uymasını sağlamayı hedeflemektedirler. Bir diğer yandan ise belirlenen bu evrensel yasalara uymayan bireylerin, yanlış seçimde bulunduklarını hissettirmektedirler ya da avazları çıktığı kadar bireylerin yüzüne (yanlış seçimlerini’) bağırmaktadırlar. Bu durum onlar açısından-modern ahlaki mantığı benimseyenler-, özgürlüğünü kontrol etmeyen bireylerin her zaman ahlaksızlığın kıyısında olacağı anlamına gelmektedir. Fakat çelişkili bir şekilde de -özellikle ahlaki eylemde bulunmada- bireylerin tamamen özgür olduklarını iddia etmektedirler. Oysa birey, benliği üzerinde sürekli evrensel yasanın ve kuralların baskısını hissetmektedir. Bu durum aklın, kuralların dayatmacı, dışerksel yanını ortaya çıkarmaktadır. Bundan dolayı ortak paydalar üzerinde uzlaşan aklın, bu uzlaşı içinde bir ‘itaat’, ‘biat’ ilişkisi ortaya çıkardığı düşünülmektedir. Çünkü modern ahlakta esas olan, üzerinde uzlaşılan ‘egemen buyruğun’ kurallarına uymaktır. Bireyin bu kurallara uymaması durumunda ise yanlış seçimde bulunduğu ve yanlış karar verdiği yargısında bulunulur. Sonuçta bu modern ahlak anlayışının özgürlüğe bakışını da göstermektedir. Özgürlüğün kontrol edilmediği takdirde de her zaman yanlış seçimlerde ve değerlendirmelerde bulunacağı varsayımını ortaya çıkarmaktadır. Bu durum Bauman’a göre “özgür olduklarında -ki modern koşullarda özgür olmamak ellerinde değildir- bireylerin özgürlüklerini yanlış yönde kullanmalarının önlenmesi gerekeceği, modern etik düşüncesinin ve tavsiye ettiği pratiğin zımni, ama hemen hemen istisnasız varsayımıdır (Bauman, 2012: 16)”. Bundan dolayı modern ahlak anlayışının mantığı bireylerin ‘yanlış’ eylemlerde bulunmasını engellemek için, rasyonel olarak tasarlanmış ahlaki kurallarla insan yaşantısını yönlendirmeye çalışmaktadır. Sonuç olarak modern ahlak anlayışında ahlaki yargı ve seçimlerin toplumsal mühendisliğin ürünü olarak görüldüğü söylenebilir. Bauman bu durumu şöyle anlatmaktadır:
…ve sonuç olarak özgürleşme, eylemin duygulara bağımlılığını akla bağımlılığını değiştirmekle aynı şeydi. Akıl tanım gereği kuralla yönetilir; akla uygun davranmak, bazı kurallara uymak anlamına gelir. Ahlaki bir benliğin alamet-i farikası olan özgürlük, kurallara ne kadar titizlikle uyulduğuyla ölçülmeye başlandı. Ahlaklı kişi günün sonunda özerk duygu bağlarından kurtarılıyor, ama dışerk kaynaklı kuralların koşumları boynuna geçiriliyordu. Benliğin ahlaki kapasitesine duyulan güvensizlikten başlayan arayış, sonunda benliğin ahlaki yargı hakkının yadsınmasına varır (Bauman, 2012: 89-90).
Eylemlerimizin evrensel temelleri bulunan belli rasyonel argümanlarla olanaklı ve zorunlu olduğunun düşünülmesi, modern ahlak anlayışının başlıca yanılmasıdır demek doğru olacaktır. Eagleton’ a göre “modernliğin hatası, tam da dünyanın kendi içinde bir biçimi olduğunu düşünmesinden kaynaklanır (Eagleton, 2015: 46)”. Genel olarak modern ahlak anlayışında ‘doğru eylem’; kalıcı çelişkilerin olmadığı bir toplumda, doğru çözümlere giden yola işaret eden bir toplumda, yeterli zaman ve iyi niyet olduğu takdirde, önünde sonunda inşa edilebilmektedir. Bu durum modern ahlak anlayışının farklı ahlaki yargılarda bulunan insan eylemlerine içkin bir şekilde yaklaşmasının sonucudur. Yani belirlediği etik kodların mutlaka bir gün bu farklı yargıları da kapsayacağını düşünmektedir veya bunu umut etmektedir. Fakat bu umut ahlaki sorunları çözmekten ziyade zamana yaymaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.
Postmodern perspektiften bakıldığında ise “insanlar ahlaki olarak müphemdirler (Bauman, 2012: 20)”. Ahlakın temelinin ne düzenli ne de mantıklı olduğunun tek kelimeyle müphem olduğu vurgulanmaktadır. Günümüzde karşılıklı birbirine bağlı karmaşık ilişkiler ağında herhangi bir eylemimizin müphem olmadığını savunmak gerçekten de çok güçleşmiştir. Çünkü ahlak, bireyden hayattaki sayısız kötü ve iyi eylem içinde hangisinin gerçekten iyi ya da kötü davranış olduğuna karar vermesini istemektedir. Bu durumda da birey dışerk tarafından belirlenmiş ahlaki normlara göre seçimde bulunma ihtiyacı hissetmektedir. Oysa ahlaki seçimlerimiz kendi sorumluluğumuz tarafından belirlenmelidir. Bauman’a göre modern ahlakın mantığı “sorumlulukla oluşturulan ahlaki benliğin yerine öğrenilebilir kurallar bilgisini koyuyor. Daha evvel ötekine ve ahlaki vicdana karşı sorumluluğun bulunduğu, ahlaki tavrın alındığı yere, yasa koyuculara ve kanun bekçilerine karşı sorumluluğu yerleştiriyor (Bauman, 2012: 22)”. Bu da bireyin sorumluluktan kaçmasına, yanlış seçimlerin sorumluluğunu ahlaki normlara yüklemesine sebep olmaktadır. Oysa “ahlaki benliği oluşturan, ne yapılması gerektiğini bilmek değil, onu yapma dürtüsüdür; doğru olarak yerine getirilmiş ödev değil, yerine getirilmemiş görevdir (Bauman, 2012: 103)”. Ayrıca kişiden ahlakını kar-zarar ya da araç-amaç olarak temellendirmesini, gerekçelendirmesini beklemek de doğru değildir. Kişi ‘neden ahlaklı olmalıyım?’ gibi bir soruyu da kendine sormamalıdır. Çünkü bu soruyu sorduğu zaman ahlakın varlığını gerekçelendirmeye çalışmaktadır. Varlığını gerekçelendirirken de verdiği cevaplar ahlakı bir sebep-sonuç ilişkisi içine sokmaktadır. Oysa “ahlakın sebebi yoktur; gerekçeleri ve sebepleri ifade etmek için kullanılan terimlerin ortaya çıktığı ve anlam taşıdığı, toplumsal olarak idare edilen bağlamın ortaya çıkışından önce gelir (Bauman, 2012: 24)”. Bundan dolayı Bauman’a göre “ahlaki fenomenler doğaları gereği ‘gayrı-rasyonel’dirler (Bauman, 2012: 21)”. Bireyi evrensel olarak ahlaklı kılma girişimleri günümüzde maalesef ahlaki ikilemlere bir çözüm üretememiştir. Hatta günümüzde ahlak felsefesini incelediğimizde bu ikilemlerden kaynaklı birçok çelişkinin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu çelişkilerin ortaya çıkardığı muğlaklık ve karar verirken ortaya çıkan tereddütlerden kurtulmak da pek mümkün görünmemektedir. Modern ahlak anlayışı içkin, kapsayıcı yönüyle bu çelişkili durumları kendi avantajına kullanmayı da iyi bilmiştir. Bu yönüyle modern ahlak anlayışı çelişkili ahlaki durumlarda çelişkinin henüz çözülmemiş olduğunu ama elbet bir gün çözüleceğini iddia edip ahlaki çelişkilerden geleceğe dair bir umut yaratılmaya çalışılmıştır. Fakat Bauman’a göre “ahlak ıslah olmaz bir şekilde aporetiktir (Bauman, 2012: 22)”. Modern ahlakın kendini içkin, kapsayıcı olarak görmesi birçok evrensel ahlaki kod meydana getirmiştir. Meydana getirdiği bu etik kodlar toplumsal yaşamda kendisini bir dışerk olarak açığa vurmaktadır. Bu etik kodlar ise bireyin akıl sahibi olan kişilerden yardım almadan ahlaklı davranamayacağı anlamına gelmektedir. Etik kod dışında seçim yapan bireylerin ise yanlış seçim yaptığını iddia etmek onun-modern ahlak anlayışı- açısından hiç de sakıncalı değildir. Çünkü o doğru olanı bir kere insan doğasına uygun bir şekilde belirlediğini düşünmektedir.

‘Otoriter’ Ötekinin Ortaya Çıkardığı Ahlaki Sorumluluk
“Ahlaki sorumluluğun –ötekinin yanında olabilmek için öteki için olmak- benliğin ilk gerçekliği olduğu, toplumun bir ürünü değil, bir başlangıç noktası olduğu (Bauman, 2012: 24)” varsayımı postmodern etiğin en önemli iddiasıdır. Ahlaki sorumluluğun bu yorumu ahlakı; gerekçelendirme, ödev, kurallar, karşılılık, amaç, yarar, araç, kar, zarar bağlamından kurtardığı için dikkate değerdir. Bauman ahlaki benliğin sorumluluğunu şöyle yorumlamaktadır:
Ahlaki bir ilişkide, ben ve öteki birbirinin yerine konulamaz ve dolayısıyla çoğul bir ‘biz’ oluşturmak için ‘toplanamaz’. Ahlaki bir ilişkide, düşünülebilecek tüm ‘ödevler’ ve ‘kurallar’ sadece bana yöneliktir, sadece beni bağlar, ve beni, yalnızca bir ‘ben’ olarak beni oluşturur. Bana hitap ettiğinde sorumluluk ahlakidir. Sorumluluğu ötekini bağlayacak şekilde dönüştürdüğüm an, sorumluluk ahlaki içeriğini tamamen kaybedebilir (Bauman, 2012: 67).
‘Öteki’nin hiçbir eylemde, hiçbir yönlendirmede bulunmadan ‘ben’deki ahlaki sorumluluğun açığa çıkması, koşulsuz ahlaki sorumluluğumun ‘ben’i harekete geçirmesi, ahlaki durumun yeniden yorumlanması açısından önemli görülmektedir. Çünkü modern ahlak anlayışında açığa çıkan güç ilişkisi –yani kodlanmış kuralların baskısını hissetme, kurallara uymanın ahlakilikte belirleyici olduğu ilişki- postmodern ahlak anlayışında görülmemektedir. Ayrıca koşulsuz olmak durumun özelliklerine, durumun niteliğine bağlı olmadığından bireye akıl adına seslenme anlayışını da ortadan kaldırmaktadır. Ahlaki eylemlerde karar verme sürecinde ‘ben’in ‘öteki’ne koşulsuz sorumluluğu etkili olduğu için kararın sonuçları da kişiyi bağlamaktadır. Bauman’ın dediği gibi “dışarıdaki dünya ne kadar kalabalık olsa da, içinde başarısızlığımın suçunu yüklenebileceği kimseyi barındırmaz (Bauman 2010: 44)”. Bu yaklaşım ahlaki durumla çelişen bir olayın yaşandığı zamanlarda bireyin vicdanını rahatlamak için kullandığı ‘Kim olsa aynı şeyi yapardı’, ‘Ahlaki davranış bunu gerektirirdi’ cümlelerini de boşa çıkaracaktır. Postmodern perspektifin ahlaki benliğin oluşumunu ‘ben’ ve ‘öteki’ arasındaki ilişki temelinde açıklamaya çalıştığını belirtmiştik. Bauman’a göre “ ben ve öteki, bu iki kişilik ahlak partisine, toplumsal tuzaklardan, handikaplardan, konum ya da rollerden sıyrılarak katılıyorlar. Burada ne zenginler ne de yoksul, ne yüksekler ne de alçak, ne güçlüler ne de güçsüz; sadece ortak insanlığımızın çıplak özüyle partiye katılıyorlar (Bauman, 2013: 71)”. ‘Ben’ ve ‘öteki’nin ahlakın oluşumunda oynadıkları rolü incelediğimizde ‘öteki’nin ben üzerinde hiçbir dışsal etkisi olmamasına rağmen ‘ben’de koşulsuz bir sorumluluğu açığa çıkardığı görülmektedir. ‘Öteki’nin varlığı ‘ben’in ahlaki benliğinin oluşması üzerinde bir rol oynamaktadır. Öyle ki ötekinin varlığının ‘ben’in üzerinde bir otoritesinden bahsetmek mümkün olacaktır. Böylece ahlaki benliğin oluşmasının ‘öteki’nin ‘ben’ tarafından bir otorite olarak algılanmasından kaynaklandığını söylemek mümkün olacaktır. Çünkü ‘öteki’ ahlaki sorumluluğun oluşması için ‘ben’e hiçbir müdahalede bulunmamaktadır. Sorumluluğun oluşması için hiçbir kural, emir ortaya koymamaktadır. ‘Öteki’ ‘ben’in sorumluluğunu gerekçelendirecek doğrultuda kendini göstermemektedir. ‘Öteki’nin ‘öteki’ olarak varlığı otoritenin açığa çıkmasına sebep olmaktadır. Burada ‘öteki’ ile ‘ben’ arasında herhangi bir sözleşme veya uzlaşıdan bahsetmekte doğru değildir. Çünkü sözleşme veya uzlaşıda ‘öteki’nin otoritesini ortadan kaldıracaktır. Oysa ‘öteki’nin otoritesi sözleşme ve uzlaşı olmadan ‘ben’in eylemlerini harekete geçirmektedir. Otorite kavramı üzerine çözümlemeler yapan Kojeve’nin otorite tanımından da ‘öteki’nin aslında ‘ben’ üzerinde bir otoriteye sahip olduğu görülmektedir. Kojeve’ye göre “devinimin, değişişimin, (gerçek ya da en azından mümkün) eylemin olduğu yerde otorite vardır: ancak ‘karşı eylemde bulunabilen’, yani otoriteyi temsil eden (onu cisimleştiren, gerçekleştiren, ifa eden) şey ya da kişiye bağlı olarak değişen şey üzerinde otoriteye sahip olunur. Ve hiç kuşku yok ki otorite değiştirene aittir, değişime maruz kalana değil. Otorite özsel olarak etkindir, edilgin değil (Kojéve, 2007: 13)”. Aslında ‘ötekin’in ‘ben’ üzerinde herhangi dışsal bir eylemde bulunmadığını belirtmiştik fakat Kojeve’nin de belirttiği gibi ‘öteki’nin ‘ben’i harekete geçirici bir etkinliği kendi özsel yapısı içinde barındırdığını söylemek mümkündür. Bu da ‘öteki’nin otorite olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. ‘Öteki’nin bu özsel eylemsel etkisi bir güç ilişkisi meydana getirmemektedir. Zaten ‘öteki’nin bir otorite olarak kabul edilmesi herhangi bir güç ilişkisi olmadan etkin durumda olmasından kaynaklanmaktadır. “Otoriteyi uygulamak için hiçbir şey yapmamak gerekir. Gücü işin içine sokmaya mecbur olunması otoritenin söz konusu olmadığını kanıtlar (Kojéve, 2007: 16)”. Oysa ‘ben’ ‘öteki’nin otoritesinden kaynaklı oluşan ahlaki ilişkiyi ters yüz etme gücünü elinde bulundurmaktadır. Çünkü ‘öteki’ni bir otorite olarak tanıyan ‘ben’dir. Kuşkusuz otorite ancak tanındığı ölçüde ahlaki ilişkinin oluşmasında vardır. Otoriteyi tanıma ise ‘öteki’nin sadece varoluşundan kaynaklanmaktadır. Aslında ahlaki ilişkide ‘öteki’nin otoritesinden kaynaklı ahlaki benliğin aldığı bu koşulsuz sorumluluk ahlaki durumun özelliklerine ve niteliklerine bakmadığından benliğin mutlak, ilk başlangıcı olarak görülebilir. Günümüzdeki ahlaki sorunlara baktığımızda, insan eylemlerinde ahlakın müphem, aporetik, gayri-rasyonel ve evrenselleştirilemez olarak açığa çıkarmasının temel sebebinin ahlaki benliğin kendini bu şekilde konumlandırmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.

Sonuç
Ahlak felsefesinin, ahlaki sorunları irdelerken kullandığı klasik yöntemlerin -ahlaki sorunlara normatif düzenlemelerle çözüm bulma arayışı, ahlaki sorunlarda temel ve evrensel olanın aranmasının- çabalarının beyhudeliğini görmemek, bu klasik yöntem ile ahlaki sorunlara yaklaşıp sorunları çözmeye çalışmasının, ahlaki sorunları çözmek bir yana daha da derinleştirdiğini söylemek doğru olacaktır. Modern ahlak anlayışının hem pratikte hem de teoride önerdiği bu yaklaşımı terk edip artık ahlaki sorunlara yeni bir tarzda yaklaşması gerektiği önemini her geçen gün biraz daha gösteriyor. Bu yönüyle modern ahlak anlayışını benimseyenlerin ahlakı tasarlanıp, insan yaşamına sokulması gereken bir şeymiş gibi davranmayı bırakıp ahlakın insan yaşamının doğal bir özelliğiymiş gibi ele almaları doğru bir yaklaşım olacaktır. ‘Tutarlı’ kurallar oluşturma çabası, ahlakın öğrenilebilir bir şeymiş gibi ele alınması ve bu kurallara itaat edenlerin ancak ahlaklı olabileceği düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Bu mantık başarılı, doğru bir mantık olsaydı eğer bugün ahlaki birçok sorunun çözümünün bulunması gerekiyordu. Oysa günümüzde ahlaki sorunlar her geçen gün daha çok artıyor ve ahlaki sorunlar daha da derinleşiyor. Bunun yaşanmasının temel sebebi olarak modern ahlak anlayışının başarısız yaklaşımları olduğu düşünülmektedir. Ahlaki sorunlara postmodern perspektiften baktığımızda ise ahlaki durumun ‘doğal’ olarak nasıl göründüğünü söylememiz mümkündür. Postmodern perspektife göre ahlaki benlik temelsizdir, müphemdir, aporetiktir, gayri-rasyoneldir ve ahlaki benlik hiçbir şekilde evrenselleştirilemez. Ahlaki benlik daima ‘öteki’ne ihtiyaç duymaktır. ‘Öteki’nin varlığı ise özsel olarak otoriterdir. Ahlaki benliğin koşulsuz sorumluluğunun meydana gelmesinde ise ötekinin otoriterliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Sonuç olarak postmodern perspektifin ahlaki durumu tespit ederken öne sürdüğü argümanların ahlaki durumla uyumlu olduğunu görmekteyiz. Böylece ahlaki duruma ilişkin tespit doğru olunca çözümlerin de doğru olma olasılığının daha fazla artacağını söylemek mümkündür.

KAYNAKÇA
Adorno, W. T. (2012). Ahlak felsefesinin sorunları. (Çev. T. Birkan). İstanbul: Metis Yayınları
Adugit, Y. (2013). Göreli mekanlarda ahlaki kayıtsızlık. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi. (15), 1-24
Bauman, Z. (2010). Etiğin tüketiciler dünyasında bir şansı var mı?. (Çev. F. Çoban, İ. Katırcı). Ankara: Deki Yayınevi
Bauman, Z. (1997). Modernite ve holocaust. (Çev. S. Sertabiboğlu). İstanbul: Sarmal Yayınları
Bauman, Z. (2011). Postmodern etik. (Çev. A. Türker). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Bauman, Z. (2013). Postmodernizm ve hoşnutsuzlukları. (Çev. İ. Türkmen). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Eagleton, T. (2015). Postmodernizmin yanılsamaları. (Çev. M. Küçük). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Kodal, N. (2003). Zygmunt Bauman’da politika ve etik. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, Türkiye
Kojéve, A. (2007). Otorite kavramı. (Çev. M. Erşen). Ankara: Bağlam Yayıncılık
Pieper, A. (1999). Etiğe giriş. (Çev. V. Atayman, G. Sezer). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Modern ‘biat Edilen’ Ahlak Anlayışından Postmodern ‘otoriter’ Ahlak Anlayışına" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Emrah SALIK'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Emrah SALIK'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Emrah SALIK Fotoğraf
Psk.Emrah SALIK
Diyarbakır
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Emrah SALIK'ın Yazıları
► Ahlak ve Gelişimi Psk.Dnş.Tuncay GÜLEN
► Ahlak Gelişimi Geri Planda mı Kalıyor? Dr.Psk.Hale Nur KILIÇ MEMUR
► Postmodern İnsanın Psikanalizi Psk.Dnş.Yusuf BAYALAN
► Otoriter Ebeveyn ve Asi Çocuk Psk.Sevda SERİN
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Modern ‘biat Edilen’ Ahlak Anlayışından Postmodern ‘otoriter’ Ahlak Anlayışına' başlığıyla benzeşen toplam 31 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


20:47
Top