Ergenlik Döneminde Gelişimsel Özellikler
Ergenlik döneminin, fizyolojik değişimlerin başladığı buluğ çağı (11-12 yş) ile kişinin toplumsal alanda kendi ayakları üzerinde durmaya başladığı 20li yaşlar arasında yer aldığı söylenebilir. Ancak, bireysel farklılıkların ve ergenin içinde yaşadığı toplumun sosyokültürel yapısının da ergenliğin başlangıç ve bitiş yaşını büyük ölçüde etkilediği unutulmamalıdır. Örneğin, erken yaşta çalışmaya başlayıp evlenen bir kişiyi ‘ergen’ olarak tanımlamak zor olacaktır.
Ergenlik, değişimin, büyümenin, “başka birşeye dönüşmenin” çağıdır. Tüm çocukluk ve hatta yetişkinlik bile değişimi, gelişimi içinde barındırır. Ama ergenlikte bu dönüşüm ergenin ve ailesinin ayak uydurmakta zorlanabileceği bir hızda olabilir. Bu süreç, BEDENSEL, RUHSAL ve TOPLUMSAL alanda hızlı ve kökten değişimleri içerir.
Artık o bir “çocuk” değildir, ama “yetişkin” de değildir. İşin gerçeği, bir ayağı çocuklukta, diğer ayağı yetişkinliktedir. 3-4 yaşlarında yaşanana benzer bir dönüşüm söz konusudur, o yaşlardaki çocuk da “bebeklikten çocukluğa” geçiş yapar. Ergenlik de benzer bir geçiş dönemidir, ve 3-4 taşlarında yaşanan dönüşümün, bağımsızlık mücadelesinin rövanşıdır! Ergenlik, çocuğun yetişkinliğe doğru adım attığı bir “sıçrama tahtası”dır. Ergen, ileriye sıçrayabilmek için bir miktar geriye gider.
Ergenlik bir kriz dönemidir. Aynı toplumsal, ekonomik, vb. krizler gibi, bir çalkantı dönemidir, bir bunalım dönemidir, hem ergenin kendisi hem de yakın çevresindekiler açısından sıkıntılı bir dönemdir. Ama aynı zamanda büyümek, gelişmek, olgunlaşmak için çok önemli bir fırsattır.
Bu kriz, ergenin kendisinin ve çevresinin engelleyebileceği bir kriz değildir. Ve zaten engellenmemesi de gerekir. Çünkü bu, her ergenin yaşaması gereken gelişimsel olarak normal, beklenen, ve kaçınılmaz bir krizdir.
Bu kriz dönemi, hem ergenin kendisi hem de çevresi için çok sıkıntılı ve sancılı olduğu kadar, özellikle ergen için ve ergenin gelişiminden mutluluk duymasını bilen ebeveynler için gelişim ve büyüme yönünde çok önemli bir fırsattır. Fırtına sonrasında güneşin açması gibi, ergenlik sonrasında da taşların tekrar yerine oturması ve büyüme kaçınılmazdır. Öte yandan, sancılı yaşantılar kadar çok keyifli yaşantılar da bu dönemin bir parçasıdır. Hangimiz ergenlikte ilk defa tattığımız zevklerin keyfini unutabiliriz ki?
Ergenin ve çevresinin bu fırtına sırasında yapması gereken, bu krizin bir felakete dönüşmemesi için gereken koşulları (yani hızla gelen sel sularının rahatlıkla akabileceği yolları) hazırlamaktır:
Bu dönemin özellikleri hakkında bilgi sahibi olmak, paniğe kapılmadan sabırlı olmak, herşeye rağmen duygusal desteği hiç eksik etmemek, ergenin bu fırtınadan kendi içsel gücü ve insiyatifiyle daha da güçlenmiş ve olgunlaşmış biçimde çıkacağına olan inancımızı, yani ergene olan güvenimizi yitirmemek gerekir.
ERGEN NELER YAŞAR?
Ergenlik dönemindeki çocuğumuzla ilişkimizi daha da geliştirmek için öncelikle onun neler yaşıyor olabileceğini bilmek gerekir:
Ergenin duygu dünyası:
Ergenin duyguları hızlı iniş çıkışlar gösterir. Duygularını çok şiddetli biçimde yaşar. Adeta 2-3 yaşlarındayken yaşadığı fırtınalı dönemi tekrar ediyor gibidir.
Ergen, birbirine tamamen zıt duyguları birarada yaşar. Ergen, bedeninde ve iç dünyasında meydana gelen değişikliklere “merhaba” derken bir yandan da artık geride kalan çocukluğuna “elveda” demek durumundadır. Bu da, ergende ikili duygular yaratır: Hem yoğun bir sevinç ve coşku, hem de yoğun bir hüzün. Hem merak, hem de korku ve kaygı.
Hızla değişen bedeniyle birlikte cinsel uyanışın da başlaması, ergenin duygu dünyasını iyice karmaşık bir hale getirir. Ergen, hızla değişen bedenini ve şiddetli biçimde uyanan cinselliğini tanımak ve ona uyum sağlamak zorundadır. Okul öncesi dönemdeki benzer duygusal çalkantılardan sonra ilkokul yıllarında göreceli bir dengeye ulaşan ruhsal dünyası, şimdi tekrar bedensel değişikliklere ayak uydurmak ve kendi içinde yeni bir denge kurmak zorundadır.
Ergenin bu dönemdeki duygu dünyası, (iflas, deprem, bir yakının kaybı gibi) bir kriz yaşamakta olan her insanda görülebilecek son derece normal duygusal tepkileri içerir: yadsıma, panik, korku, kaygı, umutsuzluk, öfke, üzüntü.
Ama tüm bu olumsuz gibi görünen duygularla birlikte, kişiyi yaşama bağlayan ve ona canlılık veren şu duygular da ergenin duygu dünyasından hiç eksik olmaz: coşku, heyecan, aşk, mizah.
Ergenin düşünce dünyası:
Ergenin düşünsel becerileri, ilkokul yıllarından sonra artık yetişkinlerin düzeyine erişir ve hatta onları geçebilir.
Artık toplumsal, siyasi, felsefi, ahlaki konularda daha karmaşık biçimde soyutlama yapabilmektedir.
Ergen, cevaplanması zor sorularla ebeveynlerini zor durumda bırakmaya başlayabilir. Kendi akıl yürütmesi sonucu ulaştığı fikirler ebeveynlerinin fikirleriyle uzlaşmadığı durumlarda evde şiddetli tartışmalar ve fikir kavgaları başlayabilir. Ergen, kendi “fikrinin” de hesaba katılmasını, fikrine ve dolayısıyla kendisine saygı duyulmasını doğal olarak bekler. “Sen daha çocuksun, bilmezsin” sözü, ergeni çileden çıkartmaya yeter. Ve hatta ergen artık ebeveynlerinden daha karmaşık düşünebildiğini ve bazı şeyleri ebeveynlerinden daha çok bildiğini düşünebilir. Bu bir yönüyle doğrudur da, çünkü ebeveynlerin eğitim düzeyi ne olursa olsun çocukları onlardan hep bir adım önde olacaktır. Bu noktada ebeveynlerin tek avantajı, eğitim düzeylerinden bağımsız olarak edindikleri hayat tecrübesidir. Ve bunu da ergene sık sık dile getirirler: ”Sen benim yaşıma gel de hele...”. Bu tartışılmaz üstünlüğün sık sık başlarına kakılması ise ergenlerin hiç hoşlanmadığı birşeydir ve ergenin düşünsel üstünlük kurma hırsını körükleyip fikir çatışmalarını daha da alevlendirmekten başka bir işe yaramaz.
Ergenin, şimdiye dek “herşeyi bilir” olarak gördüğü ebeveynlerinin rotasından geçici olarak çıkarak, gözünde büyüteceği ve hayranlıkla peşinden gideceği yeni “fikir hocaları” araması gelişimsel olarak normal, beklenen, ve kaçınılmaz bir durumdur. Bu durum, çoğu zaman ebeveynler tarafından “senin beynini yıkıyorlar, aklını çeliyorlar” gibi bir tepkiyle karşılanır ki bu sözler ergenin ebeveyninden daha da uzaklaşmasına yol açar.
Bu noktada ebeveynin yapması gereken, ergenin kendi akıl yürütmesi sonucu ulaştığı veya “biryerlerden satın aldığı” düşüncelerini kabul etmese bile onlara saygı duymak, kendi düşüncelerini ergene zorla kabul ettirmeye çalışmak yerine bu düşünceleri bir alternatif olarak ergene sunmaktır. Ebeveynlerin kendi fikirlerini ergene kabul ettirebilmesi, ancak ‘etkili satış yöntemleri’yle mümkün olabilir (en kötü satış yöntemi, zorla satmaya çalışmaktır). Öte yandan, ergenin anne-babasıyla her konuda aynı fikirde olması da hiç şart değildir. Düşüncelerin uyuşmaması çok doğaldır, ve hatta bu uyuşmaz düşüncelerin karşılıklı saygı çerçevesinde çatışması da ergenin düşünce dünyasının gelişimi için gereklidir.
Ergenin sosyal dünyası:
Ergen, daha ilkokul yıllarından itibaren ebeveynlerinden duygusal, düşünsel, ve fiziksel anlamda uzaklaşmaya başlar. Ergenin, bu döneme kadar kendisine en yakın olan kişilerden (yani anne-babalarından) bir miktar uzaklaşmaya, araya fiziksel, düşünsel, ve duygusal bir mesafe/sınır koymaya ihtiyacı vardır.
Bu dönemde arkadaşlar, öğretmenler, yakın çevreden başka yetişkinler (komşular, “abi” veya “abla” denilen tanıdıklar, vb.), ve ergenin ancak gıyaben tanıyarak kendisine model aldığı ünlü kişiler (idoller) ergenin ilişki dünyasında ön plana çıkar.
Özellikle ergenin kendi yaşıtlarıyla ilişkisi bu dönemde iyice ön plana çıkmıştır. Ergen, en önemli sırlarını bu yakın arkadaşlarıyla paylaşır, arkadaşlarını herşeyin üstünde tutarak kimi zaman ebevynlerinin eleştirilerine karşı onları korur. Bu durumun ebeveynler için sıkıntı yaratması gayet doğaldır çünkü artık ebeveynler ergenin ilişki dünyasındaki rakipsiz konumlarını yitirmeye başlamakta, bir anlamda pabuçları dama atılmaktadır. Ergen, ebeveynlerine artık “kayıtsız şartsız” bir hayranlıkla bağlanmak yerine onların kusurlarını, eksikliklerini de görmeye başlamıştır. Bu durum ebeveynler tarafından “artık büyüdün de içinden çıktığın kabuğu beğenmez oldun” gibi bir tepkiyle karşılanabilir ki bu sözler ergenin doğal biçimde ebeveyninden bir miktar uzaklaşma ihtiyacı karşısında yoğun bir suçluluk hissetmesine ve gelişiminin ketlenmesine yolaçabilir.
Bu dönemde ebeveynlerin anne-babalık rollerini bir kenara bırakıp ergen çocuklarına “arkadaş gibi” yaklaşmaları ve aynı şeyi ergenden de beklemeleri çoğunlukla işe yaramadığı gibi ergenin kafasında bir rol karmaşası da yaratabilir. Unutulmamalıdır ki ebeveynler hiçbir zaman gerçek anlamıyla arkadaşların tuttuğu yeri tutamaz, aynı şekilde arkadaşlar da ebeveynlerin yerine geçemez. Ebeveynin ‘arkadaş’ rolünü alması, ‘ebeveynlik’ rolünden uzaklaşmak demektir. Oysa ergenin hem arkadaşa hem de ebeveyne ihtiyacı vardır, ve bu iki rolü farklı kişilerin üstlenmesi daha sağlıklıdır.
Ergenlik döneminde karşı cinsle ilişkiler, romantik ve hatta cinsel bir havaya bürünmeye başlayabilir. Ergenlik döneminin aşkları, ergenin tüm duygularında olduğu gibi oldukça fırtınalı olabilir.
Ergenin kimlik oluşumu:
Kimlik oluşumu temel olarak cinsel, toplumsal, ve mesleki rollerin edinilmesi anlamına gelmektedir. Bu süreç, erken çocukluktan başlayarak yetişkinliğe kadar devam eder.
Cinsel roller ve cinsel yönelimden oluşan cinsel kimliğin oluşumu ergenlik öncesi dönemde başlar ve ergenlik döneminde büyük ölçüde tamamlanır. Ergenlik öncesinde beden hala çocuksu özellikler taşır. Ergenlikte ise bedensel değişimler cinsiyet farklılıklarını iyice ön plana çıkarır. Çocuksu beden, yerini kadınsı veya erkeksi bedene bırakmıştır. Erkeklerde cinsel organ sertleşmeye başlar ve bazen uykuda bazen de ergenin masturbasyonu ile ilk boşalma görülür. Kızlarda ise adet dönemi başlar. Bu ilk deneyimler bazen travmatik biçimde ergene artık bir “erkek” veya “kadın” olduğunu hatırlatır. Ve ergenin bu yeni bedeniyle tanışıp ona uyum sağlaması gerekmektedir. Ergenlerin sık sık boy aynasının önünde kendi çıplak bedenlerini izlemesi de bunun göstergesidir. Ergenin yeni bedenini beğenip benimsemesi her zaman kolay olmaz. Bu süreçte ergenin bu yeni kadınsı/erkeksi bedenini yoğun bir utanç duygusuyla mı yoksa coşkulu bir sevinçle mi karşılayacağı, büyük ölçüde ergenin içinde yaşadığı sosyal çevrenin cinselliğe bakış açısı tarafından belirlenir.
Cinsel kimliğin yanı sıra, toplumsal ve mesleki kimlik de ilk çocukluk yıllarından itibaren oluşmaya başlar. Ergenlik döneminde hızlanan bu süreç büyük ölçüde yetişkinliğe geçişle birlikte tamamlanır. Ergen, “kim olduğu”, “nasıl birisi olduğu” ve “gelecekte kim olacağı” ile yoğun biçimde ilgilenerek bir arayış içine girer.
Bu arayış süreci içinde yönelimleri, beğenileri, ve geleceğe yönelik idealleri kısa sürede değişebilir. Kendisine en uygun elbiseyi bulabilmek için bir sürü elbiseyi giyip çıkartan bir gibidir adeta. Bazen en yakınındakilere ‘yakıştı mı?’ diye sorsa da aslında ‘kendi seçtiği’ elbisenin beğenilmesini, onaylanmasını bekler. Ve kendisi sormadan yanındakiler fikir belirttiğinde ise, o elbiseyi alacağı varsa bile almaktan vazgeçebilir! Bazen ebeveynleri tarafından “maymun iştahlı” olmakla suçlanabilir. Unutmamak gerekir ki bu dönem, bir “deneme yanılma” dönemidir ve ergenin kendisine en uygun kimliği edinmesi için bu “deneme” sürecine ihtiyacı vardır.
Ergen, çevresindeki yetişkinlerin ve hatta bazen kendi yaşıtı olan yakın arkadaşlarının uyarılarına ve tavsiyelerine kulak asmayarak kendi yolunu kendisi çizmek, ve ebeveynleri de dahil tüm diğer insanlardan ayrı bir birey olduğunu hissetmek ister. Zaman zaman desteğe ve yardıma çok ihtiyaç duysa da sahip olduğu “aracın” kontrolünü kimseye bırakmak istemez. O aracın direksiyonunda kendisi vardır. Yan veya arka koltuklara oturttuğu ebeveynlerinin ‘aracın gidişi’ ile ilgili müdahalelerine çok ters tepki verir (biz de araç kullanırken bu tür müdahalelere öfkelenmiyor muyuz??). Bu müdahaleler, ya inatçı biçimde (bazen yanlış yolda gittiğini görse bile) kendi bildiğini yapmaya, ya da dikkatinin dağılmasına neden olabilir. Ve bir araç kullanırken, bunların her ikisi de kaza yapma olasılığını artırır! Ergenin bu aracı kendi başına kullanmasını öğrenmesini istiyorsak, direksiyonu ona bırakmalıyız, ve bu öğrenme sürecinde ufak tefek kazaların kaçınılmaz olduğunu unutmamalıyız. Bu yolculukta bazen tökezleyerek, bazen koşarak, kendi hızıyla ve kendi keyfince nereye ve nasıl gideceğini kendisi belirlemek ve hata yaparak kendisi öğrenmek ister. Tökezlediğinde -eğer kendisi talep ederse- yardıma hazır birilerinin hep yanında olduğunu bilmek ister. Sonunun nereye varacağını kendisinin de kestiremediği bu yolculukta ebeveynlerinden ve diğer yetişkinlerden beklediği ise; daha çok güven, daha çok anlayış, daha çok önemsenmek, ve daha çok özerkliktir. Ama aynı zamanda, yolunu yitirmemesi için ebeveynlerinin kendisine net, makul, tutarlı, ve yeterince esnek bir yol haritası sunmasını da ister. Bu haritaya ihtiyaç duydukça bakacaktır, ve her ne kadar kabul etmek istemese de buna fena halde ihtiyaç duyduğunun içten içe farkındadır.
“Kendi” kimliğini kazanma sürecinin bir parçası olarak günlük tutar, değişik hobiler edinir, mektup arkadaşlıkları veya internet ortamında arkadaşlıklar kurar, oda kapısını kilitleyip geçici olarak “kendi” dünyasına çekilir, vb. Bu süreçte ergenin “sırları”, kendisi ile dış dünya arasına çektiği son derece doğal sınırın bir parçası olarak onun özerk bir birey olma duygusunu pekiştirir.
Bu süreçte ebeveynlere düşen, kafası zaten yeterince karışmış olan ergenin kendisi için en doğru yolu seçeceğine olan güveni ve inancı yitirmeden insiyatifi ona bırakmaktır. Farklı alternatiflerin birlikte gözden geçirilmesi ve duygusal destek anlamında zaman zaman ebeveynlerinin yardımına çok ihtiyaç duyan ergen zaten bunu sözlü veya sözsüz mesajlarla dile getirecektir. Ergeni tamamen yalnız bırakmamak gerekir ama aşırı müdahalelerle onu boğmamak da gerekir. Bu yolculukta ergene direktifler veya iyiniyetli de olsa öğütler verip onun rotasını belirlemeye çalışmak, ergenin inat ederek direksiyona ve kendi belirlediği rotasına daha sıkı yapışmasına neden olacaktır çoğu zaman.
Özetle, ergenler anne-babalarından şunları beklerler/isterler:
- Bu fırtınalı dönemimde bana karşı anlayışlı ve sabırlı olun.
- Benim düşüncelerimi kabul etmeseniz de onlara kulak verin ve saygı duyun ki ben de aynı şekilde sizi saygıyla dinleyebileyim.
- Sizden biraz uzaklaşıp arkadaşlarıma ve hayranlık duyduğum kişilere yönelmeme izin verin.
- Kendi yolumu çizebilmem ve kişiliğimi bulabilmem için denemeler yapmama izin verin. Arada bir tökezlesem veya hata yapsam da sonunda kendim için en doğru olanı bulacağım konusunda bana güvenin.
- Bu zor zamanlarımda beni yalnız bırakmayın, ama fazla müdahale ederek de beni boğmayın.
- Bana değer verin ve beni önemseyin ki kendimi değerli hissedebileyim. Bazı davranışlarımı kabul etmeseniz de, bana “kayıtsız, şartsız” değer verin.
- Ne kendinizden, ne de benden “mükemmel” olmayı beklemeyin. Beni doğrularımla ve yanlışlarımla kabul edin.
- Beni ne kendinizle ne de başka çocuklarla kıyaslamayın. Herkes gibi ben de kendime has özellikleri olan biriyim. (olumlu yönde bir kıyaslama bile çoğu zaman olumsuz bir etki yaratır)
- İçinizde ukde olarak kalmış hayalleri benim gerçekleştirmemi beklemeyin. Çünkü benim de kendi hayallerim var.
- Kendi sınırlarımı çizmeme izin verin ve onları ihlal etmeyin. Aynı şekilde siz de sınırlarınızın ihlal edilmesine izin vermeyin. (kendi kişisel sınırlarını belirlemeyi ve korumayı anne-babasından öğrenecektir).
- Hayatımın okul ve derslerden ibaret olmadığını bilin. (ÖSS’ye hazırlanırken bile!!)
Hem “büyüdük, kendimize yeteriz” diyorlar, hem de ne çok şey istiyorlar değil mi?!!! İşte ergenin kendi iç dünyasında yaşadığı ve anne-babasına yaşattığı ikilem.... Bir ayakları ‘yetişkinliğe’ basıyor, öteki ayakları ise ‘çocukluğa’... Onlar bazen kolaya kaçıp çocukluğun güvenli ve korunaklı alanına geri çekilebilirler. Bu (ergen çocuklarının hala kendilerine muhtaç küçük bebekleri olarak kaldığını görmek!!) bazen anne-babaların da hoşuna gider. Ama, onların büyüyerek kendi kendilerini kontrol edebilen, kendi kararlarını alabilen, ve kararlarının bedelini ödeyebilen, bağımsız ve olgun kişiler olmasını istiyorsak, onların ‘yetişkinliğe’ basan ayaklarına destek vermemiz gerekir.
Ergenlik, değişimin, büyümenin, “başka birşeye dönüşmenin” çağıdır. Tüm çocukluk ve hatta yetişkinlik bile değişimi, gelişimi içinde barındırır. Ama ergenlikte bu dönüşüm ergenin ve ailesinin ayak uydurmakta zorlanabileceği bir hızda olabilir. Bu süreç, BEDENSEL, RUHSAL ve TOPLUMSAL alanda hızlı ve kökten değişimleri içerir.
Artık o bir “çocuk” değildir, ama “yetişkin” de değildir. İşin gerçeği, bir ayağı çocuklukta, diğer ayağı yetişkinliktedir. 3-4 yaşlarında yaşanana benzer bir dönüşüm söz konusudur, o yaşlardaki çocuk da “bebeklikten çocukluğa” geçiş yapar. Ergenlik de benzer bir geçiş dönemidir, ve 3-4 taşlarında yaşanan dönüşümün, bağımsızlık mücadelesinin rövanşıdır! Ergenlik, çocuğun yetişkinliğe doğru adım attığı bir “sıçrama tahtası”dır. Ergen, ileriye sıçrayabilmek için bir miktar geriye gider.
Ergenlik bir kriz dönemidir. Aynı toplumsal, ekonomik, vb. krizler gibi, bir çalkantı dönemidir, bir bunalım dönemidir, hem ergenin kendisi hem de yakın çevresindekiler açısından sıkıntılı bir dönemdir. Ama aynı zamanda büyümek, gelişmek, olgunlaşmak için çok önemli bir fırsattır.
Bu kriz, ergenin kendisinin ve çevresinin engelleyebileceği bir kriz değildir. Ve zaten engellenmemesi de gerekir. Çünkü bu, her ergenin yaşaması gereken gelişimsel olarak normal, beklenen, ve kaçınılmaz bir krizdir.
Bu kriz dönemi, hem ergenin kendisi hem de çevresi için çok sıkıntılı ve sancılı olduğu kadar, özellikle ergen için ve ergenin gelişiminden mutluluk duymasını bilen ebeveynler için gelişim ve büyüme yönünde çok önemli bir fırsattır. Fırtına sonrasında güneşin açması gibi, ergenlik sonrasında da taşların tekrar yerine oturması ve büyüme kaçınılmazdır. Öte yandan, sancılı yaşantılar kadar çok keyifli yaşantılar da bu dönemin bir parçasıdır. Hangimiz ergenlikte ilk defa tattığımız zevklerin keyfini unutabiliriz ki?
Ergenin ve çevresinin bu fırtına sırasında yapması gereken, bu krizin bir felakete dönüşmemesi için gereken koşulları (yani hızla gelen sel sularının rahatlıkla akabileceği yolları) hazırlamaktır:
Bu dönemin özellikleri hakkında bilgi sahibi olmak, paniğe kapılmadan sabırlı olmak, herşeye rağmen duygusal desteği hiç eksik etmemek, ergenin bu fırtınadan kendi içsel gücü ve insiyatifiyle daha da güçlenmiş ve olgunlaşmış biçimde çıkacağına olan inancımızı, yani ergene olan güvenimizi yitirmemek gerekir.
ERGEN NELER YAŞAR?
Ergenlik dönemindeki çocuğumuzla ilişkimizi daha da geliştirmek için öncelikle onun neler yaşıyor olabileceğini bilmek gerekir:
Ergenin duygu dünyası:
Ergenin duyguları hızlı iniş çıkışlar gösterir. Duygularını çok şiddetli biçimde yaşar. Adeta 2-3 yaşlarındayken yaşadığı fırtınalı dönemi tekrar ediyor gibidir.
Ergen, birbirine tamamen zıt duyguları birarada yaşar. Ergen, bedeninde ve iç dünyasında meydana gelen değişikliklere “merhaba” derken bir yandan da artık geride kalan çocukluğuna “elveda” demek durumundadır. Bu da, ergende ikili duygular yaratır: Hem yoğun bir sevinç ve coşku, hem de yoğun bir hüzün. Hem merak, hem de korku ve kaygı.
Hızla değişen bedeniyle birlikte cinsel uyanışın da başlaması, ergenin duygu dünyasını iyice karmaşık bir hale getirir. Ergen, hızla değişen bedenini ve şiddetli biçimde uyanan cinselliğini tanımak ve ona uyum sağlamak zorundadır. Okul öncesi dönemdeki benzer duygusal çalkantılardan sonra ilkokul yıllarında göreceli bir dengeye ulaşan ruhsal dünyası, şimdi tekrar bedensel değişikliklere ayak uydurmak ve kendi içinde yeni bir denge kurmak zorundadır.
Ergenin bu dönemdeki duygu dünyası, (iflas, deprem, bir yakının kaybı gibi) bir kriz yaşamakta olan her insanda görülebilecek son derece normal duygusal tepkileri içerir: yadsıma, panik, korku, kaygı, umutsuzluk, öfke, üzüntü.
Ama tüm bu olumsuz gibi görünen duygularla birlikte, kişiyi yaşama bağlayan ve ona canlılık veren şu duygular da ergenin duygu dünyasından hiç eksik olmaz: coşku, heyecan, aşk, mizah.
Ergenin düşünce dünyası:
Ergenin düşünsel becerileri, ilkokul yıllarından sonra artık yetişkinlerin düzeyine erişir ve hatta onları geçebilir.
Artık toplumsal, siyasi, felsefi, ahlaki konularda daha karmaşık biçimde soyutlama yapabilmektedir.
Ergen, cevaplanması zor sorularla ebeveynlerini zor durumda bırakmaya başlayabilir. Kendi akıl yürütmesi sonucu ulaştığı fikirler ebeveynlerinin fikirleriyle uzlaşmadığı durumlarda evde şiddetli tartışmalar ve fikir kavgaları başlayabilir. Ergen, kendi “fikrinin” de hesaba katılmasını, fikrine ve dolayısıyla kendisine saygı duyulmasını doğal olarak bekler. “Sen daha çocuksun, bilmezsin” sözü, ergeni çileden çıkartmaya yeter. Ve hatta ergen artık ebeveynlerinden daha karmaşık düşünebildiğini ve bazı şeyleri ebeveynlerinden daha çok bildiğini düşünebilir. Bu bir yönüyle doğrudur da, çünkü ebeveynlerin eğitim düzeyi ne olursa olsun çocukları onlardan hep bir adım önde olacaktır. Bu noktada ebeveynlerin tek avantajı, eğitim düzeylerinden bağımsız olarak edindikleri hayat tecrübesidir. Ve bunu da ergene sık sık dile getirirler: ”Sen benim yaşıma gel de hele...”. Bu tartışılmaz üstünlüğün sık sık başlarına kakılması ise ergenlerin hiç hoşlanmadığı birşeydir ve ergenin düşünsel üstünlük kurma hırsını körükleyip fikir çatışmalarını daha da alevlendirmekten başka bir işe yaramaz.
Ergenin, şimdiye dek “herşeyi bilir” olarak gördüğü ebeveynlerinin rotasından geçici olarak çıkarak, gözünde büyüteceği ve hayranlıkla peşinden gideceği yeni “fikir hocaları” araması gelişimsel olarak normal, beklenen, ve kaçınılmaz bir durumdur. Bu durum, çoğu zaman ebeveynler tarafından “senin beynini yıkıyorlar, aklını çeliyorlar” gibi bir tepkiyle karşılanır ki bu sözler ergenin ebeveyninden daha da uzaklaşmasına yol açar.
Bu noktada ebeveynin yapması gereken, ergenin kendi akıl yürütmesi sonucu ulaştığı veya “biryerlerden satın aldığı” düşüncelerini kabul etmese bile onlara saygı duymak, kendi düşüncelerini ergene zorla kabul ettirmeye çalışmak yerine bu düşünceleri bir alternatif olarak ergene sunmaktır. Ebeveynlerin kendi fikirlerini ergene kabul ettirebilmesi, ancak ‘etkili satış yöntemleri’yle mümkün olabilir (en kötü satış yöntemi, zorla satmaya çalışmaktır). Öte yandan, ergenin anne-babasıyla her konuda aynı fikirde olması da hiç şart değildir. Düşüncelerin uyuşmaması çok doğaldır, ve hatta bu uyuşmaz düşüncelerin karşılıklı saygı çerçevesinde çatışması da ergenin düşünce dünyasının gelişimi için gereklidir.
Ergenin sosyal dünyası:
Ergen, daha ilkokul yıllarından itibaren ebeveynlerinden duygusal, düşünsel, ve fiziksel anlamda uzaklaşmaya başlar. Ergenin, bu döneme kadar kendisine en yakın olan kişilerden (yani anne-babalarından) bir miktar uzaklaşmaya, araya fiziksel, düşünsel, ve duygusal bir mesafe/sınır koymaya ihtiyacı vardır.
Bu dönemde arkadaşlar, öğretmenler, yakın çevreden başka yetişkinler (komşular, “abi” veya “abla” denilen tanıdıklar, vb.), ve ergenin ancak gıyaben tanıyarak kendisine model aldığı ünlü kişiler (idoller) ergenin ilişki dünyasında ön plana çıkar.
Özellikle ergenin kendi yaşıtlarıyla ilişkisi bu dönemde iyice ön plana çıkmıştır. Ergen, en önemli sırlarını bu yakın arkadaşlarıyla paylaşır, arkadaşlarını herşeyin üstünde tutarak kimi zaman ebevynlerinin eleştirilerine karşı onları korur. Bu durumun ebeveynler için sıkıntı yaratması gayet doğaldır çünkü artık ebeveynler ergenin ilişki dünyasındaki rakipsiz konumlarını yitirmeye başlamakta, bir anlamda pabuçları dama atılmaktadır. Ergen, ebeveynlerine artık “kayıtsız şartsız” bir hayranlıkla bağlanmak yerine onların kusurlarını, eksikliklerini de görmeye başlamıştır. Bu durum ebeveynler tarafından “artık büyüdün de içinden çıktığın kabuğu beğenmez oldun” gibi bir tepkiyle karşılanabilir ki bu sözler ergenin doğal biçimde ebeveyninden bir miktar uzaklaşma ihtiyacı karşısında yoğun bir suçluluk hissetmesine ve gelişiminin ketlenmesine yolaçabilir.
Bu dönemde ebeveynlerin anne-babalık rollerini bir kenara bırakıp ergen çocuklarına “arkadaş gibi” yaklaşmaları ve aynı şeyi ergenden de beklemeleri çoğunlukla işe yaramadığı gibi ergenin kafasında bir rol karmaşası da yaratabilir. Unutulmamalıdır ki ebeveynler hiçbir zaman gerçek anlamıyla arkadaşların tuttuğu yeri tutamaz, aynı şekilde arkadaşlar da ebeveynlerin yerine geçemez. Ebeveynin ‘arkadaş’ rolünü alması, ‘ebeveynlik’ rolünden uzaklaşmak demektir. Oysa ergenin hem arkadaşa hem de ebeveyne ihtiyacı vardır, ve bu iki rolü farklı kişilerin üstlenmesi daha sağlıklıdır.
Ergenlik döneminde karşı cinsle ilişkiler, romantik ve hatta cinsel bir havaya bürünmeye başlayabilir. Ergenlik döneminin aşkları, ergenin tüm duygularında olduğu gibi oldukça fırtınalı olabilir.
Ergenin kimlik oluşumu:
Kimlik oluşumu temel olarak cinsel, toplumsal, ve mesleki rollerin edinilmesi anlamına gelmektedir. Bu süreç, erken çocukluktan başlayarak yetişkinliğe kadar devam eder.
Cinsel roller ve cinsel yönelimden oluşan cinsel kimliğin oluşumu ergenlik öncesi dönemde başlar ve ergenlik döneminde büyük ölçüde tamamlanır. Ergenlik öncesinde beden hala çocuksu özellikler taşır. Ergenlikte ise bedensel değişimler cinsiyet farklılıklarını iyice ön plana çıkarır. Çocuksu beden, yerini kadınsı veya erkeksi bedene bırakmıştır. Erkeklerde cinsel organ sertleşmeye başlar ve bazen uykuda bazen de ergenin masturbasyonu ile ilk boşalma görülür. Kızlarda ise adet dönemi başlar. Bu ilk deneyimler bazen travmatik biçimde ergene artık bir “erkek” veya “kadın” olduğunu hatırlatır. Ve ergenin bu yeni bedeniyle tanışıp ona uyum sağlaması gerekmektedir. Ergenlerin sık sık boy aynasının önünde kendi çıplak bedenlerini izlemesi de bunun göstergesidir. Ergenin yeni bedenini beğenip benimsemesi her zaman kolay olmaz. Bu süreçte ergenin bu yeni kadınsı/erkeksi bedenini yoğun bir utanç duygusuyla mı yoksa coşkulu bir sevinçle mi karşılayacağı, büyük ölçüde ergenin içinde yaşadığı sosyal çevrenin cinselliğe bakış açısı tarafından belirlenir.
Cinsel kimliğin yanı sıra, toplumsal ve mesleki kimlik de ilk çocukluk yıllarından itibaren oluşmaya başlar. Ergenlik döneminde hızlanan bu süreç büyük ölçüde yetişkinliğe geçişle birlikte tamamlanır. Ergen, “kim olduğu”, “nasıl birisi olduğu” ve “gelecekte kim olacağı” ile yoğun biçimde ilgilenerek bir arayış içine girer.
Bu arayış süreci içinde yönelimleri, beğenileri, ve geleceğe yönelik idealleri kısa sürede değişebilir. Kendisine en uygun elbiseyi bulabilmek için bir sürü elbiseyi giyip çıkartan bir gibidir adeta. Bazen en yakınındakilere ‘yakıştı mı?’ diye sorsa da aslında ‘kendi seçtiği’ elbisenin beğenilmesini, onaylanmasını bekler. Ve kendisi sormadan yanındakiler fikir belirttiğinde ise, o elbiseyi alacağı varsa bile almaktan vazgeçebilir! Bazen ebeveynleri tarafından “maymun iştahlı” olmakla suçlanabilir. Unutmamak gerekir ki bu dönem, bir “deneme yanılma” dönemidir ve ergenin kendisine en uygun kimliği edinmesi için bu “deneme” sürecine ihtiyacı vardır.
Ergen, çevresindeki yetişkinlerin ve hatta bazen kendi yaşıtı olan yakın arkadaşlarının uyarılarına ve tavsiyelerine kulak asmayarak kendi yolunu kendisi çizmek, ve ebeveynleri de dahil tüm diğer insanlardan ayrı bir birey olduğunu hissetmek ister. Zaman zaman desteğe ve yardıma çok ihtiyaç duysa da sahip olduğu “aracın” kontrolünü kimseye bırakmak istemez. O aracın direksiyonunda kendisi vardır. Yan veya arka koltuklara oturttuğu ebeveynlerinin ‘aracın gidişi’ ile ilgili müdahalelerine çok ters tepki verir (biz de araç kullanırken bu tür müdahalelere öfkelenmiyor muyuz??). Bu müdahaleler, ya inatçı biçimde (bazen yanlış yolda gittiğini görse bile) kendi bildiğini yapmaya, ya da dikkatinin dağılmasına neden olabilir. Ve bir araç kullanırken, bunların her ikisi de kaza yapma olasılığını artırır! Ergenin bu aracı kendi başına kullanmasını öğrenmesini istiyorsak, direksiyonu ona bırakmalıyız, ve bu öğrenme sürecinde ufak tefek kazaların kaçınılmaz olduğunu unutmamalıyız. Bu yolculukta bazen tökezleyerek, bazen koşarak, kendi hızıyla ve kendi keyfince nereye ve nasıl gideceğini kendisi belirlemek ve hata yaparak kendisi öğrenmek ister. Tökezlediğinde -eğer kendisi talep ederse- yardıma hazır birilerinin hep yanında olduğunu bilmek ister. Sonunun nereye varacağını kendisinin de kestiremediği bu yolculukta ebeveynlerinden ve diğer yetişkinlerden beklediği ise; daha çok güven, daha çok anlayış, daha çok önemsenmek, ve daha çok özerkliktir. Ama aynı zamanda, yolunu yitirmemesi için ebeveynlerinin kendisine net, makul, tutarlı, ve yeterince esnek bir yol haritası sunmasını da ister. Bu haritaya ihtiyaç duydukça bakacaktır, ve her ne kadar kabul etmek istemese de buna fena halde ihtiyaç duyduğunun içten içe farkındadır.
“Kendi” kimliğini kazanma sürecinin bir parçası olarak günlük tutar, değişik hobiler edinir, mektup arkadaşlıkları veya internet ortamında arkadaşlıklar kurar, oda kapısını kilitleyip geçici olarak “kendi” dünyasına çekilir, vb. Bu süreçte ergenin “sırları”, kendisi ile dış dünya arasına çektiği son derece doğal sınırın bir parçası olarak onun özerk bir birey olma duygusunu pekiştirir.
Bu süreçte ebeveynlere düşen, kafası zaten yeterince karışmış olan ergenin kendisi için en doğru yolu seçeceğine olan güveni ve inancı yitirmeden insiyatifi ona bırakmaktır. Farklı alternatiflerin birlikte gözden geçirilmesi ve duygusal destek anlamında zaman zaman ebeveynlerinin yardımına çok ihtiyaç duyan ergen zaten bunu sözlü veya sözsüz mesajlarla dile getirecektir. Ergeni tamamen yalnız bırakmamak gerekir ama aşırı müdahalelerle onu boğmamak da gerekir. Bu yolculukta ergene direktifler veya iyiniyetli de olsa öğütler verip onun rotasını belirlemeye çalışmak, ergenin inat ederek direksiyona ve kendi belirlediği rotasına daha sıkı yapışmasına neden olacaktır çoğu zaman.
Özetle, ergenler anne-babalarından şunları beklerler/isterler:
- Bu fırtınalı dönemimde bana karşı anlayışlı ve sabırlı olun.
- Benim düşüncelerimi kabul etmeseniz de onlara kulak verin ve saygı duyun ki ben de aynı şekilde sizi saygıyla dinleyebileyim.
- Sizden biraz uzaklaşıp arkadaşlarıma ve hayranlık duyduğum kişilere yönelmeme izin verin.
- Kendi yolumu çizebilmem ve kişiliğimi bulabilmem için denemeler yapmama izin verin. Arada bir tökezlesem veya hata yapsam da sonunda kendim için en doğru olanı bulacağım konusunda bana güvenin.
- Bu zor zamanlarımda beni yalnız bırakmayın, ama fazla müdahale ederek de beni boğmayın.
- Bana değer verin ve beni önemseyin ki kendimi değerli hissedebileyim. Bazı davranışlarımı kabul etmeseniz de, bana “kayıtsız, şartsız” değer verin.
- Ne kendinizden, ne de benden “mükemmel” olmayı beklemeyin. Beni doğrularımla ve yanlışlarımla kabul edin.
- Beni ne kendinizle ne de başka çocuklarla kıyaslamayın. Herkes gibi ben de kendime has özellikleri olan biriyim. (olumlu yönde bir kıyaslama bile çoğu zaman olumsuz bir etki yaratır)
- İçinizde ukde olarak kalmış hayalleri benim gerçekleştirmemi beklemeyin. Çünkü benim de kendi hayallerim var.
- Kendi sınırlarımı çizmeme izin verin ve onları ihlal etmeyin. Aynı şekilde siz de sınırlarınızın ihlal edilmesine izin vermeyin. (kendi kişisel sınırlarını belirlemeyi ve korumayı anne-babasından öğrenecektir).
- Hayatımın okul ve derslerden ibaret olmadığını bilin. (ÖSS’ye hazırlanırken bile!!)
Hem “büyüdük, kendimize yeteriz” diyorlar, hem de ne çok şey istiyorlar değil mi?!!! İşte ergenin kendi iç dünyasında yaşadığı ve anne-babasına yaşattığı ikilem.... Bir ayakları ‘yetişkinliğe’ basıyor, öteki ayakları ise ‘çocukluğa’... Onlar bazen kolaya kaçıp çocukluğun güvenli ve korunaklı alanına geri çekilebilirler. Bu (ergen çocuklarının hala kendilerine muhtaç küçük bebekleri olarak kaldığını görmek!!) bazen anne-babaların da hoşuna gider. Ama, onların büyüyerek kendi kendilerini kontrol edebilen, kendi kararlarını alabilen, ve kararlarının bedelini ödeyebilen, bağımsız ve olgun kişiler olmasını istiyorsak, onların ‘yetişkinliğe’ basan ayaklarına destek vermemiz gerekir.
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Ergenlik Döneminde Gelişimsel Özellikler" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Serhat TÜRKTAN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Serhat TÜRKTAN'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
1 Beğeni
Yazan Uzman
|
Makale Kütüphanemizden | ||||
|
ergenlik, ergenlik dönemi, ergenlik dönemi özellikleri, ergenlik döneminde psikoloji, ergenlik dönemi değişim, ergenlik döneminde duygular
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.