2007'den Bugüne 92,323 Tavsiye, 28,223 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Adaletsizlik Algısının Birey ve Toplum Psikolojisine Etkisi
MAKALE #15518 © Yazan Uzm.Psk.Sümeyye ARSLAN | Yayın Ekim 2015 | 5,021 Okuyucu
Adalet herkese hakkını vermek ve layık olduğu muameleyi yapmaktır.(Osmanlıca lügat) Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı vermektir.(TDK )Adaletsizlik ise adalete aykırı olma durumudur.(TDK )Bu adaletsizlik kavramı dar anlamda sadece mahkemelerdeki haksızlığa maruz kalmak gibi algılamamak gerekir. Tam aksine adalet veya adaletsizlik kavramı, her bireyin ve bireylerin meydana getirmiş olduğu en ufağından en büyüğüne kadar bütün toplumların ilişkilerinde olabilecek her türlü hakkı kapsamaktadır. Dolayısıyla bu hakkın verilmemesi veya layık olunan muamelenin yapılmaması durumunu devletler arasında görülebileceği gibi bir ülkenin yönetenle yönetilenleri arasında da, devlet dediğimiz mekanizma ile vatandaşlar arasında da, patron işçi arasında da veya aile de baskın konumda olan aile reisi diyebileceğimiz anne veya baba olan kişilerin diğer bireylere olan yaklaşımlarında da görülebilir.
Adaletsizlik kavramı ekseninde Türkiye açısından son yıllarda meydana gelen küresel, komşu ve çevre ülkeler ve iç olayların etkilerini incelemeye çalışacağız.
Sosyal olaylar tek sebepli ve tek sonuçlu değildir. Bir çok sebep ve sonuçların iç içe örgülenerek birbirini etkilemesi neticesinde meydana gelirler. Kelebek etkisi olarak bilinen Kaos Teoremcilerinin aksine kainatta oluşan olaylar hep düzenden düzene gitmektedir. Tesadüfün varlığını kabul etmeyen kainatta iradi ve iradi olmayan her hareket ve olayın bir anlamı bulunmaktadır. Bu anlamlar mikro alemden makro aleme, makro alemden mikro aleme mutlak bir düzen içerisinde gerçekleşmektedir. İnsanoğlu sonsuz ilim karşısında sahip olduğu bilgi ile her olay ve durumu anlamlandıramamış ve dolayısıyla bazı olay ve durumları tesadüfi veya da kendisinin iradesiyle mutlak değiştirici ve yönlendirici olduğu zannına kapılmasına neden olmuştur.

Türkiye açısından var olan durumu ve geleceğe bakışı değerlendirebilmek için küresel, çevresel ve iç olayları bir puzzle parçası gibi değerlendirerek bütünü anlamlandırmaya çalışacağız.

Ülkeler arasında baktığımızda dünyadaki gelirin %90'ının dünya nüfusunun %2'sinin elinde olması ancak dünya gelirinin %10'unun nüfusun %98'lik bir grubun elinde olması gibi adaletsiz bir servet dağılımının insanlarda ister istemez gerek dünya bireyleri arasında olsun gerek dünyada ki var olan bu durumun Türkiye'deki bir yansıması olsun tüm insanları olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durum kişileri çaresiz hissettirmekte ve ne kadar çabalasa dahi hak ettiği konuma gelemeyeceğine dair olumsuz bir algı oluşturmaktadır ki bu algının sonucunda da kişilerde kıskançlık, umutsuzluk, güvensizlik ve öfke gibi bir çok duygu ortaya çıkabilmekte ve inanç sistemlerinde sarsılmalara sebep olabilmektedir. Aslında bu duyguları ele aldığımızda öğrenilmiş çaresizlik durumunun getirisi olan duygular oldukları da görülebilmektedir. Umutsuz bireyler kendi içinde bulundukları fiziksel, zihinsel veya toplumsal durumun düzelmeyeceğine, yaşamını ilgilendiren önemli konularda kötü gelişmelerin olacağına ya da en azından iyi şeyler olmayacağı beklentisine ve bu durumu hiçbir şeyin değiştire-meyeceğine inanmaktadırlar (Beck, 2001).

Yine ülkeler arasındaki adaletsizliğe baktığımızda, Avrupa Birliğinin, Amerika’nın, NATO'nun veya çevremizdeki komşu ülkelerin Türkiye dışındaki ülkelere oranla Türkiye'ye yaklaşımlarının, ilişkilerinin, tavırlarının ve yardımlarının olumlu anlamda olmaması, Türkiye'nin hakkettiği ve layık olduğu noktada hak ve muameleyi görmemesi ister istemez Türkiye'de bulunan yöneticileri, Türkiye'nin yönetimini, devlet mekanizması dediğimiz hükümeti olumsuz anlamda etkilediği gibi bu tavırlar Türkiye'de bulunan 72 milyon vatandaşı da olumsuz anlamda etkileyebilmektedir.

2008 yılında ABD de mortgage piyasasına ilişkin çıkan sorunlar takip eden süreçte bir likidite krizine dönüşmüş ve küresel krizin temelini oluşturmuştur. ABD’de başlayarak Avrupa ve Asya ekonomilerini etkisi altına alan küresel kriz tüm dünya ile birlikte Türkiye’de de talep ve büyümede daralmaya neden olmuştur. ABD ve Avrupa ülkelerinde kriz dolayısıyla yaşanan durgunluk, bu ülkelere ihraç ettiğimiz ürünlerimizin talebinde ve ihracatımızda düşüşlere neden olmuştur. Sanayi üretim endeksleri ve kapasite kullanım oranlarında görülen düşüşler, küresel mali krizin olumsuz etkilerinin Türkiye’de hissedildiğini göstermektedir. Bu küresel mali krizin Türkiye’de yarattığı belirsizlik ve güven problemi, reel kesim ve tüketici güven endekslerindeki düşüşlerden görülmektedir. İşsizlik oranlarındaki artış, krizin Türkiye ekonomisindeki en olumsuz etkilerinden olmuştur. (ERTUĞRUL ve ark.,2010)

Yapılan araştırmalara göre her geçen gün Avrupa Birliğine girme ve girmeme konusundaki vatandaşlarımızın isteklerinin düştüğünü görmekteyiz. Bu düşmenin de genel anlamda nedeni geçmiş yıllara baktığımızda Avrupa Birliğine aday olan diğer ülkeler ile Türkiye'yi adaylık sürecindeki süre ve istenilen şartlara uyma kıstasları açısından kıyas ettiğimizde Türkiye'ye göre daha geri konumda olan ülkelerin daha az sürede Avrupa Birliği üyesi olması veya adaylık konusunda daha üst konuma geçmesi hem Türk hükümetini hem de vatandaşları olumsuz olarak etkilemiştir. Bu tarz ikili bir davranışın olması, Türkiye'nin hak ettiği ile tabi tutulan muamelenin uymaması sebebiyle Avrupa Birliğine girmeme konusundaki isteklerini daha da artırmıştır. Dolayısıyla bu durumu ve sebeplerini irdeleyen vatandaşların düşüncesinde, AB'ye üye olan ülkelerin daha çok Hıristiyan olduğu, belki de üye olması beklenen Türkiye'nin tek Müslüman ülke olması, ister istemez “biz Müslümanız onlar Hıristiyan birliği, dolayısıyla bizi Avrupa Birliğine almazlar" algısını meydana getirmiştir.

ABD ve NATO'nun her ülkede olan olaylara aynı düzeyde muameleyle yaklaşmadığı ve aynı oranda tavır sergilemediği, kendi çıkarları doğrultusunda ülkelere yardım ettiği ve desteklediği,ve bu desteği o ülkelere demokrasi götürmek ve haksızlığı gidermek amacıyla yaptığını söylemesine rağmen Afganistan, Irak gibi ülkelere de demokrasinin gitmediği ve önerdikleri sistemin çuvalladığı görülmektedir. Ancak bunun yanı sıra Amerika'nın kendi gemisini yüzdürdüğü ve menfaatçi yaklaşımına göre de kendine göre bir yol çizdiği görülmektedir.

Suriye'de ABD ve AB için önemli bir rantın olmaması ve aynı zamanda Müslüman olması 4 yıllık süren savaşta ABD 'nin, NATO'nun, AB'nin müdahale etmemesi 160 bin insanın ölmesine ve milyonlarca insanın mülteci durumunda kalmasını değerlendirdiğimizde hem Türkiye'yi ekonomik, bireysel ve toplumsal yönden etkilediğini hem de yapılan tavırların ikili tavırlarda olduğu kanaatinin oluştuğu ve toplumsal anlamdaki olumlu yöndeki düşüncelerde kırılmaların meydana geldiği görülmektedir.Ayrıca buna benzer olayların geçmişte Bosna'da Kosova'da yaşanmış olması, insanlar mağdur edildikten veya öldürüldükten sonra yardım edilmesi durumunu şu anki durumlarla birlikte ele alan vatandaşta kendini gerçekleştiren kehanet durumunu yaşamakta, biz Müslümanız onlar Hıristiyan şeklindeki algısını daha da desteklemektedir. Bu durumlar bireysel ve toplumsal anlamda travmalar oluşturmaktadır.
Bunun yanı sıra 5 yıl öncesi Türkiye’ye baktığımızda, çevresinde Ortadoğu başta olmak üzere Müslüman ülkelere olumlu anlamda bir açılım yapması ve çevresinde barış havzası oluşturma girişimlerinin olması, Irak,Suriye,İran,Mısır gibi ülkelerle olumlu yaklaşımların sergilenmesi,ayrıca Ermenistan,Gürcistan,Rusya gibi ülkelerinde bu halkaya dahil olması,2003-2011 yılları arasında Türkiye'de yapılan önemli demokratik hamlelerin yapılması ve özellikle Avrupa Birliği çerçevesinde çıkarılan bu demokratik yasalar ve uygulamaların herkesi kapsayan, kimseyi dışlamayan ve ötekileştirmeyen yasalar ve uygulamalar olması neticesinde Avrupa birliğinin de Türkiye'ye karşı dışlayıcı değil daha sıcak yaklaşımlarının olmasına ve bir çok faslın açılmasına ve insanlarımızda Avrupa birliğine “bu gün yarın girdik gireceğiz” algısını oluşturmasına ve hakikaten Müslüman Hıristiyan ayrımı yapılmıyor gibi bir düşüncenin meydana gelmesine sebep olmuştur. Ancak geçen bu 3 yıllık süre içerisinde Ortadoğu ve çevremizdeki havzalar başta olmak üzere Irak, Suriye,Mısır gibi ülkelerde iç karışıklıkların meydana gelmesi ve savaşların çıkması ve bunların neticesinde Türkiye açısından hem maddi, hem de manevi boyutlarda bireysel ve toplumsal açıdan psikolojiyi olumsuz yönde etkilemiş ve dolayısıyla beklentisi daha farklı olan vatandaşlarımızda beklentisiyle aynı orantıda büyük bir hayal kırıklığını meydana getirmiştir. Bu sorunu çözme adına farklı atraksiyonlar yaparak bu olayların olumsuzluklarının nedenlerinin ne olduklarını araştırmak ve çözmek adına hamleler yapmak yerine, daha çok içine kapanarak Avrupa Birliğinden kopma noktasında söylemlerde bulunulması, üstelik aynı zamanda demokratik yasaların daha da daraltılmış bir hale gelmesi, 12 Haziran referandumu ile genişletildiği ve bir çok aydınların ve vatandaşların da oy verme aşamasında söylediği gibi "Yetmez ama evet" denildiği noktadan bu güne döndüğümüzde o referandumda verilen hakların dahi gerisine adım atılarak daha dar bir hukuki düzene geçmesine ve toplum içerisinde hükümet yanlısı veya öteki şeklinde bir ayrımın yapıldığı düşüncesine ve ülke içerisinde biz ve onlar gibi ayrımların yapılmasına sebep olmuştur. Ancak başka bir açıdan bakıldığında da ne hükümet yanlısı ne de muhalif olamayan ve en fazla mağdur olan büyük bir grubun olduğu, aynı zamanda toplumun çoğunun diğerleri olup kendini ötekileşmiş hissetmesine sebep olduğu da görülmektedir.

Çok partili sisteme geçildiğinden beri Türkiye'de oy sınıflamasının genel tasnifi açısından %70'lik sağ ve %30'luk sol oy oranının hemen hemen korunmakta olduğu; 1983 yılından itibaren ise dört eğilimi birleştiren merkez parti anlayışının daha tercih edilir olduğu görülmektedir. Özellikle 1980'den sonra en çok oya sahip parti tarafından hükümet olma durumu çoğunluğun veya da tüm Türkiye'nin partisi, temsilcisi veya sesi olma durumunu meydana getirmemiştir. Dolayısıyla çoğunluğun iktidar dışı kalmış olması "Biz birçok yetenek ve kabiliyete sahip olmaya çalışsak da muhalif bir çoğunluğun içerisinde bulunmamızdan dolayı bu gidişle hiç bir zaman hak ettiğimiz imkanlara ve layık olduğumuz muameleye sahip olamayacağız. O halde bizim de var olduğumuzu ve değersiz olmadığımızı bir şekilde gerek iktidara gerekse herkese duyurmamız gerekir." şeklindeki düşüncesini ortaya çıkarmış ve gelişen olaylar ile pekiştirmiştir. İnsan sosyal bir varlık olduğu için toplum içerisinde farklı kimliklerle yaşamını sürdürmek isteyen psikolojiye sahiptir. Bu kimlik arayışı; aidiyet duygusunu tatmin etme, kendini ifade edebilme, kendini fark ettirme amaçlarıyla yasal veya yasal olmayan yollarla kendini göstermektedir. Şayet yasal yollar yani demokratik genişlik bu konuda yeterli değilse bireyler yasal olmayan yollara da yönelebilmektedirler. 11 yaşından adelosans sonuna dek süren bu dönemde, “kimlik hissi” gelişir. Kimlik, bir insanın yapılandırdığı karakteristiklerdir. Kimlik, bir sosyal grubun fikirleri ve değerleri ile bütünleşmeyi içerir. Ahlâki değerler değişebilir, fakat sonunda belli bir etik anlayış, kişinin çevresiyle bütünleşmesini sağlar. Adolesan döneminin sonunda bir “kimlik krizi” yaşanır. Kişi, dünyadaki yerinin neresi olduğunu belirlemeye çalışır. Bu süreçte çetelere, din gruplarına girebilir, halk kahramaları ile özdeşim kurabilirler. “aidiyet duygusu” ve “kişiliğin gelişimi” bu döneme denk geliyor. (Erikson)

Gezi eylemini ele aldığımızda, masum bir çevreci anlayışla başlayan ancak bu kendini zararsız yollardan ifade etme durumunun şiddet yolu ile bastırılması ve farklı amaçlar taşıyan grupların devreye girerek şiddete şiddetle karşılık vermesiyle olayların birden bire Türkiye geneline yayılması sürecinde bu durumu anlamak yerine aşağılayıcı, kızdırıcı ve şiddetle bastırıcı karşılıklar neticesinde toplumdaki biz ve öteki anlayışını pekiştirmiştir. Bahsettiğimiz gibi iktidarın nimetlerinden faydalanamayan, kendisinin var ve değerli olduğunu göstermeye çalışmasına rağmen, olumlu bir karşılık bulamayan, genelde bireysel veya parçalı gruplar halinde bulunan bu çoğunluk kesimin umutsuzluk, çaresizlik, tükenmişlik, öfke duygularını arttırmaktadır.

Günümüzde Siyasal İslam söylemleriyle İslam'ın özünün uyuşmaması dindar ve dindar olmayan bireylerde din algılaması ve yaşantısında kırılmalara neden olmuştur. Bu konu ile ilgili Rehman ve Askari'nin İktisadi, Hukuk ve yönetişim, İnsani ve politik haklar, Uluslararası ilişkiler endeksleri ile her hangi bir ülkenin ne kadar “İslami” olduğunu belirleyen araştırmaları konumuza ışık tutmaktadır.Bu araştırmada; 208 ülke arasında İran, Suudi Arabistan, Afganistan gibi ülkeler sıralamada ilk elliye hatta ilk yüze bile girememişler, İslamilik endeksinde ilk üç sırayı Yeni Zelanda, Lüksemburg ve İrlanda alırken Danimarka, İngiltere, Norveç gibi gelişmiş ülkelerin üst sıralarda yer aldığı görülmektedir. Genel anlamda Müslüman diye algıladığımız ülkeler arasında en üst sırayı Malezya 38. , Kuveyt 48., Türkiye ise 103. ülke olarak değerlendirilmiş, Suudi Arabistan 131, İran 163 ve Afganistan 169. sırada yer almıştır.

Sonuç olarak; dindarlaşmanın aksine dünyevileşen, diğerkamlığın* aksine bencilleşen, her hakka ve bireye saygı duymanın aksine saygısızlaşan, sevgi ve saygıyla iletişimde bulunmanın aksine öfkelenen ve yıkıcılaşan, düzene ve hukuka uymaktan ziyade anarşistleşen bireylerin yaygınlık kazandığını görmekteyiz. Türkiye'nin sahip olduğu kültürel birikim ve tarihsel konum nedeniyle sadece kendisine yeten değil küresel çapta denge unsuru olması için evrensel değerlerde buluşan ve erdemli bireylerden oluşan toplum olma zorunluluğu önümüzde bulunmaktadır.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Adaletsizlik Algısının Birey ve Toplum Psikolojisine Etkisi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Sümeyye ARSLAN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Sümeyye ARSLAN'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     1 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Sümeyye ARSLAN Fotoğraf
Uzm.Psk.Sümeyye ARSLAN
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Uzman Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi58 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Sümeyye ARSLAN'ın Yazıları
► Birey Toplum İlişkisi Psk.Esra ERDOĞAN
► İntihar ve Toplum Etkisi Nazlı ÇALIŞKAN
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Adaletsizlik Algısının Birey ve Toplum Psikolojisine Etkisi' başlığıyla benzeşen toplam 23 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Kaliteli Cinsel Yaşam Eylül 2016
► Renklerin Dili Aralık 2015
► Tüm Bu Terapiler Ne? Eylül 2015
◊ Gec Kalmadan Dur Ağustos 2023
◊ Tüm Duygudaşlara Mektup Temmuz 2020
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


01:15
Top