2007'den Bugüne 92,356 Tavsiye, 28,228 Uzman ve 19,984 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Geçmişten Günümüze İnsan Hakları ve Ruhsal Travmaların Etik ve Toplumsal Cinsiyet Boyutu
MAKALE #6358 © Yazan Psk.Ferihan YANCI | Yayın Ocak 2011 | 23,367 Okuyucu
İÇİNDEKİLER


·1.1. İNSAN HAKLARI KAVRAMI

·1.2. İNSAN HAKLARININ TARİHSEL GELİŞİMİ

Ø1.2.1. Dünyada İnsan Haklarının Gelişimi
Ø1.2.2. Türkiye’de İnsan Haklarının Gelişimi

·1.3. İNSAN HAKLARI İHLALLERİ VE TRAVMA OLGUSU

Ø1.3.1. İnsan Hakları İhlalleri
Ø1.3.2. İşkence
Ø1.3.3. İşkencenin toplumsal ve psikolojik boyutları
Ø1.3.4. Çifte Yükümlülük
·1.4. İHLALLER, TRAVMALAR, ETİK VE TOPLUMSAL CİNSİYET

Ø1.4.1. İnsan Hakları İhlali ve Travma
Ø1.4.2. İnsan Hakları İhlali ve Etik Sorunlar
Ø1.4.3. İnsan Hakları İhlali ve Cinsiyet Olgusu

·KAYNAKÇA



GİRİŞ
1.1. İNSAN HAKLARI KAVRAMI

İnsanoğlunun binlerce yıllık tarihi aynı zamanda onun ezilmişliğinin ve buna karşı koyuşlarının da tarihidir. Anaerkil klanda başlayan yaşam ve varolma mücadelesi, binlerce yıllık bir süreçten sonra günümüzün çağdaş toplumlarına ulaşmıştır. Binlerce yıllık insanlık tarihi süresince insanın insana hükmetme arzusu günümüzde insan hakları diye tanımlanan bir kavramın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

İnsan hakları; felsefi, kültürel ve siyasi temelleriyle ele alınması gereken geniş kapsamlı bir konudur. İnsan haklarının gerçekleştirilmesi yalnız felsefi ve ahlaki bir sorunsal olarak görülemez, bunun somut maddi nedenleri vardır. İnsan haklarının temellerine baktığımızda insan hakları, toplumsal ve siyasal dönüşümün sağlanması yönünde önemli bir işlev üstlenmektedir. Kuçuradi (1982: 49), insan hakları ile ilgili temelleri şu şekilde özetlemiştir: “İnsan hakları, her insanla ilgili bazı gerekleri dile getirir. Bu gerekler, insanın değerini tanıma ve koruma istemleri olarak yani insanları yalnızca insan oldukları için koruma istemleri olarak ortaya çıkar. Burada insanın değeriyle anlatılmak istenen, insanın diğer canlılar arasındaki özel yeridir.

Genel olarak insan hakları, doğamızın temelinde yer alan ve onlar olmaksızın insanca yaşayamayacağımız haklar olarak tanımlanabilir. İnsan hakları ve temel özgürlükler insan niteliklerimizi, zekamızı, yeteneklerimizi, vicdanımızı tamamen geliştirmemize ve kullanmamıza, ruhsal ve diğer ihtiyaçlarımızı doyurmamıza olanak tanır. Bu haklar bireyin temel onur ve değerinin saygı göreceği, korunacağı bir yaşam için insanoğlunun artan taleplerinden kaynaklanmaktadır (Human Rights: Questions and Answers, 1997, akt: Doğan, 2000).

Tarihsel olarak incelediğimizde insanın değeri ve hakları üzerine düşünen pek çok düşünür bulmak mümkündür. İnsan merkezli düşünürler ve felsefelere baktığımızda; düşüncelerinin merkezine insanı alan Protogaros’un “İnsan bütün şeylerin ölçüsüdür” sözünden, “Var olanların varlıklarının, var olmayanların var olmayışlarının” öğretisini şiar edinen Sofistlere, itidal, iyilik, doğrululuk, adalet ve ahlak gibi değerleri düşüncesine temel alan, insanın amacının mutluluk olduğunu belirten Sokrates’e ve tarihte ilk kez insanlar arasında eşitlik esasını savunup köleliğe karşı çıkan ve insanlara tek evrensel devlet altında birleşmelerini salık vererek tarihte ilk kez “Birleşmiş Milletler” fikrini ortaya atan Stoiklere kadar gidebiliriz.

İnsan hakları, genel olarak ele alındığında bütün insan varlıklarının insan onuruna yaraşır biçimde davranılma hakkı bulunduğuna işaret eder. Birçok uluslar arası insan hakları belgesinde ayrıntılarıyla işaret edildiği gibi, bunlar, insanın insan olmasından kaynaklanan vazgeçilmez, devredilmez, haklardır ve her türlü sosyal politika, kamusal yarar ya da başka bir ahlaksal ya da siyasal kaygının üzerinde yer alan bir değeri temsil eder. Bu haklar, hem devlete hem de özel kişilere ve örgütlere karşı ileri sürülebilir (Berktay, 2004).

İnsan hakları kavramı, insanların kendilerini gerçekleştirmede ve yeteneklerini geliştirmede özgür oldukları bir dünya tasavvurunu temel alır. Bu anlamda ideal bir dünyada insan haklarının yanı sıra kadın haklarını, çocuk haklarını vb. ayrıca tartışmaya gerek yoktur. Çünkü insan hakları erkek ya da kadın, çocuk ya da yetişkin herkes için geçerli olacaktır. Fakat böylesi bir ideal dünyada yaşamadığımız açık olduğundan kadın, çocuk vb. gibi haklarının daha fazla gözetilmesi gerekenler için daha somut belirteçler ve güvence altına alınmalar gerektiği de açıktır.

1.2. İNSAN HAKLARININ TARİHSEL GELİŞİMİ

1.2.1. Dünyada İnsan Haklarının Gelişimi

İnsan hakları olgusu, yüzyılımıza insanlık tarihinin bir getirisidir. Toplumsal bir varlık olarak insan, hem insan olmasından kaynaklı değerini hem de uygarlığın gelişim çizgisi içinde özgürlük ve eşitlik arayışını insan hakları kavramında somutlaştırmıştır. Bu tarihsel diyalektik süreç, insan emeğinin yoğun kullanıldığı antik köleci toplumdan, feodal üretimin etkin olduğu ortaçağ dünyasına ve oradan da demografik, ekonomik etkenlerin yanında siyasal pratiklerin değiştirdiği devlet yapısından ve demokratik oluşumlardan bahsedildiği XIX. yüzyıla kadar; kapitalizmin geliştiği teknoloji yoğun dönemi de kapsayacak şekilde sürdürülen birçok çatışımın, savaşımın, çelişmenin, gelişmenin ürünüdür.

1215’te İngiltere’deki Magna Charta Libertatum’dan başlayan, insan hakları hareketinin, birbirinden eşit uzaklıkta olmayan kilometre taşlarının başlıcaları şöyle sıralanabilir:
• 1776 Virginia Beyannamesi,
• 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi.
• Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) Anayasası (1932)
1948 yılında yayımlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde de insanoğlunun salt insan olmasından kaynaklanan ve olmazsa olmaz anlayışı ile sahip olduğu haklar belirlenmiştir. Evrensel Bildirge, siyasi olmayan bir ifade ile her bireyin insanlık ailesinin bir üyesi olarak bekleyebileceği davranışı tanımlamış ve pek çok siyasi, kültürel ve dini gelenek tarafından paylaşılan düşünceler ilk kez bu belgede bütünleştirilerek ifade edilmiştir. 30 Maddeden oluşan Evrensel Bildirge, bütün insanlar için sivil, siyasi, ekonomik ve sosyal hakları kapsayan temel kuralları ve özgürlükleri belirlemiş ve Türkiye Cumhuriyeti de 1949 yılında bu bildirgeyi imzalamıştır. Bunu, 1950 İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi izlemiştir. Daha sonra çeşitli alanlarda, çeşitli konularda onlarca insan hakları sözleşmesi imzalanmıştır. Bunlar arasında Çocuk Hakları Sözleşmesi ile Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, özellikle anılmaya değerdir (Milliyet Blog, 2007).
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’yla beraber ‘insan hak ve özgürlüklerinin’ yoğun şekilde ihlâli, dünya devletlerinin bir kısmını, insanlığın geleceği için önlem almaya itmiştir. Bu süreçte 26 Haziran 1945’te BM Antlaşması imzalanmış, daha sonra 10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulunda yapılan oylamayla İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi Dünya İnsan Hakları Anayasasını oluştururlar. Bildirge ve sözleşmeleri ile BM insan haklarını koruma ve geliştirmenin yegâne dünya forumunu oluşturur. İnsan hakları BM'nin çeşitli organlarında gözetilse de, insan hakları alanında karar üreten asıl organ İnsan Hakları Komisyonu'dur. Türkiye'nin de dâhil olduğu elli üç ülke temsilcisinden oluşan komisyonun işkence ile ilgili özel bir raportörü ve merkezi Cenevre'de bulunan İnsan Hakları Merkezi bulunmaktadır. Sivil toplum kuruluşları BM'nin insan hakları ve benzeri kurumlarında toplantılara katılabilmekte ve görüş bildirebilmektedirler (Şeker, 2010).
BM Anlaşmasını imzalayan devletler insan haklarına, onuruna olan inançlarını beyan etmiş, insan haklarına yapılan saldırıların önlenmesi, insanların tutum ve davranışlarını düzenleyen tüm ulusların benimseyeceği kurallar saptanması için çaba harcanmasını kararlaştırmışlardır. Bildiri klasik haklarla, sosyal, ekonomik ve kültürel hakların bir sentezini yapmaktadır (Kapani, 62. Akt: Koşar, 1989: 29).

“Türkiye, BM kurucu üyelerinden birisi olarak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni ilk onaylayan ülkeler arasında yer almış ve insan hakları konusundaki önemli sözleşmelerin büyük bölümüne taraf olmuştur”(Gemalmaz, 2005: 132-133).

Dünyada insan haklarının gelişimi aktarıldıktan sonra aşağıdaki bölümde Türkiye’ de insan haklarının gelişimi ele alınacaktır.

1.2.2. Türkiye’de İnsan Haklarının Gelişimi

Türkiye’de insan haklarının gelişimi Osmanlı Devleti’ne kadar dayanmaktadır. Osmanlı Devleti’nde insan haklarının gelişimi açısından ilk atılımlardan biri, ayanlarla imzalanan ve padişahın yetkilerini sınırlayan Sened-i İttifak’tır. Ancak bu antlaşma ayanlarla imzalandığı için halk nezninde yankı bulamamıştır. II. Mahmut’la gelen Tanzimat Fermanı Osmanlı Devleti’nde insan haklarının tanınması yönünde ilk adım sayılmaktadır. Daha sonraları aydın kesimin zorlamasıyla gelen Meşrutiyet dönemlerinde yani kısaca batılılaşma sürecinde kişi hak ve hürriyetlerinin devlet tarafından tanınması ve korunması sağlanmıştır (Ahmad, 2002:45).
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra devam eden bu süreç aşağıdaki gibi gelişim göstermiştir.
·BM Anlaşması 15 Ağustos 1945 tarihli yasa ile onaylanmıştır.
·İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 10 Aralık 1948'de imzalanmış, 6 Nisan 1949'da yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulu Kararı, bildirgenin yayımından sonra okullarda ve diğer öğretim müesseselerinde okutulması ve yorumlanmasını öngörmüştür.
·Kadınların Siyasi Haklarına Dair Sözleşme (Türkiye 25 Mayıs 1959).
·Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (BM 1981-Türkiye, Haziran 1985).
· Jenosit'in (soykırım) Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme (BM 1948 Türkiye - Mart, 1950) .
·Esaretin Men'i Hakkında (25 Eylül 1926 tarihli) Mukavelename (Türkiye 8 Haziran 1933).
·Kölelik, Köle Ticareti, Köleliğe Benzer Uygulama ve Geleneklerin Ortadan kaldırılmasına dair ek sözleşme.
·Çocuk Hakları Bildirgesi (BM 20 Kasım 1989 Türkiye 1995).
·İşkence ve Başka Zalimce İnsanlık Dışı ya da Onur kırıcı Davranış ya da Cezaya Karşı Sözleşme (BM Haziran 1987, Türkiye 25 Ocak 1988).
·Zorla ya da Zorunlu Çalıştırma Yasağı (BM 17 Ocak 1979, Türkiye 14 Aralık 1960).
·Çalışma yasasında ayrımcılığın, özellikle kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması amacıyla (ILO) tarafından benimsenen Çalışma ve Meslek Bakımından Ayrımcılığa ilişkin 111 no.lu sözleşme (BM: 15 Haziran 1960 – Türkiye 13 Aralık 1966).
·Erkeklerle kadınların eşit değerde iş için eşit ücretlendirilmesine ilişkin 100 no.lu ILO sözleşmesi (Türkiye 13 Aralık 1966).
İnsanlığın “insan hakları” için verdiği savaşımın tarihi çok eskilere dayanmakla beraber, terim olarak, “İnsan Hakları”nın (human rights, droit de I’homme, Menschenrechte) kullanılması oldukça yenidir. İnsan hakları terminolojisi incelendiğinde “insan hakları” teriminin İngiliz dilinde 1940 yılından önce neredeyse hiç kullanılmadığı görülecektir. Bu kadar yeni bir oluşum içerisinde olan bu kavramın aslında ne denli büyük bir öneme sahip olduğu açıktır. İnsan hakları kavramı geniş boyutuyla ele alındığında, çocuk hakları, kadın hakları, hasta hakları, vatandaşlık hakları gibi pek çok kavramında gelişmesine katkı sunmaktadır. Bunlar gibi günümüzde hak temelli politikalar kapsamında mücadele veren çevre hakları savunucuları, hayvan hakları savunucuları vb. gruplarda çok sayıdadır.

1.3. İNSAN HAKLARI İHLALLERİ VE TRAVMA OLGUSU

1.3.1. İnsan Hakları İhlalleri

Hak kavramı gündeme geldiğinde hakların ihlalinin varlığı da kaçınılmaz olacaktır. Uygulamalardaki yanlışlık ve kasıtlar, ihlallere göz yumma, istismar etme, ihmal etme, ayrımcılık yapma gibi pek çok hak ihlali sıralanabilir. İnsan onuruna yönelik her türlü saldırı ya da ihmal birer insan hakları ihlalidir. Bunlar arasında aile içi şiddet, tecavüz, çocuk istismarı, göçmen kaçakçılığı, insan ticareti, işkence, eziyet, soykırım, zorla alıkoyma, yerinden edilme gibi pek çok eylem sayılabilir.

İnsan hakları evrensel beyannamesinin ilk iki maddesinde bütün insanların onur ve haklar bakımından eşit doğdukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, sosyal köken gibi nedenlerden dolayı ayrımcılık yaşamamaları bildirilmektedir. Fakat tarih pek çok ayrımcılık, sömürü, zalimane uygulama ile doludur, günümüzde ise bu haklar bildirgelerle duyurulup imzalanmasına rağmen pek çok yerde pek çok şekilde insanlık dışı muamele olduğu hepimizce bilinmektedir. Beyannamenin 5. maddesinde ise “hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsanî, haysiyet kırıcı cezalara ve muamelelere tabi tutulamaz” denmektedir. Yine tarih, pek çok sebeple uygulanan işkence yöntem ve hikâyeleri ile dolu olsa da hukukun yeni yasalarla güncellendiği ve insan haklarının pek çok anlaşma ile güvence altına alınmaya çalışıldığı günümüzde de işkence suçu işlenmekte, bunun mağdurları bulunmaktadır. 1975 te hazırlanan Cenevre Protokolünden sonra pek çok ülke tarafından kabul edilen ve 1999 yılında hazırlanan İstanbul Protokolünde de işkence ve diğer insanlık dışı suçların etkili biçimde soruşturulması için bir kılavuz oluşturulmuştur. Hekimlerin de işkence gibi suçları tespit etme, belgeleme, rapor sunma gibi sorumlulukları bulunduğundan bu konuda pek çok yazı, sunum ve makale bulmak mümkündür. Fakat ne yazık ki kimi zaman bazı hekimlerin işkencecilere yol gösterici birimler içerisinde yer aldıkları, işkence ve kötü muameleye kayıtsız kaldıkları, işkencenin etkinliğinin artırılmasını sağladıkları, daha fazla işkence uygulanabilmesi için kurbanın ölmesini önlemede yardımcı oldukları, işkenceyi örtbas ettikleri, eksik ya da yanlış rapor verdikleri ve bu tür insanlık suçları için araştırmalar yaptıkları da bilinmektedir.

Yine ırkı, rengi, yaşı ve cinsiyeti yüzünden yıllarca ayrımcılığa tâbi tutulmuş insanlarla dolu bir tarihe sahiptir dünyamız. Siyah ten rengine sahip Amerikalıların yıllar boyunca aşağılandığı, pek çok zulüm, istismar ve ihmale maruz bırakıldığı, kendini savunabilecek güce yeterince sahip olmayan çocukların çalışmaya zorlandığı, şiddete maruz kaldığı, istismar edildiği, kadınların erkeklerden daha düşük zekâya ve güce sahip olduğunu iddia eden birtakım kesimlerin de desteği ile kadının çok uzun yıllar süresince aşağılandığı, pek çok insani haktan men edildiği, tecavüz gibi vücut dokunulmazlığı suçlarına maruz kaldığı hepimizce bilinmektedir. Bu tür “daha az güçlü olan, azınlık olan” lar için ayrıca haklar oluşturulup bu haklar devletlerce gözetilmeye çalışılsa da yukarıda sıralanan hak ihlallerinin, insanlık ayıplarının günümüzde de hâlâ devam ettiğine sık sık tanık oluyoruz.

1.3.2. İşkence

Bir kimseye maddi ve manevi olarak yapılan hertürlü aşırı eziyet olarak tanımlanabilir ve çok ağır ruhsal sorunlara yol açabilmektedir.

İşkence, hayatta kalanlar üzerinde uzun süre devam eden psikolojik etkilere yol açan karmaşık bir travmadır. Maruz kalınan işkence olayının ardında yıllar geçtikten sonra dahi işkenceye dair anıların nasıl taze kalabildiği, zihnin bu olayı nasıl işlediği araştırmacıların ilgi alanına girmiş, araştırmacılar tarafından sorgulamıştır.
Bu soruya cevap arayanlardan Sironi ve Branche’ye göre,
“her zaman için travmaya neden olan işkenceyle ilişkili psikolojik içerik, işkenceyi bir “kapsül/kese” içinde, acı çeken kişinin aklındaki bir demirbaş gibi, cansız, düşüncelerinin geri kalan kısmıyla birleşmeyen veya düşüncelerine karışmayan mekanik bir obje gibi tutmaktadır.”

1.3.3. İşkencenin toplumsal ve psikolojik boyutları

Türkiye’de işkencenin inkarı insan haklarının resmi olarak tanınmasına rağmen uzunca bir süre devam etmiştir. Yaklaşık 1 milyon insan 12 eylül darbesinde işkence görmüş olmasına rağmen, 1990 yılına kadar hiçbir kongrede işkence gündeme gelmemiş, işkence ile ilgili bir yayın yapılmamıştır (Şahin, 2010).

1986’da İnsan Hakları Derneği, 1990’da da İnsan Hakları Vakfı’nın kurulmasıyla birlikte işkence mağdurlarına yönelik rehabilitasyon programları oluşturulmuş ve işkence öyküleri dokümantasyon ve tedavi çalışmaları sayesinde raporlanabilmiştir. Ancak bu sürece kadar psikoloji ve psikiyatri camiası da bu askeri diktatörlüğü açıkça desteklemese de suskun kalmıştır.

Başa çıkılamayan şiddet ya da şiddet tehdidi iki nedenle inkara yol açmaktadır;

İlki; yanı başınızda her an sizi tehdit eden bir şeyin varlığını bilerek ve hissederek rahat edemez ve günlük hayatınızı sürdüremezsiniz. Kişinin hayatını sürdürebilmesi için engelleyemediği huzursuzluğu yok sayması olasıdır, bu durumda inkarı getirir. İşkencehanelerin yanı başında yaşayan insanlar belki de işkence seslerini duyarak günlük işlerini sürdürmek durumunda kalmışlardır.
İkincisi; bir şeyi biliyor olmanın eyleme geçmeye zorlayıcı bir yanı vardır. İşkencenin varolduğunu bilen erdemli bir insan buna karşı çıkacak fakat bu durumda da kendisi işkence ile karşı karşıya kalacaktır. Bundan kurtulmanın en iyi yolu da inkardır.

Hekimlerin de işkence gibi suçları tespit etme, belgeleme, rapor sunma gibi sorumlulukları bulunmaktadır. Fakat ne yazık ki kimi zaman bazı hekimlerin,
¬işkencecilere yol gösterici birimler içerisinde yer aldıkları,
¬işkence ve kötü muameleye kayıtsız kaldıkları,
¬işkencenin etkinliğinin artırılmasını sağladıkları,
¬daha fazla işkence uygulanabilmesi için kurbanın ölmesini önlemede yardımcı oldukları,
¬işkenceyi örtbas ettikleri, eksik ya da yanlış rapor verdikleri ve
¬bu tür insanlık suçları için araştırmalar yaptıkları da bilinmektedir.

Sözlü cinsel tehdit ve tacizler, yalancı tecavüz girişimleri kişiyi utandırdığı ve aşağıladığı için cinsel işkencenin bir parçasıdır. Cinsel işkencede, mağdur kendisini ahlaki, dini, sosyal ve psikolojik bütünlüğü içinde geri dönülmez bir şekilde damgalanmış ve kirletilmiş olarak hissedebilir. Bu yüzden görüşmecinin bu koşulların farkında olduğunu saygılı bir şekilde ifade etmesi, görüşmenin gizliliğinin ve bunun sınırlarının açıklığa kavuşturulması iyi bir görüşme yapabilmek için çok önemlidir.

1.3.4. Çifte Yükümlülük

Çifte yükümlülük ile hasta kişinin yararını gözetmek gibi temel bir ödevin yanı sıra topluma karşı adaletin yerine getirilmesi ve insan hakları ihlallerinin engellenmesini sağlamak gibi ikili bir görev tanımından ortaya çıkan dilemmadan bahsedebiliriz.
İstanbul protokolünde de bildirildiği gibi, işverenlerinin ve tıp mesleğinden olmayan çalışma arkadaşlarının çıkarları, göz altındaki hastalarının çıkarlarıyla çatışabilir. Fakar tüm sağlık çalışanlarının temel görevi, muayene ve tedavi edilmeleri istenen insanlara bakmaktır. Hastanın sağlığı için ne yapılması gerektiğini önyargısız değerlendirmeli ve ona göre davranmalıdırlar.

Çifte Yükümlülüğün Getirdiği İkilemler

Etik ile hukukun çeliştiği durumlarda ikilemler ortaya çıkar. Sağlık çalışanlarının, etik yükümlülükleri nedeniyle belli bir yasaya, örneğin hasta hakkında gizli tıbbi bilgilerin açıklanması gibi bir yasal yükümlülüğe uymamalarını gerektiren durumlar olabilir. Ulusal ve uluslararası etik ilkeler açıklamalarında, hukuk da dahil olmak üzere diğer zorunluluklar nedeniyle sağlık çalışanlarının tıbbi etiğe ve vicdanlarına aykırı davranmaya zorlanamayacakları konusunda yaygın bir uzlaşı mevcuttur. Sağlık çalışanları bu tür durumlarda, temel etik kuralları tehlikeye atmaktan ya da hastaları ciddi tehlikeye maruz bırakmaktansa, hukuka ya da yasal düzenlemelere uymayı reddetmelidirler (İstanbul Protokolü, 1999).

1.4. İHLALLER, TRAVMALAR, ETİK VE TOPLUMSAL CİNSİYET

1.4.1. İnsan Hakları İhlali ve Travma

İnsan hakları ihlalleri; ayrımcılık, mahremiyet aşımı, orantısız güç, şiddet, aşağılayıcı ve onur kırıcı hakaret ve tehditler, çocuk işçiliği, çocuk istismarı, insan ticareti, soykırım, hürriyetinden yoksun bırakma, yerinden etme, cinsel şiddet, tecavüz ve işkence gibi çok geniş bir spektruma sahiptir. Bu bahsi geçen tüm ihlallerin bireylerde ruhsal çöküntüler yaratacağı, telafisinin kimi zaman çok güç, kimi zaman ise hiç olmayacağı açıktır.

Travma dendiğinde; kişinin güçsüzlüğü ile yüz yüze gelmesi anlatılmak istenir. Kişi, travma anında karşı konulmaz bir güç tarafından çaresiz bırakılır, dehşeti ve korkuyu yaşar. Olağan tüm baş etme sistemleri felce uğrar
( Türksoy, 2003).

Aker’e göre (Aker, Önder, 2003), travmalar kimi zaman doğal afetler gibi doğrudan insan elinden olmayan olaylar olurken, kimi zamanda insan elinden olan kazalar ya da kasıtlı eylemler olabilmektedir. Deprem, sel gibi doğal felaketler, savaşlar, cinsel ya da fiziksel saldırıya uğrama, işkence, cinsel taciz, çocuklukta yaşanan istismar, trafik kazaları, iş kazaları, yaşamı tehdit eden bir hastalığın tanısının konması, tehlikeli bir olaya tanık olmak gibi zorlayıcı ve kişinin başa çıkma yeteneğini aşan olaylar ruhsal açıdan “travmatik” olaylardır. Ancak her yaşanılan sıkıntı verici olay “ruhsal travma” olarak adlandırılmaz. Olayın niteliği kadar, olay karşısında verilen öznel tepkilerde önemlidir. Kişinin yukarıda sıralananlara benzer bir travmatik olay karşısında yoğun korku, dehşet ve çaresizlik hissetmesi ruhsal travma için gereklidir.

Ruhsal travma kapsamına fiziksel ve duygusal tacizler (dövülme, gasp olayları, çocukluk çağından beri süregelen sevgisiz ortam, sağlık, eğitim, barınma ve beslenme gereksinmelerinin karşılanamaması gibi), cinsel tacizler, doğal afetler (deprem, sel, fırtına gibi), yangınlar, trafik kazaları, savaşlar, çatışmalardan etkilenmek girmektedir. Ruhsal bir travmayı izleyerek bazı kişilerde önce akut stres bozukluğu bazı kişilerde de bunun sonrasında travma sonrası stres bozukluğu ya da diğer adi ile post travmatik stres bozukluğu dediğimiz bir durum gelişebilmektedir. Bu bağlamda insan hakları kavramı ile ruhsal travma kavramı çok yönlü bir ilişkiye sahiptir. Bütün insan hakları ihlalleri aslında potansiyel olarak birer travmatik olay niteliği taşımaktadır.

1.4.2. İnsan Hakları İhlali ve Etik Sorunlar

Etik, üzerinde fikir birliğine varılmış bir değerler bütününün yapı standartları olarak düşünülür. Profesyonel bir grup, halkın güveni ve mahremiyeti elementlerini içeren bir etkinliği üzerine almayı talep ettiğinde; hüküm süren değerleri, halk ve birbiri ile ilişkilerinde, üyelerinin beklentilerini yapılandırmaya hizmet edebilen bir etik standartlar bütününe dönüştürmek zorundadır ( Sezgin, Yılmaz, 2001).

İnsan hakları her insanın doğuştan sahip olduğu haklardır. Ahlâki olarak da bu haklar kişiye tanınmalıdır. Din, dil, ırk, cinsiyet farkı bu hakları geçersiz hale getirmez. Toplumda kabul gören insan hakları insanın değerini korumaya yönelik etik değerlerdir. Bunların başlıcaları; insanlara eşit davranmak, ırk, din, dil, cinsiyet ayırımı yapmamak, işkence yapmamak, insanın özel hayatına karışmamak olarak sıralanabilir.

Psikologlar gibi inceleme ve uygulama alanı “insan” olan pek çok meslek etik ilkeler ve yaptırımlar için adımlar atmış, hekimler, hemşireler, psikolojik danışmanlar, sosyal çalışmacılar kendi meslekleri için akademik ve uygulamaya yönelik etik ilkeler oluşturmuştur. Bunlar; Yetkinlik/Yeterlilik, Yararlı olmak ve Zarar vermemek, Sorumluluk, Dürüstlük, İnsan Haklarına Saygı ve Ayrımcılık Yapmamadır. Hasta hakları incelendiğinde (1998) hastaların; adalet ve hakkaniyete uygun olarak davranılma, bilgi isteme, sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirme, tıbbi gereklere uygun teşhis, tedavi ve bakım imkânı, mahremiyete saygı gösterilmesi, rıza olmaksızın tıbbi işleme tabi tutulmama, alışılmış olmayan tedavi usullerinin uygulanmaması gibi hakları bulunmaktadır. Bunun gibi haklar dışında birde hekimlerin mesleki etikleri bulunmaktadır. Daha öncede bahsedildiği gibi meslek etiğini ihlal ederek, insan haklarına aykırı davranan bir takım hekimler bulunmaktadır. Bunlar arasında hastalar arasında ayırım yapanlar, mahremiyet ve gizlilik ilkesini ihlal edenler, rıza almadan tıbbi müdahalede bulunanlar, eski usül yada bilimselliği sınanmamış tıp yöntemleri kullananlar bulunmakla birlikte hekimlerin bazılarının işkence ve kötü muameleye kayıtsız kaldıkları, işkencenin etkinliğinin artırılmasını sağladıkları, daha fazla işkence uygulanabilmesi için kurbanın ölmesini önlemede yardımcı oldukları, işkenceyi örtbas ettikleri, eksik ya da yanlış rapor verdikleri ve bu tür insanlık suçları için araştırmalar yaptıkları da bilinmektedir.

Cinsel işkence, zorla çıplak bırakmakla başlar ve birçok ülkede işkence uygulamasının değişmez bir parçasıdır. Kişi çıplak ve yardıma muhtaç/çaresiz iken çok kırılgandır.
Çıplaklık işkencenin psikolojik terörünü her yönüyle artırırken arka planda her zaman tecavüz ve sodomi potansiyeli vardır. Sözlü cinsel tehdit ve tacizler, yalancı tecavüz girişimleri de kişiyi utandırdığı ve aşağıladığı için cinsel işkencenin bir parçasıdır. Cinsel işkencede, mağdur kendisini ahlaki, dini, sosyal ve psikolojik bütünlüğü içinde geri dönülmez bir şekilde damgalanmış ve kirletilmiş olarak hissedebilir. Bu yüzden görüşmecinin bu koşulların farkında olduğunu saygılı bir şekilde ifade etmesi, görüşmenin gizliliğinin ve bunun sınırlarının açıklığa kavuşturulması iyi bir görüşme yapabilmek için çok önemlidir (İstanbul protokolü, 1999).

Yine etik bağlamında ele alındığında işkence en büyük ve örseleyici insan hakları ihlallerinden biridir. İşkence mağdurlarının tıbbi değerlendirmesinde, fiziksel muayene veya laboratuar tetkikleri mağdurun işkence deneyimini yeniden yaşantılama korkusu duymasına neden olabilir. İstanbul protokolünde ayrıntılı bir biçimde de ele alındığı gibi, mağdura tıbbi muayeneden önce neler olacağını açıklamak sürecin önemli bir parçasıdır.

1.4.3. İnsan Hakları İhlali ve Cinsiyet Olgusu

Toplumun iki ana unsuru olan kadın ve erkek, biyolojik özellikleri bakımından farklıdır; buna cinsiyet denir. Cinsiyet kavramı, kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü ifade ederken, toplumsal cinsiyet, kadın ya da erkek olmaya toplumun yüklediği anlamları ve beklentileri ifade eder. Toplum, kadın ve erkeğe farklı davranır, onlara farklı özellikler, davranışlar, görevler yükler. Kadınların daha duyarlı, ilgili ve bakım verici vb. olarak algılanmaları; ev kadını, öğretmen, hemşire vb. olmalarının beklenmesine, ama erkeklerin bağımsız, atılgan, kuvvetli vb. algılanmaları; asker, mühendis, tüccar vb. olmalarının beklenmesi toplumsal cinsiyet farklılıklarıdır (Dökmen, 2004).

Dünyada ilk istismara uğramış insan hakları ihlali kadın haklarıdır diyebiliriz. Kadın bilincinin gelişim sürecinde, örnek alınan en önemli dönem '' anaerkil '' dönemdir. İkinci örnek, Amazonlar kadınlardır. Ancak bu örnekler dışında kadınlar tarihte sürekli ve istikrarlı bir biçimde ezilmiş, negatif ayrımcılığa maruz kalmıştır. Bunlara örnek olarak; iş ve çalışma hayatında kadınlara yönelik ayrımcılık, dünya çapında kadınların eğitim-öğretim hakkından yoksun bırakılması, dünyada birçok bölgede, kadınların eş seçme, evlilik, boşanma ve diğer temel medeni haklarının tanınmaması ve en önemlisi kadınlara yönelik fiziki şiddet ve psikolojik baskının en çağdaş ülkelerde bile tam anlamıyla kırılamamış olması olarak sayılabilir.

Dünyada ve Türkiye’de kadına yönelik ayrımcılığa karşı tepkilerin geliştiği dönemler eş zamanlı olarak 19. yüzyıl ortalarıdır. 1979 senesinde “Kadına Karşı Her Tür Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” onaylanmış ve uluslar arası bir sözleşme olarak Birleşmiş Milletlerce kabul edilmiştir. Sözleşme, kadınlara karşı ayrımcılığın içeriğini tanımlayarak bu ayrımcığa son verilmesi için yapılması gerekenleri sıralamaktadır (Acar, Arıner, 2009).

Her tür hak ihlalinin potansiyel birer travmatik olay olduğunu daha önce dile getirmiştik. Kadınların özellikle aile içi şiddete maruz kalması, tecavüz gibi eylemlere maruz kalması, tarihte ilk kadın hareketlerinin temelini oluşturmaktadır. Bu tür maruz kalınan eylemlerin kişilerde travmatik belirtiler gelişmesinde etkili olacağı açıktır. Tolin ve Foa’nın (2006) yaptıkları derleme araştırmaya göre; genel yaşam süresince erkekler kadınlara göre daha çok travmatik olayla karşılaşırken, kadınlar daha az sayıda travmatik olayla karşılaşmaktadır denmektedir. Ancak kadınların yaşadıkları travmatik olaylar aile içi şiddet, ensest ve tecavüz gibi daha örseleyici ve süreğen nitelikteyken, erkeklerin yaşadığı travmatik olaylar, savaş, kavga türündedir. Kadınlar karşılaştıkları travmatik olay karşısında erkeklerden daha çok travma sonrası stres bozukluğu geliştirmektedirler. Çocukluk çağında yaşanan istismar gibi eylemler sonucunda kadın ve erkekler yaklaşık olarak eşit düzeyde bir etkilenmişlik sergilerken, yetişkinlikte yaşanan deprem, ölümle yüzyüze gelme, trafik kazaları, tecavüz gibi travmatize edici olaylarda kadınlar daha çok travma sonrası stres bozukluğu sergilemektedir.

Yine toplumsal cinsiyet kalıpları ve uygulamalarda yaşanan hak ihlalleri birlikte değerlendirildiğinde erkek ve kadına yönelik tutumların çoğu zaman değişebildiği görülmektedir. Bu nedenle özellikle sağlık personeli çalışanlarının cinsiyet ayrımcılığı hususunda çok daha dikkatli olmaları beklenmektedir. Cinsiyet farklılıkları ve müdahaleler ile ilgili olarak yine İstanbul Protokolünde özellikle işkence ve tecavüz mağdurları ile yapılan görüşmeler standardize edilmeye çalışılmıştır. İşkence mağduruyla görüşürken her iki cinsten uzmanın bulundurulması önemlidir. Çünkü cinsel bir saldırı olmadığı durumlarda bile çoğu işkencenin cinsel bir boyutu da vardır. Kadın mağdur, başına gelenleri fiziksel olarak –kaçınılmaz biçimde çoğunlukla ya da tümüyle erkek olmaları anlamında- işkencecilerine benzeyen birine anlatmak zorunda hissettiğinde yeniden travmatize olma riski artabilir. Bazı kültürlerde, erkek bir araştırmacının kadın bir mağdurla görüşüp soru sorması mümkün değildir ve buna saygı gösterilmelidir. Böyle durumlarda, eğer kullanılıyorsa, tercümanın kadın olması gereklidir.

Mağdur erkekse ve cinsel olarak taciz edilmişse, durum daha da karmaşıktır, çünkü o da çoğunlukla ya tümüyle erkekler tarafından taciz edilmiş olacaktır. Bazı erkekler, diğer erkeklere yönelik korkuları çok yoğun olduğu için başlarından geçenleri kadınlara anlatmayı tercih edeceklerdir. Bazıları ise bu tür kişisel meseleleri bir kadının önünde konuşmayı istemeyeceklerdir.
Kadınlar için potansiyel olarak tecavüze maruz kalma endişesi ve tecavüzle ilgili kültürel damga, travmaya eklenebilir. Erkeklerde olmayan hamile kalma riski, bakireliği kaybetme korkusu, çocuk sahibi olamama endişesi (tecavüz muhtemel kocadan ve toplumdan saklanabilse bile) gibi çok aşikâr travmalar da gözden kaçırılmamalıdır.

KAYNAKÇA

1.ACAR, Feride, ARINER, Hakkı Onur. Kadınların İnsan Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, İçişleri Bakanlığı Genel Yayın No: 656, Şubat 2009
2.AHMAD, Feroz. Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2002.
3.AKER, Tamer., ÖNDER, M. Emin. (Ed.).(2003).Psikolojik Travma Ve Sonuçları, Baskıya Hazırlık, Rekart Reklam.KUÇURADİ, İoanna. İnsan Haklarının Felsefi Temelleri, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1982.
4.BERKTAY, Fatmagül. Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye, Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, No: 7, 2004.
5.Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 10 Aralık 1948.
6.BUDAK, Selçuk. Psikoloji Sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları. Ankara, 2000
7.DOĞAN, İlhan. Küreselleşme ve Çocuk Hakları, İstanbul:Aydın Yayınları, 2000.
8.DÖKMEN, Zehra. Toplumsal Cinsiyet, Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Remzi Kitabevi, 2004.
9.ESKİN, M. Türkiye’de Psikoloji Uygulama, Araştırma ve Yayınlarında Etik İlkeler: Tartışma V.- Klinik Psikolojide Etik Uygulamalar-, Türk Psikoloji Dergisi, 2000, 15(45), 81-83.
10.GEMALMAZ, Mehmet Semih. İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, İstanbul: Legal Yayınları, 2005.
11.GEMALMAZ, Mehmet Semih. İnsan Hakları Belgeleri, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2005.
12.Hasta Hakları Yönetmeliği, Sağlık Bakanlığı, 1998
13.İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu (İstanbul Protokolü), 1999
14.KAPANİ, Münci. İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, İstanbul Bilgi Yayınevi, 1991.
15.KOŞAR, Nesrin Güran, Sosyal Hizmetlerde Aile ve Çocuk Refahı Alanı,
16.Milliyet Blog, Uluslararası Sözleşmeler ve İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi, Bağlı Bulunduğu Adres: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=54200 (Erişim Tarihi: 12.11.2010).
17.SEZGİN, N.; YILMAZ, B. Psikoloji Etiği.-Psikoloji Mesleğinin Etik İlkeleri: Türkiye’deki Duruma Bakış ve Öneriler. Türk Psikoloji Bülteni 10( 23), 203- 207, Aralık 2001
18.ŞAHİN, D., 12 Eylülle Hesaplaşma, TPD Bülteni, Cilt 13, Sayı 2, 2010, s: 6
19.ŞEKER, Aziz. “İnsan Hakları Açısından Terör Olgusuna Bir Bakış”, Bağlı Bulunduğu Adres: http://www.sosyalhizmetuzmani.org/in...indanteror.doc (Erişim Tarihi: 12.11.2010).
20.TOLİN, David F., FOA, Edna B. Sex Differences in Trauma and Posttraumatic Stress Disorder: A Quantitative Review of 25 Years of Research,
Ankara: Yargıçoğlu Matbaası, 1989.American Psychological Association Psychological Bulletin, Vol. 132, No. 6, 959–992, 2006
21.TÜRKSOY, Nuran. Psikolojik Travma ve Tanım Sorunları. Aker, T., Önder, M.E. (Edt) Psikolojik Travma ve Sonuçları. İstanbul: 5US Yayıncılık, 2003
22.Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği. Türk Psikoloji Bülteni, 10(33), 20-34, 2004
     2 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler  
► Geçmişten Günümüze Emdr Eda SADEGÖNÜL
► Toplumsal Cinsiyet Rolleri Psk.Aydın Deniz YÜCE
► Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Psk.Kadriye DOĞAN
► Toplumsal Cinsiyet Rolleri Psk.Dnş.Fatma YÜCEL TEMİZKAN
► Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Erkeklik Psk.Dnş.Nuray ÖZBEN AVŞAR
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,984 uzman makalesi arasında 'Geçmişten Günümüze İnsan Hakları ve Ruhsal Travmaların Etik ve Toplumsal Cinsiyet Boyutu' başlığıyla benzeşen toplam 24 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
 
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


17:33
Top