2007'den Bugüne 92,310 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,977 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



İyileşmek İçin “kabul”
MAKALE #20693 © Yazan Uzm.Psk.Esra ORAS | Yayın Ağustos 2019 | 2,079 Okuyucu
İçinde bulunduğumuz çağ son derece hızlı yaşamayı fakat aynı zamanda hem fiziksel hem psikolojik olarak yorulmamayı salık veriyor. Kişisel gelişimle ilgili yazılan kitapların pek çoğu bireylerin isteyince her şeyi başarma gücüne haiz olduğunu anlatarak okurlarına motivasyon vermeye çalışıyor. Yetmiyor, mutluluğun formüllerini anlatıyor ve keyifli olmanın anahtarlarını aktarıyorlar. Tabi ki bunların iyi niyetli işler olduğu ortada. Fakat gel gelelim modern çağın süırekli mutluluğu salık veren, problemsiz hayatın mümkün olduğunu öne süren, canını sıkıyorsa uzaklaş, olumsuz duygulardan kurtul, bilinçaltı kirli ve habis bir yer; temizlet gibi kontrolcü tutumu destekleyen, her şeyden ve herkesten daha değerli sensin düşüncesini öğütleyen bu tavrı psikolojik sorunların da eş zamanlı artmasıyla herkesin aklına benzer bir soruyu getirdi; ‘Bu işte bir terslik var!’. Mutlu olmayı, sürekli iyi hissetmeyi, her şeye olumlu bakmayı amaç haline getiren bakış açıları, formüller maalesef yetmedi, yetemedi. Bu meseleler Avrupa ve Amerika da uzun yıllardır konuşuluyor aslında. Ve alternatifler üretilmeye çalışılıyor. Zira intihar arttı, narsisizm çığ gibi büyüyor, depresyon en sık rastlanan hastalıklar listesinde ilk sıralarda. Dolayısıyla maneviyat, kabul, ahlaki değerler artık psikoloji çalışmalarında hiç olmadığı kadar çok gündemde. İşin kötüsü kendi elleriyle Tanrı yerine koydukları bilim artık insanların psikolojisine iyi gelmediği için bir maneviyat aşılamak konusunda çok daha etkili fikirler bulmak zorundalar. Çünkü Tanrısız bir ahlak yaratmak kusurlu insan için oldukça ütopik bir mesele.


Öte yandan ‘insanın hayatı mutlu olmak için yaşaması’ mottosu hayatın kötü süprizleri ve doymak bilmeyen insan nefsi karşısında yenik düştü. Bir yerde demode oldu fakat yazık ki bu algıyı kırmak için önce bahsettiğimiz alternatifleri epeyce geliştirmek durumundalar.



Peki bizim ülkemizde durumlar nasıl? Görece olarak elbette ki daha iyi durumdayız. Fakat maalesef ülke psikolojisinin bir haritası çıkarılsa göreceğimiz tablo hiç içimizi açacak türden olmayacaktır. Zira evvelki paragrafta bahsettiğimiz bireylerin mutlu olmayı hayatının temel amacı haline getirmesi algısı ile dini ve kültürel değerlerimiz muazzam bir çatışma barındırıyor. Biraz bu çatışmanın ‘nasıl bir çatışma’ olduğuna bakalım istiyorum. Şöyle ki, modern söylemler ne kadar tercih diyorsa islam o kadar cüzi irade diyor. Bizim kültürümüz dünya imtihan dünyası diyor, sıkıntı çekecek çektikçe büyüyeceksin, sabret diyor. Modern hayat ise “çekmek zorunda değilsin” i öğütlüyor. Dünyaya bir kere geldin, yaşamın tadını çıkar diyen medya ile “ölümü düşün” diyen inancımız arasında sıkışıp kalmamak imkansız. Bu kavram kargaşasının yarattığı kaygı ve amaçsızlığın getirdiği depresif hisler haliyle psikiyatri polikliniklerine başvuruyu da arttırdı ve gidişat hiç de olumlu değil.



Elbetteki geçmişe ait olan her şey doğruydu şimdiki her şey yanlış diyemeyiz. Fakat mevcut çatışmaları kendi öz değerlerimiz ve manevi yaşantımızı referans alarak çözümleyip anlamlı bir bütünlük oluşturmadığımız sürece bu çatışmaların yaratacağı patolojik döngüyü kırmak namümkün.



Bu anlamlı bütünlüğü oluşturmak için psikolojik literatürde son yıllarda önemli bir yer edinmiş kavramlardan biri olan “kabul” kavramından bahsedelim istiyorum. Zira kabul kavramı daha “bizden” bir kavram aslında. Mukedderatı zorlamamak, olmuyorsa hayırlısı demek, sabretmek ve kültürümüzdeki daha nice söz “savaşmıyorum, kabul ediyorum” manasına gelmiyor mu? Dolayısıyla içinde kaldığımız bu çatışmaları çözümlemek için “kabullenmek” gibi bizden olan, alışık olduğumuz bir bakış açısını yeniden hayatımızın içine katmak en makul geleni. Nitekim buna ihtiyacımız da var. Psikiyatrik bir teşhis söz konusu olsun olmasın, ruhsal olarak yaşanan yorgunluklara eşlik eden cümlelerde hep bir ‘kabullenilmemiş gerçekler’ kokusu var. Yani, herkes kendi hikayesinin belli dönemleriyle, hayatındaki birileriyle, zihninden geçenlerle, kişiliğiyle, kimliğiyle ve daha nicesiyle bir savaş halinde ve maalesef bu savaş sonucunda bu saydığımız şeylerden çok azının değişebildiğini söylemek mümkün. Çoğu zaman bu savaş sadece kişileri yorduğuyla yıprattığıyla kalıyor. Bu savaşın yorgun savaşçıları olarak aslında durumun çoğu zaman farkındayız. Bu farkındalık söylemlerimize de yansıyor;



“Kabullenemiyorum”, “Tahammül gösteremiyorum”, “Sürekli bir öfke hali içindeyim.” gibi söylemler esasen kabul dediğimiz mevhumdan uzaklığımıza işaret ediyor. Öte yandan kabullenmek olgusuna bakış açımızda da bir takım problemler oluştu. Bu yüzden yazının bundan sonraki kısmında kabul kavramına daha yakından mercek tutacağız.



BİZ KABULÜ NE ZANNEDİYORUZ?



“Kabullenemiyorum” cümlesini ilk duyduğum yerde doğrudan şu soru ile yanıt veriyorum: “Sizinle ilgili ne değişirse kabullenmiş olduğunuzu anlayacaksınız?”. Aldığım cevap ise genelde hep şu minvalde oluyor; “Artık aklıma gelmezse”, “aklıma gelince beni üzmezse”, “kendimi rahatsız hissetmezsem”, “bu olumsuz duyguları hissetmezsem”.
Yani özetle “kabul” bir ilaç, tüm olumsuz duygu ve düşüncelere karşı bir panzehir, haliyle ondan beklentimiz çok yüksek fakat biz bunu yapmayı BAŞARAMIYORUZ. Başaramadığımız için kendimizi anormal, eksik ve en moda tabirle “psikolojisi bozuk” olarak nitelendiriyoruz. Oysa büyük haksızlık ediyoruz kendimize, hiç farkında olmadan.
KABUL NE DEĞİLDİR?
-Kabul kızmamak, kırılmamak, üzülmemek, kaygılanmamak, ve daha bilumum olumsuz duyguyu hissetmemek değildir.
-Kabul geçmişi hatırlamamak, hatırlayınca bunalmamak, geçmiş karşısında hissiz kalmak değildir,
-Kabul, karşımızdakinin olumsuzluklarını farketmemek ya da farkedince kızmamak değildir,
-Kabul, yapılan haksızlıkları farketmemek ya da hiç umursamamak değildir.
-Kabul bir rahatlama tekniği değildir. Bir olgunlaşma sürecidir, zaman gerektirir.


ÖYLEYSE KABUL NEDİR?


Dilerseniz kabul olgusunun tanımına bir örnekle giriş yapalım. Ramazan orucu tuttuğunuz günlerden birini düşünün. Açsınız, mideniz gurulduyor, ağzınızda nahoş bir tat ve muhtemelen bir koku var, tüm bunlara eşlik eden hafif bir baş ağrısı ve ara ara gelen mide yanmaları. Kısacası her biri birbirinden rahatsız edici hislerle ortaya bir eylem koymaya(oruç) ve o eylemi sürdürmeye çalışıyorsunuz. Normalde oruç halinde olmasanız tüm bu hisleri ortadan kaldırmak için yemek yer ve anında enerji toplardınız. Baş ağrınız geçmezse bir ağrı kesici alırdınız. Diyelim ki bir sebepten açlığınızı dindiremediniz, yemek yiyememekten ötürü ne kadar öfkeli olursunuz bir hayal edin. Mideniz her yandıkça, başınız her ağrıdıkça elinizdeki işi bırakıp bir an önce açlığınızı dindirmenin yollarını arardınız. Size neden işleri yarım bıraktın diye sorulduğunda ise “çok açım, başka bir şeye odaklanamıyorum” diye cevap verirsiniz. Fakat oruç halindeyken oruçla yetinmiyor, namazınızı kılıyor, işinize gidiyor, her zamanki gibi bir iş performansı ortaya koyuyor ya da evinizde layıkıyla çocuklarınızla ilgilenip temizliğinizi yapıyorsunuz. Şimdi, şöyle bir düşünün. Tüm bu eylemleri yaparken orucun sebebiyet verdiği az önce saydığım olumsuz hisler ortadan kalkıyor mu? Ya da yok oluyor mu? Ara ara azalsa da orucun tüm zorlayıcı fiziksel etkisine maruz kalmaya devam ettiğiniz gibi bir gerçek var ortada. Yani oruçla size “açlığı kabullenmiş” oldunuz ve açlığın getirdiği fiziksel zorlantıyla savaşı kestiniz. Biliyordunuz ki bir saat gelecek ve iftar olacak, açlığınız dinecek; dediniz ki “beklemeliyim, sabretmeliyim”. İşte kabul tam da bu. Değiştiremeyeceğiniz şeyleri acısıyla birlikte hikayenize dahil etmek, ona metanet göstermek, sabretmek ve kaldığınız yerden devam edebilmektir. Yani değiştiremeyeceğiniz şeylerin yarattığı olumsuz duygulara ve zorlantılara hayatınızda yer açabilmektir. Kırılmaya, kızmaya, üzülmeye, kaygılanmaya izin vermek fakat bu duyguların hayatınıza engel olmasına izin vermemektir.



Dikkat edin pek çoğumuz olumsuz duygularımızı gerekçe göstererek deneyimlemekten, ilerlemekten, sorumluluk almaktan kaçıyoruz, kaçtıkça hareket alanımızı sınırlandırıyor, donuklaşıyor, küntleşiyoruz. Sınırlanmakla birlikte gelen hareketsizlik bizi her manada hasta ediyor. Bu hastalık bazen anksiyete bozukluğu ismiyle bazen migren bazen ülserle ortaya çıkıyor. O yüzden iyileşmek için kabullenmek zorundayız; duygularımızı, düşüncelerimizi, hikayemizdeki acıları ve değiştiremeyeceğimiz daha nicesini…

Yazımı kıymetli bir danışanımdan öğrendiğim bir duayla sonlandırmış olayım;
“Allahım bana,
Değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabullenmek için metanet,
Değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret,
İkisinin arasındaki farkı anlayabilmek içinse akıl ver.”
Amin.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"İyileşmek İçin “kabul”" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Esra ORAS'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Esra ORAS'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     1 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Uzm.Psk.Esra ORAS
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi99 kez tavsiye edildi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Esra ORAS'ın Yazıları
► Çocuğu Kabul Etmek Psk.Elif Can ÖZTÜRK
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,977 uzman makalesi arasında 'İyileşmek İçin “kabul”' başlığıyla benzeşen toplam 19 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


17:14
Top