Geçmişin Bugüne Yansımasına Şimdi Denir
İnsan geldiği alemle ilgili hiçbir bilge taşımadan doğar ve doğduğu andan itibaren DÜNYANIN NASIL BİR YER OLDUĞUNU, NASIL HAREKET EDİLMESİ GEREKTİĞİNİ VE KENDİNİN KİM OLDUĞUNU GÖZLEMLER YANİ ÖĞRENİR ;
- bunu ilk önce aile bireylerini gözlemleyerek yapar yani görür kayıtlar
- doğduğunda zihnini “boş bir kağıt” ile simgelersek ; gözlemler öğrenir, dener-yanılır öğrenir , ezberletilir öğrenir, korkutulur öğrenir, cezalandırılır öğrenir, mükafatlandırılır öğrenir…… yani inançları oluşur
Tüm bu öğrendiklerini kendi istemi dışında "boş kağıda" kayıtlanır. Bu boş kağıdın yarısı "bilinç" diğer yarısı "bilinçaltı" dır. Ve artık bu kayıtlara göre bilinçdışı yani otomatik tekpiler, davranışlar sergileyerek yaşar
Hayatı işte bu bilgilere göre adeta otomatik tepkilerle yaşarız dedik, peki bunu nasıl yaparız ? Yaşanılan anda, dış dünyadan duyu organlarımızla aldığımız tüm veri girişleri, nöron denilen sinir hücreleri tarafından beynin hafıza (hypokampüs) denilen hard diske gider burada kayıtlanır ;
Cam , şeffaf, içi boş ve içmeye yarar = bardak
Hepimiz bardağın ne olduğunu hayatımızın ilk yıllarında öğrendik artık masada cam bardak gördüğümde , 5 duyu organlarım vasıtasıyla topladığım tüm uyaranlar beyime gider, orada yani HAFIZA da tıpkı "memory kart" oyunu gibi örtüşecek benzer bilgi kaydını arar bulur ve o anda etiketler "bu bir bardaktır" der …. yani anlamlandırılmış olur; bu süreç milisaniyede gerçekleşir !!! Bilinçli bir eylem değildir, otomatiktir…
Şimdi anlamlandırmanın ikinci bölümüne geçiyoruz ; memory kartlar birbirine sinapslarla bağlanır biz bunlara psikoloji literatüründe "patikalar" deriz.
Gülmek à mutluluk ifadesi olduğuna, para kazanmak à başarı göstergesi olduğu gibi farklı memory kartları birbirine bağlanmıştır ki buna patikalar denir. Bu bağlama da yaşamımızda istem dışı otomatik gerçekleşir.
Sevgilim o gün beni aramadı (1.kart) , geçen haftada kilo aldın dedi ki kilo almak kötüdür (2.kart); demek ki bana sevgisi azalıyor (temel inanç kartı). Bu 2 memory kartın, "temel inanç" kartları dediğimiz ana anlamlandırmalara bağlanmasına beynin ana patikaları denir.
Zamanla tekrar tekrar yaşanmışlıklar bu patikaları doğrularsa artık kesin ve katı bir “öğrenilmişlik” oluşur.
0-18 yaşta oluşan zeminin öğrenilmişlikleri ;
¾ katı, değişmez, koşulsuz kabul edilen değerlendirmelerdir
¾ yaşamımızı üzerine inşa ettiğimiz doğrularımızdır
¾ sorgusuz kabul ettiğimiz inançlarımızdır
¾ şu andaki veriyi değerlendirmeye soktuğumuz filtrelerimizdir
¾ değiştirilmeleri zordur, fonksiyonları otomatiktir.
¾ bu bilgileri farkına varmadan yetişkin hayatımıza taşırız. Olayları, durumları bu temel bilgilere göre değerlendirir ve kararlarımızı bu bilgilere göre veririz.
0-10 yaş magma tabaka, 18-…. yaş dış kabuk olmak üzere BİLİNÇ VE BİLİNÇALTI HAFIZA KAYITLARI yaşamımıza,
v kim olduğumuz,
v nasıl davranmamız gerektiği,
v neyi önemseyeceğimiz, neyi önemsemeyeceğiz,
v olayları nasıl anlamlandıracağımız, ne düşüneceğimiz,
v ne hissedeceğimiz,
v dünyanın nasıl bir yer olduğuna inancımız,
v kendimizin nasıl biri olduğuna inancımız,
v değerlerimiz, prensiplerimiz, beklentilerimiz
v bir davranıştan - bir sözden nasıl anlam çıkardığımız
olarak yaşamımıza OTOMATİK TEPKİ şeklinde yansır.
Tüm öğrenilmişlikler sübjektiftir !!!
Bir Fransız'ın ölüme verdiği anlam farklıdır, bir Mevlevi'nin verdiği anlam daha da farklıdır…
Üstsüz güneşlenmek bir Norveçli için çok doğal iken bir Arap kadını için namussuzlukla eş değer taşır.
Bir öğrenci 6 aldığına üzülürken, bir diğeri sevinç çığlıkları atabilir.
Bir kadın ormanın içinde bir evde huzurun zirvesini yaşarken, bir başka kadın sıkıntıdan patlayabilir.
Bir adam Mercedes hayali kurarken, bir başka adam Mercedes e binmeye utanabilir.
İnsanın yaşam başarısı, biri için çok para kazanmak, diğeri için felsefi ve kültürel anlamda derinleşerek insan olmanın hakkını vermek olabilir.
Kişinin tüm yaşanmışlıkları yani öğrenilmişlikleri onun sübjektif zeminini oluşturur
Ebeveyn karakteri, aile fertleri, sosyo-kültürel faktörler çevre, okunan kitaplar, arkadaşlar, ilk aşk, seyredilen filmler… gibi tüm yaşanmışlıkların izleri ZEMİNi oluşturur ve zemin doğuştan gelen karakter ile birleşip, kişiliği oluşturur.
Şimdi biraz çocuk gözüyle, ebeveynlerimizi görmeye çalışalım ;
o bizden 3-4 kat daha kocaman canlılar,
o en akıllı, en yakışıklı-güzel, her şeyi bilen, korkusuz, en güçlü, yenilmez,
o dışardaki bilinmez dünyadan bizi koruyan, sorunlarına hemen çözümler bulan aynı zamanda karnımızı doyuran,
o seven, şefkat veren, yatıştıran,
o aynı zamanda öfkesinden korkulan,
varlıklar olarak algılamamızla beraber kendimizi de güçsüz, bilgisiz, yetersiz görmemiz sonucu onlara bağımlı olduğumuza inanırız ki bu o günkü şartlar çerçevesinde doğrudur .
En büyük öğretmenlerimiz ebeveynlerimizdir, hem onların davranışlarını taklit eder hem de onların dediğini sorgusuz sualsiz doğru kabul ederiz. Yemek vermezlerse aç kalırız, sokağa atarlarsa donarız, istediğimiz her şey onların ellerinden gelir ve ancak onlar tarafından sevilirsek güvendeyizdir, üstelik boyut olarak da bizden kat be kat büyük olmaları da eklenince onlar çocukluk tanrılarımızdır…
ŞİMDİ ZEMİN VE EBEVEYNLERİ BİZE ETKİSİNİ ÜÇ ANA BAŞLIKTA İNCELEYELİM ;
Davranışlarımızın oluşması ; bir örnek verirsek; çocuk dayanıklı olup olmamayı önce aile ortamında gözlemleyerek öğrenir, bir sorun karşısında paniklemek yerine sakinliğini koruyarak "ne yapabiliriz?" diyen bir ebeveyni duyan çocuğun ilerde bir sorunla karşılaştığında tepkisi çözüm üretmeye çalışmak olacaktır ve benzer deneyimlerde buluna buluna kendine güveni olan bir birey olacaktır. Tam aksi de geçerlidir yani ebeveyn paniklerse ben de dünyanın korkunç bir yer olduğunu ve baş edilemez olduğunu öğrenirim eeee tanrım bile korkuyorsa ben hepten korkmalıyım J
Aile kurallarının gözlemleri, deneyimlerimizi yani kişi de "asla", "kesinlikle" , "hiçbir zaman" , " -meli ve -malı " şeklinde içselleştirilerek davranış kalıplarını oluşmaktadır.
sözel yaşanmışlıklar ; annemizin "babana asla cevap verme" demesi "babaya kendimizi rahat ifade etmemeliyiz" i öğrettir bize… yetişkinliğimizdeki tüm otorite olarak gördüğümüz figürlere artık mesafeden korkudan oluşan rahatsızlığımız buraya dayanabilir
sözle söylenmeyen ama gözlemlediğimiz ve içsel olarak inandığımız bazı bilgiler ; annemiz biz üzgün olduğunuzda üzülüyor olması ve üzüntümüzle baş edemediğini deneyimlemişsek " annemi korumalıyım, onunla üzüntümü asla paylaşmamalıyım " ı formatlar bu durum bize… yetişkinliğimizdeki sevdiklerimizle üzüntümüzü paylaşmamak buraya dayanabilir
Ailelerin tutumları doğrudan kişilik yapımıza da şekil verebiliyor, bu aslında davranış stilinin içinde yer alır, çünkü öğrenilmiş davranışlar kadar öğrenilmemiş davranışlarda ileriki yaşamımızı etkiliyor; örneğin ebeveynlerden birinin ki bu genellikle anne olabiliyor, çabası çocuğunun sorunla karşılaşmamasına yönelik olabiliyor. Anne çocuğunun üzülmesine neden olacağını varsayarak -ve buna tahammül edemeyerek- çocuk adına çözüm arayışına giriyor. Çocuk balık tutmayı hiçbir zaman öğrenemiyor çünkü balık önüne tutulmuş hatta kılçığı ayıklanmış geliyor ve yetişkin olduğunda her zaman birilerinin desteğine ihtiyaç duyan birey haline dönüyor.
Bir diğer durumda ailelerimiz bizlere olumsuz duygularla baş etme becerisini öğretmemesidir. Hepimiz hayatında "çabuk dağılan" olarak tanımladığımız insanlar vardır. İşte onlar çocukluklarında, acı ile yüzleşmek yerine acıdan kaçmayı çok iyi öğrenmişlerdir. Çocuk koruyucu ebeveynle üzüntü, hayal kırıklığı, isteğinin olmaması durumlarını yaşatmadan büyüyebiliyor bu taktirde yetişkinlikte bunlarla baş edemiyor, halbuki "aşı" gibi küçük dozlarda bunu alsalar vücut direnmeyi, başa çıkmayı öğrenecek.
Aynı şekilde çok kaygılı, her şeye aşırı üzülen, dağılan bir ebeveyn çocuğun içinde o kadar fazla çaresizlik, tükenmişlik, acı yaşatır ki çocuk bununla baş edemeyince kendini bu girdaptan uzak tutacak formül bulur, mesela bu dikkatini başka şeye vererek bağı koparmak olabilir, bu formül o kadar işe yarar ki birey bunu asla bırakmaz ve yetişkinliğine otomatik tarz olarak taşır, işte "duyarsız" insanlar böyle yoğruluyor !!!
Kendimiz hakkında fikrimiz de çocuklukta öğrenilir; çocuk, ebeveynlerinin ona karşı tutumuna bakarak kendisinin neyi yapıp, neyi yapamayacağına kısacası kendi kapasitesi hakkında fikrini de erken çocukluk döneminde öğrenir. Sınavdan eve kötü bir notla üzgün gelen Ali, annesinin "bu senin başarısız biri olduğunu göstermez, sadece yeteri kadar hazırlanmadığını gösterir" tepkisi çocuğu başarısız etiketlemektense sadece o performansını başarısız etiketleyerek , çocuğun kendi yeterliliği hakkında inancının sarsılmasını engeller. Çünkü aksi düşünüldüğünde, annesi tarafından devamlı yetersiz hissettirilen çocuk maalesef bir süre sonra buna inanacak ve bu bilinçaltına kayıtlanacaktır çünkü erken çocukluk yaşanmışlığıdır bu da davranışlarına otomatik yansıyarak yaşamda her mücadele inanılmaz yıkık hissedecek belki de mücadeleye bile girmeden sahadan çekilecektir.
Sevgiyi kazanma yolumuz da çocukluk öğretisidir; çocuk kendisi için o gün ve o şartlarda olumlu sonuçlar doğuran yani kendini acıdan koruyan işlevsel bir davranış yaratır ve bunu doğru olarak zihnine kaydeder. Örneğin, fikir ayrılığı dile getirdiğinde annesi tarafından susturulan, kızılan Emre, fikir ayrılığı dile getirdiğinde annenin sevgisini kaybetme olasılığını kafasında yaşar. Bir yanda kendi isteği, diğer yanda annenin onu sevmeme riski sonucu küçücük dünyasında bir içsel çatışma yaşar. O zaman, kendini bu bunaltıdan kurtarmak için bir yol bulmalıdır, kendi güçsüzlüğünü de hesaba katarak uyumu seçecektir yani kendi ihtiyacından vaz geçmeyi öğrenecektir. Derken çocuk annenin dediğini yapar ve kocaman bir aferin de alır ; sevgiyi kazanma yolunun artık uyumlu olmaktan geçtiğini deneyimlemiştir. Eğer çocuk kendi isteğinde diretirse annenin tepkisini çekecektir ve bununla nasıl başa çıkacağını bilemez, ayrıca annenin onayını, kabulünü, sevgisini kaybedeceğini düşünür ve kendinden vaz geçer, annenin doğrusunu kabul eder. Çünkü hem kendini duyup hem karşı tarafın dediğini yaparsa acı çekecektir, bu sebeple içindeki kaosu susturmanın bir yolu olan kendine yabancılaşmayı seçebilir. Ayrıca annesi onun tanrısıdır unutmayalım, anne en güzel, en akıllı, en güçlü ama için için de en cezalandırıcı veya yoksun bırakıcıdır…. Tabii çocuk bunları bilinçli düşünmez içinden bilir !!!
Bir çok olayla da bu pekişirse, deneyimlenen yol, artık öğrenilmiş bir format olarak bilinçaltına kayıtlanır ve artık yetişkinin "otomatik davranış" ı oluşmuştur. Çocuğun korku güdüsü ile fikrini beyan etme davranışından uzaklaşıp ve giderek bu (kendini ifade etme) ihtiyacını bastırması kendi sesini duymama örüntüsünü oluşturacaktır ve bunu ilerde yetişkinliğine taşıyacaktır. Yetişkin olduğunda, insanlara "hayır" diyemeyen, "verici" bir yapıya sahip olacaktır. Annesi ile çatışmamak için geliştirdiği bu davranış kalıbını yetişkinliğinde de kronikleştirerek herkese karşı bir otomatik davranış örüntüsü oluşturduğu gibi kendi ihtiyaçlarına-duygularına da artık yabancılaşmayı çok iyi öğrenmiştir, bu da kişinin psikolojik dünyasında parçalanmaya, patolojiye sebebiyet verir.
zemini buzdağına benzetirsek , bize etkisi bilin. Ve bilinçaltına şu şekilde yansır ;
BİLİNÇ
Yaşam kuralları
-----------------------------------------------------------------------------------
BİLİNÇALTI
Ben kimim
Tüm bunları anlatmamdaki amaç artık kendinizi suçlamadan tüm tepkilerinizin altındakini görüp kendinizi suçlamanıza son vermenize yardım etmek, her şey etki ve tepki meselesiydi şu ana kadar , bugünden sonra artık geviş getirme tüm inançlarınızı tekrar yapılandırma zamanı ve merak etmeyin formüller bende ama yavaş yavaş uygulayarak özünüzü yaratma gücü, emeği sizde… Bu arada bu arada ebeveynlerimizin de tüm bunları öğrendiği bir ebeveynleri vardı yani kurbanların kurbanları döngüsü… ama onların bizler gibi kendilerini analiz etme şansları yoktu veya yürekleri yoktu diyebiliriz çünkü bu yolculuk cesaret işidir. EBEVEYNLERİMİZ TAMAMİYLE KÖTÜ DEMEK DEĞİLDİR SADECE BAZI ALANLARDA “İSTEMEDEN” HATA YAPMIŞLARDIR ÇÜNKÜ ONLARA DA BÖYLE ÖĞRETİLDİ ; BURASI ÇOK ÖNEMLİ BİR NOKTADIR.
İlerdeki seanslarımızda BU KISMI HATALARI İÇİN onları affetmeyi ve kırgınlıklarımızı serbest bırakmayı da çalışacağız. Ama önce kendimizin yaralarını şefkatle kucaklamamız lazım… kendimizi yanlış, yetersiz, kötü görmeden…
UZMAN PSİKOLOG ELİF HERGÜNER
- bunu ilk önce aile bireylerini gözlemleyerek yapar yani görür kayıtlar
- doğduğunda zihnini “boş bir kağıt” ile simgelersek ; gözlemler öğrenir, dener-yanılır öğrenir , ezberletilir öğrenir, korkutulur öğrenir, cezalandırılır öğrenir, mükafatlandırılır öğrenir…… yani inançları oluşur
Tüm bu öğrendiklerini kendi istemi dışında "boş kağıda" kayıtlanır. Bu boş kağıdın yarısı "bilinç" diğer yarısı "bilinçaltı" dır. Ve artık bu kayıtlara göre bilinçdışı yani otomatik tekpiler, davranışlar sergileyerek yaşar
Hayatı işte bu bilgilere göre adeta otomatik tepkilerle yaşarız dedik, peki bunu nasıl yaparız ? Yaşanılan anda, dış dünyadan duyu organlarımızla aldığımız tüm veri girişleri, nöron denilen sinir hücreleri tarafından beynin hafıza (hypokampüs) denilen hard diske gider burada kayıtlanır ;
Cam , şeffaf, içi boş ve içmeye yarar = bardak
Hepimiz bardağın ne olduğunu hayatımızın ilk yıllarında öğrendik artık masada cam bardak gördüğümde , 5 duyu organlarım vasıtasıyla topladığım tüm uyaranlar beyime gider, orada yani HAFIZA da tıpkı "memory kart" oyunu gibi örtüşecek benzer bilgi kaydını arar bulur ve o anda etiketler "bu bir bardaktır" der …. yani anlamlandırılmış olur; bu süreç milisaniyede gerçekleşir !!! Bilinçli bir eylem değildir, otomatiktir…
Şimdi anlamlandırmanın ikinci bölümüne geçiyoruz ; memory kartlar birbirine sinapslarla bağlanır biz bunlara psikoloji literatüründe "patikalar" deriz.
Gülmek à mutluluk ifadesi olduğuna, para kazanmak à başarı göstergesi olduğu gibi farklı memory kartları birbirine bağlanmıştır ki buna patikalar denir. Bu bağlama da yaşamımızda istem dışı otomatik gerçekleşir.
Sevgilim o gün beni aramadı (1.kart) , geçen haftada kilo aldın dedi ki kilo almak kötüdür (2.kart); demek ki bana sevgisi azalıyor (temel inanç kartı). Bu 2 memory kartın, "temel inanç" kartları dediğimiz ana anlamlandırmalara bağlanmasına beynin ana patikaları denir.
Zamanla tekrar tekrar yaşanmışlıklar bu patikaları doğrularsa artık kesin ve katı bir “öğrenilmişlik” oluşur.
0-18 yaşta oluşan zeminin öğrenilmişlikleri ;
¾ katı, değişmez, koşulsuz kabul edilen değerlendirmelerdir
¾ yaşamımızı üzerine inşa ettiğimiz doğrularımızdır
¾ sorgusuz kabul ettiğimiz inançlarımızdır
¾ şu andaki veriyi değerlendirmeye soktuğumuz filtrelerimizdir
¾ değiştirilmeleri zordur, fonksiyonları otomatiktir.
¾ bu bilgileri farkına varmadan yetişkin hayatımıza taşırız. Olayları, durumları bu temel bilgilere göre değerlendirir ve kararlarımızı bu bilgilere göre veririz.
0-10 yaş magma tabaka, 18-…. yaş dış kabuk olmak üzere BİLİNÇ VE BİLİNÇALTI HAFIZA KAYITLARI yaşamımıza,
v kim olduğumuz,
v nasıl davranmamız gerektiği,
v neyi önemseyeceğimiz, neyi önemsemeyeceğiz,
v olayları nasıl anlamlandıracağımız, ne düşüneceğimiz,
v ne hissedeceğimiz,
v dünyanın nasıl bir yer olduğuna inancımız,
v kendimizin nasıl biri olduğuna inancımız,
v değerlerimiz, prensiplerimiz, beklentilerimiz
v bir davranıştan - bir sözden nasıl anlam çıkardığımız
olarak yaşamımıza OTOMATİK TEPKİ şeklinde yansır.
Tüm öğrenilmişlikler sübjektiftir !!!
Bir Fransız'ın ölüme verdiği anlam farklıdır, bir Mevlevi'nin verdiği anlam daha da farklıdır…
Üstsüz güneşlenmek bir Norveçli için çok doğal iken bir Arap kadını için namussuzlukla eş değer taşır.
Bir öğrenci 6 aldığına üzülürken, bir diğeri sevinç çığlıkları atabilir.
Bir kadın ormanın içinde bir evde huzurun zirvesini yaşarken, bir başka kadın sıkıntıdan patlayabilir.
Bir adam Mercedes hayali kurarken, bir başka adam Mercedes e binmeye utanabilir.
İnsanın yaşam başarısı, biri için çok para kazanmak, diğeri için felsefi ve kültürel anlamda derinleşerek insan olmanın hakkını vermek olabilir.
Kişinin tüm yaşanmışlıkları yani öğrenilmişlikleri onun sübjektif zeminini oluşturur
Ebeveyn karakteri, aile fertleri, sosyo-kültürel faktörler çevre, okunan kitaplar, arkadaşlar, ilk aşk, seyredilen filmler… gibi tüm yaşanmışlıkların izleri ZEMİNi oluşturur ve zemin doğuştan gelen karakter ile birleşip, kişiliği oluşturur.
Şimdi biraz çocuk gözüyle, ebeveynlerimizi görmeye çalışalım ;
o bizden 3-4 kat daha kocaman canlılar,
o en akıllı, en yakışıklı-güzel, her şeyi bilen, korkusuz, en güçlü, yenilmez,
o dışardaki bilinmez dünyadan bizi koruyan, sorunlarına hemen çözümler bulan aynı zamanda karnımızı doyuran,
o seven, şefkat veren, yatıştıran,
o aynı zamanda öfkesinden korkulan,
varlıklar olarak algılamamızla beraber kendimizi de güçsüz, bilgisiz, yetersiz görmemiz sonucu onlara bağımlı olduğumuza inanırız ki bu o günkü şartlar çerçevesinde doğrudur .
En büyük öğretmenlerimiz ebeveynlerimizdir, hem onların davranışlarını taklit eder hem de onların dediğini sorgusuz sualsiz doğru kabul ederiz. Yemek vermezlerse aç kalırız, sokağa atarlarsa donarız, istediğimiz her şey onların ellerinden gelir ve ancak onlar tarafından sevilirsek güvendeyizdir, üstelik boyut olarak da bizden kat be kat büyük olmaları da eklenince onlar çocukluk tanrılarımızdır…
ŞİMDİ ZEMİN VE EBEVEYNLERİ BİZE ETKİSİNİ ÜÇ ANA BAŞLIKTA İNCELEYELİM ;
Davranışlarımızın oluşması ; bir örnek verirsek; çocuk dayanıklı olup olmamayı önce aile ortamında gözlemleyerek öğrenir, bir sorun karşısında paniklemek yerine sakinliğini koruyarak "ne yapabiliriz?" diyen bir ebeveyni duyan çocuğun ilerde bir sorunla karşılaştığında tepkisi çözüm üretmeye çalışmak olacaktır ve benzer deneyimlerde buluna buluna kendine güveni olan bir birey olacaktır. Tam aksi de geçerlidir yani ebeveyn paniklerse ben de dünyanın korkunç bir yer olduğunu ve baş edilemez olduğunu öğrenirim eeee tanrım bile korkuyorsa ben hepten korkmalıyım J
Aile kurallarının gözlemleri, deneyimlerimizi yani kişi de "asla", "kesinlikle" , "hiçbir zaman" , " -meli ve -malı " şeklinde içselleştirilerek davranış kalıplarını oluşmaktadır.
sözel yaşanmışlıklar ; annemizin "babana asla cevap verme" demesi "babaya kendimizi rahat ifade etmemeliyiz" i öğrettir bize… yetişkinliğimizdeki tüm otorite olarak gördüğümüz figürlere artık mesafeden korkudan oluşan rahatsızlığımız buraya dayanabilir
sözle söylenmeyen ama gözlemlediğimiz ve içsel olarak inandığımız bazı bilgiler ; annemiz biz üzgün olduğunuzda üzülüyor olması ve üzüntümüzle baş edemediğini deneyimlemişsek " annemi korumalıyım, onunla üzüntümü asla paylaşmamalıyım " ı formatlar bu durum bize… yetişkinliğimizdeki sevdiklerimizle üzüntümüzü paylaşmamak buraya dayanabilir
Ailelerin tutumları doğrudan kişilik yapımıza da şekil verebiliyor, bu aslında davranış stilinin içinde yer alır, çünkü öğrenilmiş davranışlar kadar öğrenilmemiş davranışlarda ileriki yaşamımızı etkiliyor; örneğin ebeveynlerden birinin ki bu genellikle anne olabiliyor, çabası çocuğunun sorunla karşılaşmamasına yönelik olabiliyor. Anne çocuğunun üzülmesine neden olacağını varsayarak -ve buna tahammül edemeyerek- çocuk adına çözüm arayışına giriyor. Çocuk balık tutmayı hiçbir zaman öğrenemiyor çünkü balık önüne tutulmuş hatta kılçığı ayıklanmış geliyor ve yetişkin olduğunda her zaman birilerinin desteğine ihtiyaç duyan birey haline dönüyor.
Bir diğer durumda ailelerimiz bizlere olumsuz duygularla baş etme becerisini öğretmemesidir. Hepimiz hayatında "çabuk dağılan" olarak tanımladığımız insanlar vardır. İşte onlar çocukluklarında, acı ile yüzleşmek yerine acıdan kaçmayı çok iyi öğrenmişlerdir. Çocuk koruyucu ebeveynle üzüntü, hayal kırıklığı, isteğinin olmaması durumlarını yaşatmadan büyüyebiliyor bu taktirde yetişkinlikte bunlarla baş edemiyor, halbuki "aşı" gibi küçük dozlarda bunu alsalar vücut direnmeyi, başa çıkmayı öğrenecek.
Aynı şekilde çok kaygılı, her şeye aşırı üzülen, dağılan bir ebeveyn çocuğun içinde o kadar fazla çaresizlik, tükenmişlik, acı yaşatır ki çocuk bununla baş edemeyince kendini bu girdaptan uzak tutacak formül bulur, mesela bu dikkatini başka şeye vererek bağı koparmak olabilir, bu formül o kadar işe yarar ki birey bunu asla bırakmaz ve yetişkinliğine otomatik tarz olarak taşır, işte "duyarsız" insanlar böyle yoğruluyor !!!
Kendimiz hakkında fikrimiz de çocuklukta öğrenilir; çocuk, ebeveynlerinin ona karşı tutumuna bakarak kendisinin neyi yapıp, neyi yapamayacağına kısacası kendi kapasitesi hakkında fikrini de erken çocukluk döneminde öğrenir. Sınavdan eve kötü bir notla üzgün gelen Ali, annesinin "bu senin başarısız biri olduğunu göstermez, sadece yeteri kadar hazırlanmadığını gösterir" tepkisi çocuğu başarısız etiketlemektense sadece o performansını başarısız etiketleyerek , çocuğun kendi yeterliliği hakkında inancının sarsılmasını engeller. Çünkü aksi düşünüldüğünde, annesi tarafından devamlı yetersiz hissettirilen çocuk maalesef bir süre sonra buna inanacak ve bu bilinçaltına kayıtlanacaktır çünkü erken çocukluk yaşanmışlığıdır bu da davranışlarına otomatik yansıyarak yaşamda her mücadele inanılmaz yıkık hissedecek belki de mücadeleye bile girmeden sahadan çekilecektir.
Sevgiyi kazanma yolumuz da çocukluk öğretisidir; çocuk kendisi için o gün ve o şartlarda olumlu sonuçlar doğuran yani kendini acıdan koruyan işlevsel bir davranış yaratır ve bunu doğru olarak zihnine kaydeder. Örneğin, fikir ayrılığı dile getirdiğinde annesi tarafından susturulan, kızılan Emre, fikir ayrılığı dile getirdiğinde annenin sevgisini kaybetme olasılığını kafasında yaşar. Bir yanda kendi isteği, diğer yanda annenin onu sevmeme riski sonucu küçücük dünyasında bir içsel çatışma yaşar. O zaman, kendini bu bunaltıdan kurtarmak için bir yol bulmalıdır, kendi güçsüzlüğünü de hesaba katarak uyumu seçecektir yani kendi ihtiyacından vaz geçmeyi öğrenecektir. Derken çocuk annenin dediğini yapar ve kocaman bir aferin de alır ; sevgiyi kazanma yolunun artık uyumlu olmaktan geçtiğini deneyimlemiştir. Eğer çocuk kendi isteğinde diretirse annenin tepkisini çekecektir ve bununla nasıl başa çıkacağını bilemez, ayrıca annenin onayını, kabulünü, sevgisini kaybedeceğini düşünür ve kendinden vaz geçer, annenin doğrusunu kabul eder. Çünkü hem kendini duyup hem karşı tarafın dediğini yaparsa acı çekecektir, bu sebeple içindeki kaosu susturmanın bir yolu olan kendine yabancılaşmayı seçebilir. Ayrıca annesi onun tanrısıdır unutmayalım, anne en güzel, en akıllı, en güçlü ama için için de en cezalandırıcı veya yoksun bırakıcıdır…. Tabii çocuk bunları bilinçli düşünmez içinden bilir !!!
Bir çok olayla da bu pekişirse, deneyimlenen yol, artık öğrenilmiş bir format olarak bilinçaltına kayıtlanır ve artık yetişkinin "otomatik davranış" ı oluşmuştur. Çocuğun korku güdüsü ile fikrini beyan etme davranışından uzaklaşıp ve giderek bu (kendini ifade etme) ihtiyacını bastırması kendi sesini duymama örüntüsünü oluşturacaktır ve bunu ilerde yetişkinliğine taşıyacaktır. Yetişkin olduğunda, insanlara "hayır" diyemeyen, "verici" bir yapıya sahip olacaktır. Annesi ile çatışmamak için geliştirdiği bu davranış kalıbını yetişkinliğinde de kronikleştirerek herkese karşı bir otomatik davranış örüntüsü oluşturduğu gibi kendi ihtiyaçlarına-duygularına da artık yabancılaşmayı çok iyi öğrenmiştir, bu da kişinin psikolojik dünyasında parçalanmaya, patolojiye sebebiyet verir.
zemini buzdağına benzetirsek , bize etkisi bilin. Ve bilinçaltına şu şekilde yansır ;
BİLİNÇ
Yaşam kuralları
-----------------------------------------------------------------------------------
BİLİNÇALTI
Ben kimim
Tüm bunları anlatmamdaki amaç artık kendinizi suçlamadan tüm tepkilerinizin altındakini görüp kendinizi suçlamanıza son vermenize yardım etmek, her şey etki ve tepki meselesiydi şu ana kadar , bugünden sonra artık geviş getirme tüm inançlarınızı tekrar yapılandırma zamanı ve merak etmeyin formüller bende ama yavaş yavaş uygulayarak özünüzü yaratma gücü, emeği sizde… Bu arada bu arada ebeveynlerimizin de tüm bunları öğrendiği bir ebeveynleri vardı yani kurbanların kurbanları döngüsü… ama onların bizler gibi kendilerini analiz etme şansları yoktu veya yürekleri yoktu diyebiliriz çünkü bu yolculuk cesaret işidir. EBEVEYNLERİMİZ TAMAMİYLE KÖTÜ DEMEK DEĞİLDİR SADECE BAZI ALANLARDA “İSTEMEDEN” HATA YAPMIŞLARDIR ÇÜNKÜ ONLARA DA BÖYLE ÖĞRETİLDİ ; BURASI ÇOK ÖNEMLİ BİR NOKTADIR.
İlerdeki seanslarımızda BU KISMI HATALARI İÇİN onları affetmeyi ve kırgınlıklarımızı serbest bırakmayı da çalışacağız. Ama önce kendimizin yaralarını şefkatle kucaklamamız lazım… kendimizi yanlış, yetersiz, kötü görmeden…
UZMAN PSİKOLOG ELİF HERGÜNER
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Geçmişin Bugüne Yansımasına Şimdi Denir" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Elif HERGÜNER'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Elif HERGÜNER'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
1 Beğeni
Yazan Uzman
|
Makale Kütüphanemizden | ||||
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.