2007'den Bugüne 92,323 Tavsiye, 28,223 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Şiddet,televizyon,internet
MAKALE #13895 © Yazan Uzm.Psk.Ayşegül COŞKUN | Yayın Aralık 2014 | 5,807 Okuyucu
ŞİDDET
Hayata gözlerini açan bir bebekten daha masum ve zararsız hiçbir şey olamaz. Diğerlerinin bakımına muhtaç bir bebek sadece anne babasının onu beslemesi ile değil, kendisine gösterilen sevgi, fiziksel temas ile büyür. Büyüdükçe görür ki onu seven, koruyan, ona hayatı öğreten kimseler vardır ve o güvendedir. Kendi kendine öğrenemediği şeyleri anne babasına ve çevresine bakarak öğrenir. Bir aynaya bakar gibi bakar çevresine ve nihayet büyür…
Kendimizi tehlikelerden korumak ise milyonlarca yıldır atalarımızdan aldığımız ilkel ihtiyacımızdır.
Ama nasıl? Kendimizi nasıl koruruz? İşte bunu öğrenmek gerekir.
Çocuklarda kayıt hiç bitmez. Sürekli olarak anne babalarını, çevrelerini izler ve kaydederler. Babası araba sürerken sinirleniyor, annesi arkadaşlarına vurmasını söylüyor, evde dayak yiyor, televizyonda kanlı vahşetli programlar izliyorsa, saldırgan davranışlar iyi tepki alıyorsa… Çocuk artık şiddete hazırdır. Kendini şiddete başvurmadan savunmayı öğrenmemiş bir çocukta, kavgacılık, hayvanlara zarar verme, anti-sosyal davranışlar, şiddet, uyum bozuklukları görmek sizce beklenen bir durum değil midir?

ŞİDDET NEDİR?


Saldırganlığın ne olduğunun genel olarak herkes tarafından bilindiği düşünülebilirse de hangi davranışların saldırgan sayılması gerektiği üzerinde bir anlaşmaya varılmamıştır. Bu konuda Buss bütün saldırganlık tepkilerinin iki özelliği kapsadığına işaret etmektedir. Bunlar: tehlikeli bir uyarıcı ve insanlar arası bir durumun oluşmasıdır. Saldırganlık başka bir canlıya tehlikeli bir dürtü ile yanıt vermektir. Freedman ve arkadaşlarına göre saldırganlığın en yalın tanımı ise ‘’başkalarını inciten yada incitebilecek her türlü davranıştır’.’ Davranış bilimlerinde saldırganlık, kasıtlı olarak zarar verme ve acıtma amacıyla gerçekleştirilen davranışların ortaya çıkardığı durum olarak tanımlanmıştır. Saldırganlık, açık ya da örtülü, şiddetli ya da hafif, özel ya da genel, tepkisel ya da planlı, görünür bir nedene bağlı ya da açık bir nedene bağlı olmadan, sözel veya fiziksel olabilir. Hangi biçimde olursa olsun, eğer davranış zarar verme niyetiyle yapılmışsa karşısındakini incitmemiş veya acı vermemiş bile olsa saldırganlık olarak nitelenir (Kartal, Bilgin, 2007).
Kirsh de saldırganlığı ‘’fiziksel, sözel, psikolojik veya duygusal olarak bir diğerine zarar vermek’’ olarak tanımlamaktadır.
Şiddet ve türleri hakkında farklı tanımlar ve sınıflamalar yapmak elbette ki mümkün.
Ancak şiddet dendiğinde genel olarak aynı şeyin anlaşılması çok önemli. Dünya Sağlık Örgütü şiddet ve Sağlık Raporu’nda, şiddeti şöyle tanımlamıştır:
“Gücün ya da fiziksel kuvvetin; tehdit yoluyla ya da gerçekte; fiziksel zarar, ölüm,
psikolojik zarar, gelişme engeli ya da yoksunluğa neden olacak şekilde; kendine, bir
başkasına ya da bir grup ya da topluma karsı niyetli bir biçimde kullanılmasıdır.”

Şiddet; kişinin kendisine, bir başkasına, bir gruba veya bir topluma karşı yaralama, ölüm, psikolojik zarar, gelişme geriliği ya da yoksunlukla sonuçlanan ya da sonuçlanma olasılığı yüksek olan, kasıtlı fiziksel güç ya da yetki kullanımı veya kullanma tehdididir. Bu tanıma göre,
• Şiddet davranışları kişinin kendisine (örneğin intihara teşebbüs ya da intihar etme),
bir başkasına (tanıdığı ya da tanımadığı), bir gruba ya da topluma (çatışmalar ya da
savaşlar) yönelik olarak ortaya çıkar.
• Şiddet genellikle kasıtlıdır.
• Şiddetin yaralama, ölüm, psikolojik zarar, gelişme geriliği ve yoksunluk gibi
sonuçları vardır.
• Fiziksel olarak bir hasar vermese bile tehdit de bir şiddet davranışıdır.
• Yetkinin kasıtlı olarak kötüye kullanılması da şiddettir.

Erol Mutlu’ya (1997) göre şiddet en geniş haliyle saldırganlıkla bağlantılı bir davranış biçimidir. Bu anlamda şiddet, bir nesne ya da kişiye doğru yönlendirilmiş, yönlendirilişi kişinin istemediği ve o kişiyi tahrik edici, yıpratıcı bir eylemi, kimi zaman da eylemden kaçınmayı veya eylemsizliği içerir. Bu anlamda fiziksel anlamdaki her türlü saldırı şiddet tanımı unsurları arasında yer alırken fiziksel olmayan kimi sözlü davranışlarda bu tanım kapsamına girer.

Günlük dilde saldırganlık ve şiddet kavramları eş anlamlı olarak birbirinin yerine kullanılıyorsa da bilimsel anlamda saldırganlığın konumu şiddetin üzerinde yer alır. Saldırganlık (agresivite, agresiflik), bir bireyin başka bir bireyi yaralama girişimi düşüncesine sahip olmasıdır. Eğer böyle bir girişim meydana gelmişse buna da saldırı denir (Hurelmann vd. 1995).

Şiddet; bir kişiye güç veya baskı uygulayarak, isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmak; şiddet uygulama eylemi ise zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel yada psikolojik acı çektirme yada işkence, vurma, yaralama olarak da tanımlanabilir. Dar anlamıyla ele alındığında şiddet, insanların bedensel bütünlüğüne karşı dışarıdan yöneltilen sert ve acı verici bir edim olarak tanımlanır (Ünsal 1996:29).

ŞİDDET TÜRLERİ NELERDİR?

Şiddet, başkalarına kasıtlı olarak zarar vermeyi içeren bir çeşit saldırganlıktır. Kişilerin şahsına veya mallarına bilerek ve genellikle de fiziksel güç kullanarak zarar vermeyi içeren davranışlar farklı şekillerde sınıflandırılabilir.
• Tüm şiddet türleri güç ve kontrol üzerine temellenir.
• Fiziksel şiddet daima sözel şiddetle başlar ve gözle görünen tek şiddet türüdür.
• Duygusal ve sözel şiddet kendi başına görebileceği gibi her zaman diğer şiddet türlerine eşlikeder.
• Duygusal şiddet en sık görülen ancak en zor tanımlanabilen şiddet türüdür.
• Cinsel şiddet ise en zor ve en geç açığa çıkan şiddet türüdür.

1.Bir Şiddet Türü Olarak Fiziksel (bedensel) Şiddet

Saldırmak, bir canlı engelleyiciyle başa çıkma araçlarından biridir. Eğer bir başka insan tarafından birinin yönü engellerinse saldırgan olmayan kibar bir hareketle bu engel ortadan kaldırılabilir. Eğer bu tepki başarısız olursa saldırganlık girişimi olabilir. Engellenmeden dolayı ılımlı, saldırgan olmayan tepkiler ilk denemedir. Eğer bunlar başarısız olursa, bir engeli kaldırmada saldırgan olmayan davranışlarda daha başarılı olduğu düşünülen saldırganlığa başvurabilir. Potansiyel saldırganın ihtiyacı yalnızca kendinden daha güçsüz ve zayıf olanı ayırt edebilmektir. Fiziksel saldırganlığın bir diğer sonucu bir başka insanın canın yakmak ya da onu yaralamaktır. fiziksel saldırganlık başarılı olduğunda acıya sebep olması kaçınılmazdır.
Bir başka deyişle fiziksel saldırganlık, bir nesne aracılığıyla(sopa,taş,silah vb.) yada bir nesne olmaksızın(tokat atmak, itmek,ısırmak,yumruk atmak, tekme atmak vb. ) diğer bir kişi veya kişilere güç kullanmasıdır. Çocukların tekme-tokat atmak, dövmek, el-kol bükmek, yumruklamak, iterek yere düşürdükten sonra tekmelemek, yere ya da duvara fırlatmak, saç çekmek, ısırmak ve tükürmek; birbirlerinin kafasını duvara çarpmak şeklinde tezahür etmektedir.
Bazı ilkokul çocukları ise saldırganlıklarının etkili biçimde yönetmek ve engelleyebilmek için gereken becerileri kazanmışlardır. Davranışları vurma, bir eşyayı atma, öfke nöbetleri geçirme şeklinde çeşitlilik gösterebilir.
Genellikle 6-9 yaşları arasındaki çocuklar, aşırı baskı altında olduklarında saldırgan davranışlarda bulunurlar. Erkek çocuklarda saldırganlık problemi kızlara nazaran yaklaşık yediye bir oranında daha sıklıkla görülür. Bunu sebebi, erkek çocukların doğuştan getirdikleri saldırganlık eğilimlerinden , toplumumuzun onların saldırgan davranışlarını daha fazla destekleyip kabul etmesine kadar uzanan birçok faktörün etkileşimine dayanır.

Sosyal açıdan olgunlaşmamış çocuklar, olumsuz ve düşmanca duygularını yıkıcı yollarla ifade edebilirler. Mala zarar verme(kendi oyuncakları ve başkalarının eşyaları gibi), objeleri fırlatma, mobilyaları devirme, lambaları kırma veya duvarları tekmeleme şeklinde saldırganlık nöbetleri geçirebilirler.

Bazen ana-babalar çocuklarını olumsuz davranışlarına cevap verirken fiziksel ceza gibi uygun olmayan yollar kullanırlar. Bu anne-babalar çocukları kavga ettiklerinde veya kötü davrandıklarında hafifçe vurmanın veya benzer saldırgan bir karşılığın uygun bir tepki olduğuna inanırlar. Ancak fiziksel cezalar çocuğun olumsuz duyguların denetim altına almasını öğrenmesi konusunda yardımcı olmaz; aksine öfkeli olduğunda, saldırgan olmayı öğretir.

2.DUYGUSAL VE SÖZEL ŞİDDET

Sözel saldırganlık; aşağılama gibi negatif duyguları da içeren psikolojik acı vermek için ötekinin benlik algısına yapılmış saldırı olarak tanımlanmaktadır. Aşağılama, bağırma ve tartışma, tehdit, alay etme ve lakap takma sözel saldırganlığın örnekleri olarak görülür. Sözel saldırganlık, fiziksel saldırganlığın habercisi olarak görülür.
Herhangi bir kişiye yönelik olarak sistemli bir biçimde yapılan, kişinin benliğini, psikolojik ve sosyal gelişimini, ruhsal bütünlüğünü etkileyen olumsuz yargılar, atıflar ya da sözel davranışlardır. En büyük özelliği sürekliliği olması ve tekrarlamasıdır. Örnekler:

Bedensel özellikleriyle (boyu, kilosu, diş yapısı, saçı, ten rengi, vb.) alay etme
Dış görünüşüyle (giysisi, gözlüğü, vb.) alay etme
Konuşma tarzı, aksanı ya da şivesiyle alay etme
Adı ya da soyadıyla dalga geçme
Küçük düşürücü isimler (lakap) takma
Küfür etme
Kaba ve çirkin sözlerle (aptal, geri zekalı, ezik, vb.) hitap etme
Sözel olarak tehdit etme

Örneğin birisine ‘’tiksinme’’ yüz ifadesiyle bakmak yada gruptan birini kaba kuvvetle kovmak.Sözel reddetmenin üç tipi bulunmaktadır. İlki direk bir biçimde kovmaktır: ‘’gitmek zorundasın’’, ‘’defol’’ gibi. İkinci tip düşmanca konuşmaktır:’’senden hoşlanmıyorum’’,’’ senden nefret ediyoru’’, ‘’canımı sıkıyorsun’’gibi. Üçüncü tip eleştiri, küçük düşürme, küfretme vb. dir.

Saldırganlık özellikle tehdit, hiddet, öfke ve hayal kırıklığı sonucu oluşur. Erken çocukluk yıllarının önemli bir görevi olarak çocuklar saldırganlıklarını yönetebilmeli ve toplum açısından daha çok kabul gören tepkiler geliştirmelidir.
Okul çağına gelen çocukların çoğunun becerileri yeterince gelişmiştir. Bunu yanı sıra onlar, yeterli sosyal becerilere de sahiptir. Gergin ve hoşa gitmeyen durumlarla karşılaştıklarında bile genellikle sakin ve işbirliği içindedirler. Bu uygun davranış onları mücadele etmekten ve yetenek geliştirmek için uğraşmaktan alıkoymaz.

SALDIRGANLIĞIN NEDENLERI

1- Saldırgan davranışların ebeveynler tarafından ödüllendirilmesi. Geleneksel kültürün erkek çocuğun saldırganlığını onaylaması(Ör: parkta iki çocuk birbirini döver. Biri daha çok dayak yerse, annesinin çocuğunun kendisini savunamadığı düşüncesiyle üzülmesi)
2- Çocuğun yetişkinlerden katı ceza, anlayışsızlık ve yetersiz sevgi görmesi
3- Babanın uzun süreli yokluğunda, annenin sürekli çocuğun etrafında olmasıyla ortaya çıkan ortam
4- TV. Ve kitle iletişimim araçlarının olumsuz etkisi(Kurtlar Vadisi örneği ver.)
5- Ana-baba tutumlarının olumsuzluğu, çocukla aralarındaki iletişimin iyi olmaması
6- Çocuğun ana-babasından şiddet görmesi
7- Beyin zarı iltihabı, beyin zedelenmesi gibi fizyolojik sorunlar

Çocuğun çevresi tepkilerini şekillendirebilir, öfkeyi ele alış ve saldırgan davranış sergileme biçimini büyük ölçüde belirleyebilir. Taklit çocuğun gelişimindeki en güçlü etkilerden birisidir; çocuklar, yetişkinler ve diğer çocukların kendi saldırganlık dürtülerini nasıl kontrol ettiklerini seyrederek ve kopya ederek, kendilerinin nasıl davranacaklarını öğrenirler. Bu yüzden eğer siz ve eşiniz çocuklarınıza, birbirinize veya temasa geçtiğiniz kişilere karşı saldırgan bir şekilde davranıyorsanız, çocuklarınızın kavga etmesine veya birbirlerine zarar vermelerine izin veriyorsanız, bu davranışın kabul edilebilir olduğunu öğreneceklerdir.

SOSYAL BİLİŞSEL TEORİ VE ZORBALIK

Albert Bandura Sosyal Bilişsel Teori’sinde davranışın hem dışsal uyaranlardan hem de içsel bilişsel süreçlerden etkilendiğini belirtmektedir. Örneğin her insanın saldırgan bir tarafı vardır; bu içsel bir süreçtir. İnsanların televizyon, internet ya da çevresinden öğrendiği her şey de dışsal bir süreçtir. Taklit yoluyla yeni davranışlar öğrenilebilir ya da var olan davranışlar, diğerlerinin davranışları gözlemlenerek değiştirilebilir. 2-9 yaş arasındaki çocuklar için anne-baba, arkadaşlar, kardeşler, arkadaşlar rol modeli olurlar. Sonuç olarak , çocukların kendi çevrelerinde uygulayabilecekleri davranışları ve çocuğa uyan ya da onu aşan karakterleri gösteren televizyon programları, davranışın modellenme olasılığını arttıracaktır.
Sosyal Bilişsel Teori’nin temel varsayımları:
• İnsanlar başkalarının davranışlarını gözlem yoluyla öğrenebilir.
• Öğrenme, davranış değişikliğine yol açan veya açmayan içsel bir süreçtir.
• Davranış amaca yöneliktir.
• İnsanlar kendi davranışlarını öz düzenleme yapabilirler. Davranışlarını kontrol etmeyi ve sorumluluğunu almayı öğrenebilirler.
• Ödül ve ceza davranışı doğrudan olduğu kadar dolaylı olarak da etkiler. Davranış, önceki deneyimlerden alınan ödül veya pekiştireçlerden daha fazla etkilenir.
Sosyal Bilişsel Teori’nin İlkeleri:
1. Karşılıklı Belirleyicilik
Bireysel faktörler, bireyin çevre ve davranışı karşılıklı olarak birbirlerini etkilemekte ve bu etkileşimler bireyin sonraki davranışını belirlemektedir. Bireyin davranışının ortaya çıkmasında; birey, çevre ve davranış eşit derecede etkili olmayabilir. Bazı davranışların görülmesinde bireysel özellikler, bazı davranışlarda ise çevresel faktörler daha ön plana çıkmaktadır.
2. Bireysel Özellikler-Davranış İlişkisi
Daha önce bahsedilen fiziksel, duygusal ve sözel zorbalık davranışları.
3. Davranış-Çevre İlişkisi
Çevre değişmez bir varlık değildir. Çocuğun ortamı, ilişkileri ve aktiviteleri seçilip yapılandırılabilir. Zorba davranışı uygulayan ya da zorba davranışa maruz kalan çocukların özellikleri incelendiğinde örnek alınacak güçlü rol modeli olmayan, aile içerisinde ihmal edilen, aile içi etkileşimi az olan, çoğunlukla aileleri tarafından fiziksel olarak cezalandırılan çocuklardır. Bu çocukların ailelerinde saldırganlığa izin verilmektedir. Bu ortamda yetişen çocuk okul ortamında sorun çözme yöntemi olarak ailesinden gözlem yoluyla öğrendiği saldırgan davranışı tercih etmektedir. Zorba öğrenciler okul ortamında zorba eylemlerde bulunarak kurbanların ve diğer öğrencilerin okul ortamını olumsuz algılamasına ve okuldan uzaklaşmasına, okula uyumunun azalmasına, okula yabancılaşmasına ve akademik başarılarının düşmesine neden olmaktadır.
4. Sembolleştirme Kapasitesi
İnsanlar deneyimlerini sembolleştirmeler yaparak anlamlandırır, yorumlar ve yaşamını sürdürür. Semboller resim, şekil ve sözel ifadelerdir. Sözel ifadeler davranışı belirlemede daha etkilidir.

5. Dolaylı Öğrenme Kapasitesi
Başkalarının deneyimlerini gözleyerek öğrenme olarak tanımlanmaktadır. Gözlem yoluyla öğrenme dört temel süreci kapsamaktadır.
• Dikkat Etme: Model alınan davranışın gösterilebilmesi için öncelikle model alınan davranışa dikkat edilmesi gerekir. Modelin özellikleri, duyu organlarının yeterliği, davranışın gözlemcinin amacına uygun olması ve çocuğun geçmişte aldığı pekiştirmeler dikkat sürecini etkilemektedir.
• Hatırda Tutma: Gözlem yoluyla öğrenilen bilgiden yararlanmak için modelin davranışlarının hatırlanması gerekir.
• Davranışı Meydana Getirme:
Süreci: Bireyin fiziksel özellikleri ve öz yeterlik duygusu davranışın meydana getirilmesinde önemli bir etkiye sahiptir.
Motivasyon: Gözlemlenen davranışın sonunda modelin çevreden almış olduğu tepki o davranışın gözlemleyen tarafından taklit edilip edilmeyeceği kararını vermede etkilidir. Eğer gözlemlenen davranışın sonunda ödüllendirme varsa modelin davranışını göstermeye ilişkin istek oluşacaktır.
➢ Bandura, saldırganlığın gözlem yoluyla öğrenebildiğini 3-6 yaş arasındaki 36 kız, 36 erkek çocuk ile yaptığı Bobo Doll deneyinde göstermiştir. Çocukları üç gruba ayırarak bir gruba Bobo Doll adı verilen oyuncağa saldırgan davranışlar gösteren ve modelin pekiştirildiği bir film, bir gruba saldırgan modelin ne pekiştirildiği ne de cezalandırıldığı bir film izletmiştir. Çocuklar filmi izledikten sonra oyuncakların olduğu bir odaya alınmış ve saldırgan davranışları incelenmiştir. Deneyin sonucunda saldırgan davranışın pekiştirildiği filmi izleyen çocukların daha fazla saldırgan davranışlarda bulunduğu saptanmıştır. Bu deneyde çocuklar kendilerinden büyük olan bir yetişkinin davranışına dikkat ederek model almışlardır. Çocukların davranışı hatırlamalarını kolaylaştırmak için filmde cezalandırılan bebek oyuncak odasına konulmuştur. Modelin davranışı pekiştirildiğinde çocukların özyeterlik ve fiziksel özelliklerinin de etkisiyle davranışı gösterdikleri görülmüştür

AİLE İÇİ ŞİDDET

Çocuklar yüzyıllardır hiç değişmedi. Çocukluk dönemleri bitmek bilmez enerji, merak, inat, duygusal istikrarsızlık ve öngörülemezlik… Değişen yalnızca, ebeveynin, çocuklarının bu güç ama normal büyüme süreciyle başa çıkma yöntemleridir.
Anne babalar geçmişte çocuk yetiştirmenin normal sorunlarıyla nasıl başa çıkıyordu? Onların metodları “fişli uyuşturucu”yu (televizyonu) kullanmaktan daha mı iyiydi? Uzak geçmişe dönersek, verilecek cevap “hayır” olacaktır. Ama özellikle televizyonun gelişinden hemen önceki dönemin (1930’lu, 1940’lı ve 1950’li yıllar) ebeveynin metotları incelendiğinde, günümüzün ebeveyninin (yani evde televizyon yaşamayacaklarını hisseden ebeveynin) bundan son derece faydalı dersler çıkarabileceği görülecektir.
Çocukluk tarihine bakıldığında bu dönemin içinde ihmal ve zalimliğin kol gezdiği bu kabus, kayıtlı tarihin büyük bir kısmını kaplamaktadır. “Sopayı esirgersen, çocuk şımarır, Dayak cennetten çıkmadır, Kızını dövmeyen dizini döver” hükmüne bir zamanlar hararetle uyuluyordu. Çocuklar –bazen yaşamlarının her günü- düzenli olarak ve vahşice dövülüyordu. Bu iş gizli de yapılmıyordu. Çocuklar sınıflarda, evlerin misafir odalarında, akrabalar ve dostların huzurunda, kısacası ne zaman ve nerede gerekirse, açıkça dayak yiyorlardı.
18. yüzyılla 19. Yüzyılın ilk yarısındaki 60 yıllık çocuk yetiştirme yöntemleri incelendiğinde uzmanlar bir sert bir yumuşak yöntemi denemişlerdir. Bu iki farklı yöntem sıra ile nöbet değiştirmiştir. Bunlardan biri kuralcı biri ise insancıl bir yönelimdir.
Yine bir zamanlar çocukların korkutulması yaygın bir uygulamaydı. Örneğin 17. Yüzyılda ebeveynler, çocuklarını korkutarak itaat ettirmek için, onları kamuya açık idamları izlemeye götürürlerdi. Bilinen en eski tarihten bu yana, çocuklar, yaramazlık yaptıkları takdirde anında saldırmak için bekleyen cadı ve canavar masallarıyla ödleri patlayana kadar korkutuldular. Her ne kadar bu uygulamanın tortular, günümüzün bazı masalları ve efsanelerinde hala yaşıyorsa da, tarih, bir zamanların bu dramatik korku öykülerinden ödleri patlayarak ölen çocuklar bulunduğunu kaydetmektedir.
Çocukların davranışını kontrol etmenin yaygın yollarından birisi de, onları aç bırakmak veya belli gıdalardan mahrum etmektir. Bunun hala görülen örneklerinden birisi “uslu durmazsan tatlı yok!” tarzındaki tehditlerdir. Üstelik “Annenin Yardımcısı” veya “Annelerin Kurtarıcısı” gibi isimlerle etiketlenen çok çeşitli sakinleştirici ve antidepresan, bir zamanlar, küçük çocuklarının olağan yaramazlıklarından kurtulmak isteyen anne ve babalar tarafından rahatça bulunabiliyordu. Belli miktarlarda afyon ruhu, kokain ya da afyon içeren bu ilaçlar, çocukları tamamen bayıltmasa da, onları pasifleştirebilmekteydi. Bu ilaçlar, çocukların normal yaramazlık seviyelerine, ebeveyne ya da bakıcıya vereceği rahatsızlığı ortadan kaldırmada etkiliydi.
Son dönemlerde anne babaların çocuklara karşı davranışlarının çok fazla değiştiği konusunda belirsizlikler vardır. Ailede şiddetin tarihini ele alındığında çocukları koruma hareketi içinde yer alan bireylerin bile 1880’lerde ağır dövmeleri kabul edilebilir bulduklarını, yalnızca silah kullanımını yasakladıklarını belirtmektedir. Bugünün “çocukları koruma hareketi” içinde yer alanlar genellikle her türlü fiziksel cezanın çocuklar için kullanılmasına karşı olmakla birlikte, anne babaların %84’ü ile %97’si arasında değişen bir bölümünün hala düzenli olarak fiziksel cezayı kullanmaktadır. Buna “Zehirli pedagoji” adı verilir ve bu yöntem geçen 200 yıl boyunca geçerliliğini korumaktadır. Bu pedagojinin yani çocuk eğitiminin öğeleri arasında en önemlileri anne babanın çocuğun efendisi ve çocuk için doğru ve yanlışın ne olduğunu belirleyen kesin güç olduğudur. ‘Çocuğun yaşam onaylayıcı duyguları otoriter anne babalar için tehdit edicidir ve hala gençken çocuğun istem gücü (iradesi) ezilmelidir’ anlayışı bulunmaktadır. Kökleri zehirli pedagojiye dayanan çocuk yetiştirme yaklaşımı Hitler Almanya’sında vahşi Nazi yönetiminin gelişmesi için bir temel sağlamıştır. Adolf Hitler’in çocukluğu günlük olarak yediği dayaklar ve çocuklarından tam bir itaat bekleyen ve isteyen otoriter bir babadan kaynaklanan aşağılanmalarla doludur. Ayrıca, Hitler çocukluğunda babasının dayaklarına hiçbir tepki göstermeme kararlılığı içinde acılarını yadsımayı da öğrenmiştir. Böylece, zehirli pedagoji bir bireyin çocukluğundan kalma farkında olmadığı bir öfke ile dolu olarak yetişmesini özendirmektedir. Ek olarak, fiziksel cezanın yaygın kullanımı, utandırma, itaat istekleri ve duyguların yadsınması pek çok insanın Hitler’i ve Hitler siyasetini desteklemesi ile sonuçlanmıştır.
Bir davranışta bulunmayı, bizi ona zorlayan güçlü dış etkiler olmaksızın kabul etmişsek, o davranış için içsel sorumluluk yüklendiğimiz anlamına gelmektedir. Güçlü bir tehdit, ceza, dayak, büyük bir ödül bazı davranışlarda bulunmamızı sağlayabilir fakat onlar içten sorumluluk duygusu tatmamızı sağlamazlar. Yani çocuklarımızdan istediğimiz davranışlar için onların içsel sorumluluk da yüklenmelerini istiyorsak bu davranışlarda bulunmaları karşısında onlara hiçbir zaman büyük rüşvetler vermemeli ya da önlerine güçlü tehditler koymamalıyız. Böyle baskılar belki isteklerimize geçici bir uyma ile sonuçlanabilir. Ancak,yalnızca bu kadarından daha fazlasını istiyorsak, eğer çocuklarımızın yapmış olduklarının doğruluğuna da inanmalarını bekliyorsak, eğer o dış baskıları uygulamak üzere biz orada yokken de istenen davranışta bulunmaya devam etmelerini istiyorsak, şöyle ya da böyle onların yapmalarını istediğimiz şeyler için içsel sorumluluk almalarını sağlayacak düzenlemeleri yapmak zorundayız.
Jonathan Freedman (1965) araştırmasında neyin yapılıp neyin yapılmaması konusunda bazı ipuçları vermektedir.
2-4. sınıf erkek çocuklarının şahane bir oyuncakla oynayıp oynamak istemeyeceklerini görmek istiyordu. Eğer çocukların kendi kendilerini yasak oyuncakla oynamanın yanlış olduğuna inandırmalarını sağlayabilirse, bu inanç oyuncakla oynamalarınadan alıkoyabildi. Oyuncak pille çalışan pahalı bir robottu.
Çocuğun geçici olarak böyle bir isteğe uymasını sağlamak yeterince kolaydır. Katı bir cezayla çocukların yakınında bulunduğu zaman çok az sayıda çocuk oyuncakla oynama cesareti gösterebilirdi.
Bir erkek çocuğa beş oyuncak gösterip “Robotla oynamak yanlıştır. Eğer oynarsan çok kızarım ve bu konuda uygulayacağım bir ceza var” diyerek odadan ayrılı. Çocuk tek yönlü aynadan gözlendi. Freedman bu tekniği 22 ayrı çocuk üzerinde denedi; 22’si de hiç dokunmadı. Tehdit ve ceza işe yaramıştı.

Freedman gerçekte daha sonra cezayı uygulamak üzere kendisi orada yokken tehdidin çocuğun davranışına yön vermesindeki etkililiği ile ilgileniyordu.
Bu durumu görmek için 6 hafta sonra genç bir kadını okula gönderdi. Kadın çocukları deneye katmak üzere teker teker sınıftan çıkardı. Her çocuğu içinde 5 oyuncağın bulunduğı odaya götürdü ve resim çizme testi yaptırdı. O testi puanlarken çocuğa odadaki istediği oyuncakla oynama özgürlüğü verdi. Bir oyuncakla oynayan çocukların %77’si daha önce yasaklanan robotla oynamayı seçtiler.
İkinci bir erkek çocuk örnekleminde Freedman aynı 5 oyuncağı göstermiş ve o kısa bir süre oda dışındayken onlarda robotla oynamamaları konusunda uyarılmışlardı çünkü robotla oynamak “yanlış”tı. Tehditte bulunmadı ve tek yönlü aynadan çocuğu izledi. Yönerge yeterliydi. 22 erkek çocuktan yanlızca 1’i robota dokundu. 6 hafta sonra çocuklara istedikleri bir oyuncakla oynama özgürlüğü verildiğinde büyük bir çoğunluğu robotla oynamaktan kaçındı. Yanlıza %33’ü robotu seçti.
1. Freedman kısa bir süre için dışarı çıktığında, yönergesi yeterli olmuştu.
2. Çocuklar bu süre içinde robottan uzak durma seçimleri için kişisel sorumluluk almışlardı. Onunla istemedikleri için oynamadıklarına karar verdiler.

Samuel Butler: “İstemeden başkasının fikrine uyan birisi hala eski fikrindedir. Ya da “Boyun eğen birisi hala eski fikrindedir.”
Yirminci yüzyılın ilk yirmi yılı boyunca, ebeveyn disiplini, bedensel ceza, yemekten yoksun bırakma, korkutma ve diğer güç gerektiren terbiye usullerinden kademe kademe “psikolojik” metotlara (düşündürme, kandırma, dikkatini başa yere çekme, onayı geri alma ve benzerlerine) geçiş sağlandı. Yüzyılın ortasına gelindiğinde, artık bu yeni tarz, bir kural haline gelmiş bulunuyordu.
Yeni empatik çocuk yetiştirme devrinde ebeveynin karşılaştığı güçlüklerden birisi, bir çocuğun “iyi” olmasının, mutlaka onun için iyi olmamasıdır. Eski, cehalet günlerindeki anlayışa göre “iyi” çocuk, asla sorun çıkarmayan çocuk olduğundan ve “iyi” olma çocuğun yetişkinlerin ihtiyaçlarıyla çatışmayacak şekilde davranmasını gerektirdiğinden, bu uygulama ebeveynlerin hoşuna gidiyordu.
Bu yeni strateji, çocuk yetiştirmeyi daha insancıl bir hale sokuyor ve çocuğun temel ihtiyaçlarının öne çıkarılmasını teşvik ediyor, fakat aynı zamanda bünyesinde büyük bir kusuru da barındırıyor: Bu metotlar her zaman işe yaramıyor. Bir çocuğu mantık yoluyla ikna etmek, bazen bir tokat vurmak kadar etkili olabilir; ama süre olarak daha çok zaman ayırmanız gerekir. Önceden “kötü” olan davranışlar hemen cezalandırılırken uygulanmaya başlayan yeni yöntemle çocukla çok daha fazla zaman ve çaba harcamaları gerekir oldu.
Yeni çağın, çocukların ihtiyaçlarına özen gösterilmesini talep eden yöntemi, çocuklar açısından çok yararlıdır. Günümüz çocukları, geçmişin çocuklarına kıyasla, fiziksel, duygusal ve entelektüel açıdan çok daha gelişmiş durumdadırlar. Ancak, yinede anne babalar farkında olarak ya da olmayarak çocuklarına fiziksel, duygusal veya sözel şiddet uygulamaya devam etmektedirler.
Dünya sağlık örgütü çocuk istismarını "Bir yetişkin tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan ve çocuğun sağlığını, fizik gelişimini, psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar" olarak tanımlamaktadır. Bu tanımda amaç değil, sonuçlar önem taşımaktadır. Başka bir deyişle, yetişkinin niyeti önemli değildir, eylemin çocuk üzerindeki etkisi önem taşımaktadır. Anne-babanın çocuğa, çocuğun anne babaya olan olumsuz tutum ve davranışı çocuğun aile içi şiddete uğramasına ve saldırgan eğilimler göstermesine neden olmaktadır.
"Çocuk ihmali" ise, başta anne ve baba olmak üzere, bakmakla yükümlü kimseler ve diğer yetişkinlerin, çocuğun beslenme, giyinme, barınma, eğitim, sağlık ve sevgi gibi temel gereksinimlerini ihmal etmeleri sonucu, çocuğun bedensel, duygusal, ahlaksal ya da sosyal gelişiminin engellenmesi olarak tanımlanmaktadır.
İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta, istismarın aktif, ihmalin ise pasif
bir olgu olmasıdır. Çocuk ihmali fiziksel ve duygusal ihmal olarak ele alınmaktadır. Ancak bunları birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Yakın kişilerin çocuğun gelişimine sürekli zarar veren hareketleri sonucu çocuğa sosyal olarak bulunan kaynakların sağlanmaması, bunlardan yoksun bırakılması fiziksel ihmal olarak adlandırılmaktadır.

İstismar türleri içinde belirlenmesi en kolay olan fiziksel istismar; çocuğun kaza dışı
nedenlerle yaralanmasıdır. Duygusal istismar, istismar türleri arasında en sık rastlanan ama en zor tanınandır. UNICEF duygusal istismarı ve ihmali çocuğun nitelik, kapasite ve arzularının sürekli kötülenmesi, sosyal ilişki ve kaynaklarla ilişkisinden sürekli yoksun bırakılması, çocuğun sürekli olarak insanüstü güçlerle, sosyal açıdan ağır zararlar verme ya da terk etme ile tehdit edilmesi, çocuktan yaşına ve gücüne uygun olmayan taleplerde bulunulması ve çocuğun, topluma aykırı düşen çocuk bakım yöntemleri ile yetiştirilmesi olarak tanımlamıştır. Çocuğa bağırmak, azarlamak, kıyaslamak, küçük düşürmek, alay etmek, ad takmak ya da çocuktan yaşına uygun olmayan beklentilerde bulunmak gibi davranışlar duygusal istismar örnekleridir.

Çocuklar fiziksel, cinsel, duygusal ve ihmal niteliğinde çeşitli şiddet biçimlerine maruz kalmaktadır. Ancak, bazı toplumlarda yaygın olarak görülen şiddet türü başka bir toplumda nadir olarak görülebilmektedir. Örneğin, Çin ve Japonya’da fiziksel istismara nadir olarak rastlanır çünkü bu ülkelerde dayağın bu ülkelerde çocuk yetiştirme yöntemleri arasında yaygın değildir. Ama Amerika’da en çok kullanılan şiddet fiziksel şiddettir. Türkiye’de de Türk aile yapısı ve çocuk yetiştirme yöntemleri içinde fiziksel ceza yer almaktadır. Bir diğer sık görülen şiddet tipi ise duygusal istismar ve ihmaldir. Ailelerin %78’i çocuklarına duygusal istismar, %24’ü ise fiziksel istismar uygulamaktadırlar.

Çocuğa sık sık uygulanan güç gösterisi yetersiz bir iç denetim oluşmasına yol açmaktadır. Yani çocuk bir davranışta bulunduğunda sürekli olarak dışarıdan birinin yorumuna ihtiyaç duyar, kendi içsel yorumlamasını kaybeder.
Şiddete uğrayan çocukların gösterdiği davranış bozuklukları:
• Sinirlilik
• Umutsuzluk
• Psikolojik hissizlik
• Ağır kişilik ve davranış bozuklukları
• Huysuzluk
• Hırçınlık
• Tedirginlik
• Suça yönelen davranışlar
• Başkaları ile rahat iletişim kuramama
• Antisosyal ve saldırgan davranışlar gösterme
• Aşırı bir endişe hali, korku, sık irkilme
• Karın ağrısı, mide bulantısı, baş ağrısı gibi psikosomatik belirtiler
• Alt ıslatma
• Dil gelişiminde gerileme
• Çevreye karşı ilgisizlik
• Uyumakta zorluk, kabus görme
• Sık ve uzun süreli ağlama
• Yeme problemleri
• Konsantrasyonda zorluk
• Sinirlilik, öfke nöbetleri, agresif davranışlar
• Dürtüsel davranışlar
• Özgüven azalması
• Temel güven duygusunun sarsılması
• Yaşından küçük davranışlar
• Arkadaş ilişkilerinde sorunlar
• İntihar eğilimleri
• Okulda başarısızlık
• Dikkat ve konsantrasyon sorunları
• Sınıf aktivitelerinde kurallara uymayan davranışlar sergilemesi
• Diğer çocuklarla sık sık kavga etmesi
• Eleştiriye ve alaylara son derece kapalı olması, bu tip durumlarla karşılaştığı zaman öfke patlamaları yaşaması suçlamalar ya da intikam almayı amaçlama şeklinde davranışlar sergilemesi
• Çok az sayıda arkadaşı olması ve genellikle davranışları sebebiyle arkadaşları tarafından dışlanması
• Saldırgan davranışları olan ve kural dinlemez çocuklarla arkadaşlık kurmak istemesi
• İzlenilen şiddetin “normalize” olması, olağan gerçekliğin gözden kaçması
• Kendinde ve kendi gibi düşünenlerin dışında kalanların duygu ve düşüncelerine duyarsız olması
• Kendini çok çabuk engellenmiş hissetmesi
• Hayvanlara yönelik saldırganca tutumlar izlemesi
Evlerinde şiddetle iç içe yaşayan çocuklarda görülen tepkiler:
Hem şiddete doğrudan maruz kalan hem de annesinin babasının veya kardeşlerinin sık sık küçük düşürüldüğüne, tehdit edildiğine ya da dayak yediğine şahit olan çocuklar şiddetten olumsuz etkilenir. Her iki durumda da çocuğun kendine saygısı, büyüklere duyduğu güven duygusu ve yaşam sevinci yara alır.
Duygusal:
• Ailede yaşanan şiddet ve şiddeti durduramamak ile ilgili suçluluk duyguları
• Ailesi adına üzüntü
• Anne babasına karşı duygularında karışıklık ( sevgi ve nefreti aynı anda hissetme)
• Terk edilmekten korkma, duygularını ifade etmekten korkma
• Yaralanmaktan korkma
• Yaşamındaki şiddet ve karmaşa nedeni ile kızgınlık duyma
• Depresyon ( aşırı mutsuzluk)
• Çaresiz ve güçsüz hissetme
• Evde olan bitenlerden utanma
Bilişsel:
• Şiddetin sorumluluğunun kendinde olduğunu düşünme
• Kendi davranışları için başkalarını suçlama
• İstediğini yaptırmak, kızgınlığını belirtmek
• Güçlü hissetmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için sevdiği insanlara vurmanın normal olduğuna inanma
• Ailede şiddetle bağlantılı olarak düşük benlik saygısı
• İstediklerini ve ihtiyaçlarını belirtememe
• Verilenle yetinme
• Başkalarına güvenmeme
• Kızgınlığın kötü bir şey olduğuna ve kızgın insanın başkalarına zarar vereceğine inanma
• Rollerle ilgili katı yargılara sahip olma ( kadınlar………….., erkekler………., kızlar……..., oğlanlar……….davranmalıdır)

Davranışsal (sık ve abartılı ortaya çıktığı durumlarda):
• Aşırı hırçın davranma ve isyankarlık
• İçine kapanma
• Okulda başarısızlık veya başarı için aşırı gayret
• Okula gitmeyi reddetme
• Başkalarını memnun etmek için aşırı çaba gösterme
• Saldırganlık ya da aşırı pasiflik
• Bahaneler bulma
• Kendini savunma gayretleri
• Alaycı yaklaşımlar
• Duygusuz davranma
• Donukluk
• Her şeyi "siyah ya da beyaz" görme
• Aşırı ilgi çekme davranışları
• Yalan söyleme
• Uyku sorunları
• Kabuslar
• Altını ıslatma
• Kontrol edilememe
• Sınırlarını bilmeme
• Yönergeleri yerine getirememe

Toplumsal:
• Arkadaşlarından ve akrabalarından uzak durma
• İlişkilerinde genellikle kavgacı olma
• Çok çabuk arkadaş olup arkadaşlıklarını aniden bitirme,
• Başkalarına güvenmekte ( özellikle yetişkinlere) zorluk çekme
• Kızgınlığını kontrol edememe
• Uzlaşma becerileri gösterememe
• Evden uzaklaşma
• Aşırı sosyal yaşantı
• Arkadaşlarına zorbalık yapma ya da kendini ezdirme
• Şiddet içeren ilişkiler içine girme ve bu ilişkilerde ya ezen ya da ezilen taraf olma
• Arkadaşlarla aşırı sert oyunlar oynama

Fiziksel:
• Ağrı şikayetleri ( baş ağrısı, karın ağrısı gibi)
• Sinirlilik
• Gerginlik
• Kısa dikkat
• Yorgunluk ya da aşırı enerji
• Sık hastalanma
• Kişisel temizliğine dikkat etmeme
• Gelişimsel gerileme
• Yaşından küçük davranışlara geri dönme ( Yatak ıslatma, parmak emme gibi)
• Acıya karşı duyarsızlık
• Tehlikeli oyunlar oynama ve etkinliklerde bulunma
• Kendine zarar verme ( bilerek bir yerini kesme, yakma, kafasını vurma)

Şiddete maruz kalan çocuklar anneleri tarafından tokatlanarak, terlikle vurularak, kulağı çekilerek veya saçı çekilerek dövülürken, babaların şiddeti kullanması kemerle döverek, sopayla döverek, terlikle döverek, tokatlayarak ve tekmeleyerek olmaktadır.
Ailede şiddet uygulanmasının sebepleri:
• Annesinin sözünü dinlemeyerek karşı çıkması
• Kardeşiyle kavga etmesi
• Ders çalışmaması
Çocuk istismarını değerlendirirken kendinize soracağınız sorular:
• Çocuğunuza bakmakta zorlanıyor musunuz?
• Çocuk bakımında size yardımcı olan var mı?
• Kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?
• Çocuğunuz sizi çok sinirlendirdiğinde ne yapıyorsunuz?
• Çocuğunuzun yemek ya da uyku ile sorunu var mı?
• Eşinizle aranız nasıl?
Çocuklar sokakta ya da evde şu ya da bu şekilde şiddet ortamının tam ortasındadırlar. En güvenli yerleri olan evlerinde bile TV, internet karşısında şiddeti sürekli edilgen olarak tüketmektedir. Kitle iletişim araçları da ailenin bir üyesi gibi olduğu için bu konuya da değinmemiz önemlidir.

Şiddet ve kitle iletişim araçları

1. İnternet ve 2. Televizyon
2. İnternet


Son yıllarda hayatımıza giren ve olmazsa olmaz araçlardan birisidir, "İnternet." Doğru bilgiye hızlı ve etkin bir şekilde ulaşma izni verir. Merak ettiğiniz veya lazım olan herhangi bir bilgi saniyeler içerisinde karşınızdadır. Doğru kullanıldığında birey hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Fakat her araçta olduğu gibi yanlış kullanımı sonucunda birçok problemle karşı karşıya bırakır. Çocuk veya yetişkin ayrımı olmaksızın kullanıcıların hayatında sosyal, fiziksel ruhsal vb. birçok alanda telafisi güç hataları beraberinde getirir.

İnternet iyi kullanıldığına güçlü bir eğitim aracıdır. Pek çok WEB sitesi değerli kaynak ve etkinlikler hakkında bilgi sunmaktadır. Ancak bu enformasyon denizinde gelişi güzel sörf yapan çocuklar dalgaya kapılıp devrilme riskiyle karşı karşıyadırlar. Kendi başlaroına internette dolaşan çocuklar zamanlarının % 95’ ini boşa geçirmektedirler.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki İnternet kullanımının yaşı okul öncesi döneme kadar düşmüştür.
Bu çok ciddi bir problemdir ve kesinlikle önlem alınmalıdır.

YAŞLARA GÖRE ÇOCUĞUN İNTERNET KULLANIMI

5-6 YAŞ ARASI: Çocuk bazı şeyleri yapmaya başlıyor
Çocuklar yaşı ilerledikçe interneti keşfetmeye başlarlar. Bilgisayarı oyun makinesi gibi görürler.
7-8 YAŞ ARASI: İlgi giderek artar
Bu yaşlardaki kullanıcılar artık okula gitmeye başladıkları için bilgisayar konusunda muhtemelen anne babadan daha ileri bir seviyeye erişmiş olabilirler. Bu yüzden sohbet odaları, daha büyük abi, ablalardan edinilmiş bilgiler doğrultusunda ve yaşın da verdiği özellikle yasak ve gizli olan sitelere girme konusunda oldukça istekli olacaklardır.
9-12 YAL ARASI: Giderek uzmanlaşır
Artık çocuklar tam bir internet dehası haline gelir. Sizin korktuğunuz konuları ve bunların içeriklerini merak etmeye başlarlar. Bu safhada sizin gözetiminize kesinlikle ihtiyaç duyarlar

İnternet daha çok çocuklara zararlı olabiliyor. Dışarıda oyun oynaması gereken çocuk, bilgisayar başında saatlerce vakit geçiriyor. Okul öncesi ve ilkokul çağı dönemi çocuklarda bilişsel, sosyal, kaba ve ince motor gelişiminin olduğu dönemdir. Bu yaşlarda çocukların motor hareketleri içeren oyun oynamaları, akranlarıyla iletişim içinde olup, sosyal ve kişisel gelişimlerini sağlık bir şekilde tamamlamaları gerekir. Günümüz çocukları bu dönemi maalesef ya bilgisayar başında ya da televizyon karşısında geçiriyorlar. Bizim çocukluğumuzda olduğu gibi mahallede akşam saatlerine kadar arkadaş gruplarıyla oyun oynamak yerine, vakitlerinin çoğunu arkadaşlarıyla sohbet odalarında veya internette oyun oynayarak geçiriyorlar.

YENİ ÇAĞIN UYUŞTURUCUSU: ONLINE OYUNLAR

Online oyunlar bağımlılık yapar. Online oyun bağımlılığının en çok görüldüğü Çin, Güney Kore ve başka uzak doğu ülkelerinde her yıl birkaç gencin bilgisayar başında aniden yığılıp kalması üzerine bu ülkelerin internet kafelerine, belirli saatlerde oyun oynama yasağı getirilmiştir. Ancak bu yasak gençleri yine durduramadı ve oyun oynamaya evlerinde devam eden çocuklar, hareketsizce 20-30 saat boyunca bir sandalyede, bir koltukta oturduğu için, kalp krizi geçirmeye devam etti.

Doktorların çalışmaları sonucunda çocuklarda, otobüsle uzun yola çıkan bazı hastalarda görülen semptomları görüldüğü ortaya çıktı. 15-20 saat boyunca bir sandalyede ve koltukta oturan çocuğun bacak damarlarında büzüşmeler meydana geliyor ardandan bacakta ortaya çıkan kan pıhtıları ya damarda tıkanıklık yapıyor ya da damar boyunca ilerleyerek kalp kapakçıklarını tıkayabiliyordu veya daha ölümcülü, beyin damarlarını tıkayarak ani ölüme neden oluyordu. Bir saniye önce gülerek oyun oynayan bir çocuğun aniden sanki fişi çekilmiş bir robot gibi, hiçbir acı veya kurtulma çabası göstermeksizin olduğu yere düşüp ölüvermesinin nedeni buydu.

Çocuklar uzun saatler boyunca oyun oynadıktan sonra ölümle karşılaşmasalar bile bedenleri olağanüstü yorulduğu için önemli tahribatlar meydana geliyor, ciddi göz bozuklukları, damar sertlikleri, kalp ritim bozuklukları oluşuyor, en hafif durumlarda ise yağlanma ve obeziteye giden kapı açılıyordu.

EVİNİZDEKİ GİZLİ DÜŞMAN SOSYAL AĞLAR

2005’den bu yana interneti çok değiştiren bir kavram var: “Sosyal ağ.”
Sosyal ağ terimi kısaca binlerce insanın internette birbiri ile etkileşime geçip haberleştikleri özel topluluk siteleri için kullanılıyor.

Türkiye'de yapılan bir araştırma 9-16 yaş arası çocukların sosyal ağ kullanımını ele alıyor.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de paylaşım ağlarının en heyecanlı kullanıcısı çocuk ve gençler. Ancak oradan farklı olarak çocuk yaştakilerin Facebook kullanımında ailenin kontrolü daha yüksek.

Ulaştırma Bakanlığı İnternet Kurulu, ODTÜ ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı desteğiyle, ''Çocukların Sosyal Paylaşım Sitelerini Kullanım Alışkanlıkları'' konusunda araştırma raporu düzenledi. Rapora konu olan araştırma, üç büyük ilde 9-16 yaş arası 524 çocuk ile birebir görüşme sonucu yapıldı.
Sosyal paylaşım sitelerinde çocukların yüzde 41'i babalarıyla, yüzde 32'si de anneleri ile ''arkadaş''. Çocukların sadece yüzde 3'ü bazı içerikleri ailesinden gizliyor. Söz konusu yaş grubundaki çocukların yüzde 70'i günde en az bir kere interneti kullanırken, yüzde 66'sı da günde en az bir kere sosyal ağlara giriyor ve ortalama 72 dakika zaman harcıyor. Rapora göre çocuklar internette geçirdikleri zamanlarının büyük çoğunluğunu sosyal ağlarda harcıyor. Facebook, yüzde 99 kullanım oranı ile çocukların gözdesi durumunda.

AA'nın yorumuna göre ankete katılan çocukların yüzde 60'ı 'sosyal ağların ders çalışma sürelerine olumsuz etkisi olduğunu' söylerken, yaklaşık yüzde 25'i de 'arkadaşlarına ve ailelerine daha az zaman ayırdıklarını' ifade etmiş.

GİZLİ TEHLİKE: FACEBOOK’TAN KOLAYCA OYNANAN ONLINE OYUNLAR

Facebook gibi sosyal ağların gelişimi ile online oyun bağımlılığı yeni bir boyut kazandı. Tehlikenin boyutu, bu oyunlara çok kolayca ve anında ulaşılmasından kaynaklanıyor. Sosyal ağların bir parçası olan oyunlar, bilgisayara hiçbir yükleme yapmadan, sadece bir linke basılarak açılan pencerelerde oynanabiliyor.

Online oyunların hemen hepsi, oyuncuları kendine daha çok bağlamak üzerine kurulu bir sisteme sahiptir. Bu sayede çocuk, oyunda birinci kademeye hızla ulaşır. Birinci kademeye ulaştığı için küçük, renkli, cıvıltılı, albenisi yüksek madalyalar, ödüller verilir. Bu minik ödülleri beğenen çocuklar, ikinci kademeye ulaştığında bu kez ödüller daha da çoğalır. Şimdi ise üçüncü kademeye geçme yarışı başlar. Ancak üçüncü kademeye ulaşmak, daha fazla zaman alır. Bu şekilde çocuklar gittikçe daha fazla zamanını ekran başında geçirmek zorunda kalır. Bu öyle bir hal alır ki, bir oyunda bir sonraki aşamaya geçmek için günler boyunca ekran başında durmadan aynı hareketlerin yapılması gerekebilir. Ne yazık ki sadece çocuklar değil, on milyonlarca yetişkin de bu oyunlara bağımlı hale gelmiş, ekran başından kalkıp da rakibine kazanma şansı vermeden, çok uzun saatler boyunca oyunla uğraşır olmuşlardır.

Anne-babaların dikkatine
İnternetin sinsi tuzaklarına düşmemek için aşağıdaki tedbirler alınabilir:
1. İnternetin bulunacağı yer, oturma odası olmalıdır. Çocukların odasına internet bağlamak ciddi bir hatadır.
2. İnternetin bağlı olduğu bilgisayar ekranı herkes tarafından görülebilecek şekilde salona dönük olmalıdır.
3. Aile içinde hiç kimse kimseden e- mail ve kullanıcı isimlerini gizli tutmamalıdır.
4. İnternet üzerinde yapılan sohbetlerin kaydedilmesini sağlayan programlar bilgisayarda mutlaka yüklü bulunmalıdır.
5. İnternette girilen yerleri kayıt altın alıcı programlar bilgisayarda mutlaka yüklü olmalıdır.
6. İnternet sadece gerekli olduğu durumlarda açılmalı ve yapılacak iş bittiğinde tekrar kapanmalıdır. Kesintisiz internet sahibi olmak, kesintisiz internet kullanımı an

TELEVİZYONUN ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Televizyonun çocuk üzerindeki etkileri birçok açıdan ele alınması gereken bir konudur. Televizyon izleme oranının yüksek olması; çocuğun kişiliği, sosyal, bilişsel gelişimi ve aile ilişkileri açısından da olumsuz etkendir. Çocukları televizyonun olumsuz etkilerinden korumak için; çocukların televizyon izleme saatinin başka faaliyetlerle doldurularak ekran başından uzaklaştırılmaları gerekir. Evde canı sıkılan çocuk oyalanacak bir şey bulamayınca televizyona bağımlı olmaya başlıyorlar. Çocuklar doğar doğmaz televizyon ekranıyla karşılaşmak zorunda kalıyor. Anne-babası televizyon karşısında saatlerce vakit harcayan çocuk da ister istemez televizyonla karşı karşıya kalıyor.
Televizyon öncelikle tek taraflı iletişim aracı olması itibariyle çocukların bilişsel gelişimine büyük ölçüde zarar vermektedir. Çocuk saatlerce sadece izler pozisyonda kaldığında düşünsel yeteneğini çalıştırmaz ve beyin fonksiyonları gelişmez. Sürekli televizyona odaklanma aynı zamanda dikkat dağınıklığının nedenleri arasında ilk sıradadır. Etrafa karşı ilgisizlik, seslenince bakmama, duyuşsal ve sosyal iletişime geçememe, cümle kuramama, göz kontağı sağlayamama, oyun oynayamama, duygusal yakınlık gösterememe, dil gelişimindeki gerilik şeklindeki problemlerle karşı karşıya kalan çocuğun kimliğini ve kişiliğini oluşturamaması da bir başka olumsuz durumdur. Televizyonun olumsuz etkileri arasında en çok dile getirilen konu, şiddet öğesi yayınlarının çocuk üzerindeki olumsuz etkileridir.

Televizyon çocukları nasıl etkiler?

Evde çocuklarla otururken birden elektrikler kesildi. Siz hemen bir mum yaktınız fakat evdeki az önceki hareketlilik, canlılık kayboldu. Çocuklarla birkaç cümle konuştunuz az sonra cümleler tükendi. Konuşacak bir şeyler bulamıyorsunuz. Evde derin bir sessizlik. Sanki evden en çok sevdiğiniz kişi gitmiş gibi. Düşünsenize tv’ siz bir hayat nasıl geçer. Ona o kadar alışmışız ki, hayatımızın bir parçası haline gelmiş. Sabah uyanır uyanmaz veya dışarıdan gelir gelmez daha kıyafetiniz değiştirmeden tv açarsınız. Tv’ nun sesi size eşli eder, ama nereye kadar? Tv getirdiklerinin yanı sıra bizden neler götürüyor ne dersiniz?

Eskiden çocuklar amcaya, dayıya, teyzeye benzerlermiş. Çünkü sürekli olarak onlarla etkileşim halindeydiler. Şimdi artık çocuklar tv halalarına ( ☺ ) benziyorlar. Saçlarını ona göre kestiriyor, kıyafetlerini ona göre seçiyor ve konuşma biçimlerini ona göre ayarlıyorlar.

Çocukların televizyon izlemesinin sebebi; “Dünyada nelerin olup bittiğini görmektir”. Kızlar, hangi kuaföre gideceklerini, hangi elbiselerin kendilerine uygun olduğunu, nasıl yürüyeceklerini ve nasıl konuşmaları gerektiğini televizyondan öğrendiklerini belirtmektedirler. Erkek çocuklar ise, nasıl giyineceklerini seyrettiklerini ve bu konuda bilgi elde ettiklerini söylemektedirler (Hızal, 1965).

Bazı çocuklar tv yüzünden daha içine kapalı hale gelmekte sokakta arkadaşlarıyla oynamak yerine tv.2 nun başına kalmayı veya bilgisayar oynamayı tercih ederler. Bu, çoğu zaman anne- babanın hoşuna gider. Dışarı gidip zararlı şeyler öğrenmektense, evde oturup tv seyretmesi daha iyi diye düşünürler. Tv zihinsel olarak pasif hale getiriyor. Tv tek taraflı bir iletişim şeklidir. Tv karşınızda konuşur ama siz ona cevap vermezsiniz. Çocuklar tv karşısında duygusal olarak bir şeyler hissederler ama bu hislerini yanında paylaşacak birilerini bulamazlar. Çünkü o sırada anne işiyle meşguldur, baba iştedir. Sevincini, korkusunu, üzüntüsünü paylaşamayan çocuk bu duygularını yerli yerinde kullanamaz. Duygularını yansıtacak bir yer bulamayınca kendi iç dünyasına çekilir.
Tv’nun çocuklar üzerindeki en olumsuz etkisi onları aktif katılım ve zihinsel deneyimi gerektiren becerilerden çok pasif aktivitelere ve ilgilere sürüklemesidir. Çünkü tv seyretmek belli bir beceriyi gerektirmiyor, karşısına oturması ve gözünün açık olması yeterli oluyor.

TELEVİZYON VE OYUN

Eğer televizyon olmasaydı, çocuğunuz şimdi televizyon izlemek için harcadığı zamanı nasıl değerlendirirdi?

Annelerin %90’ı bu soruyu hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde çocuklarının televizyon izlemeselerdi şu ya da bu şekilde oyun oynuyor olacağı cevabını veriyorlar. Çünkü oyun çocukluk çağının ana mesleğidir. Oyun çocuğun işidir. Oyunun ana maksadının her bir birey için derin bir anlamı vardır. Oyun oynayan çocuklar temelde yaşamdan ders alma motivasyonu kazanırlar. Oyunlar ve oyun oynamanın başlıca deneyimsel değeri budur. Zira yaşamdan zevk alma yeteneği olmaksızın, yetişkinliğin uzun yılları sıkıcı ve yorucu geçecektir. Çocukların binlerce saatlik zamanını alan televizyon onların oyun zamanı çalar.

Çocuk oyun yoluyla kendi istekleri dışında başkalarının duygu ve düşüncelerine saygı duymayı öğrenir. Oyun aynı zamanda çocukta ekip ruhunu da geliştirerek bencil duygulardan arınmasını sağlar. Çocuğun sosyalleşmesi, bireysel oyunlardan çok ekiple oynayan oyunlarla sağlanabilir. Gruba dahil olan çocuk, toplumsal kuralları, kendi haklarını savunmayı, başkalarının haklarına saygı duymayı, işbirliğini, yardımlaşmayı ve paylaşmayı öğrenir. Oyun, çocuğun gerçek hayatının bir yansımasıdır. Çocuk oyun oynarken gerçek duygularını ve kişiliğini ortaya koyar. Oyun oynayan çocuğu izlerken onun lider, pısırık, uyumsuz, yetenekli, hoşgörülü, kuralsız, yardım sever ve daha bir çok kişilik özellikleri tespit edilebilir.

Toplumuzda oyun, çocuklar için okul öncesi dönem için gereksinim duyulan bir etkinlik olarak algılanmaktadır. Bu son derece hatalı bir yaklaşımdır. Çocuğun okula başlamasıyla oyun gereksinimi son bulmaz. Aksine oyun, çocuk büyüdükçe farklı gereksinimlerine göre şekil alarak çocuğun gelişimine sürekli katkı sağlar. Çocuğu okula başlayan bazı anneler çocuklarının oyun oynama yaşının geçtiğini düşünerek çocukları oyundan uzaklaştırmaya çalışırlar. Okula başlamış olmayı, ona göre oyun oynamak gibi en önemli gereksinimini elinden alan bir faktör olarak gören çocuk, okula ve derslere karşı antipati duyacaktır. Oyunu ortadan kaldırmak yerine, öğrenmeye yardımcı olabilecek bir araca dönüştürmek her açıdan daha faydalı olacaktır. Oyuna doymamış bir çocuk, öğretime hazır değildir. Eğer çocuk oyundan men edilirse sadece ve sadece derse, öğrenime bağlanırsa kalbi ölür, zekası iptal olur (Gazali).

Okul öncesi çağdaki çocukların televizyon izleme hariç bütün uğraşları oyun kategorisine girer. Örneğin çocuk legoları bir araya getirerek kale inşa ettiğinde, kitaplıktaki tüm kitapları indirdiğinde, yerleri silen bir yetişkinin ardından aynı hareketleri taklit ettiğinde, telefonu alıp sözde görüşme yaptığında, tüm duvarları karaladığında veya oyuncak ayısı yatağın altına sakladığında oyun oynamaktadır. Günde 2-4 saat televizyon izleyen 2,3 ve 4 yaşındaki çocuklar, televizyon izlemeyenlere göre oyunla çok daha az zaman geçiriyor demektir.

Televizyon izleme yalnızca oyun zamanını azaltmaz. Ayrıca çocuk oyunlarının, özellikle de evde ya da okulda kapalı alanlarda oynanan oyunun içeriğini ve şeklini de etkiler.

DOĞAL ORTAMDA ÖĞRETMEN GÖZLEMİ

Çocukların bulunduğu sınıflar, çeşitli açılardan, çocukların oyunlarını gözlemlemenin doğal laboratuarlarıdır. Çocuklarla teker teker ilgilenen öğretmenler anne-babalarının şimdiye kadar görmediği davranış kalıplarını görebilir.
Anasınıfı öğretmeni:
Çocuklar eskisi gibi oyun oynamıyorlar. Özellikle sokaktaki oyunları kastetmiyorum. Sokaktaki oyunlar hala çok canlı. Hala ağaçlara tırmanıyor, hala bisiklet sürüyor ve arabalara biniyorlar. Değişen içerideki oyunlar. Eskiden olduğu kadar teatral oyunlar yok. Bu küçük yaşta, çocuklar daha çok oturup eğitim materyalleri ile oynuyorlar. Ne sözle ifade ne de oyun oynama tarzı açısından, çok fazla hayal etme yeteneğine sahip görünmüyorlar.
Bir sınıf öğretmeni:
Çocukların oyunlarında daha fazla pasiflik var. Bir şeylere ilgi duyuyorlar; ama eğer onunla oynamak için bir şeyler yapmaları gerekiyorsa ondan vazgeçiyorlar. Her şeye el atmak için çok istekli olan aktif, atılgan çocuklardan, eğlendirilmek veya eğitilmek isteyen tavırlara sahip, daha ihtiyatlı, pasif çocuklara doğru geçiliyor. Öne çıkıp kendi başlarına keşfetmek istemiyorlar.
Bir başka sınıf öğretmeni:
Çocuklar okulda eğlence bekler. Ve okul çalışmaları eğlendirici olduğunda, gayet başarılı olurlar. Yaklaşımları şöyledir: Bu iş eğlenceli mi yoksa sıkıcı mı? Eğer sıkıcı ise, kanalı değiştirivermek isterler. Oysa okuldayken durum biraz daha zorlaşıyor, çünkü her zaman kanalı değiştiremiyorsunuz.

Anasınıfı öğretmeni:
Eğitim konularını eğlenceli aktiviteler olarak göstermeye çalışıyorum. Halbuki geçmişte buna ihtiyaç olmazdı. Şimdi ise eğer ilk anda hoşlarına gitmezse, eğlenceli olup olmayacağını öğrenecek kadar ilgi göstermiyorlar. Bu yüzden eğitim konularını farklı bir şekilde sunmak zorundayım. Bazı çocuklar hemen kopup gidiyor, hem de çok çabuk.
Bir başka öğetmen:
Öğretim tarzımı geçen yıllar boyu büyük ölçüde değiştirmek zorunda kaldım. Geçmişte birçok aktivite önermede kendimi özgür hissederdim. O dönemde çocuklar da kendi aktivitelerini başlatabiliyorlardı. Şimdi ise çocukların her şeyi benim önermemi ve başlatmamı beklediklerini hissediyorum. Benim başlattığım aktiviteleri yapıyorlar ve eğer ben hiçbir şey önermezsem, önerene kadar sabırla bekliyorlar. Sanki çocuklar sahneden çekilmiş gibi. Şimdi çocukları katılmaya ben zorluyorum. Sınıftaki zenginleştirilmiş ortamın çocuğa ulaşmasını ve benim onun için oluşturduğumu kabul etmek yerine, ortamın davetini kabul etmesini sabırla bekliyorum. Çok sabırlı olmak zorundasınız. Çocuklar her zaman neşeyle bana uydukları için, tüm öneri ve aktiviteleri benim başlatmam güç.
Bu model okuldan okula ya da bölgeden bölgeye değişmiyor. Bu model televizyon deneyiminin iyi bilinen yönlerini yansıtıyor: Özünde pasiflik ve anında tatmin olma kapasitesi.
Psikiyatrinin gelişimi grubu: “Televizyonun doğal oyun için ayrılan zamanı tüketmesi nedeniyle, hayal kapasitesinin geliştirilmesine ket vurduğunu düşünüyoruz. Deneyimler, televizyon izlemeyi bırakan çocukların, aktif bir hayal dünyasını ortaya koyan oyunlar oynamaya başladığını göstermektedir. Yeniden TV izlemeye başladıklarında ise bu tür oyunlar azalmaktadır.
Yeni çağın çocukları artık TV’den öğrendikleri şeyleri taklit ederek oyun oynuyorlar.

Oyun Yoksunluğu
Oyun, çocukların en önemli öğrenme araçlarından birisi ve çocuğun sosyal başarısı için gerekli davranışları geliştirme ve uygulama aracı olduğuna göre, oyuna ayıracak vaktin kalmamasının muhtemel sonuçları ne olabilir?
Psikolog Harry Harlow, oyun davranışları çocukların oyunlarıyla benzerlik gösteren maymunların davranışlarını değerlendirmek üzere klasik bir deney yaptı. Bu ve benzeri oyun yoksunluğu olan araştırmalardan elde edilen bulgular, oyun yoksunluğunun olası etkileri hakkında ipuçları verirler.
Harlow, doğumundan sonraki aylarda normal oyun imkanı sunulan maymunların belli davranış kalıpları izlediğini gözlemledi. Yaşamının ilk ayları boyunca titizlikle ve sadece annelerine sarılıyorlardı. İlk oyun deneyimleri, annelerinin sırtının rahat güvenliğinden uzaklaşmaya yönelik çeşitli aktiviteleri içeriyordu. İkinci veya üçüncü ayda, diğer maymun yavrularıyla oynamak için annelerinden uzaklaşıp geri dönmeye başlıyorlardı. Anneleri daha bağımsız olmaları için onlara yardım ediyor, onları kendilerine yapışmayı bırakmaya teşvik ediyor, hatta iterek kendilerinden uzaklaştırıyorlardı. Dört aylık olunca, küçük maymunlar uyanık kaldıkları vakitlerinin büyük bir kısmını diğer maymunlarda güreş ve bir tür “trencilik” oyunu dahil çeşitli alt alta üst üste boğuşma oyunlarıyla geçirmeye başlıyorlardı.
Sonra Harlow, diğer her açıdan normal olarak yetiştirilen, yalnızca bir açıdan farklı olan bir maymun grubunu gözlemledi: Diğer maymunlarla oynama imkanları tamamen ellerinden alınmış bir grup. Sekiz ay oyun yoksunluğundan sonra, bu maymunlar kendi yaşlarındaki normal yetiştirilmiş maymunlarla bir araya getirildi. Harlow, bu gurubun üyelerinin hepsinde tek davranış saptamasının gelişmiş olduğunu fark etti: Oyundan yoksun bırakılan maymunlar sosyal davranışlarında, yeterli oyun imkanıyla yetiştirilen maymunlardan çok daha saldırgan oluyorlardı. Oyundan yoksun yetiştirilmiş maymunlar, normal maymunların oyununu karakterize eden sert hamlelerin birçoğundan uzak durdular. Öbür yandan uygun olmayan zamanlarda diğer maymunlara saldırarak onları ısırdılar.
Tüm normal maymunlar, erken yaştan itibaren saldırganca davranışlar sergilediler. Ancak erken yaşta oyun oynama imkanına sahip olan maymunlar, günlük oyunları esnasında bu saldırganlık güdülerini yumuşatmayı öğrenmişlerdi. Normal yetişmiş grup içinde, bir maymunun diğerine şiddet uyguladığı nadiren görülüyordu. Buna karşın oyundan yoksun maymunlar, saldırganlık güdülerinin kontrolsüz olarak ortaya çıkmasına izin veriyorlardı. Bu da ötekiler için talihsiz sonuçlara neden olduğu gibi, en çok da kendilerine zarar veriyorlardı. Çünkü saldırdıkları maymunlar onlardan daha güçlüydü.
Televizyon kitlesel medya aracı haline geldiğinden bu yana, televizyonda şiddet ve çocuk saldırganlığı arasındaki ilişki çok fazla ilgi çekti. Peki, çocuk programlarının şiddet içeriği değil de çocukların oyun süresinde önemli azalmalar olması, çocuğun saldırganca davranışlarındaki artışın nedeni olmuş olamaz mıydı? Zira bu davranışlar oyun deneyimleri yoluyla yumuşatılabilir ve sosyalleştirilebilirdi. Harry Harlow, deneyine ilişkin bir tartışma esnasında “oynamalarına izin verilmeyen maymunlara ne kadar yazık!” demişti. Peki çocukluklarını oyun oynamak yerine TV izlemek ile geçiren çocuklara ne diyeceğiz?

Tv’ nin çocuktaki zararları:
* Dikkat toplamayı zorlaştırır( yapılan araştırmalar çocukların hızla değişen görüntülerin yer aldığı tv programlarını izledikten sonra okuma-yazma ve yap-boz çözme gibi uzun süre dikkat gerektiren görevlere kendilerini veremedikleri gözlemlenmiştir).
* Çocukların diğer faaliyetlere katılımını engeller.( çocuklar tv ekranına “yapışabilir”ve dolayısıyla reklamlar da dahil olarak kesintisiz bir şekilde tv izleyebilirler. Çocuklar ne kadar fazla tv izlerlerse, gelişim ve sağlıkları açısından büyük önem taşıyan oyun, sosyalleşme ve egzersize ayırdıkları zaman da o kadar azalır.)
* Aktif öğrenmeyi engeller.( çocukların pratik yapmaları yani konuşmayı, yazmayı ve düşünmeyi “aktif olarak” öğrenmeleri gerekir. Tv çocukların ilgisini toplasa da zihinlerini aktif öğrenme ile meşgul etmez. Oysa okuma ve oyun gibi değer faaliyetler aktif öğrenmeyi sağlar.)
* Küçük çocuklar gördüklerinin gerçek olmadığını anlayamazlar.(altı yaşından kçük çocuklar tv’ da gerçek ile hayali olan arasındaki ayrımı anlamakta güçlük çekerler. İzledikleri programlarda kurguları ve bütünlüğü takip etmez, heyecan verici kısa parçacıklara odaklanırlar. Bu yaşlardaki çocuklar neden ve sonuç ilişkisini de tam olarak anlayamazlar. Çizgi film karakterlerini gerçek olarak görürler ve reklamların cazibesine açıktırlar.)
* Kahramanlara benzemek isterler (6- 9 yaşındaki çocuklar da özellikle gerçek yaşama benzeyen sahnelerde gerçek olan ile hayali olanı ayırmakta zorluk çekerler. Hayranlık besleme eğiliminde olurlar ve kahramanlara benzeme isteği duyarlar. Pokemon çizgi filmini izleyen bir çocuk 7. Kattan aşağıya atlamıştı, neden? Çünkü izlediği çizgi filmindeki kahramanlar çok yükseklerden atlasalar bile onlara bişey olmuyordu.)
* Dizilerdeki kız-erkek ilişkileri yanlış yönlendirici olabilir ( dizilerde gördükleri kız – erkek ilişkilerinden olumsuz olarak etkilenebilirler.)
* Korku ve kaygılara neden olabilir ( durum her bir çocuk için farklı olmakla birlikte, bazı görüntüler çocuklar için korku verici olabilir. Çocukların bazıları, kendileirni gerçekten güvende hissetmeleri halinde biraz korkmaktan hoşlanabilirler. Kendilerinin olduğunu bilmek “heyecan” duygusunu yaşama özgürlüğünü verir. Ancak çocuklar korkutucu programlara ne kadar maruz kalırlarsa, dünyanın korkutucu bir yer olduğunu o kadar fazla inanırlar. Bu da onların kaygılı olmalarına neden olur.)
Medyadaki şiddet içeren yayınların olumsuz etkileriyle ilgili gözlem ve araştırmalar uzun yıllardır süregelmektedir. Yapılan araştırmalar, medyada yayınlanan, özellikle de televizyonda yer alan şiddet olaylarının, toplum genelindeki saldırganlık oranları üzerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir artışı tetiklediğini ortaya koymaktadır.
Ülkemizde Arslan, Ünal, Güler ve Kardaş’ın (2006) yaptığı çalışmada, çocukların günde ortalama 3.49 saat televizyon izledikleri ve 17 yaşına gelene kadar bu çocukların 60.000 cinayet, ölüm ve ya yaralama sahnesi izledikleri bulunmuştur (Milliyet, 1997; akt. Tokdemir, Deveci, Açık, Yağmur, Gülbayrak ve Türkoğlu 2009).
Bazı televizyon programları çocukları olumlu düşünmeyi ve yardım etme davranışını öğretirken, bazıları ise çocukları korkmayı ve anti-sosyal davranmayı öğretmektedir. Ancak, yardım etme davranışı saatte 3 sahne olarak gösterilirken, şiddet davranışı saatte 6 sahne olarak gösterilmektedir (Murray ve Murray, 2008; Wilson, 2008). Amerika’da bir çocuk günde ortalama 3 saat televizyon izlemekte ve 4,380 tane yardım davranışı görmektedir. Diğer yandan, 15,330 tane şiddet içeren davranış görmektedir (Wilson, 2008).
Çok fazla şiddet programları izleyen çocuklar, öğretmenlerine karşı saygısız davranmakta, arkadaşlarıyla geçinememekte, problem çözme becerilerinde zayıflama yaşamakta ve kurallara uymakta güçlük çekmektedirler (Beckman, 1996).
Günümüzde televizyon, tüm kitle iletişim araçları içerisinde belki de en kolay erişilen ve en yaygın kullanılan araç olması nedeniyle, en etkili öğrenme kanalı olarak da dikkat çeker. Çocuklar ve ergenler gittikçe daha fazla vakitlerini televizyon ve bilgisayar karşısında geçirmeye başladılar. Başta televizyon programları, filmler, çizgi filmler, diziler ve bilgisayar oyunları olmak üzere, tüm kitle iletişim araçlarında yer alan şiddet, vahşet ve saldırganlık son yıllarda dikkat çekici ve düşündürücü bir hal almıştır. Buna paralel artan ve özellikle çocuklar ve gençler arasında yaygınlaşan, öldürme, yaralama, kavga, taciz, tecavüz ve tehdit gibi şiddet olayları; medyada yer alan şiddetin çocuklar ve ergenler üzerindeki etkisini araştırmanın gerekliliğinin altını çizmiştir. Doğrudan nedensel bir ilişkiden söz etmek zor olmakla birlikte, yapılan bilimsel araştırmalar; televizyon ve medyada izlenen şiddetin, gerek kısa gerekse uzun vadede, çocukların duygu, düşünce, değer, tutum ve davranışları üzerinde, tetikleyici, hızlandırıcı ve özendirici bir etki gösterdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Yapılan bir çalışmada 8 yaşında fazla şiddet programı izleyen kişiler sinirli bir yapıya sahip olmakta, 22 yaşında bu ciddi bir boyut kazanmakta ve 30 yaşında ise cinayet işlemektedirler (Pieper ve ark., 2008).
Kitle iletişim araçları yoluyla ve yoğun biçimde geniş kitlelere ulaşan ve şiddet unsuru içeren yayınların çocuklar üzerinde yarattığı potansiyel tehlike işaretlerini dönemsel olarak şu şekilde inceleyebiliriz:
Bebekler ve Okul Öncesi Dönemi:
• Çok sık ortaya çıkan ve nedeni belli olmayan saldırganlık
• Çocuğun aşırı aktif,kontrolsüz ve özellikle korkusuz olması
• Kurallara uyumsuzluğu ve yetişkinlerin uyarılarına duyarsız kalması
• Aile ile ilgili bağlılık davranışlarını gösterememesi
• Televizyonda sıklıkla şiddet içeren programlar araması, şiddet içeren oyunlara yönelmesi
Okul Dönemi:
• Dikkat ve konsantrasyon sorunları
• Okulda başarısız olması
• Sınıf aktivitelerinde kurallara uymayan davranışlar sergilemesi
• Diğer çocuklarla sık sık kavga etmesi
• Eleştiriye ve alaylara son derece kapalı olması, bu tip durumlarla karşılaştığı zaman öfke patlamaları yaşaması suçlamalar ya da intikam almayı amaçlama şeklinde davranışlar sergilemesi
• Çok az sayıda arkadaşı olması ve genellikle davranışları sebebiyle arkadaşları tarafından dışlanması
• Saldırgan davranışları olan ve kural dinlemez çocuklarla arkadaşlık kurmak istemesi
• İzlenilen şiddetin “Normalize” olması, olağan gerçekliğin gözden kaçması
• Kendinde ve kendi gibi düşünenlerin dışında kalanların duygu ve düşüncelerine duyarsız olması
• Kendini çok çabuk engellenmiş hissetmesi
• Hayvanlara yönelik saldırganca tutumlar izlemesi
Ergenlik dönemi:
• Sürekli olarak otoriteye karşı gelme durumu
• Kişiler arası problemlerin çözümünü fiziksel şiddet ya da şiddete dayalı tehditlerde araması
• Sıklıkla hayatın kendisine haksızlık ettiğinden yakınması
• Okul başarısızlığı ve mazeret göstermeksizin derse girmeme davranışının artması
• Herhangi geçerli bir nedeni olmadığı halde okula gitmeme
• Okulda disiplin suçları işlemesi ve disiplin cezası görmesi
• Çetelere, kavgalara katılması, hırsızlık ya da vandalizm gibi davranışlar sergilemesi
• Alkol, ilaç ya da uçucu madde kullanması
İnsanların şiddet içeren davranışları sergilemelerinin fizyolojik, psikolojik ve çevreye bağlı nedenleri olabilmektedir. Kalıtımsal faktörler, beynin fizyolojisiyle ilgili sorunlar saldırgan davranışlara yol açsa da çocukların saldırgan davranışlar göstermelerinde çevresel faktörlerin, aile ve okul ortamının, anne-baba tutumunun çok büyük etkisi vardır. Çocukta öz-denetim gelişmesini engelleyen aşırı baskıcı aile tutumu ve tutarsız disiplin anlayışı çocukların duygularını uygun şekilde ifade etmelerini, empati geliştirmelerini engeller, ihtiyaçlarını olumsuz yöntemlerle gidermelerine neden olur.
Yakın ve uzak çevreden model aldığı davranışlar kadar görsel iletişim araçlarından gördükleri örnekler de çocukların bu davranışları geliştirmelerine neden olabilmektedir. Televizyonda izledikleri gerçek üstü görüntüler çocukların gerçek hayatla ilgili algılarını bozabilmektedir. Televizyon ve bilgisayar oyunları hem şiddeti normalleştirerek çocukların saldırgan davranışlarını arttırmakta hem de yarattıkları gerçek dışı dünyayla çocukların kendileri ve çevreleri için tehlikeli olabilecek davranışları göstermelerine neden olmaktadır.

Televizyondaki şiddet çocukları nasıl etkiler?

Televizyonda gösterilen şiddet üç temel alanda sınıflanabilmektedir: Saldırgan davranışı öğrenme, duyarsızlaştırma ve korku duygusunu yaşama (Murray, 2001; Palmer ve Sullivan, 2008).
Çocuklar televizyondaki gördükleri şiddet sahnelerini çok gerçekçi algıladıkları için, gerçek hayatlarında da oyunculardan öğrendikleri duyguların aynısını yansıtmaktadırlar. Ek olarak, şiddet sahneleri eğlenceli bir yolla aktarıldığından dolayı durumun ciddiyeti çocuklar tarafından en aza indirilmiş olmakta ve çocukların duygusal anlamda bozukluklar yaşamalarına sebep olmaktadır. (American Academy of Child and Adolescent Pscyhiatry, 2002; Wilson, 2008). Geçmiş kuşaktaki çocuklar Hacivat ve Karagöz hikayelerine gülerken, günümüz seyircileri “dinamit lokumlarına” yani mizahi bir şekilde aktarılmış şiddet sahnelerine gülmektedirler.
Çocuk programları diğer programlara oranla daha fazla şiddet içermektedir. 13 yaşın altındaki çocuk programlarında şiddet %69 oranındayken, diğer yaş grupları için olan programlarda % 57’dir. Televizyon programında, eğer kahraman oyuncu şiddet uyguladığı için ödüllendirilirse çocuk bu davranışı model alacaktır; diğer yandan, eğer oyuncu cezalandırılırsa çocuk bu davranışın aynısını taklit etmeyecektir.
Televizyonda gösterilen şiddet, bazı koşullar altında kabul edilebilir olduğu mesajını zihinlere yerleştirerek kişileri duyarsızlaştırmaktadır. Sürekli şiddet görüntülerine maruz kalan kişide fizyolojik olarak üzüntü duygularını belirten sinyaller kaybolmaktadır ve kişi şiddet görüntüsü karşısında uyarılmamaktadır (Pieper ve ark., 2008). İngiltere’de BBC’nin şiddet içeren bir programı seçip ne kadar şiddet sahnesi olduğunu ölçen bir anketinde hem çocuklar hem de yetişkinler programda şiddet sahnesinin bulunmadığını belirtmişlerdir (Gunter, 2008). Duyarsızlaşma, televizyondaki oyuncuların model olarak kişilerin “vicdanının ve ilgisinin” azalmasına sebep olmakta ve şiddet eğilimi göstermesi açısından beyinde bir harita oluşmaktadır ve bu harita gözlenen her hangi bir şiddet olayında saldırganlığı tetiklemektedir. Bu durum sadece kişisel olarak şiddet eğilimi göstererek değil, aynı zamanda toplumda yaşanan olaylardaki kurbanlara karşı da duyarsızlaşmayı içermektedir. Kitty Genovese vakası bunun en iyi örneğidir (Cline, Croft, Courrier, 1973; Pieper ve ark., 2008). Diğer bir deyişle, aslında şiddet bir şekilde evimizdeki yatak odalarımızdadır; yanı başımızdadır (Çitak, 2009).
Uzun süre televizyonda şiddete maruz kalan kişiler hissettikleri korkudan dolayı “dünyanın anlamı sendromu” oluşmaktadır. Bu, kişilerin kendilerini tehlikede, güvensiz hissettikleri, olumsuzlukları göz ardı edemedikleri, net olmayan düşüncelere sahip oldukları ve ümitsiz oldukları bir durumdur çünkü bu kişiler kendi gerçek dünyalarını televizyon gözüyle görmeye başlamaktadırlar (Pieper ve ark., 2008; Tüzün, 2002). Bu sendrom duyarsızlaşmanın tam tersi olarak aşırı duyarlılık sendromudur (Pieper ve ark., 2008).

Çocukların televizyonda şiddet görüntülerine maruz kalmaları anne-babaların çoğunu endişelendirir. Çocuklar bu tür görüntülere yaş ve gelişim düzeyleri ve gördükleri materyalin türüne bağlı olarak farklı reaksiyonlar verirler.
Başka çocuklara ve hayvanlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet görüntüleri her yaştan çocuğu rahatsız eder.
Şiddetin yararlı olduğu mesajını çıkarabilirler
Sekiz yaşından küçük çocuklar izlerken gülseler ya da gerçek olmadığını söyleseler bile, çizgi filmlerden “şiddet işe yarar ve kazanır” mesajını çıkarabilirler. Daha büyük çocuklar da aksiyon film ve dizilerinde şiddet kullanan kahramanlardan aynı mesajı çıkarabilirler. Bu çocuklar gerçek olarak gördükleri ve kendilerinin ya da yakın çevrelerinin başına gelebileceğini düşündükleri haber ve canlandırmalardan dolayı da kaygı duyabilirler.

Televizyondaki şiddetin ne kadarının çocuklar için zararlı olacağı konusunda farklı görüşler bulunsa da, televizyondaki şiddete tekrar tekrar maruz kalmanın belirli sonuçlar yarattığı kanıtlanmıştır.
Yapılan araştırmalar, televizyonda yer alan şiddetin çocukları aşağıdaki şekilde etkilediğini ortaya koymuştur:
Çocuklar şiddete ve acıya duyarsız hale gelmektedir.
Şiddeti sorunların çözümü için bir yol olarak kabul etmeye başlamaktadır.
Televizyonda gördükleri şiddeti taklit etmektedir.
Televizyonda gördükleri kahraman veya kurban karakterleriyle özdeşleşmektedir.
Empati yapma becerileri azalmaktadır.
Oyun oynarken zarar verici davranışlarda bulunabilmekte, oyunun kurallarına uymakta zorlanabilmektedir.

Şiddet görüntülerine sürekli maruz kalmak nelere yol açar?
Çocukların sorunları çözümlemek için saldırgan yöntemlere başvurmaları olasılığını artırır

Dünyanın “acımasız ve korkutucu” bir yer olarak gösterilmesi çocuklarda kaygı düzeyini artırır

Çocukların gerçek yaşamdaki şiddete karşı duyarsızlaşmasına neden olur.

Televizyondaki şiddet en fazla günde 3 saatten fazla televizyon izleyen çocukları, küçük çocukları, erkek çocukları, ailesinde şiddete tanık olan çocukları ve güvensiz çocukları etkileyecektir.
Televizyonda neler çocukları korkutur?
Televizyonda korkutucu içeriklere maruz kalmak çocuklar üzerinde çok güçlü ve kalıcı etkiler yaratabilir.

Bu etkiler yoğun bir korku ve ağlama gibi kısa vadeli ya da uyku bozuklukları, yalnız kalamama, yaralanma ya da öldürülme korkusu veya uyku öncesinde olağan dışı şeyler yapma gereği duyma gibi uzun vadeli etkiler olabilir.

Bazen köpek, kedi, örümcek fobisi gibi çocuğun yaşamını etkileyen uzun vadeli korkular gelişebilir.

7-8 yaşından küçük çocuklar nelerden korkar?
Kötü hayvanlar, canavarlar, tuhaf, değiştirilmiş ya da deforme edilmiş karakterler
Normal bir karakterin anormal veya tuhaf bir karaktere dönüşmesi
Anne-babanın ölümünü içeren öyküler
Doğal afetleri canlı bir şekilde gösteren öyküler

8 -12 yaşlarındaki çocuklar nelerden korkar?
Özellikle çocuğun başına gelmesi gerçekten mümkün olabilen daha gerçekçi tehdit ve tehlikeler
Şiddet veya şiddet tehdidi
Çocukların yaralandığı, zarar gördüğü öyküler
13 yaş ve üzeri çocuklar nelerden korkar?
Gerçekçi fiziksel zarar ya da yoğun zarar tehditleri
Cinsel taciz
Uzaylılar ya da esrarengiz varlıklardan kaynaklanan tehditler.
Özellikle 7-9 yaş arası çocuklarla yapılan görüşmelerde çocukların çoğunun ifadelerinin bir TV veya sinema senaryosundan çok da farklı olmadığı görülmüştür. İşte bu senaryolardan bazıları:
• Yatağımın altından bir iskelet çıkacak ve benim boynuma sarılacak…
• Karanlık odadan bir hayalet fırlayacak…
• Odam birden kanla dolacak…
• Bir şimşek çıkacak bir fırtına alıp beni götürecek…
• Göremediğim bir varlık beni kucaklayacak…
Anne-Babalar Çocukların Davranışlarını Ne Şekilde Destekleyebilir?
Çocukların şiddet içeren davranışlar göstermesi sosyal becerilerinin gelişimiyle orantılıdır. Sosyal becerileri gelişmiş çocuklar sorunlarını çözme konusunda uygun, beklenen davranışları gösterirler. Sosyal becerilerde desteğe ihtiyacı olan çocuklar ise, çatışma durumlarında duygularını uygun şekilde ifade etmekte zorlandıkları, kendilerini yetersiz ve güvensiz hissettikleri için şiddete başvurabilirler. Başkalarının bakış açısını anlamakta ve davranışlarının sonuçlarını önceden kestirmekte zorlanmak da çocukların tehlikeli ve şiddet içeren davranışlar göstermelerine neden olabilir.
Çocuklarımızın şiddet içeren davranışlarını engellemek için kısıtlama ve cezalar getirmekten kaçınmak, bunun yerine özdenetimlerini ve sosyal becerilerini geliştirecek bir yaklaşıma sahip olmak önemlidir.
Aile içinde katılımcı, demokratik bir disiplin anlayışına sahip olmak, çocukların ihtiyaçlarına ve düşüncelerine önem vermek; onların kendilerine güvenen, kendini doğru ifade eden bireyler olmalarına yardımcı olacaktır. Aile içi disiplin anlayışını oluştururken kuralların ve sınırların çocukların gelişim özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre belirlenmesi ve onların anlayabileceği şekilde iletilmesi önemlidir.
Aile içinde çatışmaların uygun yollarla çözülmesi, anne-babanın da çatışma çözme yöntemleriyle çocuklara model olması çocukların çatışmalarını uygun şekilde çözmeyi öğrenmelerini sağlayacaktır. Çocukları şiddet içeren davranışlardan uzak tutmaya çalışırken kendi hayatlarında olabilecek olumsuz örneklerde anne-babanın da hatalarını kabullenmesi önemlidir. “Kızgınlıkla söylediğim kelime hiç doğru değildi, kızdığımız zaman duygularımızı bu şekilde ifade etmemeliyiz, konuşarak uygun bir çözüm yolu bulmam gerekirdi.” gibi.
Aile içinde duyguların ifade edilmesi, doğru ve etkin bir iletişim ortamı olması çocukların empati becerilerini geliştirecektir. Kızgınlık ve öfkenin doğal olduğu, bu duyguları uygun şekilde ifade etmekte bir sorun olmadığı vurgulanmalıdır. Çocuk bu duyguları yaşadığında da duygusunu doğru ifade etmekte desteklenmelidir. “Kardeşin oyuncağını aldığı için çok kızgınsın.” gibi.
Çocukların özellikle küçük yaşlarda saldırgan davranışlar göstererek istediklerini elde edebileceklerini öğrenmeleri bu davranışı sürdürmelerine neden olur. Anne-babanın çcouklarıyla istekleri ve ihtiyaçları konusunda konuşarak, onları anladıklarını hissettirerek saldırgan davranışlara izin vermeyeceklerini açıklamaları gerekir.
Sorun çözme yöntemlerini beraberce gözden geçirmek, arkadaşlarıyla problem yaşadığında bu sorunu çözmeye çalışmak yerine uygun çözüm yollarını kendisinin bulmasını sağlamak çocukların sosyal beceri gelişimi için önemlidir. Anne-babanın şiddet önermeseler bile “Sen de ona karşı koysaydın. Kendini koruman lazım” gibi tepkileri çocukların kendilerini yetersiz hissetmelerine ve uygun olmayan yollar denemelerine neden olabilmektedir.
Televizyonun Çocukların Davranışları Üzerinde Etkisini Azaltmak İçin...
Çocukların televizyondan etkilenmeleri; yaşlarına ve bireysel özelliklerine göre değişiklik göstermektedir. Muhakeme becerisi gelişmiş, neden sonuç ilişkisi kurabilen, empati duyabilen bir çocuk televizyondaki şiddet içeren görüntülerden çok fazla etkilenmeyebilir. Ancak özellikle okulöncesi çağda televizyon, çocuğu bir fantezi dünyasına çekerek gerçeklerden uzaklaştırmaktadır. Çizgi filmler çocukların fantastik dünyalarını zenginleştirse ve heyecan yaratsa da çocuk, kahraman olarak sunulan karakterle kendini özdeşleştirmek isteyebilir.

Çocukların televizyondan olumsuz etkilenmelerini azaltmak için izledikleri konusunda bilinç geliştirmelerine yardımcı olacak bir yaklaşım benimsek önemlidir.
Çocukların günlük programları yapılırken televizyon izledikleri saatler sınırlandırılmalı, izledikleri programlar takip edilmelidir. Anne-babalar da televizyon izleme alışkanlıklarıyla çocuklarına örnek olmalıdır.
Evde beraber geçirilen zamanları oyun oynayarak, spor yaparak, sohbet ederek, kitap okuyarak değerlendirmek, ailece geçirilen zamanın kalitesini arttırır ve çocukların televizyon izleme alışkanlığını azaltır.
Çocukların izledikleri programlardan ne şekilde etkilendiği gözlemlenmeli, izlediklerini konuşmaları, ifade etmeleri için fırsat verilmelidir. Çocukların izledikleri programları anne-babalarıyla beraber yorumlamaları, değerlendirmeleri gerçek dünyayla bağlantı kurmalarına yardımcı olur.
İzlenen programda şiddet varsa; aile, karakterin o şekilde davranmasına neden olan olayı tartışılmalı, beklenen uygun davranışın ne olabileceği hakkında alternatifler üretmesi için çocuk yönlendirilmelidir. Özellikle küçük çocuklarda televizyondaki şiddetin gerçek olmadığı, gerçek hayatta o davranışın can acıtacağı, tehlikeli olduğu vurgulanmalıdır.
Uygun Olarak İzletilmeyen Televizyonun Çocuk Üzerindeki Olumsuz Etkileri
• Televizyon çocuğu şiddete yöneltebilir. Çocuk şiddeti günlük yaşamın bir parçası olarak kabullenebilir. Problem çözmede şiddeti çözüm yolu olarak kullanabilir.
• Televizyondaki programların bir çoğunda konuşma dili sıkça yanlış, argo ve yabancı kelimelere özentili olarak kullanıldığı için, çocuğun dil gelişimi olumsuz etkilenebilir.
• Çocuk televizyonu tek başına izlediğinde, televizyonun sunduğu her şeyi gerçekmiş gibi kabul edebilir. Televizyona soru soramadığı için bu durum çocuğun bir süre sonra düşünmesini, eleştirmesini engelleyebilir.
• Çocuğun aşırı televizyon izlemesi, kitap okuma, spor yapma, müzik dinleme, resim yapma, arkadaşlarıyla oyun oynama gibi olumlu faaliyetlerden, hatta yemek yemekten bile alıkoyabilir.
• Çocuğun televizyon karşısında uzun süre kalması, çevreyle ilgisini azaltabilir, konuşmasında gecikmeye neden olabilir.
• Çocuğun televizyon karşısında uzun süre kalması, yatma saatini geciktirip, çocuğun uyku problemi yaşamasına sebep olabilir.
• Çocuğun televizyon karşısında uzun süre kalması, hareketsizleşmesi sonucunda şişmanlamasına ve sürekli yorgunluk hissetmesine neden olabilir.
• Uzun süre yere yüzükoyun yatıp, dirseklerini yere dayayarak kıpırdamadan televizyon seyreden çocuk, eklem rahatsızlıklarına yakalanabilir.
• Tüketime ve para harcamaya özendiren reklamlar, çocuğun reklamda gördüğü yiyecekleri, oyuncakları istemesine neden olabilir. Bu istekler, aileye ekonomik açıdan zarar verebilir.
Çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişiminde önemli bir etkiye sahip olan televizyonun denetimli olarak seyrettirilmesinin olumlu, gelişi güzel seyrettirilmesinin ise olumsuz etkileri vardır. Özellikle anne-baba televizyon seyretme konusunda çocuğa iyi bir model olmalıdır. Anne-baba sürekli televizyon izleme yerine, çocukla ilgilenir, ona sevgisini gösterirse, çocukla aralarındaki bağın güçlenmesini sağlayacaktır.

Çocuğa Olumlu Televizyon İzleme Alışkanlığı Kazandırmak İçin Yapılabilecekler:
• Çocuğun televizyon karşısında geçirdiği süre günde en fazla 1-2 saati aşmamalıdır. Çocuk üç yaşından
küçükse izleme süresi 20 dakikayı geçmemesi daha uygundur.
• Anne-baba çocuğun televizyon izlemesi konusunda bir plan yapmalıdır. Bu planda çocukla bir günde kaç
saat, bir haftada kaç gün, hangi programları izleyeceği konularında birlikte karar almalıdır.
• Televizyon planlanan programa uygun olarak açılmalı, program bittiğinde kapatılarak, çocukla program
hakkında konuşulmalıdır. Bu yaklaşım çocuğun izlediklerinden daha çok faydalanmasına yardımcı
olacaktır.
• Anne-baba televizyonu çocukla birlikte seyretmelidir. Çocuğu bilinçli bir televizyon izleyicisi yapmak için,
programın içeriği ile ilgili bazı temel bilgileri verip, çocuğun sorduğu sorulara cevap vermelidir.
• Çocuğa izlediğinin yalnızca bir film, hikaye olduğu anlatılmalıdır. Örneğin: Süpermen'in gerçekte
uçmadığı, rol gereği uçtuğu söylenmelidir.
• Anne-baba çocuğun televizyon seyredip, seyretmemesine programın ya da çizgi filmin çocuğa uygun
olup, olmadığına kendileri karar vermelidir. Çocuk için uygun olmayan programı neden izlememesi
gerektiği çocuğa açıklanmalıdır.
• Sürekli kanal değiştirmek küçük yaştaki çocuğun konsantrasyonunu bozduğu için anne-baba, çocuğun
sürekli kanal değiştirmemesine dikkat etmeli, kendileri de bu davranışı yapmaktan kaçınmalıdır.
• Televizyon ortak seyredilebilecek bir odaya konulmalıdır. Evdeki diğer odalara televizyon (özellikle yatak
odasına) konulmamasına dikkat edilmelidir. Televizyon konulan odadaki eşyalar televizyonu merkez
yapmayacak şekilde düzenlenmelidir.
• Çocuğa televizyon seyrettirilmesi veya seyrettirilmemesi ödül ya da ceza olarak kullanılmamalıdır.
• Anne ev işeriyle uğraşırken çocuğu televizyondan başka uğraşlarla ilgilenmesi için yönlendirmelidir.
• Anne-baba çocuğun televizyon seyretmesi yerine, arkadaşlarıyla bir araya gelmesi, oyun oynaması,
resim yapması, spor yapması, kitap okuması, şarkı söylemesi gibi ev içi ve ev dışı aktiviteleri
desteklemelidir. Çocuk bu aktivitelere yönlendiğinde övülmeli, taktir edilmelidir.
• Anne-baba televizyonu, çocuğun uslu durması, ağlamaması için kullanmamalıdır.
• Anne-baba çocuğun reklamlarda görüp, istediği ancak ona uygun olmayan maddelerin neden
alınamayacağını çocuğa anlatmalıdır.
• Anne-baba çocuğa ne şekilde televizyon seyretmesi gerektiği konusunda açıklama yapmalı, sürekli yüz
üstü ya da çok yakından izlemesinin sağlığa zararlı olacağını anlatmalıdır.
• Anne-baba televizyon seyretme konusunda fikir birliğiyle hareket ederek, tutarlı olmalıdır.
• Anne-baba televizyon seyretmek yerine kitap okuyarak, müzik dinleyerek, spor yaparak bir hobi ile
ilgilenerek, çocuğa bu konuda iyi bir örnek olmalıdır

Anne-babalara öneriler
• Televizyonu, evin ya da salonunuzun merkezine, odak noktasına koymayın.
• Televizyonu, çocuk bakıcısı ya da uyku ilacı olarak kullanmayın !
• Yemekler sırasında televizyon kesinlikle kapalı olsun !
• Çocuğunuzun ne seyrettiğinden haberdar olun.
• Çocuğun yaşı ne kadar küçükse, televizyondaki materyalden etkilenme oranı ve şiddeti o kadar fazla olur. Maruz kaldığı sahneler, iştahını ve uykularını etkileyebileceği gibi, bilindiği üzere değer, tutum ve davranışlarını da şekillendirmede büyük rol oynar.
• Çocuğunuzun odasında televizyon olmasın !
• Çocuğunuzun televizyon seyretmesi konusunda limitleriniz net olsun. Ne zamanlar, na kadar süre, ne tür programlar seyredebileceği konusunda sınır ve limitler olsun. Anne baba olaraka bu konuda kararlı ve tutarlı bir işbirliği sergilemeye özen gösterin.
• Çocuğunuzun seyrettiği şeyleri onunla konuşun, tartışın; hangi gözlükle bakması gerektiği, neleri süzüp neleri alması gerektiği konusunda ona eşlik ve rehberlik edin, onu bilinçlendirin.
• Ailece seçerek seyredebileceğiniz televizyon programları da olsun ve bunu keyifli bir eğlence zaman dilimi olarak geçirin.
• Anne baba olarak çocuklarınıza örnek olun. Siz bütün bir gün ve gece televizyon seyrederken, çocuklarınızı bu konuda bilinçlendirmeye çalışmak nafile bir çaba olacaktır. Zira çocuklar, söylediklerinizi değil, yaptıklarınızı yaparlar.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Şiddet,televizyon,internet" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Ayşegül COŞKUN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Ayşegül COŞKUN'un izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Ayşegül COŞKUN'un Makaleleri
► Şiddet Nedir? Aile İçi Şiddet Psk.Dilara KAZANCI
► Çocuğum ve Televizyon Psk.Begüm AKMANİŞ
► Çocuk ve Televizyon Psk.Burçak DEMİRKAN
► Televizyon ve Çocuk Psk.Beril PAPUÇÇUER CEYLAN
► Çocuk ve Televizyon Gözde ERDOĞAN
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Şiddet,televizyon,internet' başlığıyla benzeşen toplam 21 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Kaygı Bozukluğu Nisan 2016
► Sınav Başarısı Nisan 2016
► Anaokuluna Başlarken Aralık 2015
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


23:35
Top