2007'den Bugüne 92,313 Tavsiye, 28,222 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Bir Yakınımızı Kaybettikten Sonra Yaşadığımız Yas Süreci
MAKALE #3572 © Yazan Dr.Ali Algın KÖŞKDERE | Yayın Eylül 2009 | 38,335 Okuyucu
ÖLÜM VE YASIN İNSAN PSİKOLOJİSİNDEKİ YERİ

İnsanoğlu doğarken annesine bağımlı olarak doğar ve doğası gereği yaşamda kalabilmek için ilişkilere gereksinim duyar. Yaşamda kalabilmek, güven hissetmek ve mutlu olabilmek için sürekli bir bakım verene gereksinim duyan bebek, böyle bir ilişki kurabilir ve fiziksel ve ruhsal açıdan almak istediklerini yeterince alabilirse doğal bir gelişim içinde büyür. Bu büyüme ve gelişme sırasında, ilişkilerindeki sürekliliği, beraberindeki güven ve doyum duygularıyla birlikte içselleştirebilmesi gerekir. Ancak bu yolla sağlıklı bir ruhsal yapılanma kazanılır. Bebeğin annesine bağımlılığı, yaşamda kalabilmek için bir bakım verene duyduğu gereksinim yüzünden bu kişiler onun için çok önemlidir. Bu nedenle ayrılık, yaşamın ilk anından itibaren tehlikelidir ve bebek yaşamda kalımını ve annesiyle kurduğu bağları tehdit eden bir çevre içinde yaşadığını algılar. Başlarda anneden gelen sevgi daha güçlüdür ve zamanla, bebek büyüdükçe kendisi de annesine karşı güçlü bir sevgi ve bağlılık hissetmeye başlar. Bu karşılıklı sevgi ilişki içinde bebek yaşamda kalır, büyür, olgunlaşır. Bebek bu ilişki içinde kendisini güvende hisseder ve bunu sürdürmek için çaba harcar. Diğer yandan da çevreyi merak etmeye ve dış dünyayla ilgilenmeye başlar. Ama dışarısıyla ilgilenirken annesiyle arasındaki bağı bırakmaz. Bu bağı güvenini sürdürmekte kullanır. Örneğin emekleyerek annesinden ayrılırken zaman zaman arkasına bakıp annesinin orada olup olmadığını kontrol eder. Annesi yakınlardaysa, onu görebiliyorsa daha rahatlıkla ve güven içinde dışarıya açılmaya devam eder. Annesine her bakışında, onun sesini her duyuşunda iç dünyasındaki anne adası, anne tasarımı canlanır. Biraz daha büyüyünce, mutlaka annesini görmesi gerekmez ama odasında oynarken annesinin hangi odada olduğunu bilmek ister. Artık yavaş yavaş, içindeki anne tasarımını canlı tutabilmek için onu doğrudan görmeye gerek duymamaya başlar. Daha da büyüyünce anne babasını evde bırakarak okula ya da akrabalarının yanına kalmaya gidebilir. Büyüdükçe uzakta kalabilme süreleri uzar. Yani yaşamın ilk yılları, çocuğun fiziksel ve ruhsal olarak anne-babasından ayrılma ve uzaklaşma alıştırmaları yaparak geçer. Bu o kadar önemli bir süreçtir ki çocuğun iç dünyasını önemli düzeyde biçimlendirir, renklendirir ve derinlik katar. Çocuk, fiziksel olarak uzakta kalabilmenin, bunu ruhsal bir yara almadan yapabilmenin, bağımlılığını yaşanabilir ve katlanılabilir bir düzeyde tutabilmenin çözümünü; sosyal ilişkiler oluşturmada, semboller, tasarımlar ve bir fantezi dünyası yaratmada bulur. Bu aynı zamanda bir yastır da. Çocuk annesinden ayrıldığını algılar. Eğer buna katlanabilirse ve annesinden gerekli desteği ve şefkati görebilirse, anne dış dünyasında yok olurken, iç dünyasında annesinin bir tasarımını yaratır. Birçok farklı yönü ve öğesi olan bu sürecin ana omurgası 6-7 yaşına kadar oluşturulur. Daha sonraki yaşamda çeşitli rötuşlar yapılsa da ana omurga çok az değişir.

Ama bu tam bir yas değildir çünkü anne-baba dış dünyadaki varlığını sürdürür. Çocuk, onlar yaşadıkça iç dünyasındaki anne-baba tasarımına katkılar yapmaya devam eder. Bu yas, onlar öldüğünde, dış dünyadaki varlıkları sona erdiğinde hem iç hem dış gerçeklikte yaşanarak devam eder. Kişi artık anne-babasını yalnızca iç dünyasında yaşatabilir, artık dışarıda yok olmuşlardır. Şimdi iç dünyalarında da onlarla vedalaşmanın, onlardan ayrılmanın zamanı gelmiştir. Öyle bir veda ki, bireyi daha da özgürleştiren ve olgunlaştıran, yasın tutulduğu bir veda. Birey bunun farklı biçimlerini yaşamındaki tüm önemli kişilerle, yerlerle ve cisimlerle yaşar.

Yas; kişi için önemli olan, sevilen, değer verilen birinin kaybına verilen tepkidir ama tüm geçmiş kayıpları da canlandırır. Önceki önemli yaslar da anımsanır. Başka bir değişle büyürken tuttuğumuz ve tutamadığımız yaslar, o anki yasımızın niteliğini belirler. Tutulmamış yaslar bir yük olarak gelir ve şimdiki yası zorlaştırır. Ama kişi önceki kayıplarının yasını tutabilmişse yeni kaybının yasını daha kolay tutacaktır, tutabilecektir. Bir kayıpla karşılaşan çocuk nasıl yas tutacağını ailesinden öğrenir. Çocuğun ebeveynlerinden birisi bir kayıp yaşadığında ve bunun yasını tuttuğunda çocuk da onların nasıl yas tuttuğunu görür. Bu sırada anne-babanın çocuğa yaklaşımları önemlidir. Örneğin çocuklarının ev hayvanı öldüğünde birlikte onunla birlikte hayvanı gömen, bir cenaze töreni düzenleyen, çocuğunu dinleyen, ağlamasına ve üzülmesine izin veren, çocuklarının kaybettiği oyun arkadaşını anımsayabileceği bir fotoğraf albümü ya da bir anı köşesi hazırlamasına yardım eden bir anne-baba hem çocuklarının yas tutmasını sağlayacak hem de yastaki acıya ve yoğun duygulara katlanmayı ve yas tutmayı öğretmiş olacaktır. Çocuk, böyle deneyimler tekrar tekrar yaşayarak sevilen kişilerden, yerlerden, durumlardan ayrılmayı öğrenir.

Yasın çözümlenmesinin, yasın tutulmasının önemli olmasının nedenlerinden birisi de, iç dünyamızda karşılaştığımız sorunlarla ilgili olarak zihnimizin çalışma biçimiyle bağlantılıdır. Eğer kişi için önemli bir konu, mesele ya da sorun varsa ve bu belli bir düzeyde işlenmemiş ise bilinçdışında varlığını ve etkinliğini sürdürmeye devam eder. Eğer çözümlenebilmiş, işlenebilmiş ya da yüceltilebilmiş ise bir deneyim olarak kaydedilir, bir model olarak kullanılır ve benzer sorunlarla ve konularla karşılaşıldığında bu deneyimden elde edilmiş olan deneyimler buralarda kullanılır. Bununla beraber yas gibi konular çözümlenmiş ve işlenmiş olsalar da, bir başka kayıpla ve yasla karşılaşılırsa alevlenirler. Ama tutulmuş yaslar bir anımsama, beraberinde hafif bir üzüntü ile yeniden yaşanırken, tutulmamış yaslar sanki daha yeni olmuş gibi etkilerini hissettirirler, eskimemişlerdir. Kişinin önceki yaşamında tutulmamış yasları varsa her yaşanan yeni kayıp yükünü arttıracak, yasını tutmayı ve yaşamını zorlaştıracaktır.

Yaşamın nasıl bir akışı, gidişi var ise yas sürecinin de bir akışı, bir seyri vardır. Nasıl yaşayışımızı, var olmamızı zorlaştıran, engelleyen durumlarla karşılaştığımızda mücadele edip bunları ortadan kaldırmaya ya da bunlara uyum sağlamaya çalışıyor isek, yas süreci de böyle olmalıdır. Sevilen bir kişinin kaybından sonra yas tutulurken, dış dünyadan ya da kişinin iç dünyasından gelebilecek engellemelere ve zorlamalara karşı kişinin kendisi ve yakınları dikkatli olmalıdır. Bir zorlanma, bir ilerlememe, bir sıkıntı hissedilirse kişi ya da yakınları bunun nedenlerini araştırmalı, çözüm aramalıdır. Yalnızca bunun üzerinde durulması bile yas sürecinin korunmasında, ilerlemesinde ve sonlanmasında yeterlidir. Yas için psikolojik destek ya da psikiyatrik yardım alındığında da temel olarak buna dikkat edilir. Yasın tutulabileceği koşulların sağlanması, yaşananların dile getirilebileceği bir ortam hazırlanması ile birlikte yas ile ilgili zorlukların büyük bir kısmı aşılacaktır.

İnsanın ölüme verdiği tepkileri, yası ve bunların melankoli ile bağlantısını inceleyen Freud, bu konuya odaklanan ilk kişilerdendir. Yas ile ilgili araştırmalar, yas sürecindeki kişilerde gözlenen psikiyatrik belirtilerin tedavisinin ele alınması ile başlamıştır. Daha sonra 1937’de Deutsch “bir yakınının kaybından sonra kişide yas belirtilerinin olmaması” durumunu ele almıştır. 1944 Lindemann, Coconut Grove faciasında ölen kişilerin yakınlarının kayba verdikleri tepkileri araştırmış ve 101 kişi üzerinde yaptığı bu çalışmanın ardından ortak tepkileri sınıflamıştır. Daha sonda Pollock (1961) yas, yasın insan üzerindeki etkileri ve insanların yakınlarını kaybettikten sonra yaşama nasıl uyum sağladıkları konusunda çalışmıştır. Anne ve çocuk arasındaki bağı, ayrılmayı ve kaybı araştıran Bowlby, bu araştırmalarında kişinin yaşamındaki önemli kişilerin ölümüne verdiği tepkiyi bu kişilerle kurulan bağlar ve bağlanma üzerinden araştırmıştır. Bağlanma kuramını esas alan Parkes da kayıp, ölümün ardından gelen ilk yıl, çeşitli kültürlerde kayba verilen tepkiler ve yas sürecindeki danışmanlık üzerinde yayınlar yapmıştır. 1973’de yayınlanan, Türkçe’ye de çevrilen “Ölüm ve Ölmek Üzerine” adlı kitabıyla Kübler-Ross yas sürecinin anlaşılması ve kolaylaştırılması üzerine çok değerli bir yapıt bıraktı. Kübler-Ross ölümüne yakın bir zamanda, bir veda gibi, yas üzerindeki düşüncelerini Kessler’a anlattı ve Kübler-Ross’un ölümünden kısa bir süre sonra Kessler, “Yas ve Yas Üzerine” adlı bir kitap yayınladı. 1981 yılında yayınladığı “Bağlantı Nesneleri ve Bağlantı Kurma Olgusu” adlı kitabında, karmaşıklaşmış yas tepkileri veren 150 hasta üzerinde yaptığı araştırmanın sonuçlarını yorumlayan Volkan, bu hastaların karmaşıklaşmış yas süreçlerinin özellikleri ve yaslarının nasıl çözümlenebileceği üzerinde durmuştur. Bu hastaların ölen yakınları ile bağlarını sürdüren bağlantı nesnelerinin olduğunu ve bu nesneler ile çalışılarak yas sürecinin ilerletilebileceği ve bir yeniden yas tutma sürecine girerek bu kişilerin iyileşebileceğini vurgulamıştır. Yalom, varoluşçu psikiyatri başlığında ele aldığı ölüm ve yaşam kavramlarını, özellikle kişinin psikolojisindeki etkileri bağlamında araştırmış ve “Varoluşçu Psikiyatri”, “Annem ve Hayatın Anlamı”, “Ölümle Yüzleşmek” gibi birçok kitabı dilimize de çevrilmiştir.

NE ZAMAN PSİKİYATRİSTE YA DA KLİNİK PSİKOLOĞA BAŞVURMAK GEREKİR?

Üç durumda yasa psikolojik ve psikiyatrik açıdan müdahale edilmesi gerekir. İlki ve en kolay olanı yasın yeni yaşandığı, ağır sorunların olmadığı, ama yas tutma sürecinde zorlanmaların olduğu düzeydir. Böyle bir durumda, kaybın hemen ardından, birkaç seanslık danışmanlık almakla kişi yas sürecine girebilir ve gidiş yolunu belirleyebilir. İkinci durum kaybın ardından yaşamı zorlaştıracak kadar ileri düzeyde fiziksel ve psikolojik belirtiler ortaya çıkmasıdır. Bu durumda kişi; depresyon, distimi, panik bozukluk, genelleşmiş kaygı bozukluğu, fobik bozuklular, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikiyatrik sorunlar yaşayabilir. Belirtiler, böyle bir psikiyatrik bozukluk tanısı aldıracak düzeydeyse ilaç tedavisi ve psikoterapi birlikte uygulanmalıdır. Üçüncü durumda yas sürecinin karmaşıklaştığı, komplike olduğu zamanlardır. Böyle zamanlarda da kişi bir profesyonelden yardım almazsa yastan çıkamaz, durumu gittikçe kötüleşir ve yaşanılan kaybın ardından ağır fiziksel, psikolojik, sosyal ve maddi kayıplar yaşanmaya devam eder.

Depresyon, kaybın ardından en sıklıkla ortaya çıkabilecek psikiyatrik bozukluktur. Depresyon genelde, yaşamdaki bir kayıptan sonra (beklentilerin kaybı, keyif veren bir yaşamın kaybı, ayrılıklar, hastalıklar, maddi kayıplar…) belirdiği için bir yakının ölümünün ardından da yaşananlar genellikle depresif niteliklidir. Depresyonda ortaya çıkan; isteksizlik, yaşamdan zevk alamama, sürekli bir üzüntülülük hali, yorgunluk, enerji azlığı, sosyal yaşama uyum sağlayamama, kaygı, karamsarlık, özgüvende azalma, suçluluk duygularında artma, kararsızlık, ölüm düşünceleri, cinsel isteksizlik, uykuda ve iştahta bozulmalar gibi belirtilerin bir çoğuna yas sürecinde de karşılaşılır.

Yoğun kaygılar ve panik ataklar yaşanması da bir yakının kaybının ardından görülebilen durumlardır. Kayıp sırasında ya da kayıptan sonra yaşanacak tehlikeler söz konusu ise ya da kişi tehlike algılıyorsa kaygı ve korku ortaya çıkacaktır. Ölümle ve ayrılıkla ilgili kaygıları olan kişilerin bir tanıdıkları öldüğünde bu kaygıları alevlenebilir, gün yüzüne çıkabilir. Örneğin bir yakını kalp krizinden ölen kişide; kalp krizi geçirme kaygısı, göğüs ağrısıyla birlikte yoğun huzursuzluk ortaya çıkabilir. Böyle kişiler her an başlarına kötü bir şey gelecek ya da ölecekler diye kaygılanırlar. Bazen de etrafındakilerle yoğun eşduyum yapan kişilerde böyle tablolar ortaya çıkar. Kendilerini ölen kişinin yerine koyarak benzer bir şey yaşayacaklarından korkmaya başlarlar. Bu tip kaygılar yaşanması, hüznün hissedilmesini ve yas tutulmasını engeller. Çünkü konu bir yakının kaybından uzaklaşmış, kişinin kendi başına gelebilecek olumsuz olaylara odaklanmış olur.

Bazen de insanlar kaybı çok ağır yaşarlar ve bu yoğunluğun içinde gerçeklikten uzaklaşırlar. Buradaki gerçeklikten uzaklaşma genel inanışlar, gelenek ve görenekler dahilinde ise, uzun sürmüyorsa ve açıklama yapıldığında kişi bu açıklamaları kabul edebiliyorsa hemen müdahale etmek gerekmez. Ama böyle gerçek dışı düşünceler ve konuşmalar, yoğun ve uzun süreli ise, açıklama yapıldığı halde kişi sanki bunları hiç duymuyormuş gibi konuşmaya devam ediyorsa, bu düşünceler göre yaşamını düzenliyor ve bu düşünceler yüzünden yaşamı ve ilişkileri bozuluyor ise mutlaka bir psikiyatriste başvurulmalıdır. Genellikle böyle durumlar sosyal destekle ve ilaç tedavisi ile kısa sürede toparlar ve kişi önceki işlevselliğine geri döner. Ama tıp dışındaki yöntemlerle tedavi yollarına gidilmemeli, zaman kaybetmeden bir psikiyatriste başvurulmalıdır.

Yasın karmaşıklaştığını, komplike olduğunu gösteren en önemli belirteç, kaybın ardından aylar hatta yıllar geçmesine rağmen kişinin kaybını ve kayıp sırasında yaşadıklarını, sanki kayıp daha dün olmuş gibi canlı anlatmasıdır. Bazen de bunun tam tersine kişi yaşadıklarını anlatırken çok zor şeyler yaşamış olduğu anlaşılır ama bunları hiçbir duygusal katılım olmadan anlatır. Ya da kayıp yaşamış olan kişinin çevresindekiler, yaşamını bilen akrabaları ve dostları bazı gariplikler hissederler, örneğin kişinin evinin her tarafında ölen karısının resimlerinin asılı olması ve evin bir müze ya da ibadethane havasında olması gibi.

YAS TUTMAYI KOLAYLAŞTIRAN ETKENLER

Yas tutma sürecinde de bazı araçlar kullanılır. Önemli iki araçtan birincisi gelenekler ve dini inançlar, ikincisi de kaybedilen kişiyi anımsatan eşyalar, olaylar ve kişilerdir. Gelenekler ve dini inançlar yas tutulmasını kolaylaştırırlar. Kişiye neler yapabileceği, neler olmuş olabileceği ile ilgili bir yol gösterirler. Böylelikle kaybın ilk şokunu yaşayan kişi bir yandan yaşamdan kopmamış ve gerçeklik içinde kalmış olur, diğer yandan kaybettiği kişiye ne olduğuyla ilgili açıklamalar bulur. Bunlar yas sürecinin streslerini hafifleterek yasın tutulmasını ve ilerlemesini sağlar, kişinin yası içinde dona kalmasını ve yaşamdan kopmasını engeller.

Yasın tutuluş biçimi çok özeldir. Kişilik özelliklerinden etkilendiği için, ayrıntıları herkes için farklıdır. Bir aile içinden birisi öldüğünde diğer aile üyelerinin her biri farklı tepkiler verecektir. Farklılıklarla takılmamak, kabullenmek ve empatik bir yaklaşımla onları anlamaya çalışmak gerekir.

Kişisel yas tutabilme yeteneğimizin ve gücümüzün kaynakları yaşamımızın ilk yıllarında gizlidir. Eğer kişinin ona yeterli bir bakımı sunan, seven, güven veren, sürekliliği olan, ayrılmaya ve büyümeye izin veren ve karşılıklı bir ilişki kurabilen bir annesi ve ailesi var ise yas tutma açısından daha yetenekli olacaktır. Bu yeteneğini geçmişteki deneyimlerinden, bakılmanın, sevilmenin, güven almanın, büyümesine izin verilmenin sayesinde iç dünyasında oluşturduğu, kendisine bunları veren ebeveynlerine ait anılarından alacaktır. İnsanlar iç dünyalarında, çevrelerindeki insanlarla ilgili anı adacıkları oluştururlar, o kişilerle ilgili anılarını saklarlar. Bu anı adacıklarına da ilişki kurdukları kişinin ismini verirler, annem, babam, erkek kardeşim, arkadaşım gibi. Bu anı adacıklarıyla ilgili bilgiler sorulduğunda bilinçli kısımlarını anlatırlar. Ama bir de bunların her zaman dile getirilmeyen bir kısmı vardır ki o da kişinin kendisiyle ilgili kısmıdır. Çünkü yaşamımızdaki her kişiyle ilgili anılarımızı kaydederken biz de orada ve bu kişilerle ve olaylarla bir biçimde etkileşim içindeyizdir. Yani seven bir annenin sevilen çocuğu, ağlayan bir kardeşin teselli eden abisi/ablası ya da bir doğumgününü kutlayan bir ailenin üyesi gibi. Eğer bu etkileşimlerin genelinden doyum almış ve çok örselemeyen ama geliştiren zorlanmalarla büyümüş, kayıplar yaşayabilmiş ve bunları özümseyebilmiş isek ya da çevremizdeki bizim için önemli kişilerin yaşadıkları kayıplarla nasıl baş ettiklerini gözlemleyebilmiş isek yasla karşılaştığımızda daha şanslı olacağızdır.

Yas tutma sürecinde kaybettiğimiz kişinin özellikleri ile özdeşleşiriz. Onunla dış dünyamızdaki ilişkimizi tamamıyla bitirip, artık gerçek dünyada olmadığını kabullenirken, onu içimizde yaşatmaya başlarız. Bunu da o kişinin bazı özelliklerini benimseyerek yaparız. Bu yüzden kaybedilen kişinin kolay özdeşleşebilecek birisi olması, kişiliğinde ve onunla kurulan ilişkide özdeşim kurmayı engelleyecek özelliklerin olmaması yasın tutulmasını kolaylaştırır.

YAS TUTMAYI ZORLAŞTIRAN ETKENLER

Bazı durumlarda kişinin yas tutma yetisi bozulur. Kişinin yas tutmasını zorlaştıran etkenlerden birincisi kişinin ruhsal yapısıdır. Gelişimi engelleyici ve örseleyici bir çocukluk geçirmiş, olağan çocukluk gereksinimleri yeterince karşılanmamış kişiler yas tutmakta ve üzüntü yaşamakta zorlanabilirler. İkincisi kaybedilen kişi ile o yaşarken kurulmuş olan ilişkinin doğasıdır. Bu ilişki çok bağımlı, çok örseleyici, çok engelleyici bir ilişki ise bu kişinin yasın tutulması zorlaşacaktır. Kaybedilen kişi, çok değersiz görülüyor, aşağılanıyor ve nefret ediliyorsa ya da çok ülküleştiriliyor, çok üstün özellikleri olan birisi olarak görülüyorsa da bu kişinin yasını tutmak zorlaşır. Üçüncü etken ölen kişinin kişilik özelliklerinde ve ölen kişiyle kurulmuş olan ilişkide onunla özdeşimi zorlaştıracak öğeler olmasıdır. Bu etken ikinci etkenle de bağlantılıdır. Dördüncüsü kaybın yaşandığı biçimdir. Ani kayıplarda, bir anda birçok yakının kaybedildiği kaza, afet gibi durumlarda yasın tutulması zorlaşır. Beşincisi etken pek sık karşılaşılmayan bir biçimde sevilen kişinin kaybedilmesidir. Böyle durumlarda kişinin çevresinde benzer kayıplar yaşayan kişilerin olmaması nasıl bir yas tutacağını bilememesine ve çevresi tarafından anlaşılamamasına neden olmaktadır. Altıncısı, tüm yaşam boyunca sevdiklerimizin var olmasına alışırız ve onlarla aramızdaki bağın sürmesi için çaba harcarız. Bir sevdiğimizi kaybettiğimizde zor olan, tüm bu sürecin tersine dönecek olması ve o andan itibaren artık onun yokluğuna ve artık sevdiğimiz kişiyle ilişkimizin dış gerçeklikte değil de iç gerçeklikte sürecek olmasına alışmak zorunda olmamızdır. Bu nedenle sevdiklerini kaybedebilecekleri olasılığını hiç düşünmeyenler ve ölümün varlığını inkar edenler için ölümün kabullenilmesi ve yasın tutulması daha zordur. Yedinci ve son etken de duygu ve düşüncelerin dile getirilmesinde yaşanabilen zorluklardır. Diğer aile üyelerinin üzülmesini istememe, kaybın hatırlanmaması için konuşmama, kaybı ve yaşanılanları değerlendirecek zaman ve olanak bulamama gibi durumlar yasın tutulmasını engeller. Bunların yanında kaybın kabullenilmesini zorlaştıran, kaybın inkar edilmesini kolaylaştıran her öğe yasın tutulmasını zorlaştıracaktır.

Yukarıdaki paragraftaki ilk dört etken için normal yaşamda bir şey yapılamaz, çünkü kaybın yaşanmasıyla birlikte geçmişte kalmışlardır ve artık kişinin kaderi olmuşlardır. Beşinci etkenin aşılması için zamana ve yardıma gereksinim vardır. Eğer bir yolla kişinin, yasıyla ilgili duygu ve düşüncelerinin dile getirebilmesi sağlanırsa yas tutulmaya başlanır, süreç ilerler, duygular sakinleşir ve değişir, yaşama uyum artar. İlk etken olan kişinin kişilik özellikleri ile ilgili de yapılabilecekler vardır. Hatta yaşanan yas ile eskiden gelen sorunlara bakma ve kişiliğin daha da geliştirilme şansı bile elde edilebilir. Ama bu ancak profesyonel bir biçimde, bu konuda deneyimli bir psikoterapistle birlikte yapılabilir.

Yukarıdaki beş etkenin her biri farklı düzeylerde yası etkilerler ve birinde ya da birkaçında yaşanabilecek yoğunluk yasın tutulmasını engeller, güçleştirir. Bu durumda da psikoterapötik yardım almak gerekir.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Bir Yakınımızı Kaybettikten Sonra Yaşadığımız Yas Süreci" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Dr.Ali Algın KÖŞKDERE'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Dr.Ali Algın KÖŞKDERE'nin izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     4 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Dr.Ali Algın KÖŞKDERE
Bursa
Doktor "Ruh sağlığı ve hastalıkları - Psikiyatri"
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi7 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Dr.Ali Algın KÖŞKDERE'nin Makaleleri
► Kürtajdan Sonra Yapışıklık Op.Dr.Kutlugül YÜKSEL
► Kürtajdan Sonra Bakım Op.Dr.Kutlugül YÜKSEL
► Doğumdan Sonra Vajina Genişlemesi Op.Dr.Kutlugül YÜKSEL
► Kürtajdan Sonra Kanama Olur mu? Op.Dr.Kutlugül YÜKSEL
► Doğumdan Sonra Karşılaşılan Riskler Op.Dr.Kutlugül YÜKSEL
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Bir Yakınımızı Kaybettikten Sonra Yaşadığımız Yas Süreci' başlığıyla benzeşen toplam 90 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Kıskançlık ve Haset Mayıs 2015
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


13:18
Top