Psikolojik İlkyardım Yazıları: Sıkıntıları Olan Kişilerin Okuması Gereken Yazı
Üzerinde yaşadığımız dünyaya şöyle bir baktığımızda, algılayabildiğimiz her şeyin mükemmel bir düzen, şaşırtıcı bir mükemmellik içersinde olduğunu görürüz. Şüphesiz, dış dünyadaki bu mükemmel sistem ve hayret uyandıran yapı, insan için de geçerlidir. İnsanoğlunun gerek biyolojik gerekse psikolojik yapısını daha yakından incelediğimizde karşılaştığımız kusursuzluk ve muhteşemlik karşısında hayret duygusu yaşamaktan kendimizi kolay kolay alıkoyamayız.
Bilindiği gibi vücudumuzda doğuştan var olan ve bizi hastalıklara karşı koruyan bir savunma sistemi vardır. Bu sistemin adı, "Bağışıklık Sistemi" dir. Zaman zaman hepimiz yaşarız. Birden ateşimiz yükselir. Böylesi anlar vücudumuzun savaş pozisyonuna geçtiği, sözünü ettiğim sistemin bizi korumak üzere savaş mücadelesi verdiği özel zamanlardır. Genellikle vücudumuza bakteri, virüs vb. mikroorganizmalar girmiştir. Peki ateşimizin yükselmesi ile bunun ne ilgisi vardır?
Bilindiği gibi bakteri ve virüsler vücuda girdikten sonra hızla çoğalırlar. Çoğaldıklarında ise vücudumuzun bu sayıları artmış olan mikroorganizmalara karşı savaşım vermesi zorlaşır. Bunu önceden bilen ve vazifesi bizi korumak olan savunma sistemimiz hemen yüksek ateş üreterek bu mikroorganizmaların çoğalmasına engel olmaya çalışır. Çünkü bakteri ve virüsler, ancak yüksek ateşte çoğalamazlar. Vücudumuz bu gerçeği çok önceden bilir. Yani düşmanının zayıf karnını iyi tanır. Dolayısı ile, aslında vücudumuzda gözlemlediğimiz hafif dereceli yüksek ateş sağlıklı, normal bir durumdur.
Aynen bunun gibi, yani biyolojik yapımızın düşmanları olan bakteri, virüs, mantar vb. mikroorganizmalar gibi psikolojik yapımızın da bazı düşmanları vardır. Bunlara kısaca "olumsuz yaşam olayları" diyebiliriz. Sevilen kişi kayıpları, ayrılıklar, hastalıklar, iflaslar, boşanmalar, göçler… Örneklerini daha da çoğaltabileceğimiz bu ve benzeri yaşam olayları psikolojik yapımızı içten içe savaş vermeye iten olumsuz dış uyaranlardan (bunlara da "makroorganizmalar" diyebiliriz) sadece bir kaçıdır. Psikolojik yapımız da aynı biyolojik yapımız gibi bu ve benzeri bir çok uyarana karşı yaşamı boyunca mukavemet edebilecek, direnebilecek donanımla yaratılmıştır. Az önce söyledim bunu. Ancak bu, normal şartlar altında geçerlidir. Şartlar normalliğini yitirdiğinde, olumsuz / anormal koşullar söz konusu olduğunda bu mekanizmamız işlevini yerine getirmekte zorlanır.
Örneğin insanoğlu yaşamı boyunca sevdiklerinin başına gelebilecek doğal ölüm olaylarına dayanabilecek güçtedir. Bir insanın yaşadığı ömür süreci boyunca sevdiklerinin başına gelebilecek ve kendisini hüzün, acı ve benzeri olumsuz nitelikli duygular yaşamaya itecek ölüm yaşantısı sayısı genellikle 3, 5 ya da 10’dur. Yani bu çok sınırlı sayıdadır. Ancak bugün insanoğlu televizyon gibi kitle iletişim araçları vasıtaları ile bir ömürde yaşayacağı sevilen kişi kayıplarını neredeyse ömrünün sadece bir senesinde yaşar hale gelmiştir. Yani artık hayatımızda normal şartlar geçerli değildir.
Artık günümüzde sevdiğimiz yahut etkilendiğimiz, dolayısı ile alakadar olduğumuz kişi ve olay sayısı -iletişim araçları vasıtası ile- son derece artmıştır. İnsanoğlu günümüzde, örneğin dünyanın diğer ucundaki bir kaza olayına bile oturduğu yerden sanki yanıbaşında olmuşçasına üzülebilmektedir. Belki normal şartlar altında senede iki - üç kere inip çıkması gereken duygu grafiğimiz artık günde, hatta zaman zaman saatte iki - üç kere iner - çıkar hale gelmiştir. Bu olgu, doğal sistemimizin işleyişini olumsuz yönde etkilemekte, normal şartlar altında kendisine bir ömür yetecek olan sınırlı yaşam enerjisinin kısa sürede tüketilmesine sebebiyet vermektedir.
Ailesinin geçimini temin eden bir baba günümüzde, kafasını sadece kendi aile bütçesi ile değil, bir de ülkesinin bütçesi ile meşgul eder. Ülkesinin alacağı ya da alamayacağı kredi kendisini artık, en az ülkenin ekonomi bakanı kadar ilgilendirir. Hayatında, normal şartlarda belki bir kere olsun kan görmeyecek Ayşe Hanım akşam hoş vakit geçirmek için oturduğu televizyon başında en az iki, bazen üç, beş on kere kan, göz yaşı görür. Kaçırılan kızlar, öldürülen gençler, çöplükten ekmek yiyen çocuklar… Ve çok daha fazlası.
Beynimize her gün, göz ve kulak duyu organları vasıtası ile beynimizin gücünü ve enerji kapasitesini aşan o kadar çok uyarıcı gönderiyoruz ki. Bütün bu yoğun ve suni uyarılar, normal şartlar altında bir ömür yetecek olan / yetmesi gereken sınırlı yaşam enerjimizin azalmasına, yani mukavemet gücümüzün kısa sürede yetersiz hale gelmesine sebep oluyor. Buna psikolojide "strese tolerans gücünde azalma" deniyor.
Bu güç zayıflayıp azalınca dayanma eşiğimiz düşüyor, her olumsuz olay bize artık dayanılamaz, katlanılamaz bir yaşantı gibi gelmeye başlıyor. Oysa aynı yaşamda bundan daha ağır olaylara katlanan milyonlarca insan olduğu halde!
Bu durumda durun ve düşünün:
Unutmayın, içimizdeki savaşım sistemi bizim adımıza sorunlarımızla aralıksız savaşıyor. Sizden ise fazla bir şey istemiyor, sadece "gölge etme bari..." diyerek biraz zaman talep ediyor. Hani "şurda, burda, pek çok yerde" hoyratça harcarken asla aklımıza bile gelmeyen, lakin böylesi önemli bir zamanda ise gramını bile (üstelik de kendimizden) esirgediğimiz şeyi...
Evet, "Sizden sadece sabır" bekliyor. "Sen sabrı anlamsız ve aptalca bir katlanma süreci mi zannediyorsun! Sabır benim sonuç alabilmem için gerekli olan makul zaman dilimidir" diyor size.
Çok uyumanıza yol açıyor, böylece beyninizi sorunlardan kopararak dinlendirmeye çalışıyor.
Sizi sürekli yapageldiğiniz işlere karşı isteksiz bir hale getirerek -muhtemelen başarısız olacağınız böyle bir evrede- ekstra hayal kırıklıkları yaşamanızı, zaten ağır olan bu yaşantınızın üzerine tuz ve biber ekmenizi önlemeye çalışıyor.
Belki çabucak öfke patlamaları yaşatarak muhataplarınıza "zaten yüküm ağır, dilini tut, bir de üzerine sen koyma, dur, yeter, gelme..." mesajı veriyor. "Dinlenmeye ihtiyacım var benim" ikazını gönderiyor dış dünyaya.
Bu dönemde sizi daha çok ağlamaya sevkederek ("ağlamak ruhun -afedersiniz-işemesidir" diye bir söz vardır) içinizdeki acıyı sıvıya dönüştürüyor, böylece sizden uzaklaştırmaya çalışıyor. Siz ise "Bu günlerde çok ağlıyorum, kahretsin, sil göz yaşını, ne var ağlayacak, çocuk musun ağlayacak" deseniz bile o buna aldırış dahi etmiyor, çünkü sizi sizden daha çok düşünüyor. Size bir annenin karşılıksız şefkatiyle yaklaşıyor. "İnsanoğludur, boşver, ne derse desin, ne yaparsa yapsın, iki gün sonra her şeyi unutur ve sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi davranır lakin, olsun, bu benim görevim... diyor, engin bir hoşgörü gösteriyor. Sadece işine bakıyor.
O sizden bir şeyi, sadece bir şeyi, yaşadığınız her olumsuzlukta hemen "hastayım" sözüne başvurmanızı (bu onun asabını bozuyor çünkü. Ne yalan söyleyeyeim, benim de!) ve anında kurtulmayı bekleme aceleciliğinizi, telaşınızı istemiyor.
"Başına gelenler olumsuz ise benim sana yaşattığım duyguların da olumsuz olmasında ne gibi bir mantıksızlık var, neden beni anlamıyorsun. Üstelik "ben seni sana rağmen iyileştirmeye çalışırken bana güvenmeyip hemen, anında dışarıdan yardım almaya kalkıyorsun. Dur hele, bir bekle. Bu manasız telaş da niye! Bu benim çok gücüme gidiyor" diyor, lütfen biraz sabırlı ol" diye adeta yalvarıyor size.
"Sabır, sorun karlarınızı eriten bir güneştir." Daha güneş doğar doğmaz hemen buzların erimesini beklemeyeceğimiz, ışıkların dik vurduğu, dolayısı ile daha çabuk erime sağlayacağı öğle vaktine kadar dayanacağımız, bu arada evde, mutfakta, sokakta, işte günlük - rutin işlerimizi yerine getirmeye dirayetle devam edeceğimiz, böylece çözümü hakedebileceğimiz bir yaşam dileğiyle.
Psk. İzzet Güllü
Bilindiği gibi vücudumuzda doğuştan var olan ve bizi hastalıklara karşı koruyan bir savunma sistemi vardır. Bu sistemin adı, "Bağışıklık Sistemi" dir. Zaman zaman hepimiz yaşarız. Birden ateşimiz yükselir. Böylesi anlar vücudumuzun savaş pozisyonuna geçtiği, sözünü ettiğim sistemin bizi korumak üzere savaş mücadelesi verdiği özel zamanlardır. Genellikle vücudumuza bakteri, virüs vb. mikroorganizmalar girmiştir. Peki ateşimizin yükselmesi ile bunun ne ilgisi vardır?
Bilindiği gibi bakteri ve virüsler vücuda girdikten sonra hızla çoğalırlar. Çoğaldıklarında ise vücudumuzun bu sayıları artmış olan mikroorganizmalara karşı savaşım vermesi zorlaşır. Bunu önceden bilen ve vazifesi bizi korumak olan savunma sistemimiz hemen yüksek ateş üreterek bu mikroorganizmaların çoğalmasına engel olmaya çalışır. Çünkü bakteri ve virüsler, ancak yüksek ateşte çoğalamazlar. Vücudumuz bu gerçeği çok önceden bilir. Yani düşmanının zayıf karnını iyi tanır. Dolayısı ile, aslında vücudumuzda gözlemlediğimiz hafif dereceli yüksek ateş sağlıklı, normal bir durumdur.
Aynen bunun gibi, yani biyolojik yapımızın düşmanları olan bakteri, virüs, mantar vb. mikroorganizmalar gibi psikolojik yapımızın da bazı düşmanları vardır. Bunlara kısaca "olumsuz yaşam olayları" diyebiliriz. Sevilen kişi kayıpları, ayrılıklar, hastalıklar, iflaslar, boşanmalar, göçler… Örneklerini daha da çoğaltabileceğimiz bu ve benzeri yaşam olayları psikolojik yapımızı içten içe savaş vermeye iten olumsuz dış uyaranlardan (bunlara da "makroorganizmalar" diyebiliriz) sadece bir kaçıdır. Psikolojik yapımız da aynı biyolojik yapımız gibi bu ve benzeri bir çok uyarana karşı yaşamı boyunca mukavemet edebilecek, direnebilecek donanımla yaratılmıştır. Az önce söyledim bunu. Ancak bu, normal şartlar altında geçerlidir. Şartlar normalliğini yitirdiğinde, olumsuz / anormal koşullar söz konusu olduğunda bu mekanizmamız işlevini yerine getirmekte zorlanır.
Örneğin insanoğlu yaşamı boyunca sevdiklerinin başına gelebilecek doğal ölüm olaylarına dayanabilecek güçtedir. Bir insanın yaşadığı ömür süreci boyunca sevdiklerinin başına gelebilecek ve kendisini hüzün, acı ve benzeri olumsuz nitelikli duygular yaşamaya itecek ölüm yaşantısı sayısı genellikle 3, 5 ya da 10’dur. Yani bu çok sınırlı sayıdadır. Ancak bugün insanoğlu televizyon gibi kitle iletişim araçları vasıtaları ile bir ömürde yaşayacağı sevilen kişi kayıplarını neredeyse ömrünün sadece bir senesinde yaşar hale gelmiştir. Yani artık hayatımızda normal şartlar geçerli değildir.
Artık günümüzde sevdiğimiz yahut etkilendiğimiz, dolayısı ile alakadar olduğumuz kişi ve olay sayısı -iletişim araçları vasıtası ile- son derece artmıştır. İnsanoğlu günümüzde, örneğin dünyanın diğer ucundaki bir kaza olayına bile oturduğu yerden sanki yanıbaşında olmuşçasına üzülebilmektedir. Belki normal şartlar altında senede iki - üç kere inip çıkması gereken duygu grafiğimiz artık günde, hatta zaman zaman saatte iki - üç kere iner - çıkar hale gelmiştir. Bu olgu, doğal sistemimizin işleyişini olumsuz yönde etkilemekte, normal şartlar altında kendisine bir ömür yetecek olan sınırlı yaşam enerjisinin kısa sürede tüketilmesine sebebiyet vermektedir.
Ailesinin geçimini temin eden bir baba günümüzde, kafasını sadece kendi aile bütçesi ile değil, bir de ülkesinin bütçesi ile meşgul eder. Ülkesinin alacağı ya da alamayacağı kredi kendisini artık, en az ülkenin ekonomi bakanı kadar ilgilendirir. Hayatında, normal şartlarda belki bir kere olsun kan görmeyecek Ayşe Hanım akşam hoş vakit geçirmek için oturduğu televizyon başında en az iki, bazen üç, beş on kere kan, göz yaşı görür. Kaçırılan kızlar, öldürülen gençler, çöplükten ekmek yiyen çocuklar… Ve çok daha fazlası.
Beynimize her gün, göz ve kulak duyu organları vasıtası ile beynimizin gücünü ve enerji kapasitesini aşan o kadar çok uyarıcı gönderiyoruz ki. Bütün bu yoğun ve suni uyarılar, normal şartlar altında bir ömür yetecek olan / yetmesi gereken sınırlı yaşam enerjimizin azalmasına, yani mukavemet gücümüzün kısa sürede yetersiz hale gelmesine sebep oluyor. Buna psikolojide "strese tolerans gücünde azalma" deniyor.
Bu güç zayıflayıp azalınca dayanma eşiğimiz düşüyor, her olumsuz olay bize artık dayanılamaz, katlanılamaz bir yaşantı gibi gelmeye başlıyor. Oysa aynı yaşamda bundan daha ağır olaylara katlanan milyonlarca insan olduğu halde!
Bu durumda durun ve düşünün:
Unutmayın, içimizdeki savaşım sistemi bizim adımıza sorunlarımızla aralıksız savaşıyor. Sizden ise fazla bir şey istemiyor, sadece "gölge etme bari..." diyerek biraz zaman talep ediyor. Hani "şurda, burda, pek çok yerde" hoyratça harcarken asla aklımıza bile gelmeyen, lakin böylesi önemli bir zamanda ise gramını bile (üstelik de kendimizden) esirgediğimiz şeyi...
Evet, "Sizden sadece sabır" bekliyor. "Sen sabrı anlamsız ve aptalca bir katlanma süreci mi zannediyorsun! Sabır benim sonuç alabilmem için gerekli olan makul zaman dilimidir" diyor size.
Çok uyumanıza yol açıyor, böylece beyninizi sorunlardan kopararak dinlendirmeye çalışıyor.
Sizi sürekli yapageldiğiniz işlere karşı isteksiz bir hale getirerek -muhtemelen başarısız olacağınız böyle bir evrede- ekstra hayal kırıklıkları yaşamanızı, zaten ağır olan bu yaşantınızın üzerine tuz ve biber ekmenizi önlemeye çalışıyor.
Belki çabucak öfke patlamaları yaşatarak muhataplarınıza "zaten yüküm ağır, dilini tut, bir de üzerine sen koyma, dur, yeter, gelme..." mesajı veriyor. "Dinlenmeye ihtiyacım var benim" ikazını gönderiyor dış dünyaya.
Bu dönemde sizi daha çok ağlamaya sevkederek ("ağlamak ruhun -afedersiniz-işemesidir" diye bir söz vardır) içinizdeki acıyı sıvıya dönüştürüyor, böylece sizden uzaklaştırmaya çalışıyor. Siz ise "Bu günlerde çok ağlıyorum, kahretsin, sil göz yaşını, ne var ağlayacak, çocuk musun ağlayacak" deseniz bile o buna aldırış dahi etmiyor, çünkü sizi sizden daha çok düşünüyor. Size bir annenin karşılıksız şefkatiyle yaklaşıyor. "İnsanoğludur, boşver, ne derse desin, ne yaparsa yapsın, iki gün sonra her şeyi unutur ve sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi davranır lakin, olsun, bu benim görevim... diyor, engin bir hoşgörü gösteriyor. Sadece işine bakıyor.
O sizden bir şeyi, sadece bir şeyi, yaşadığınız her olumsuzlukta hemen "hastayım" sözüne başvurmanızı (bu onun asabını bozuyor çünkü. Ne yalan söyleyeyeim, benim de!) ve anında kurtulmayı bekleme aceleciliğinizi, telaşınızı istemiyor.
"Başına gelenler olumsuz ise benim sana yaşattığım duyguların da olumsuz olmasında ne gibi bir mantıksızlık var, neden beni anlamıyorsun. Üstelik "ben seni sana rağmen iyileştirmeye çalışırken bana güvenmeyip hemen, anında dışarıdan yardım almaya kalkıyorsun. Dur hele, bir bekle. Bu manasız telaş da niye! Bu benim çok gücüme gidiyor" diyor, lütfen biraz sabırlı ol" diye adeta yalvarıyor size.
"Sabır, sorun karlarınızı eriten bir güneştir." Daha güneş doğar doğmaz hemen buzların erimesini beklemeyeceğimiz, ışıkların dik vurduğu, dolayısı ile daha çabuk erime sağlayacağı öğle vaktine kadar dayanacağımız, bu arada evde, mutfakta, sokakta, işte günlük - rutin işlerimizi yerine getirmeye dirayetle devam edeceğimiz, böylece çözümü hakedebileceğimiz bir yaşam dileğiyle.
Psk. İzzet Güllü
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Psikolojik İlkyardım Yazıları: Sıkıntıları Olan Kişilerin Okuması Gereken Yazı" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.İzzet GÜLLÜ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.İzzet GÜLLÜ'nün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
30 Beğeni
Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.