Ayrışma-Bireyleşme Kuramına Göre Borderline Kendilik Bozukluğu:
ÖZET Freud’dan başlayarak günümüze kadar gelişen psikodinamik kuramın içinde yerini alan önemli bir isim olan James F. Masterson, entegratif bir bakış açısıyla analitik ekole yeni kavramlar, yorumlar ve dinamikler kazandırmıştır. Özellikle uzun yıllar süren klinik gözlemlerine dayanarak “borderline” ve “narsisistik” bozukluklara dair ortaya attığı “terk depresyonu” kavramıyla nesne ilişkileri bağlamında çok önemli noktalara dikkat çekmektedir. Bu çalışmada yaklaşık bir yıl boyunca psikoterapisi sürdürülmüş bir olgunun klinik tablosunun ve sağaltım sürecinin Masterson’ın “ayrışma- bireyselleşme” kuramına göre sunumu yapılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Borderline, Sınır Durum, Masterson, Terk depresyonu, Kendilik Bozukluğu.
GİRİŞ
Sınır durum olgusu ve psikopatolojisi genel olarak tüm ekollerin dikkatini yönelttiği çalışma alanları arasıdadır. Comprehensive Textbokk of Pschiatry’ye göre “sınır durum” terimi ilk olarak 1930’larda Stren tarafından nevrozla psikoz arasındaki vakaları tanımlamak için kullanılmıştır (akt., Tura, 1999). Kernberg (1975)’in aktarımına göre “mış” gibi kişilikler (Deutsch, 1942), şizoid kişilik yapısı (Fairbain, 1951), ciddi ben çarpıtmaları olan hastalar (Gitelson, 1952) gibi tanımlamalar büyük ihtimalle sınır durumu tanımlama çabalarıydı. Fakat Gunderson (1984)’a göre sınır durum konusundaki ilk ciddi çalışmalar 1960’larda başlamıştır (akt., Tura, 1999). Kernberg (1985) o güne kadarki çalışmaların da ışığında “sınır kişilik örgütlenmesi” kavramını ortaya atmıştır. Psikiyatrik inceleme alanındaki tüm vakaları: nevrotik, sınır, psikotik olmak üzere üç ana grupta toplamıştır. Dolayısıyla “sınır durum örgütlenmesi” dediği grup nevroz ile psikoz arasında oldukça geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Ayrıca bu yelpaze içindeki patolojileri de psikotik ve nevrotik kümeye yakınlıklarına göre düşük, orta ve yüksek düzey olarak sınıflandırmaktadır. Daha sonra bu alanda çalışan psikonalitik ekoller genellikle bu bakış açısını benimserler. Bu yaklaşımın tanımlayıcı bakış açısından farklılığını hatırlatmakta yarar vardır. Çünkü bu durum dikkate alınmadığında kavram karmaşası ve kafa karışıklığı yaşanacağı açıktır.
Günümüzde terapiye başvuru sebepleri obsesyon, fobi gibi tipik hastalık semptomları olmaktan ziyade yaşamdan ve ilişkilerden tatminsizlik gibi daha genel ve belirsiz şikayetlerdir (Kernberg, 1975). Masterson (1976, 1981, 1989, 1995, 2000, 2004) bu genel tatminsizliğin altında yatan sebepleri irdelemesi açısından oldukça değerli katkılar sunmuştur. Bu çalışmanın maksadı da özellikle Masterson’un kuramı ve borderline patolojisi üzerine odaklanarak Masterson’un bu katkılarına dikkat çekmeye çalışmaktır.
Masterson kuramını; bağlanma kuramı, nesne ilişkileri kuramı, kendilik kuramı ve özellikle gelişimi psikodinamik olarak inceleyen kuramcıların düşünceleri ışığında ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu kuramların tüm kavramları Masterson yaklaşımı içinde kullanılır durumdadır. O, bu kavramların tarihsel süreçlerindeki benzer ve farklı yönlerini oldukça akla uygun bir şekilde entegre ederek kuramına içselleştirmiştir.
Masterson yaklaşımında patolojiler “kendilik bozukluğu “olarak ifade edilir ve üç kategoride toplanır; borderline, narsisistik, şizoid kendilik bozukluğu (Masterson, 2000). Bu kategorizasyonda merkez, kişinin kendilik temsili (gelişim sürecinde kendisi ile ilgili geliştirdiği temel şemalarını içeren) ile nesne temsilinin (başkaları ile ilgili şemalarını içeren) birbirleri ile nasıl ilişki kurduğudur. Bunlar arasında özellikle çalışmanın konusu olan borderline kendilik bozukluğu Mahler (1971)’in ayrılma bireyleşme olarak adlandırdığı süreçte yaşanan problemler yüzünden kişinin bu noktada gelişiminin duraklamasından kaynaklanır (Masterson, 1976). Masterson bu duraklamada kendisi de büyük ihtimal borderline veya narsisistik bozukluğa sahip annenin, çocuğun gelişmekte olan kendiliğini destekleyen duygusal desteği vermekte yetersiz kalmasını sorumlu tutmaktadır (Masterson, 1981). Anne çocukla ayrı bir birey olarak ilişki kurmak yerine geçmişindeki ilişkilerinden biriymiş gibi bir transfer ilişkisi kurmak suretiyle çocuğu kişiliksizleştirir. Dolayısıyla çocuğun yeşermekte olan eğilimlerini, arzularını, yeteneklerini içeren kendiliği anne tarafından asla fark edilmez hatta bu yöndeki çabalarını ifade eden “kendilik aktivasyonları” annenin “libidinal ulaşılabilirliğini” geri çekmesi suretiyle cezalandırılır; tam tersi annesine “yapışma” davranışları ödüllendirilir (Masterson, 2000). Yani çelişkili bir biçimde çocuk bireyleşmediği için ödüllendirilmektedir (Daws, 2009). Çocuk bir yandan büyümek için içindeki doğal eğilimi destekleyecek annenin “libidinal ulaşılabilirliğine” ihtiyaç duyarken, öte yandan bu doğal eğilime uyum sağlayıp büyümeye çalışırsa bu libidinal destekten yoksun kalacağını çok erken dönemde fark eder. Bu çatışmalı durum çocuğun bütünleşmiş bir “kendilik” ve “ego” geliştirmesine izin vermez. İç dünyasında “bölme” ile birbirinden ayrılmış iki parça birim oluşmasına sebep olur. Geri çekilen parça birimi içinde; geri çekilen anne (ve çoğu zaman da baba) imgesini kapsayan nesne, bunun karşısında kendine yetemeyen, kötü kendilik imgesi ve bu iki parçayı birbirine bağlayan derin terk depresyonu duygularıdır. Ödüllendirici parça birim içinde ise; kabullenen, onaylayan, ödüllendiren anne (ve çoğu zaman da baba) imgesinden oluşan nesne parçası; pasif, uyumlu kendilik parçası ve duygulanım olarak da hoş duygulardır (Masterson, 1976).
Masterson’un kuramının merkez kavramı “terk depresyonudur”. Terk depresyonunun bileşenleri, ağırlıklarını ifade etmek amacıyla “mahşerin altı atlısı” olarak adlandırılmış olan; depresyon, öfke, korku, suçluluk, çaresizlik, boşluk ve anlamsızlıktır (Masterson, 2000). Bu ağır hisleri yaşantılamaya katlanamayan çocuk, regresif bir tutumla anneye yapışarak bireyleşme dürtülerini yok sayar ve böylelikle bu hislerin üstesinden gelmeye çalışır. Bu yok saymaya olanak sağlayan en merkezi mekanizma “bölme”dir. Buna ilaveten; yapışma, inkar, kaçınma, izolasyon gibi pek çok mekanizma eşlik eder. (Masterson, 1981).
Tüm bu handikaplar yüzünden sağlıklı çocuğun iç ruhsal yapısında oluşması gerektiği gibi bir kendilik ve ego gelişimi söz konusu olamaz. Normal gelişim sürecinde kendilik; kendini aktive etme, kendini ifade etme, hedefler koyma, inisiyatif alma, yaratıcı olabilme, güçlükler karşısında dirençli olma, kendini destekleme ve güvenme, yakın ve sıcak ilişkiler kurabilme gibi becerileri olan bir “gerçek kendilik” olabilecekken (Kohut, 1971) borderline çocuğun yaşadığı gelişimsel saplanma yüzünden kendini aktive etmemek için çeşitli savunmacı tutumlar içinde olan, pasifliğini aklileştirici mekanizmalara sahip ve dolayısıyla kendilik eksikliğini beslemeye devam eden bir “sahte kendilik” yapılanması oluşur (Masterson, 1985). Bu sahte kendiliği yaşatabilmek için aynı doğrultuda ego da biri haz ilkesine göre işleyen; yani regresyonla annenin beklentilerine uyum sağlayan ve bu şekilde terk depresyonu bileşenlerini yaşamaktan uzak duran patolojik ego, diğeriyse bu regresyonun bedellerinin farkında olup hapsolmuş ve acı çeken gerçeklik egosu olmak üzere bölme mekanizmasıyla ikiye ayrılır (Masterson, 2000).
Masterson yaklaşımına göre, danışan terapi sürecine patolojik haz egosu ve ödüllendirici parça birimi arasındaki patolojik ittifak ile gelir. Terapistin sağaltım sürecindeki rolü bu patolojik ittifakı bozarak geri çekilen parça birime karşı durabilen, terk depresyonunu taşıyabilen gerçeklik egosunu geliştirerek, sahte kendilik altında güdük kalan gerçek kendiliğin büyüyebilmesine yardımcı olmaktır (Masterson, 1976).
OLGU Bn. B 32 yaşında, 6 yıllık evli, matematik öğretmeni genç bir bayandır. Modern ve çekici bir görüntüye sahip olan B. ilk görüşmede makyajsız, sade, doğal bir görünüm içindedir. Kendini çok net ifade edebilen, canlı ve sempatik hatta eğlenceli bir üslubu vardır. Terapiye geliş nedeni 6 yıldan beri devam eden inişli çıkışlı evliliğindeki problemlerine bir türlü çare bulamamaktır. Bn. B eşiyle ilişkisi kötüye gitmeye başladığından beri kendini depresif hissetmektedir. Eşinin artık evliliklerinin düzelmesi adına hiç çaba harcamadığını, haklı bile olsa her tartışmadan sonra sürekli kendisinin geri adım atmak zorunda olmasının ne kadar aşağılayıcı ve öfkelendirici olduğunu ifade eder. Eşinden ayrılmak istemekte ama ayrılığın yaratacağı boşluk duygusundan öyle korkmaktadır ki her defasında geri adım atmak zorunda kalmaktadır. Bu durum Bn. B de intikam duyguları yaratmakta ve yeni bir çatışma için öncül koşulları meydana getirmektedir. Bn. B’nin ifadelerindeki bu durum borderline yapılanmanın bölünmüş nesne ilişkileri birimini anımsatmaktadır. Masterson (2000)’a göre, “borderline hastalar, gelişimlerinin gereği olan, genetik olarak belirlenmiş ayrılma-bireyleşme dürtüsü ve anne desteğinin geri çekilmesi arasında kalırlar. Çocuğun kendilik temsili, annenin nesne temsilinden farklılaşmaya başladıkça annenin geri çekilmesinin etkisi altında bir terk depresyonu yaşamaya başlar. Buna karşılık anne, hastanın pasif ve gerileyici davranışlarını ödüllendirip pekiştirerek çocuğun kendine yapışmasını sağlar.
Eşiyle olan sıkıntılarının başlama zamanı eşinin 4 yıl önce öğretmenliği bırakarak emlak işiyle uğraşmaya başladığı döneme tekabül etmektedir. Eşi zamanının büyük çoğunluğunu işiyle ilgilenerek geçirmeye başlamış kendisi de bu süreç içinde öfkeli ve depresif olmaya başlamıştır. Kocasına türlü hakaretler ettiği öfke nöbetleri geçirir. Bu, Masterson (1976)’un nesneye yapışma çabaları olarak tanımladığı durumdur. Masterson, Bowlby’nin çalışmalarından da faydalanarak bu durumu şöyle ifade eder; “hastanın yapışma girişimleri başarısızlıkla sonuçlandığında, hasta depresyona girer. Bu durumda hastada öfke ve umutsuzluk gibi duygular hâkimdir. Hasta kendini bu duygulara karşı savunabilmek için bölme, yansıtma ve eyleme vurma gibi savunma mekanizmaları….geliştirir.”(Masterson, 1976). Buna rağmen eşinin her şey yolundaymış gibi davranmaya devam etmesi, Bn. B’nin evliliğindeki sorunların sadece kendi kafasındaymış gibi hissetmesine sebep olmaktadır. Kısacası dönem dönem farklı ruh halleri içinde olduğunu; bazen bütün sorunun eşiyle ilgili olduğunu düşündüğü ve öfke patlamaları yaşadığını; bazen de aslında bu durumları kendisinin yarattığını düşünerek depresif hissettiğini ifade eder. Evliliği hayatının çok fazla merkezindedir ve ilişkisinin inişli çıkışlı seyri yüzünden ne sosyal ilişkilerine ne de işine yeterince odaklanamamaktadır. Aslında öğrencileriyle diyaloğunun iyi olduğunu ve iyi bir öğretmen olduğunun farkındadır ama ilişkisindeki sorunlar yüzünden okulda sürekli depresif ve moralsiz bir imaj çizmektedir. Etrafındaki insanlar sürekli ona ilişkisi konusunda tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Genel olarak sanki insanlarla eşit düzeyde ilişki kuramadığını bir şekilde etrafındaki insanların ona ebeveyni gibi davranmaya başladığını düşünmektedir.
Bn. B işiyle ilgili de genel bir memnuniyetsizlik içindedir. İş gününün bitmesini ve evine kavuşmayı iple çekmektedir. Ayrıca işinde ön planda olduğu zaman sıkıntı yaşadığını fakat ikinci insan olduğunda çok daha iyi performans çıkardığını ifade etmektedir. İş arkadaşlarının onu pratik ve problem çözme becerisi yüksek bir insan olarak gördüklerini ve bu yüzden zümre başkanlığı teklif ettiklerini fakat bu durumun kendisinde çok ciddi anksiyete yarattığını ifade eder. Bütün öğretmenleri etkileyecek kararlarda son sözü söyleyemeyeceğini, en önemlisi de insanları koordine edip yönetemeyeceğini düşünür. Dolayısıyla bu mevkiye başka bir arkadaşını refere eder. (self aktivasyonu ile ilgili sıkıntılar). Bu arkadaşı da her şeyi kendisine danışan, kendi karar veremeyen bir arkadaşıdır. Sahnede arkadaşı olduğu halde aslında kararları verenin kendisi olduğunu düşünür. Bu durum ona kendini daha güvende hissettirir fakat aynı zamanda arkadaşına karşı öfkeli hissetmesine de neden olur. Masterson (1976) borderline yapıların iş hayatında başarının anahtarı olan atılganlık ve girişimcilik gibi davranışlardan yoksun olduklarını bunun da işle ilgili genel bir memnuniyetsizlik yaşamalarına sebep olduğunu ifade eder. Bunun altındaki temel neden ise yine bireyselleşme konusundaki isteksizlikleridir. Çünkü bireyselleşmek anne tarafından terkedilmek demektir ve yoğun terk depresyonu duygulanımı demektir.
AİLE TARİHÇESİ
Bn. B. İstanbul’da sosyoekonomik seviyesi düşük bir mahallede doğmuştur ve ailenin üç çocuğunun ortancasıdır. Kendinden 2 yaş büyük ablası ve kendinden 6 yaş küçük bir erkek kardeşi vardır. Ne annesi ne de babası üniversiteye gitmemişlerdir. Ailenin geçimini baba üstlenmiş anne hayatında hiç çalışmamış bir kadındır.
Bn. B annesinin hayatı boyunca babasının bencillikleri altında ezilen bir zavallı olduğunu ve desteğe ihtiyacı olduğunu düşünmektedir. Annesi çalkalanan ruh hallerini onlara çok fazla yansıtmakta ve çoğu zaman ablası ve kendisini sırdaşı gibi görmektedir. Bn. B. annesinin üvey anne tarafından büyütüldüğünü, duygusal olarak ihmal edilmiş bir çocukluk geçirdiğini ifade eder. Masterson (2000)’a göre borderline vakaların anneleri de ayrışma bireyleşme süreçlerini sağlıklı atlatamamışlardır ve ayrılma deneyimlerinde girdikleri terk depresyonunu çocuklarına yapışarak bertaraf etmeye çalışırlar.
Babasının evde çok fazla zaman geçirmediğini ama evde olduğu zamanlarda her şeyin mükemmel olmasını istediğini, en ufak bir aksaklıktan dolayı evde terör havası estirebildiğini, ağzının çok bozuk olduğunu ve ağır küfürler ettiğini anımsar. Ayrıca annenin sinir krizlerinde ikisi bir olup çocukların üzerine birlikte yüklenirler. Masterson (1976)’a göre anne çocuğu sembiyotik birliktelik içinde tutmaya çabalasa dahi baba çocuğun bireyleşme ve gerçekliğe uyum sürecine destek olacak bir nesne olarak var olabilirse çocuğun bu süreci daha başarılı atlatmasına yardımcı olabilir. Oysa borderline vakaların babaları çocuğu anne-çocuk yapışmacı ilişkisinden uzak tutmak yerine bu ilişkiyi pekiştirir mahiyettedir. Baba, anneye “çocuk senin, onun üzerinde sadece sen kontrol hakkına sahipsin yeter ki benim ev dışında ne yaptığıma karışma” der gibidir. Baba, anne ile böyle bir kontrat yaparak annenin yapışmacı davranışlarının yönünü kendi üzerinden çocuklar üzerine çevirme gayreti içindedir.
Bn. B çocukluk yıllarında çok kompleksli ve kıskanç olduğunu, kendisini çok çirkin ve aptal bulduğunu ve bu durumun üniversite yıllarına kadar devam ettiğini söyler (ki aslında oldukça çekici bir görüntüsü vardır).
Öğrencilik hayatı boyunca sürekli sorunlu bir çocuktur, idare etme ve sistemi manipüle etmenin yollarını bularak gerçek potansiyelini hiçbir zaman kullanmaz. İlkokulda çirkinliğinden ve ailesinin fakirliğinden utandığı için arkadaşlarına genelde mesafeli durur, kendisiyle aynı okulda olan ablasıyla vakit geçirmek ona daha güvende hissettirir fakat ablası her zamanki gibi ona karşı tutarsız davranır ve onun beklediği desteği pek vermez.
Lise yıllarında okulda hala iyi bir öğrenci değildir. Lise son sınıfta üniversite sınav stresi onu bir hayli gerer. Derslerine yoğunlaşıp iyi bir üniversite kazanmayı istemesine rağmen o zamana kadarki derslerle ilgili umursamaz tutumunu bırakmak ona zor gelir. İşte bu sıkıntılı dönemde tanıştığı kendinden yaşça çok büyük olan bir erkekle çıkmaya başlar. Bu erkek 30 yaşında iri yarı, ilkokul mezunu, tezgâhtarlık yapan, ne ailesinin onaylayabileceği ne de kendisine yakıştırabildiği bir adamdır; fakat onunla vakit geçirmeyi sevdiğini çünkü üniversite sınavıyla ilgili gerilimden onu uzaklaştırdığını hissetmektedir. Masterson (2000)’a göre okula başlama, mezun olma, sınav gibi yaşam süreçlerindeki ayrışma-bireyleşmeye yönelik her deneyim terk depresyonunu tetikler. Kendilik bozukluğu olgusu kendini bu ağır duygulanımdan korumak için yapışarak eyleme vurur.
Bu sırada dershanedeki dersleri çok ihmal ettiği hakkında öğretmenlerinden gelen şikâyetler üzerine babası sıkıyönetim başlatır. Ev ve dershane dışında başka bir şeyle ilgilenmesine izin vermez. Babasının sıkıyönetimi işe yaramıştır ve bu süreç içinde dersleri toparlanmaya başlar hatta son deneme sınavlarında dershane birincisi olmuştur. Öğretmenleri onun yüksek bir puan alarak her istediği üniversiteye girebileceğini düşünürler. Bn. B yüksek tercihlerle istediği üniversiteye girebilecekken o çok yüksek bir puana ihtiyaç duymadığı bir öğretmenlik tercih eder. Sınav günü ishal olduğu için sınavda tam performans sergileyemez. Buna rağmen tam olarak önceden hedeflediği üniversiteye girer. Masterson (1976) borderline kendilik bozukluğunun genel olarak hiçbir zaman gerçek potansiyelini ortaya koyamadığını, ortaya koyma fırsatlarında çeşitli fiktif veya somatik savunma mekanizmaları ile kendi potansiyelini baltaladığını ileri sürer. Buna bağlı olarak da özellikle yetişkin borderline kendilik bozukluklarında iş tatminsizliğinden, kendini bir türlü gerçekleştiremediği sıkışmışlık durumlarından söz eder.
Üniversite yıllarında da kendini çok yormadan vasat bir öğrenci olmaya devam eder. Okul başladıktan birkaç ay sonra eroin kullanan, günübirlik yaşayan, sorumluluktan uzak bir adamla çıkmaya başlar. Onun bu dağınık, sıra dışı hali Bn. B’nin hoşuna gitmekte fakat aynı zamanda da korkutmaktadır; çünkü kendi içinde çocukluğundan beri hissettiği çabuk kontrolden çıkabileceğini düşündüğü tarafının bu adamla kontrolden çıkabileceğini ve kötü alışkanlıklar edinebileceğini düşünmektedir. Bu yüzden bu adama çok bağlanmak istememektedir. Bu duygularına rağmen ilişkisi birkaç yıl sürer.
Bn. B. erkek arkadaşının iyice kontrolden çıktığı bir dönemde onun yaşadıklarından çok etkilenir ve anlamsızlık duygularının girdabında olduğu bir noktada başka bir erkekle tanışır. Bu adamın hayatına anlam katıp ona sınır koyacak bir adam olduğuna inanır; bu adam dindar, aileye değer veren, mazbut bir adamdır. Her ne kadar bu adamın muhafazakâr ve tutucu tutumları onu biraz endişelendirse de kendini onun yanında güvende hissetmektedir. Erkek arkadaşı, ailesinin Bn. B’nin başı örtülü olmadığı için bu ilişkiye karşı çıkacaklarını düşündüğünden bu ilişkiyi saklamaktadır. Bn. B bu durumdan incinmekte ve ilişkilerinin geleceğinden endişe duymaktadır; fakat bu ilişkinin devamı için gerekirse başını bile örteceğini söyleyerek kendinden tavizler vermektedir. Bu durum Masterson (1981)’a göre uyum sağlayarak ödüllendirici birimde kalma çabasıdır. Buna rağmen erkek arkadaşının bunların kıymetini bilmediğini düşünmektedir. Onun için sürekli kendi hayatıyla ilgili tavizler vermekte fakat erkek arkadaşı hep daha fazlasını istemektedir. Her şeye rağmen evlenmeye karar verirler ve Bn. B erkek arkadaşına karşı dürüst olmak istediği için daha önceki ilişkilerini ona anlatması gerektiğini düşünür. Daha önceki ilişkilerini çok ayrıntılı bir şekilde hatta seks oyunlarına varıncaya kadar anlatır. Muhafazakâr bir erkeğe daha önceki ilişkisini bu kadar açık anlatmak da bir çeşit mesafe koyma davranışı olarak değerlendirilebilir. Çünkü borderline kendilik bozukluğu ilişkilerini terk edilme ve yutulma korkusu arasında iki uçlu bir tehdit ortamında yaşar. Terk edilme korkusuna karşı yapışma mekanizmalarını kullanırken diğer yandan bu yapışık ilişki yutulma/boğulma korkularını tetikler. Bu noktada da mesafe koyma savunmalarını kullanır (Masterson, 1976). Nitekim erkek arkadaşının hayatının merkezinde olduğu bir dönemde erkek arkadaşı okuldan mezun olarak memleketine geri döner ve bir daha Bn. B’yi aramaz. Bu dönemde ona ulaşmak için çılgınca çaba harcar ama hiçbir şey elde edemez. Bu onu yoğun bir depresyona sürükler ve bu dönemde intihara teşebbüs eder.
Bu çalkantılı dönemde şu andaki eşiyle tanışır. Bu adam ilk başta itici gelmesine rağmen o kadar ilgilidir ki Bn. B bundan etkilenir. Onun ilgisi ve şefkati acılarını dindirmeye yardımcı olur fakat paspal görüntüsünden ve çocuksu tavırlarından dolayı da onu bazı arkadaş gruplarına götürüp tanıştırmaktan utanır. Borderline kendilik için aşk nesnesi sadece yapışabileceği, depresyonunu unutturacak, onunla sembiyotik ilişki içine girebileceği bir anne transferi olarak görülebilir. O yüzden gerçek bir ilişkinin içinden geçerek olgunlaştığı bir süreç yaşamaz. Karşısındakinin gerçekten kendisine uygun olup olmadığını sorgulamaz. İlişkide çok hızlı ilerler ve çok çabuk yakınlaşır (Masterson, 1981).
Bn. B okulun son yılında içinde bulunduğu ilişkiyle o kadar meşguldür ki tüm arkadaşları ileriye yönelik kariyerlerine odaklanırken o, bu konuyla pek ilgilenmez. Mezuniyetinden sonra uzun bir süre çalışmaz. İlk girdiği işte kısa bir süre çalıştıktan sonra işten çıkartılır. İşten ayrıldığı bu dönemde karşısına yurtdışında mastır yapma fırsatı çıkar fakat yeni evlendiği eşini bırakıp gitmek istemediği için bu fırsatı reddeder. Hatta eşi kendisini gitmesi için desteklediğinde onu başından atmak istediğini düşünür. Masterson (2004)’a göre borderline yapılanmanın en bariz özelliği kendine dayanma yerine nesneye yapışarak hayatını sürdürmeye devam etmektir. Bn. B. kendi potansiyelini aktive etmek adına karşısına çıkan fırsatları sürekli ilişkisini korumak adına itmiş böylelikle büyümeyi redderek kendini terk depresyonuna karşı korumaktadır.
Bn. B işini iyi yaptığını ve öğrencilerin kendisini çok sevdiğini düşünmesine rağmen bir türlü kendine düzenli bir iş bulamaz. Pek çok geçici işte çalıştıktan sonra son işinde 3 yıldır kalmayı başarır; fakat terapiye başladığında evliliğindeki çalkantılar yüzünden orada da tam randımanlı çalışamadığını ve pek çok defalar ihtar aldığını anlatır.
SAĞALTIM SÜRECİ VE TARTIŞMA
Yapılan psikiyatrik muayene sonucunda Bn. B’nin zaman – mekân oryantasyonunun tam olduğu, herhangi bir zekâ geriliği olmadığı (hatta ortalamanın üstü sayılabilecek bir zekâ kapasitesinin olabileceği) dikkati çekmiştir. Terapiye başladığı dönem içinde bulunduğu depresif ruh halinin; eşiyle ayrılma girişimleri, işinde alışmış olduğunun dışında almak zorunda kaldığı sorumluluklar gibi ayrılma streslerine bağlı olarak ortaya çıkan karaktelojik kökenli olduğu düşünülen sebeplerden kaynaklandığı varsayılmaktadır; çünkü bu ruh hali eşiyle ilişkisi düzeldiğinde ortadan kalkmaktadır. Bu Bn. B’nin hayatında ilk psikoterapi girişimidir ve daha önce uzun süreli devam ettiği bir ilaç kullanımı söz konusu değildir. Aile geçmişine bakıldığında şizofreni teşhisi almış bir teyzesi vardır, ayrıca annesi de genel olarak depresif özelliklere sahiptir (fakat anlaşıldığı kadarıyla annenin de kişilik yapısına bağlı bir depresif tablosu vardır). Bn. B
hayatında bir defa intihar teşebbüsünde bulunduğunu rapor etmiştir. Herhangi bir cinsel olarak kötüye kullanım hikâyesi gündeme getirmemiştir. Depresif olduğu dönemlerde günde iki paket sigara içmesi dışında herhangi bir madde kötüye kullanımı da dikkat çekmemektedir. Bn. B’nin MMPI testinin sonucuna göre; bağımlı, endişeli, gerçek ve hayali tehditlere karşı aşırı duyarlı, küçük streslerle baş etme kapasitesi düşük, reddedilmeye duyarlı, kısa saldırganlık dönemleri yaşayabilme kapasitesi olan bir kişilik profiline sahip olduğu ortaya konulmaktadır. Bütün bunlara dayanarak Bn. B’nin tanısıyla ilgili şu sonuçlara varılabilir: eksen I: depresif özellikler taşır; Eksen II: Bordeline Kişilik özellikleri, Histriyonik Kişilik özellikleri, Bağımlı Kişilik özellikleri sergiler; Eksen III: Bir anormallik tespit edilmedi; Eksen IV: birincil destek gurubuyla (aile ve eşle) ilgili sorunlar, işle ilgili sorunlar; Eksen V: genel olarak hayatının her alanına yayılan işlevsellikle ilgili sorunları olmasına rağmen çok düşük düzey bir işlevsellik sergilememektedir. Terapi süreciyle birlikte duygusal olarak daha sıkıntılı olmasına rağmen işlevselliğinde artış gözlenmektedir.
Bn. B’nin nesne ilişkilerinde babasıyla deneyimlediği narsistik doğası olan ilişki paterninden çok annesiyle deneyimlediği bireyselleşme çabalarına karşı annenin duygusal ulaşılabilirliğini kesmesi teması daha baskın gibi görünmektedir. Bunun sonucu olarak ayrılma ve özerklik durumları ile ilgili stres ve çatışmanın hayatında oldukça belirgin olması; iş hayatında gerçek potansiyeli ile tam olarak iş görmemesi; tatmin edici ilişkiler yerine daha çok yapışma ve bağımlılık üzerine ilişkiler yaşaması; ilişkilerinde genel olarak çocuk rolünü üstlenerek, yetişkin modunda ilişki kuramaması; yakın ilişkilerinde yapışma ve boğulma teması etrafında davranarak gerçek bir ilişki yaşayamaması; kendilik algısı ile ilgili olumlu ve olumsuz uçlarda olması; ayrılma deneyimlerinin ortaya çıktığı durumlardaki anksiyeteyi yapışarak ve daha farklı şekillerde eyleme vurumlarla elimine etmeye çalışması gibi pek çok öngörü borderline yapılanmayı daha baskın olarak düşünmeye yönlendirir. Aşağıda bu hipotezi test etmek amacıyla yapılan müdahaleler ve aktarımın doğası daha fazla bilgi verecektir.
Varsayılan borderline kendilik bozukluğunun intrapsişik yapısı genel olarak şu şekilde tezahür etmektedir: Geri çekilen parça birimi nesne temsili; her kendilik iddiasında aşağılayan, beklentileri karşılanamayacak kadar yüksek olan, sürekli köşeye sıkıştıran baba ve aşırı talepkâr, sömürücü, güvenilemeyen, her bireyselleşme girişiminde suçluluk hissettiren yutucu anne imgelerinden oluşur. Parça kendilik imgesi ise; terk edilmeye layık olan, deli, kendine yetemeyen, beceriksiz, köşeye sıkışmış, mide bulandırıcı, çirkin imgelerinden oluşmaktadır. Varsayılan teşhisi sınamak adına terapötik müdahalelere vereceği cevabı takip ederek teşhisi netleştirilmeye çalışıldı. Öncelikle temel terapötik araç olarak, eyleme vurumlarının inkâr edilen yıkıcılığı üzerine yüzleştirme yapılmaya karar verildi.
Bn. B sosyal olarak etkili, başarılı bir genç kadın portresi çiziyordu. Onun bu sempatik ve kendisine gülebilen üslubundan etkilenen terapist terapi sürecinin başında ona ciddi bir problem yöneltememiştir. Hatta eşiyle ilgili sorunlarını öyle mantıklı bir şekilde ortaya koymaktadır ki terapist ona pek çok noktada hak vermektedir. Oysa bu resim onun acılı içsel mücadelelerini ve ihtiyaçlarını gömme yolu olarak kullandığı bir savunma olarak mütalaa edilebilir.
Bn. B ilk birkaç ay seanslarına sadece kendini sıkıntılı hissettiği zamanlarda gelmeyi tercih etmektedir. Bu tür durumlarda seanslarına gelerek terapistinden ne yapacağına dair tavsiyeler istemekte; ama eşiyle arasının iyi olduğu ve kendini iyi hissettiği dönemlerde seanslara gelmeyi gereksiz bulmaktadır. Bu durum; Bn. B’nin kişisel yaşamında geçici bir ilişki eksikliği yaşadığı dönemlerde terapiste yapışma şeklinde tezahür eden bir yapılanma olarak yorumlanmakta ve yüzleştirmeler bu bağlamda yapılmaktadır. Eğer ortada bir sorun yoksa sadece mesaj atarak seansını iptal etmekte fakat hemen akabinde eşiyle yaşadığı bir tartışmanın ardından tekrar mesaj atarak ne kadar kötü olduğunu ve ona acil bir randevu ayarlanılmasını talep etmektedir. Mesajlarına cevap verilmediği zaman da öfkelenmekte ve hakaret dolu mesajlar yazmaktadır. Bu durum Masterson (1976) yaklaşımına göre şöyle yorumlanabilir; terapisti ödüllendirici birim yansıtmasına yönlendiremediğinde geri çekilen birim aktive olmakta ve terapist düşüncesiz, ilgisiz, bu işi sadece para için yapan, insani değerleri düşük bir insan olmakla suçlanmaktadır. Terapist, bu noktada; bir problemle karşılaştığında kendine dayanmak yerine nasıl hep başkasına ihtiyaç duyduğu üzerine “yüzleştirmeler” yapar. Bn. B. bu yüzleştirmeleri algılamakta ve hayatının diğer alanlarıyla ilişki kurarak eşinin de onu aynı şekilde eleştirdiğini ifade ederek karşılık vermektedir. Terapist bu eleştirilerin nasıl hissettirdiğini sorguladığında derinleşen bir duygusallıkla geçmişine atıflarda bulunarak hikâyesini derinleştirmektedir. Masterson yaklaşımında; konulan teşhis danışanın söz konusu müdahalelere verdiği cevapların ışığında yeniden değerlendirilir. Eğer uygulanan müdahalelerin sonucunda savunmalar azalıyor, danışan kendini keşfediyor, seans sırasında duygulanım derinleşmesi yaşanıyor ve danışan kendiliğini etkinleştirme konusunda ilerleme kaydediyorsa o zaman konulan teşhisin doğru olduğu varsayılmaktadır.” (Masterson & Lieberman, 2004)
Bn. B’nin ilk birkaç ayı onun bu yansıtmalarını yüzleştirmek, sınır koymak, ve bu savunmalarının motivasyon kaynağına ulaşmak adına yüzleştirmeler yapılarak geçer.
Bn. B kardeşleri arasında, annesinin tutarsız etkileşimlerine en çok maruz kalan çocuktur. Ablası babasının narsistik bir uzantısı olarak babayla olan ilişkiyle meşgulken Bn. B. annesinin psikolojik ihtiyaçlarının ve tutarsız davranışlarının bir nesnesi olarak büyümüştür. Bu ilişkide baskın tema; kendilik iddiasına karşı yoğun suçluluk ve kendilik iddiasından vazgeçmesi koşuluyla ödüllendirilme ve bunun akabinde gelen boğulma duyguları etrafında tezahür etmekteydi. Bn. B kendini iyi hissetmek adına kendilik iddiasından vazgeçmiş görünmekteydi.
Bu içselleştirdiği ve artık ruhunun bir parçası olan anne imgesi ve bunun karşısında kendini hep arka plana atan pasif çocuk doğası terapi sürecinde sık sık kendini göstermektedir. Özellikle terapistin bir programı yüzünden onun seans gününü değiştirmek istemesi üzerine olan tepkileri çok dikkat çekicidir. Önce bu değişimi onaylamasına rağmen daha sonra her cumartesi seansa gelmek için daha önemli işlerini iptal ettiğini söyleyerek –arabasına pasta cila attırmak, evinin pencerelerini değiştirmek, ablasının çocuğuna bakmak, annesinin canı sıkkın olduğu için onunla alışverişe çıkmak gibi- terapistine yüklenmeye başlar. Masterson (1976)’a göre kendilik bozuklukları hayatlarının her alanında kendileri için faydalı olanı hep geri planda bırakarak ilişki içinde oldukları nesneyi hoşnut etmeye çalışırlar. Bu şekilde iç ruhsal dünyalarındaki ödüllendirici parça birim aktiftir ve terk depresyonunun acı verici duygulanımına karşı kendilerini korurlar. Terapist bu bağlamda terapiye gelmemek için öne sürdüğü sebeplerin anlamına dair Bn. B’ye yüzleştirmeler yapar. Fakat Bn. B. için bunları kabullenmek acı verici bir terk depresyonu duygulanımına sürükleyeceğinden savunmada kalarak haklılığını terapistine ispat etmeye çalışır. Terapist onun bu manipülasyonunun nesnesi olmakta ve onun için programını zorlayarak alternatifler bulmaya çalışmaktadır. Bn. B bu noktada terapistine geri çekilen nesne temsilini yansıtmakta ve terapist de kendini bu noktada onunla başta kararlaştırılan güne riayet etmediği için sanki ona kendi istediğini dikte etmeye çalışan ve köşeye sıkıştıran biri gibi hissetmektedir. Bu aslında onun köşeye sıkıştıran anne imgesinin yansıtmasıdır. Bn. B’nin kendisine önerilen farklı birkaç alternatifi de reddetmesi terapistin Bn. B’ye karşı öfkeli hissetmesine yol açar. O, terapisti geri çekilen nesne birimine çekmeyi çok iyi başarmaktadır. Terapist Bn. B’nin seans günlerinde kendini isteksiz ve gergin hissetmektedir. Son çare olarak ona artık bu durumla ilgili kendisinin yapacak bir şeyinin kalmadığını eğer isterse ona uygun zamanı olan başka bir terapistle çalışabileceğini söyleyerek onunla sürecini sonlandırmak ister. Masterson (1976)’a göre bu durum karşı aktarım eyleme vurumudur. Buna rağmen danışanın terapiste yapıştığını görmek terapistin teşhisini biraz daha netleştirmesine ve kendine biraz dışarıdan bakmasına yardımcı olur. Ertesi seansın sonunda tekrar bu konu açılır ve yine uzlaşamadan seansı bitirmek zorunda kalırlar. Sinirlenerek kapıyı çekip çıkar ve bir sonraki seansa gelmez. Daha sonraki seansta bu konuyu çok düşündüğünü ve hayatını kolaylaştırmak ve sorunlarını çözmek için geldiği terapinin bile hayatının diğer alanları gibi arap saçına döndüğünü söyler. Terapist ona hayatının arap saçına dönen alanlarına bakmak için bunun belki de bir fırsat olabileceğini söyleyince çok sinirlenir; “Evet şu anda beni istediğin gibi manipüle edebilirsin (annesi gibi); çünkü bütün zayıf taraflarımı öğrendin tabii. Şimdi bu malzemeyi kullanarak beni kandıracaksın. Sırf kendi çıkarların için benim anormal olduğuma beni inandıracaksın”. Terapiste, annesinin ona yapışıp tüm sırlarını öğrendiği sonra da bunları kullanarak onu yönlendirdiği ve şantaj malzemesi olarak kullandığı nesne imgesini yansıtıyor. Terapist” neden bunu yapayım ki?” Sorusuyla yansıtmayı yüzleştirmeyi hedefler. Bu yüzleştirme danışanı kaybetme korkusu yüzünden baştan kabul etmek zorunda kaldığından yola çıkarak annesiyle yaşadığı hatıralara götürür. Buradan da kaybetme korkusunun hayatındaki bedellerine kadar gider.
Bn. B’nin dikkati çeken sorun alanlarından biri de eşiyle arasının iyi olmadığı dönemlerde ya internet üzerinden tanıştığı erkeklerle cinsel içerikli sohbetler etmesi ya da okulda etrafındaki öğretmen arkadaşlarına karşı baştan çıkartıcı davranarak onların ilgisini üzerinde hissetmek ve böylece kendini terk depresyonunun duygulanımına karşı korumaya çalışmasıydı. Terapist onun bu borderline savunmalarıyla ilgili yüzleştirmeler yapıyordu. Örneğin; “bana kendini tanımak ve ilişkinin bu kadar sorunlu olmasının sebeplerini anlamak istediğini söylediğini hatırlıyorum; peki eşinle her tartıştığında internete ve okuldaki diğer erkeklere yönelirsen ilişkindeki sorunların sebebini nasıl anlayacaksın?” Ve ya “hem artık birilerine bu kadar bağımlı olmaktan bıktığını ve hayatının kontrolünü kendi eline almak istediğini söylüyorsun hem de eşinle kavgalı olduğun dönemlerde içinde bulunduğun depresif duygulardan uzaklaşmak için çareyi başka birine yönelmekte buluyorsun. Duygularını bir başkasına dayanmadan yönetmeyi öğrenmezsen hayatının kontrolünü nasıl sağlayacaksın”.
Bn. B. bu bağlamda terapistin söylediklerine katılmakta ve haklı olduğunu söyleyerek artık kendine çeki düzen vermesi gerektiğini ifade eder. Bu noktadan sonra da gece geç saatlere kadar kız arkadaşlarıyla gezip tozmaya başlar, eşini umursamadığını, bu güne kadar nasıl kendi kendini kısıtladığını, artık daha özgür hissettiğini söyleyerek bunun için terapistine teşekkür eder. İlişkide neler olduğuna, soruna odaklanmak ona çok ağır gelmektedir. Çünkü orada çocukluk yaşantılarının izdüşümünü görmek zorunda kalacaktır.
Bn. B aslında eşiyle yaşadığı sıkıntıların büyük çoğunluğunun zamanında doyurulmamış ihtiyaçlarının bir uzantısı olduğunu zaman zaman çok net bir şekilde görmekte fakat bu self aktivasyonu, ardından yeni savunmaları ortaya çıkarmaktadır. İşte bu tema Borderline triadı çok net ortaya koymaktadır: 1. Ne zaman bireyselleşmek adına “selfaktivasyonu”nda bulunsa 2. Acı veren “terk depresyonu” duyguları ortaya çıkmakta 3. Bu duygulardan uzaklaşmak için çeşitli “savunma mekanizmaları” kullanarak bireyselleşmekten vazgeçmektedir. Masterson (1981)’a göre, hasta terapiye başlarken ödüllendirici parça birim ile patolojik haz egosu arasındaki ittifak ile motive edilen davranışları ego sintonik olarak yaşantılar. Kendini iyi hissetmek adına zarar verici davranışlarının neye mal olduğunu inkâr eder. Bn. B. de sorunların kendi talepkârlığından değil de eşinin soğukluğundan kaynaklandığını savunmakta, çevresindeki insanlarla bu konuyu sürekli konuşmakta ve terapistine diğer arkadaşlarının eşlerinin neler yaptığıyla ilgili örnekler getirerek kendinin haklılığını savunmaktadır. Eşine karşı bu kadar bağımlı olmak ona kendini eşinin kontrolünde hissettirdiği için çok öfke hissettirmekte ve sürekli bir gün bunların intikamını almakla ilgili misilleme fantezileri kurmaktadır. Bu misilleme arzusunun altında yatan da aslında eşine fazla bağlanmaya karşı kendini korumaktır; çünkü annesi ona her yakınlaştığında onu yüz üstü bırakmış ve eşiyle oynadığı oyun da bu nesne ilişkisinin bir tekrarı mahiyetinde gibi görünmektedir. Ayrılmanın acısını yeniden ve yeniden deneyimlemeye karşı kendini korumaya çalışmaktadır. İlişkinin içindeyken geçmişin acıları sürekli yeniden can bulmakta bu acıyı tekrar tekrar deneyimlemek yerine ilişkiden uzak durmak ona daha kolay gelmektedir.
Bn. B hayatında tekrarlayan nesne ilişkisini ona gösterdiği için terapistine karşı da öfkelenmekte ve ona bu ilişkiyi bitirerek yeni bir ilişkiye başlamanın daha doğru olduğunu düşündüğünü ifade etmektedir. Terapistin bunun kaçıştan başka bir şey olmadığını ve eğer buna dönüp bakmazsa ne yaparsa yapsın bunu her ilişkisinde yaşayacağına dair yüzleştirmelerine rağmen, Bn. B bu ilişkinin kirlendiğini ve artık düzeltilemeyeceğini söyleyerek terapistine de öfkeli bir tutumla yanıt vermekte ve terapinin işine yaramadığını, ona yeterince yol gösterici olmadığını iddia ederek terapiye karşı da direnç göstermektedir.
Seansına gelmediği bir haftanın ardından terapistini arayarak ona kızgın değilse tekrar gelmek istediğini söyler. Gelmediği süre zarfında ablasının gittiği yaşam koçunun bir haftalık kursuna devam ettiğini orada çok işine yarayacak pratik hayat bilgileri edindiğini anlatır. Aslında kendisinin bir rehbere ihtiyacı olduğunu söyler. Seans sonunda da eşini terk etmeyi başardığını söyler. Terapist onun söylediklerini sadece şaşkınlıkla dinler. Bu arada bir arkadaşının bu ayrılık sürecinin çok zor olduğunu ve bu dönemi daha rahat atlatmak için ilaç kullanması gerektiğini söylediğini ve onu bir psikiyatriste yönlendirdiğini söyler; fakat ilacın yan etkilerinin olduğundan şüphelendiğini çünkü tüm vücudunun kaşındığını söyleyerek ilacı gösterir ve kullanmaya devam etmeli miyim diye terapiste sorar. Bu tutumu aslında oldukça tanıdıktır. Tıpkı eşine yaptığı gibi terapiste başkalarıyla ilişkilerini göstermeye çalışır. Ona ilaca başlarken kendisine sorduğunu hatırlamadığını şimdi neden sorduğunu sorar. Terapist danışanın oyununu çok net görmesine rağmen kendini aldatılmış ve terk edilmiş hissetmekten alıkoyamaz. Neyse ki sonra kendini toparlayıp bu hissettiklerini onunla paylaşmaya karar verir. Çünkü bunun, tıpkı annesinin babasıyla barışıp ondan uzaklaştığı zaman yaşadıkları gibi, bir yansıtmalı özdeşim olduğunu düşünüyordur Ona: ”izin ver bazı şeyleri anlamaya çalışalım. Son zamanlarda yaşadıklarımız bana çok ilginç geliyor. Seninle sürecimiz devam etmesine rağmen, başka bir yaşam koçuna gitmeni, arkadaşının tavsiyesi üzerine başka bir psikiyatriste gitmeni, ilaca başlamanı ve bütün bunları gelip burada bana anlatmanı anlamaya çalışıyorum. Bunun altında yatanı merak ediyorum” şeklinde bir soru yöneltir. Terapistin bu söyledikleri Bn. B. tarafından anlaşılmıştır ve annesinin
babasıyla arasının kötü olduğu bir dönemde onunla birlikte yattığı fakat sabah kalktığında onu babasının yanında gördüğünde yaşadığı aldatılmışlık duygusunu anlatır. Roller tamamen tersine dönmüştür. Geri çekilen nesne ilişkileri parça biriminin kendilik temsilini terapiste yansıtıyor ve nesne temsiliyle de kendisi özdeşleşiyordur. Bu onun geçmiş hikâyesinin yeniden sahnelenmesi olarak varsayıla bilinir. Onun annesi karşısında yaşadıklarını terapistin kendi bünyesinde deneyimlemesi danışanın ruh dünyası hakkında muazzam bir bilgi kaynağıdır.
SONUÇ
Masterson (1976) iki çeşit psikoterapi tanımlar: destekleyici ve yeniden yapılandırıcı. Destekleyici psikoterapi; hastanın patolojik egosunun savunma mekanizmalarını fark etmesi, bunları bilinçli olarak nasıl kontrol edeceğini öğrenmesi ve böylece bunların zararlı etkilerinden kendini koruması amacı taşır. Kişi bu noktaya geldikten sonra sağaltım sürecini isterse sonlandırabilir de fakat eğer isterse devam ederek terk depresyonunu daha derinlemesine çalışarak, bütünleşmiş nesne ilişkileri, özerkleşmiş bir ego, hoşnutluk yaratan ve olgunlaşmış sevme ve üretme kapasitesine doğru ilerleyebilir. Hangi terapi çeşidinin seçileceği kişinin motivasyonuna, gelişim sürecinde yaşanan travmatik deneyimlerin şiddetine ve buna bağlı olarak da ego gücüne göre değişir.
Bn. B. ile 11 aylık bir süre çalışıldı. Bu süreç içerisinde yukarıdakilere benzer çok çeşitli örnekler yaşandı. 11 aylık bu süreç genel olarak Masterson’un destekleyici terapi olarak adlandırdığı terapi çeşidine denk düşmektedir. Bu süreçte Bn. B. ile terapötik bir ittifak yakalanmış, bireyselleşmenin bir parçası olan psikoterapiye karşı dirençleri ile çalışıldıktan sonra genel olarak hayatın içinde özerk bir birey olarak var olmaya karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları ile ilgili çalışılmıştır. Danışanın ilk mekanizmaları büyük ölçüde ortadan kalkmış; seanslarına düzenli gelmeyi başarmıştır. Artık başkaları yerine kendine daha fazla odaklanabilen, daha derin bir duygusallığa sahip, şu andaki ilişkileri ile geçmiş ilişkileri arasında bağlantı kurabilen, ailesine karşı gerçekçi sınırlar koyabilen bir tablo sergilemektedir. Bu başardıkları Bn. B’nin terk depresyonunu ciddi şekilde tetiklemesine rağmen bunları daha iyi taşıyabilmektedir.
KAYNAKÇA Daws, L. (2010). Olgu Sunumu: Yapışmacı Borderline Kendilik Bozukluğu. Uluslarası Masterson Günleri IV, Tebliğ Sunumu. İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü. Kernberg, O. F. (2012). Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm. (M. Akay, Çev.). İstanbul: Metis Yayıncılık. (1975). Kohut, H. (1998). Kendiliğin Çözümlenmesi. (C. Atbaşoğlu, B. Büyükkal, C. İşcan, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları. (1971). Mahler, M. (2012). İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu. (A. N. Babaoğlu. Çev.). İstanbul: Metis Yayıncılık. (1975). Masterson, J.F. (2006). Borderline Yetişkinlerde Psikoterapi. (H. ve M. Macit, Çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık. (1976). Masterson, J.F. (2006). Narsisistik ve Borderline Kişilik Bozuklukları. (B. Açıl, Çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık. (1981). Masterson, J.F. (2009). Gerçek Kendilik. (P.Üzeltüzenci, Çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık. (1985). Masterson, J.F. Klein, R. (2010). Kendilik Bozukluklarının Psikoterapisi. (M. Benveniste, P. Özdemir, Çev.). istanbul: Litera Yayıncılık. (1989). Masterson, J.F. & Klein, R. (1995). Disorders of The Self. New Therapeatic Horizons. The Masterson Approach. New York: Brunner/Mazel. Masterson, J.F. (2007). Kişilik Bozuklukları. (B. T. Bozkurt, T. V. Soylu, Çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık. (2000). Masterson, J.F. & Lieberman, A.R. (2004). A Therapist’s Guide to the Personality Disorders. The Masterson Approach. Phoenix, Arizona: Zeig, Tucker & Thiesen, Inc. Tura, S. M. (1999). Günümüzde Psikoterapi. İstanbul: Metis Yayınları.
Anahtar Sözcükler: Borderline, Sınır Durum, Masterson, Terk depresyonu, Kendilik Bozukluğu.
GİRİŞ
Sınır durum olgusu ve psikopatolojisi genel olarak tüm ekollerin dikkatini yönelttiği çalışma alanları arasıdadır. Comprehensive Textbokk of Pschiatry’ye göre “sınır durum” terimi ilk olarak 1930’larda Stren tarafından nevrozla psikoz arasındaki vakaları tanımlamak için kullanılmıştır (akt., Tura, 1999). Kernberg (1975)’in aktarımına göre “mış” gibi kişilikler (Deutsch, 1942), şizoid kişilik yapısı (Fairbain, 1951), ciddi ben çarpıtmaları olan hastalar (Gitelson, 1952) gibi tanımlamalar büyük ihtimalle sınır durumu tanımlama çabalarıydı. Fakat Gunderson (1984)’a göre sınır durum konusundaki ilk ciddi çalışmalar 1960’larda başlamıştır (akt., Tura, 1999). Kernberg (1985) o güne kadarki çalışmaların da ışığında “sınır kişilik örgütlenmesi” kavramını ortaya atmıştır. Psikiyatrik inceleme alanındaki tüm vakaları: nevrotik, sınır, psikotik olmak üzere üç ana grupta toplamıştır. Dolayısıyla “sınır durum örgütlenmesi” dediği grup nevroz ile psikoz arasında oldukça geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Ayrıca bu yelpaze içindeki patolojileri de psikotik ve nevrotik kümeye yakınlıklarına göre düşük, orta ve yüksek düzey olarak sınıflandırmaktadır. Daha sonra bu alanda çalışan psikonalitik ekoller genellikle bu bakış açısını benimserler. Bu yaklaşımın tanımlayıcı bakış açısından farklılığını hatırlatmakta yarar vardır. Çünkü bu durum dikkate alınmadığında kavram karmaşası ve kafa karışıklığı yaşanacağı açıktır.
Günümüzde terapiye başvuru sebepleri obsesyon, fobi gibi tipik hastalık semptomları olmaktan ziyade yaşamdan ve ilişkilerden tatminsizlik gibi daha genel ve belirsiz şikayetlerdir (Kernberg, 1975). Masterson (1976, 1981, 1989, 1995, 2000, 2004) bu genel tatminsizliğin altında yatan sebepleri irdelemesi açısından oldukça değerli katkılar sunmuştur. Bu çalışmanın maksadı da özellikle Masterson’un kuramı ve borderline patolojisi üzerine odaklanarak Masterson’un bu katkılarına dikkat çekmeye çalışmaktır.
Masterson kuramını; bağlanma kuramı, nesne ilişkileri kuramı, kendilik kuramı ve özellikle gelişimi psikodinamik olarak inceleyen kuramcıların düşünceleri ışığında ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu kuramların tüm kavramları Masterson yaklaşımı içinde kullanılır durumdadır. O, bu kavramların tarihsel süreçlerindeki benzer ve farklı yönlerini oldukça akla uygun bir şekilde entegre ederek kuramına içselleştirmiştir.
Masterson yaklaşımında patolojiler “kendilik bozukluğu “olarak ifade edilir ve üç kategoride toplanır; borderline, narsisistik, şizoid kendilik bozukluğu (Masterson, 2000). Bu kategorizasyonda merkez, kişinin kendilik temsili (gelişim sürecinde kendisi ile ilgili geliştirdiği temel şemalarını içeren) ile nesne temsilinin (başkaları ile ilgili şemalarını içeren) birbirleri ile nasıl ilişki kurduğudur. Bunlar arasında özellikle çalışmanın konusu olan borderline kendilik bozukluğu Mahler (1971)’in ayrılma bireyleşme olarak adlandırdığı süreçte yaşanan problemler yüzünden kişinin bu noktada gelişiminin duraklamasından kaynaklanır (Masterson, 1976). Masterson bu duraklamada kendisi de büyük ihtimal borderline veya narsisistik bozukluğa sahip annenin, çocuğun gelişmekte olan kendiliğini destekleyen duygusal desteği vermekte yetersiz kalmasını sorumlu tutmaktadır (Masterson, 1981). Anne çocukla ayrı bir birey olarak ilişki kurmak yerine geçmişindeki ilişkilerinden biriymiş gibi bir transfer ilişkisi kurmak suretiyle çocuğu kişiliksizleştirir. Dolayısıyla çocuğun yeşermekte olan eğilimlerini, arzularını, yeteneklerini içeren kendiliği anne tarafından asla fark edilmez hatta bu yöndeki çabalarını ifade eden “kendilik aktivasyonları” annenin “libidinal ulaşılabilirliğini” geri çekmesi suretiyle cezalandırılır; tam tersi annesine “yapışma” davranışları ödüllendirilir (Masterson, 2000). Yani çelişkili bir biçimde çocuk bireyleşmediği için ödüllendirilmektedir (Daws, 2009). Çocuk bir yandan büyümek için içindeki doğal eğilimi destekleyecek annenin “libidinal ulaşılabilirliğine” ihtiyaç duyarken, öte yandan bu doğal eğilime uyum sağlayıp büyümeye çalışırsa bu libidinal destekten yoksun kalacağını çok erken dönemde fark eder. Bu çatışmalı durum çocuğun bütünleşmiş bir “kendilik” ve “ego” geliştirmesine izin vermez. İç dünyasında “bölme” ile birbirinden ayrılmış iki parça birim oluşmasına sebep olur. Geri çekilen parça birimi içinde; geri çekilen anne (ve çoğu zaman da baba) imgesini kapsayan nesne, bunun karşısında kendine yetemeyen, kötü kendilik imgesi ve bu iki parçayı birbirine bağlayan derin terk depresyonu duygularıdır. Ödüllendirici parça birim içinde ise; kabullenen, onaylayan, ödüllendiren anne (ve çoğu zaman da baba) imgesinden oluşan nesne parçası; pasif, uyumlu kendilik parçası ve duygulanım olarak da hoş duygulardır (Masterson, 1976).
Masterson’un kuramının merkez kavramı “terk depresyonudur”. Terk depresyonunun bileşenleri, ağırlıklarını ifade etmek amacıyla “mahşerin altı atlısı” olarak adlandırılmış olan; depresyon, öfke, korku, suçluluk, çaresizlik, boşluk ve anlamsızlıktır (Masterson, 2000). Bu ağır hisleri yaşantılamaya katlanamayan çocuk, regresif bir tutumla anneye yapışarak bireyleşme dürtülerini yok sayar ve böylelikle bu hislerin üstesinden gelmeye çalışır. Bu yok saymaya olanak sağlayan en merkezi mekanizma “bölme”dir. Buna ilaveten; yapışma, inkar, kaçınma, izolasyon gibi pek çok mekanizma eşlik eder. (Masterson, 1981).
Tüm bu handikaplar yüzünden sağlıklı çocuğun iç ruhsal yapısında oluşması gerektiği gibi bir kendilik ve ego gelişimi söz konusu olamaz. Normal gelişim sürecinde kendilik; kendini aktive etme, kendini ifade etme, hedefler koyma, inisiyatif alma, yaratıcı olabilme, güçlükler karşısında dirençli olma, kendini destekleme ve güvenme, yakın ve sıcak ilişkiler kurabilme gibi becerileri olan bir “gerçek kendilik” olabilecekken (Kohut, 1971) borderline çocuğun yaşadığı gelişimsel saplanma yüzünden kendini aktive etmemek için çeşitli savunmacı tutumlar içinde olan, pasifliğini aklileştirici mekanizmalara sahip ve dolayısıyla kendilik eksikliğini beslemeye devam eden bir “sahte kendilik” yapılanması oluşur (Masterson, 1985). Bu sahte kendiliği yaşatabilmek için aynı doğrultuda ego da biri haz ilkesine göre işleyen; yani regresyonla annenin beklentilerine uyum sağlayan ve bu şekilde terk depresyonu bileşenlerini yaşamaktan uzak duran patolojik ego, diğeriyse bu regresyonun bedellerinin farkında olup hapsolmuş ve acı çeken gerçeklik egosu olmak üzere bölme mekanizmasıyla ikiye ayrılır (Masterson, 2000).
Masterson yaklaşımına göre, danışan terapi sürecine patolojik haz egosu ve ödüllendirici parça birimi arasındaki patolojik ittifak ile gelir. Terapistin sağaltım sürecindeki rolü bu patolojik ittifakı bozarak geri çekilen parça birime karşı durabilen, terk depresyonunu taşıyabilen gerçeklik egosunu geliştirerek, sahte kendilik altında güdük kalan gerçek kendiliğin büyüyebilmesine yardımcı olmaktır (Masterson, 1976).
OLGU Bn. B 32 yaşında, 6 yıllık evli, matematik öğretmeni genç bir bayandır. Modern ve çekici bir görüntüye sahip olan B. ilk görüşmede makyajsız, sade, doğal bir görünüm içindedir. Kendini çok net ifade edebilen, canlı ve sempatik hatta eğlenceli bir üslubu vardır. Terapiye geliş nedeni 6 yıldan beri devam eden inişli çıkışlı evliliğindeki problemlerine bir türlü çare bulamamaktır. Bn. B eşiyle ilişkisi kötüye gitmeye başladığından beri kendini depresif hissetmektedir. Eşinin artık evliliklerinin düzelmesi adına hiç çaba harcamadığını, haklı bile olsa her tartışmadan sonra sürekli kendisinin geri adım atmak zorunda olmasının ne kadar aşağılayıcı ve öfkelendirici olduğunu ifade eder. Eşinden ayrılmak istemekte ama ayrılığın yaratacağı boşluk duygusundan öyle korkmaktadır ki her defasında geri adım atmak zorunda kalmaktadır. Bu durum Bn. B de intikam duyguları yaratmakta ve yeni bir çatışma için öncül koşulları meydana getirmektedir. Bn. B’nin ifadelerindeki bu durum borderline yapılanmanın bölünmüş nesne ilişkileri birimini anımsatmaktadır. Masterson (2000)’a göre, “borderline hastalar, gelişimlerinin gereği olan, genetik olarak belirlenmiş ayrılma-bireyleşme dürtüsü ve anne desteğinin geri çekilmesi arasında kalırlar. Çocuğun kendilik temsili, annenin nesne temsilinden farklılaşmaya başladıkça annenin geri çekilmesinin etkisi altında bir terk depresyonu yaşamaya başlar. Buna karşılık anne, hastanın pasif ve gerileyici davranışlarını ödüllendirip pekiştirerek çocuğun kendine yapışmasını sağlar.
Eşiyle olan sıkıntılarının başlama zamanı eşinin 4 yıl önce öğretmenliği bırakarak emlak işiyle uğraşmaya başladığı döneme tekabül etmektedir. Eşi zamanının büyük çoğunluğunu işiyle ilgilenerek geçirmeye başlamış kendisi de bu süreç içinde öfkeli ve depresif olmaya başlamıştır. Kocasına türlü hakaretler ettiği öfke nöbetleri geçirir. Bu, Masterson (1976)’un nesneye yapışma çabaları olarak tanımladığı durumdur. Masterson, Bowlby’nin çalışmalarından da faydalanarak bu durumu şöyle ifade eder; “hastanın yapışma girişimleri başarısızlıkla sonuçlandığında, hasta depresyona girer. Bu durumda hastada öfke ve umutsuzluk gibi duygular hâkimdir. Hasta kendini bu duygulara karşı savunabilmek için bölme, yansıtma ve eyleme vurma gibi savunma mekanizmaları….geliştirir.”(Masterson, 1976). Buna rağmen eşinin her şey yolundaymış gibi davranmaya devam etmesi, Bn. B’nin evliliğindeki sorunların sadece kendi kafasındaymış gibi hissetmesine sebep olmaktadır. Kısacası dönem dönem farklı ruh halleri içinde olduğunu; bazen bütün sorunun eşiyle ilgili olduğunu düşündüğü ve öfke patlamaları yaşadığını; bazen de aslında bu durumları kendisinin yarattığını düşünerek depresif hissettiğini ifade eder. Evliliği hayatının çok fazla merkezindedir ve ilişkisinin inişli çıkışlı seyri yüzünden ne sosyal ilişkilerine ne de işine yeterince odaklanamamaktadır. Aslında öğrencileriyle diyaloğunun iyi olduğunu ve iyi bir öğretmen olduğunun farkındadır ama ilişkisindeki sorunlar yüzünden okulda sürekli depresif ve moralsiz bir imaj çizmektedir. Etrafındaki insanlar sürekli ona ilişkisi konusunda tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Genel olarak sanki insanlarla eşit düzeyde ilişki kuramadığını bir şekilde etrafındaki insanların ona ebeveyni gibi davranmaya başladığını düşünmektedir.
Bn. B işiyle ilgili de genel bir memnuniyetsizlik içindedir. İş gününün bitmesini ve evine kavuşmayı iple çekmektedir. Ayrıca işinde ön planda olduğu zaman sıkıntı yaşadığını fakat ikinci insan olduğunda çok daha iyi performans çıkardığını ifade etmektedir. İş arkadaşlarının onu pratik ve problem çözme becerisi yüksek bir insan olarak gördüklerini ve bu yüzden zümre başkanlığı teklif ettiklerini fakat bu durumun kendisinde çok ciddi anksiyete yarattığını ifade eder. Bütün öğretmenleri etkileyecek kararlarda son sözü söyleyemeyeceğini, en önemlisi de insanları koordine edip yönetemeyeceğini düşünür. Dolayısıyla bu mevkiye başka bir arkadaşını refere eder. (self aktivasyonu ile ilgili sıkıntılar). Bu arkadaşı da her şeyi kendisine danışan, kendi karar veremeyen bir arkadaşıdır. Sahnede arkadaşı olduğu halde aslında kararları verenin kendisi olduğunu düşünür. Bu durum ona kendini daha güvende hissettirir fakat aynı zamanda arkadaşına karşı öfkeli hissetmesine de neden olur. Masterson (1976) borderline yapıların iş hayatında başarının anahtarı olan atılganlık ve girişimcilik gibi davranışlardan yoksun olduklarını bunun da işle ilgili genel bir memnuniyetsizlik yaşamalarına sebep olduğunu ifade eder. Bunun altındaki temel neden ise yine bireyselleşme konusundaki isteksizlikleridir. Çünkü bireyselleşmek anne tarafından terkedilmek demektir ve yoğun terk depresyonu duygulanımı demektir.
AİLE TARİHÇESİ
Bn. B. İstanbul’da sosyoekonomik seviyesi düşük bir mahallede doğmuştur ve ailenin üç çocuğunun ortancasıdır. Kendinden 2 yaş büyük ablası ve kendinden 6 yaş küçük bir erkek kardeşi vardır. Ne annesi ne de babası üniversiteye gitmemişlerdir. Ailenin geçimini baba üstlenmiş anne hayatında hiç çalışmamış bir kadındır.
Bn. B annesinin hayatı boyunca babasının bencillikleri altında ezilen bir zavallı olduğunu ve desteğe ihtiyacı olduğunu düşünmektedir. Annesi çalkalanan ruh hallerini onlara çok fazla yansıtmakta ve çoğu zaman ablası ve kendisini sırdaşı gibi görmektedir. Bn. B. annesinin üvey anne tarafından büyütüldüğünü, duygusal olarak ihmal edilmiş bir çocukluk geçirdiğini ifade eder. Masterson (2000)’a göre borderline vakaların anneleri de ayrışma bireyleşme süreçlerini sağlıklı atlatamamışlardır ve ayrılma deneyimlerinde girdikleri terk depresyonunu çocuklarına yapışarak bertaraf etmeye çalışırlar.
Babasının evde çok fazla zaman geçirmediğini ama evde olduğu zamanlarda her şeyin mükemmel olmasını istediğini, en ufak bir aksaklıktan dolayı evde terör havası estirebildiğini, ağzının çok bozuk olduğunu ve ağır küfürler ettiğini anımsar. Ayrıca annenin sinir krizlerinde ikisi bir olup çocukların üzerine birlikte yüklenirler. Masterson (1976)’a göre anne çocuğu sembiyotik birliktelik içinde tutmaya çabalasa dahi baba çocuğun bireyleşme ve gerçekliğe uyum sürecine destek olacak bir nesne olarak var olabilirse çocuğun bu süreci daha başarılı atlatmasına yardımcı olabilir. Oysa borderline vakaların babaları çocuğu anne-çocuk yapışmacı ilişkisinden uzak tutmak yerine bu ilişkiyi pekiştirir mahiyettedir. Baba, anneye “çocuk senin, onun üzerinde sadece sen kontrol hakkına sahipsin yeter ki benim ev dışında ne yaptığıma karışma” der gibidir. Baba, anne ile böyle bir kontrat yaparak annenin yapışmacı davranışlarının yönünü kendi üzerinden çocuklar üzerine çevirme gayreti içindedir.
Bn. B çocukluk yıllarında çok kompleksli ve kıskanç olduğunu, kendisini çok çirkin ve aptal bulduğunu ve bu durumun üniversite yıllarına kadar devam ettiğini söyler (ki aslında oldukça çekici bir görüntüsü vardır).
Öğrencilik hayatı boyunca sürekli sorunlu bir çocuktur, idare etme ve sistemi manipüle etmenin yollarını bularak gerçek potansiyelini hiçbir zaman kullanmaz. İlkokulda çirkinliğinden ve ailesinin fakirliğinden utandığı için arkadaşlarına genelde mesafeli durur, kendisiyle aynı okulda olan ablasıyla vakit geçirmek ona daha güvende hissettirir fakat ablası her zamanki gibi ona karşı tutarsız davranır ve onun beklediği desteği pek vermez.
Lise yıllarında okulda hala iyi bir öğrenci değildir. Lise son sınıfta üniversite sınav stresi onu bir hayli gerer. Derslerine yoğunlaşıp iyi bir üniversite kazanmayı istemesine rağmen o zamana kadarki derslerle ilgili umursamaz tutumunu bırakmak ona zor gelir. İşte bu sıkıntılı dönemde tanıştığı kendinden yaşça çok büyük olan bir erkekle çıkmaya başlar. Bu erkek 30 yaşında iri yarı, ilkokul mezunu, tezgâhtarlık yapan, ne ailesinin onaylayabileceği ne de kendisine yakıştırabildiği bir adamdır; fakat onunla vakit geçirmeyi sevdiğini çünkü üniversite sınavıyla ilgili gerilimden onu uzaklaştırdığını hissetmektedir. Masterson (2000)’a göre okula başlama, mezun olma, sınav gibi yaşam süreçlerindeki ayrışma-bireyleşmeye yönelik her deneyim terk depresyonunu tetikler. Kendilik bozukluğu olgusu kendini bu ağır duygulanımdan korumak için yapışarak eyleme vurur.
Bu sırada dershanedeki dersleri çok ihmal ettiği hakkında öğretmenlerinden gelen şikâyetler üzerine babası sıkıyönetim başlatır. Ev ve dershane dışında başka bir şeyle ilgilenmesine izin vermez. Babasının sıkıyönetimi işe yaramıştır ve bu süreç içinde dersleri toparlanmaya başlar hatta son deneme sınavlarında dershane birincisi olmuştur. Öğretmenleri onun yüksek bir puan alarak her istediği üniversiteye girebileceğini düşünürler. Bn. B yüksek tercihlerle istediği üniversiteye girebilecekken o çok yüksek bir puana ihtiyaç duymadığı bir öğretmenlik tercih eder. Sınav günü ishal olduğu için sınavda tam performans sergileyemez. Buna rağmen tam olarak önceden hedeflediği üniversiteye girer. Masterson (1976) borderline kendilik bozukluğunun genel olarak hiçbir zaman gerçek potansiyelini ortaya koyamadığını, ortaya koyma fırsatlarında çeşitli fiktif veya somatik savunma mekanizmaları ile kendi potansiyelini baltaladığını ileri sürer. Buna bağlı olarak da özellikle yetişkin borderline kendilik bozukluklarında iş tatminsizliğinden, kendini bir türlü gerçekleştiremediği sıkışmışlık durumlarından söz eder.
Üniversite yıllarında da kendini çok yormadan vasat bir öğrenci olmaya devam eder. Okul başladıktan birkaç ay sonra eroin kullanan, günübirlik yaşayan, sorumluluktan uzak bir adamla çıkmaya başlar. Onun bu dağınık, sıra dışı hali Bn. B’nin hoşuna gitmekte fakat aynı zamanda da korkutmaktadır; çünkü kendi içinde çocukluğundan beri hissettiği çabuk kontrolden çıkabileceğini düşündüğü tarafının bu adamla kontrolden çıkabileceğini ve kötü alışkanlıklar edinebileceğini düşünmektedir. Bu yüzden bu adama çok bağlanmak istememektedir. Bu duygularına rağmen ilişkisi birkaç yıl sürer.
Bn. B. erkek arkadaşının iyice kontrolden çıktığı bir dönemde onun yaşadıklarından çok etkilenir ve anlamsızlık duygularının girdabında olduğu bir noktada başka bir erkekle tanışır. Bu adamın hayatına anlam katıp ona sınır koyacak bir adam olduğuna inanır; bu adam dindar, aileye değer veren, mazbut bir adamdır. Her ne kadar bu adamın muhafazakâr ve tutucu tutumları onu biraz endişelendirse de kendini onun yanında güvende hissetmektedir. Erkek arkadaşı, ailesinin Bn. B’nin başı örtülü olmadığı için bu ilişkiye karşı çıkacaklarını düşündüğünden bu ilişkiyi saklamaktadır. Bn. B bu durumdan incinmekte ve ilişkilerinin geleceğinden endişe duymaktadır; fakat bu ilişkinin devamı için gerekirse başını bile örteceğini söyleyerek kendinden tavizler vermektedir. Bu durum Masterson (1981)’a göre uyum sağlayarak ödüllendirici birimde kalma çabasıdır. Buna rağmen erkek arkadaşının bunların kıymetini bilmediğini düşünmektedir. Onun için sürekli kendi hayatıyla ilgili tavizler vermekte fakat erkek arkadaşı hep daha fazlasını istemektedir. Her şeye rağmen evlenmeye karar verirler ve Bn. B erkek arkadaşına karşı dürüst olmak istediği için daha önceki ilişkilerini ona anlatması gerektiğini düşünür. Daha önceki ilişkilerini çok ayrıntılı bir şekilde hatta seks oyunlarına varıncaya kadar anlatır. Muhafazakâr bir erkeğe daha önceki ilişkisini bu kadar açık anlatmak da bir çeşit mesafe koyma davranışı olarak değerlendirilebilir. Çünkü borderline kendilik bozukluğu ilişkilerini terk edilme ve yutulma korkusu arasında iki uçlu bir tehdit ortamında yaşar. Terk edilme korkusuna karşı yapışma mekanizmalarını kullanırken diğer yandan bu yapışık ilişki yutulma/boğulma korkularını tetikler. Bu noktada da mesafe koyma savunmalarını kullanır (Masterson, 1976). Nitekim erkek arkadaşının hayatının merkezinde olduğu bir dönemde erkek arkadaşı okuldan mezun olarak memleketine geri döner ve bir daha Bn. B’yi aramaz. Bu dönemde ona ulaşmak için çılgınca çaba harcar ama hiçbir şey elde edemez. Bu onu yoğun bir depresyona sürükler ve bu dönemde intihara teşebbüs eder.
Bu çalkantılı dönemde şu andaki eşiyle tanışır. Bu adam ilk başta itici gelmesine rağmen o kadar ilgilidir ki Bn. B bundan etkilenir. Onun ilgisi ve şefkati acılarını dindirmeye yardımcı olur fakat paspal görüntüsünden ve çocuksu tavırlarından dolayı da onu bazı arkadaş gruplarına götürüp tanıştırmaktan utanır. Borderline kendilik için aşk nesnesi sadece yapışabileceği, depresyonunu unutturacak, onunla sembiyotik ilişki içine girebileceği bir anne transferi olarak görülebilir. O yüzden gerçek bir ilişkinin içinden geçerek olgunlaştığı bir süreç yaşamaz. Karşısındakinin gerçekten kendisine uygun olup olmadığını sorgulamaz. İlişkide çok hızlı ilerler ve çok çabuk yakınlaşır (Masterson, 1981).
Bn. B okulun son yılında içinde bulunduğu ilişkiyle o kadar meşguldür ki tüm arkadaşları ileriye yönelik kariyerlerine odaklanırken o, bu konuyla pek ilgilenmez. Mezuniyetinden sonra uzun bir süre çalışmaz. İlk girdiği işte kısa bir süre çalıştıktan sonra işten çıkartılır. İşten ayrıldığı bu dönemde karşısına yurtdışında mastır yapma fırsatı çıkar fakat yeni evlendiği eşini bırakıp gitmek istemediği için bu fırsatı reddeder. Hatta eşi kendisini gitmesi için desteklediğinde onu başından atmak istediğini düşünür. Masterson (2004)’a göre borderline yapılanmanın en bariz özelliği kendine dayanma yerine nesneye yapışarak hayatını sürdürmeye devam etmektir. Bn. B. kendi potansiyelini aktive etmek adına karşısına çıkan fırsatları sürekli ilişkisini korumak adına itmiş böylelikle büyümeyi redderek kendini terk depresyonuna karşı korumaktadır.
Bn. B işini iyi yaptığını ve öğrencilerin kendisini çok sevdiğini düşünmesine rağmen bir türlü kendine düzenli bir iş bulamaz. Pek çok geçici işte çalıştıktan sonra son işinde 3 yıldır kalmayı başarır; fakat terapiye başladığında evliliğindeki çalkantılar yüzünden orada da tam randımanlı çalışamadığını ve pek çok defalar ihtar aldığını anlatır.
SAĞALTIM SÜRECİ VE TARTIŞMA
Yapılan psikiyatrik muayene sonucunda Bn. B’nin zaman – mekân oryantasyonunun tam olduğu, herhangi bir zekâ geriliği olmadığı (hatta ortalamanın üstü sayılabilecek bir zekâ kapasitesinin olabileceği) dikkati çekmiştir. Terapiye başladığı dönem içinde bulunduğu depresif ruh halinin; eşiyle ayrılma girişimleri, işinde alışmış olduğunun dışında almak zorunda kaldığı sorumluluklar gibi ayrılma streslerine bağlı olarak ortaya çıkan karaktelojik kökenli olduğu düşünülen sebeplerden kaynaklandığı varsayılmaktadır; çünkü bu ruh hali eşiyle ilişkisi düzeldiğinde ortadan kalkmaktadır. Bu Bn. B’nin hayatında ilk psikoterapi girişimidir ve daha önce uzun süreli devam ettiği bir ilaç kullanımı söz konusu değildir. Aile geçmişine bakıldığında şizofreni teşhisi almış bir teyzesi vardır, ayrıca annesi de genel olarak depresif özelliklere sahiptir (fakat anlaşıldığı kadarıyla annenin de kişilik yapısına bağlı bir depresif tablosu vardır). Bn. B
hayatında bir defa intihar teşebbüsünde bulunduğunu rapor etmiştir. Herhangi bir cinsel olarak kötüye kullanım hikâyesi gündeme getirmemiştir. Depresif olduğu dönemlerde günde iki paket sigara içmesi dışında herhangi bir madde kötüye kullanımı da dikkat çekmemektedir. Bn. B’nin MMPI testinin sonucuna göre; bağımlı, endişeli, gerçek ve hayali tehditlere karşı aşırı duyarlı, küçük streslerle baş etme kapasitesi düşük, reddedilmeye duyarlı, kısa saldırganlık dönemleri yaşayabilme kapasitesi olan bir kişilik profiline sahip olduğu ortaya konulmaktadır. Bütün bunlara dayanarak Bn. B’nin tanısıyla ilgili şu sonuçlara varılabilir: eksen I: depresif özellikler taşır; Eksen II: Bordeline Kişilik özellikleri, Histriyonik Kişilik özellikleri, Bağımlı Kişilik özellikleri sergiler; Eksen III: Bir anormallik tespit edilmedi; Eksen IV: birincil destek gurubuyla (aile ve eşle) ilgili sorunlar, işle ilgili sorunlar; Eksen V: genel olarak hayatının her alanına yayılan işlevsellikle ilgili sorunları olmasına rağmen çok düşük düzey bir işlevsellik sergilememektedir. Terapi süreciyle birlikte duygusal olarak daha sıkıntılı olmasına rağmen işlevselliğinde artış gözlenmektedir.
Bn. B’nin nesne ilişkilerinde babasıyla deneyimlediği narsistik doğası olan ilişki paterninden çok annesiyle deneyimlediği bireyselleşme çabalarına karşı annenin duygusal ulaşılabilirliğini kesmesi teması daha baskın gibi görünmektedir. Bunun sonucu olarak ayrılma ve özerklik durumları ile ilgili stres ve çatışmanın hayatında oldukça belirgin olması; iş hayatında gerçek potansiyeli ile tam olarak iş görmemesi; tatmin edici ilişkiler yerine daha çok yapışma ve bağımlılık üzerine ilişkiler yaşaması; ilişkilerinde genel olarak çocuk rolünü üstlenerek, yetişkin modunda ilişki kuramaması; yakın ilişkilerinde yapışma ve boğulma teması etrafında davranarak gerçek bir ilişki yaşayamaması; kendilik algısı ile ilgili olumlu ve olumsuz uçlarda olması; ayrılma deneyimlerinin ortaya çıktığı durumlardaki anksiyeteyi yapışarak ve daha farklı şekillerde eyleme vurumlarla elimine etmeye çalışması gibi pek çok öngörü borderline yapılanmayı daha baskın olarak düşünmeye yönlendirir. Aşağıda bu hipotezi test etmek amacıyla yapılan müdahaleler ve aktarımın doğası daha fazla bilgi verecektir.
Varsayılan borderline kendilik bozukluğunun intrapsişik yapısı genel olarak şu şekilde tezahür etmektedir: Geri çekilen parça birimi nesne temsili; her kendilik iddiasında aşağılayan, beklentileri karşılanamayacak kadar yüksek olan, sürekli köşeye sıkıştıran baba ve aşırı talepkâr, sömürücü, güvenilemeyen, her bireyselleşme girişiminde suçluluk hissettiren yutucu anne imgelerinden oluşur. Parça kendilik imgesi ise; terk edilmeye layık olan, deli, kendine yetemeyen, beceriksiz, köşeye sıkışmış, mide bulandırıcı, çirkin imgelerinden oluşmaktadır. Varsayılan teşhisi sınamak adına terapötik müdahalelere vereceği cevabı takip ederek teşhisi netleştirilmeye çalışıldı. Öncelikle temel terapötik araç olarak, eyleme vurumlarının inkâr edilen yıkıcılığı üzerine yüzleştirme yapılmaya karar verildi.
Bn. B sosyal olarak etkili, başarılı bir genç kadın portresi çiziyordu. Onun bu sempatik ve kendisine gülebilen üslubundan etkilenen terapist terapi sürecinin başında ona ciddi bir problem yöneltememiştir. Hatta eşiyle ilgili sorunlarını öyle mantıklı bir şekilde ortaya koymaktadır ki terapist ona pek çok noktada hak vermektedir. Oysa bu resim onun acılı içsel mücadelelerini ve ihtiyaçlarını gömme yolu olarak kullandığı bir savunma olarak mütalaa edilebilir.
Bn. B ilk birkaç ay seanslarına sadece kendini sıkıntılı hissettiği zamanlarda gelmeyi tercih etmektedir. Bu tür durumlarda seanslarına gelerek terapistinden ne yapacağına dair tavsiyeler istemekte; ama eşiyle arasının iyi olduğu ve kendini iyi hissettiği dönemlerde seanslara gelmeyi gereksiz bulmaktadır. Bu durum; Bn. B’nin kişisel yaşamında geçici bir ilişki eksikliği yaşadığı dönemlerde terapiste yapışma şeklinde tezahür eden bir yapılanma olarak yorumlanmakta ve yüzleştirmeler bu bağlamda yapılmaktadır. Eğer ortada bir sorun yoksa sadece mesaj atarak seansını iptal etmekte fakat hemen akabinde eşiyle yaşadığı bir tartışmanın ardından tekrar mesaj atarak ne kadar kötü olduğunu ve ona acil bir randevu ayarlanılmasını talep etmektedir. Mesajlarına cevap verilmediği zaman da öfkelenmekte ve hakaret dolu mesajlar yazmaktadır. Bu durum Masterson (1976) yaklaşımına göre şöyle yorumlanabilir; terapisti ödüllendirici birim yansıtmasına yönlendiremediğinde geri çekilen birim aktive olmakta ve terapist düşüncesiz, ilgisiz, bu işi sadece para için yapan, insani değerleri düşük bir insan olmakla suçlanmaktadır. Terapist, bu noktada; bir problemle karşılaştığında kendine dayanmak yerine nasıl hep başkasına ihtiyaç duyduğu üzerine “yüzleştirmeler” yapar. Bn. B. bu yüzleştirmeleri algılamakta ve hayatının diğer alanlarıyla ilişki kurarak eşinin de onu aynı şekilde eleştirdiğini ifade ederek karşılık vermektedir. Terapist bu eleştirilerin nasıl hissettirdiğini sorguladığında derinleşen bir duygusallıkla geçmişine atıflarda bulunarak hikâyesini derinleştirmektedir. Masterson yaklaşımında; konulan teşhis danışanın söz konusu müdahalelere verdiği cevapların ışığında yeniden değerlendirilir. Eğer uygulanan müdahalelerin sonucunda savunmalar azalıyor, danışan kendini keşfediyor, seans sırasında duygulanım derinleşmesi yaşanıyor ve danışan kendiliğini etkinleştirme konusunda ilerleme kaydediyorsa o zaman konulan teşhisin doğru olduğu varsayılmaktadır.” (Masterson & Lieberman, 2004)
Bn. B’nin ilk birkaç ayı onun bu yansıtmalarını yüzleştirmek, sınır koymak, ve bu savunmalarının motivasyon kaynağına ulaşmak adına yüzleştirmeler yapılarak geçer.
Bn. B kardeşleri arasında, annesinin tutarsız etkileşimlerine en çok maruz kalan çocuktur. Ablası babasının narsistik bir uzantısı olarak babayla olan ilişkiyle meşgulken Bn. B. annesinin psikolojik ihtiyaçlarının ve tutarsız davranışlarının bir nesnesi olarak büyümüştür. Bu ilişkide baskın tema; kendilik iddiasına karşı yoğun suçluluk ve kendilik iddiasından vazgeçmesi koşuluyla ödüllendirilme ve bunun akabinde gelen boğulma duyguları etrafında tezahür etmekteydi. Bn. B kendini iyi hissetmek adına kendilik iddiasından vazgeçmiş görünmekteydi.
Bu içselleştirdiği ve artık ruhunun bir parçası olan anne imgesi ve bunun karşısında kendini hep arka plana atan pasif çocuk doğası terapi sürecinde sık sık kendini göstermektedir. Özellikle terapistin bir programı yüzünden onun seans gününü değiştirmek istemesi üzerine olan tepkileri çok dikkat çekicidir. Önce bu değişimi onaylamasına rağmen daha sonra her cumartesi seansa gelmek için daha önemli işlerini iptal ettiğini söyleyerek –arabasına pasta cila attırmak, evinin pencerelerini değiştirmek, ablasının çocuğuna bakmak, annesinin canı sıkkın olduğu için onunla alışverişe çıkmak gibi- terapistine yüklenmeye başlar. Masterson (1976)’a göre kendilik bozuklukları hayatlarının her alanında kendileri için faydalı olanı hep geri planda bırakarak ilişki içinde oldukları nesneyi hoşnut etmeye çalışırlar. Bu şekilde iç ruhsal dünyalarındaki ödüllendirici parça birim aktiftir ve terk depresyonunun acı verici duygulanımına karşı kendilerini korurlar. Terapist bu bağlamda terapiye gelmemek için öne sürdüğü sebeplerin anlamına dair Bn. B’ye yüzleştirmeler yapar. Fakat Bn. B. için bunları kabullenmek acı verici bir terk depresyonu duygulanımına sürükleyeceğinden savunmada kalarak haklılığını terapistine ispat etmeye çalışır. Terapist onun bu manipülasyonunun nesnesi olmakta ve onun için programını zorlayarak alternatifler bulmaya çalışmaktadır. Bn. B bu noktada terapistine geri çekilen nesne temsilini yansıtmakta ve terapist de kendini bu noktada onunla başta kararlaştırılan güne riayet etmediği için sanki ona kendi istediğini dikte etmeye çalışan ve köşeye sıkıştıran biri gibi hissetmektedir. Bu aslında onun köşeye sıkıştıran anne imgesinin yansıtmasıdır. Bn. B’nin kendisine önerilen farklı birkaç alternatifi de reddetmesi terapistin Bn. B’ye karşı öfkeli hissetmesine yol açar. O, terapisti geri çekilen nesne birimine çekmeyi çok iyi başarmaktadır. Terapist Bn. B’nin seans günlerinde kendini isteksiz ve gergin hissetmektedir. Son çare olarak ona artık bu durumla ilgili kendisinin yapacak bir şeyinin kalmadığını eğer isterse ona uygun zamanı olan başka bir terapistle çalışabileceğini söyleyerek onunla sürecini sonlandırmak ister. Masterson (1976)’a göre bu durum karşı aktarım eyleme vurumudur. Buna rağmen danışanın terapiste yapıştığını görmek terapistin teşhisini biraz daha netleştirmesine ve kendine biraz dışarıdan bakmasına yardımcı olur. Ertesi seansın sonunda tekrar bu konu açılır ve yine uzlaşamadan seansı bitirmek zorunda kalırlar. Sinirlenerek kapıyı çekip çıkar ve bir sonraki seansa gelmez. Daha sonraki seansta bu konuyu çok düşündüğünü ve hayatını kolaylaştırmak ve sorunlarını çözmek için geldiği terapinin bile hayatının diğer alanları gibi arap saçına döndüğünü söyler. Terapist ona hayatının arap saçına dönen alanlarına bakmak için bunun belki de bir fırsat olabileceğini söyleyince çok sinirlenir; “Evet şu anda beni istediğin gibi manipüle edebilirsin (annesi gibi); çünkü bütün zayıf taraflarımı öğrendin tabii. Şimdi bu malzemeyi kullanarak beni kandıracaksın. Sırf kendi çıkarların için benim anormal olduğuma beni inandıracaksın”. Terapiste, annesinin ona yapışıp tüm sırlarını öğrendiği sonra da bunları kullanarak onu yönlendirdiği ve şantaj malzemesi olarak kullandığı nesne imgesini yansıtıyor. Terapist” neden bunu yapayım ki?” Sorusuyla yansıtmayı yüzleştirmeyi hedefler. Bu yüzleştirme danışanı kaybetme korkusu yüzünden baştan kabul etmek zorunda kaldığından yola çıkarak annesiyle yaşadığı hatıralara götürür. Buradan da kaybetme korkusunun hayatındaki bedellerine kadar gider.
Bn. B’nin dikkati çeken sorun alanlarından biri de eşiyle arasının iyi olmadığı dönemlerde ya internet üzerinden tanıştığı erkeklerle cinsel içerikli sohbetler etmesi ya da okulda etrafındaki öğretmen arkadaşlarına karşı baştan çıkartıcı davranarak onların ilgisini üzerinde hissetmek ve böylece kendini terk depresyonunun duygulanımına karşı korumaya çalışmasıydı. Terapist onun bu borderline savunmalarıyla ilgili yüzleştirmeler yapıyordu. Örneğin; “bana kendini tanımak ve ilişkinin bu kadar sorunlu olmasının sebeplerini anlamak istediğini söylediğini hatırlıyorum; peki eşinle her tartıştığında internete ve okuldaki diğer erkeklere yönelirsen ilişkindeki sorunların sebebini nasıl anlayacaksın?” Ve ya “hem artık birilerine bu kadar bağımlı olmaktan bıktığını ve hayatının kontrolünü kendi eline almak istediğini söylüyorsun hem de eşinle kavgalı olduğun dönemlerde içinde bulunduğun depresif duygulardan uzaklaşmak için çareyi başka birine yönelmekte buluyorsun. Duygularını bir başkasına dayanmadan yönetmeyi öğrenmezsen hayatının kontrolünü nasıl sağlayacaksın”.
Bn. B. bu bağlamda terapistin söylediklerine katılmakta ve haklı olduğunu söyleyerek artık kendine çeki düzen vermesi gerektiğini ifade eder. Bu noktadan sonra da gece geç saatlere kadar kız arkadaşlarıyla gezip tozmaya başlar, eşini umursamadığını, bu güne kadar nasıl kendi kendini kısıtladığını, artık daha özgür hissettiğini söyleyerek bunun için terapistine teşekkür eder. İlişkide neler olduğuna, soruna odaklanmak ona çok ağır gelmektedir. Çünkü orada çocukluk yaşantılarının izdüşümünü görmek zorunda kalacaktır.
Bn. B aslında eşiyle yaşadığı sıkıntıların büyük çoğunluğunun zamanında doyurulmamış ihtiyaçlarının bir uzantısı olduğunu zaman zaman çok net bir şekilde görmekte fakat bu self aktivasyonu, ardından yeni savunmaları ortaya çıkarmaktadır. İşte bu tema Borderline triadı çok net ortaya koymaktadır: 1. Ne zaman bireyselleşmek adına “selfaktivasyonu”nda bulunsa 2. Acı veren “terk depresyonu” duyguları ortaya çıkmakta 3. Bu duygulardan uzaklaşmak için çeşitli “savunma mekanizmaları” kullanarak bireyselleşmekten vazgeçmektedir. Masterson (1981)’a göre, hasta terapiye başlarken ödüllendirici parça birim ile patolojik haz egosu arasındaki ittifak ile motive edilen davranışları ego sintonik olarak yaşantılar. Kendini iyi hissetmek adına zarar verici davranışlarının neye mal olduğunu inkâr eder. Bn. B. de sorunların kendi talepkârlığından değil de eşinin soğukluğundan kaynaklandığını savunmakta, çevresindeki insanlarla bu konuyu sürekli konuşmakta ve terapistine diğer arkadaşlarının eşlerinin neler yaptığıyla ilgili örnekler getirerek kendinin haklılığını savunmaktadır. Eşine karşı bu kadar bağımlı olmak ona kendini eşinin kontrolünde hissettirdiği için çok öfke hissettirmekte ve sürekli bir gün bunların intikamını almakla ilgili misilleme fantezileri kurmaktadır. Bu misilleme arzusunun altında yatan da aslında eşine fazla bağlanmaya karşı kendini korumaktır; çünkü annesi ona her yakınlaştığında onu yüz üstü bırakmış ve eşiyle oynadığı oyun da bu nesne ilişkisinin bir tekrarı mahiyetinde gibi görünmektedir. Ayrılmanın acısını yeniden ve yeniden deneyimlemeye karşı kendini korumaya çalışmaktadır. İlişkinin içindeyken geçmişin acıları sürekli yeniden can bulmakta bu acıyı tekrar tekrar deneyimlemek yerine ilişkiden uzak durmak ona daha kolay gelmektedir.
Bn. B hayatında tekrarlayan nesne ilişkisini ona gösterdiği için terapistine karşı da öfkelenmekte ve ona bu ilişkiyi bitirerek yeni bir ilişkiye başlamanın daha doğru olduğunu düşündüğünü ifade etmektedir. Terapistin bunun kaçıştan başka bir şey olmadığını ve eğer buna dönüp bakmazsa ne yaparsa yapsın bunu her ilişkisinde yaşayacağına dair yüzleştirmelerine rağmen, Bn. B bu ilişkinin kirlendiğini ve artık düzeltilemeyeceğini söyleyerek terapistine de öfkeli bir tutumla yanıt vermekte ve terapinin işine yaramadığını, ona yeterince yol gösterici olmadığını iddia ederek terapiye karşı da direnç göstermektedir.
Seansına gelmediği bir haftanın ardından terapistini arayarak ona kızgın değilse tekrar gelmek istediğini söyler. Gelmediği süre zarfında ablasının gittiği yaşam koçunun bir haftalık kursuna devam ettiğini orada çok işine yarayacak pratik hayat bilgileri edindiğini anlatır. Aslında kendisinin bir rehbere ihtiyacı olduğunu söyler. Seans sonunda da eşini terk etmeyi başardığını söyler. Terapist onun söylediklerini sadece şaşkınlıkla dinler. Bu arada bir arkadaşının bu ayrılık sürecinin çok zor olduğunu ve bu dönemi daha rahat atlatmak için ilaç kullanması gerektiğini söylediğini ve onu bir psikiyatriste yönlendirdiğini söyler; fakat ilacın yan etkilerinin olduğundan şüphelendiğini çünkü tüm vücudunun kaşındığını söyleyerek ilacı gösterir ve kullanmaya devam etmeli miyim diye terapiste sorar. Bu tutumu aslında oldukça tanıdıktır. Tıpkı eşine yaptığı gibi terapiste başkalarıyla ilişkilerini göstermeye çalışır. Ona ilaca başlarken kendisine sorduğunu hatırlamadığını şimdi neden sorduğunu sorar. Terapist danışanın oyununu çok net görmesine rağmen kendini aldatılmış ve terk edilmiş hissetmekten alıkoyamaz. Neyse ki sonra kendini toparlayıp bu hissettiklerini onunla paylaşmaya karar verir. Çünkü bunun, tıpkı annesinin babasıyla barışıp ondan uzaklaştığı zaman yaşadıkları gibi, bir yansıtmalı özdeşim olduğunu düşünüyordur Ona: ”izin ver bazı şeyleri anlamaya çalışalım. Son zamanlarda yaşadıklarımız bana çok ilginç geliyor. Seninle sürecimiz devam etmesine rağmen, başka bir yaşam koçuna gitmeni, arkadaşının tavsiyesi üzerine başka bir psikiyatriste gitmeni, ilaca başlamanı ve bütün bunları gelip burada bana anlatmanı anlamaya çalışıyorum. Bunun altında yatanı merak ediyorum” şeklinde bir soru yöneltir. Terapistin bu söyledikleri Bn. B. tarafından anlaşılmıştır ve annesinin
babasıyla arasının kötü olduğu bir dönemde onunla birlikte yattığı fakat sabah kalktığında onu babasının yanında gördüğünde yaşadığı aldatılmışlık duygusunu anlatır. Roller tamamen tersine dönmüştür. Geri çekilen nesne ilişkileri parça biriminin kendilik temsilini terapiste yansıtıyor ve nesne temsiliyle de kendisi özdeşleşiyordur. Bu onun geçmiş hikâyesinin yeniden sahnelenmesi olarak varsayıla bilinir. Onun annesi karşısında yaşadıklarını terapistin kendi bünyesinde deneyimlemesi danışanın ruh dünyası hakkında muazzam bir bilgi kaynağıdır.
SONUÇ
Masterson (1976) iki çeşit psikoterapi tanımlar: destekleyici ve yeniden yapılandırıcı. Destekleyici psikoterapi; hastanın patolojik egosunun savunma mekanizmalarını fark etmesi, bunları bilinçli olarak nasıl kontrol edeceğini öğrenmesi ve böylece bunların zararlı etkilerinden kendini koruması amacı taşır. Kişi bu noktaya geldikten sonra sağaltım sürecini isterse sonlandırabilir de fakat eğer isterse devam ederek terk depresyonunu daha derinlemesine çalışarak, bütünleşmiş nesne ilişkileri, özerkleşmiş bir ego, hoşnutluk yaratan ve olgunlaşmış sevme ve üretme kapasitesine doğru ilerleyebilir. Hangi terapi çeşidinin seçileceği kişinin motivasyonuna, gelişim sürecinde yaşanan travmatik deneyimlerin şiddetine ve buna bağlı olarak da ego gücüne göre değişir.
Bn. B. ile 11 aylık bir süre çalışıldı. Bu süreç içerisinde yukarıdakilere benzer çok çeşitli örnekler yaşandı. 11 aylık bu süreç genel olarak Masterson’un destekleyici terapi olarak adlandırdığı terapi çeşidine denk düşmektedir. Bu süreçte Bn. B. ile terapötik bir ittifak yakalanmış, bireyselleşmenin bir parçası olan psikoterapiye karşı dirençleri ile çalışıldıktan sonra genel olarak hayatın içinde özerk bir birey olarak var olmaya karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları ile ilgili çalışılmıştır. Danışanın ilk mekanizmaları büyük ölçüde ortadan kalkmış; seanslarına düzenli gelmeyi başarmıştır. Artık başkaları yerine kendine daha fazla odaklanabilen, daha derin bir duygusallığa sahip, şu andaki ilişkileri ile geçmiş ilişkileri arasında bağlantı kurabilen, ailesine karşı gerçekçi sınırlar koyabilen bir tablo sergilemektedir. Bu başardıkları Bn. B’nin terk depresyonunu ciddi şekilde tetiklemesine rağmen bunları daha iyi taşıyabilmektedir.
KAYNAKÇA Daws, L. (2010). Olgu Sunumu: Yapışmacı Borderline Kendilik Bozukluğu. Uluslarası Masterson Günleri IV, Tebliğ Sunumu. İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü. Kernberg, O. F. (2012). Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm. (M. Akay, Çev.). İstanbul: Metis Yayıncılık. (1975). Kohut, H. (1998). Kendiliğin Çözümlenmesi. (C. Atbaşoğlu, B. Büyükkal, C. İşcan, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları. (1971). Mahler, M. (2012). İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu. (A. N. Babaoğlu. Çev.). İstanbul: Metis Yayıncılık. (1975). Masterson, J.F. (2006). Borderline Yetişkinlerde Psikoterapi. (H. ve M. Macit, Çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık. (1976). Masterson, J.F. (2006). Narsisistik ve Borderline Kişilik Bozuklukları. (B. Açıl, Çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık. (1981). Masterson, J.F. (2009). Gerçek Kendilik. (P.Üzeltüzenci, Çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık. (1985). Masterson, J.F. Klein, R. (2010). Kendilik Bozukluklarının Psikoterapisi. (M. Benveniste, P. Özdemir, Çev.). istanbul: Litera Yayıncılık. (1989). Masterson, J.F. & Klein, R. (1995). Disorders of The Self. New Therapeatic Horizons. The Masterson Approach. New York: Brunner/Mazel. Masterson, J.F. (2007). Kişilik Bozuklukları. (B. T. Bozkurt, T. V. Soylu, Çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık. (2000). Masterson, J.F. & Lieberman, A.R. (2004). A Therapist’s Guide to the Personality Disorders. The Masterson Approach. Phoenix, Arizona: Zeig, Tucker & Thiesen, Inc. Tura, S. M. (1999). Günümüzde Psikoterapi. İstanbul: Metis Yayınları.
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Ayrışma-Bireyleşme Kuramına Göre Borderline Kendilik Bozukluğu:" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Hülya MACİT'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Hülya MACİT'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
2 Beğeni
Yazan Uzman
|
borderline, borderline bozukluğu, sınır durum, masterson, terk depresyonu, kendilik bozukluğu, masterson yaklaşımı
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.