2007'den Bugüne 92,227 Tavsiye, 28,206 Uzman ve 19,962 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Yaşlılık Psikolojisi - Yaşam ve Ölüm
MAKALE #16124 © Yazan Psk.Fatih UĞUR | Yayın Ocak 2016 | 11,210 Okuyucu
YAŞLILIK PSİKOLOJİSİ - YAŞAM VE ÖLÜM

Montaigne’e göre ölüm hakkındaki korkularımızın, onun garipliğini ve gücünü ölüm hakkında bir şeyler öğrenerek ve ona alışmaya çalışarak çözebiliriz. Ölüme hazır olmaya çalışarak onun etkisini azaltabiliriz. Gelişmiş Batı toplumlarında yakın zamanlara kadar ölüm "tabu" konulardan biri olarak görülmüştür. Kimi bilim adamları, örneğin Amerikan kültürünü "ölümü yadsıyan kültür" olarak tanımlamışlardır.

1. YAŞAM SÜRESİNCE BEKLENTİLER


Genellikle yaşamın ilk yıllarındaki büyümeye ayarlanmış olan insanoğlu için bu dönemde gerileme, yitirme ve ölüm onun beklentisi dışında ortaya çıkan olgulardır. Söz gelimi, çocuk ölümünü tanımaktan kaçınır ve bu olay için hep "zamansız" sıfatını kullanırız. Çocuklara verdiğimiz değer onların ölümünden duyulan kederi arttırmaktadır. Çocuk ölümü ile çocuğa verilen değer arasında ilişki vardır. Ölümü abartılı bir biçimde sadece ileri yaşlarla düşünmemiz, ölüm ve diğer türden yitimleri kendimizden uzak tutmayı istememizden de kaynaklanmaktadır. Feifel ölüm korkusuna bilinçli tepkinin, sınırlı korku, fantezi düzeyinde ambivalans, bilinçsiz düzeyde nefret biçimlerinde olduğunu belirtmektedir. Ölümün sadece yaşlıları ilgilendiren bir konu olduğu beklentisi, toplumun kaynaklarını en iyi biçimde örgütlemede yararlı olmaktadır. Genellikle yaşlı insan ölme sırası açısından en uygun kişi olarak görülür, keder duyulsa da beklentinin gerçekleşmiş olması psikolojik güven sağlar: Ölüm, var olduğuna inanmak istediğimiz bir oyunu "kurallarına uygun" olarak oynamıştır!


"Yaşlı", "ihtiyar" gibi sıfatlar insanları korkutmakta, toplum da onları kendinden uzak tutmaya çalışmaktadır. Yaşam süresini bir bütün olarak algılamak, büyümenin yalnızca erken yıllara yakıştırılması ve ileri yılların gerileme ve ölümle bir tutulması yüzünden çok güç olmaktadır.


Ergenler ve genç yetişkinler tatsız olayları uzak bir geleceğin olayları olarak düşünürler; yetişkinliğin ilk yılları bireyi orta ve ileri yılların sonlarına hazırlamakta yetersizdir: Bireyin, gerileme, yitirme ve ölüm engeline geçerli bir çözüm bulması burada temel sorundur. Birey, bu psikolojik engeli aşmak için uygun bir yol bulamazsa, yaşam süresini tümüyle kapsayan bir benlik duygusu geliştirmekte güçlük çekecektir. Algılanan sürekliliği feda ederek, yaşlı, zayıf ve ölümlü olma kimliğine atlanabilir; koşulların zorlaması (emeklilik, hastalık vb.) ile yeterli bir psikolojik köprü kuramadan geçmiş ve şimdi arasındaki engeli atlamak zorunda kalınabilir. Sonuç olarak, bireyin kendini yaşlı olarak kabul etmesinden daha önemli olan nokta, "süreklilik" duygusunun korunup korunmadığıdır.


Yaşamın zaten parlak olmayan ileri yıllarda toplumun daha karanlık beklentiler eklemesinin altında yatan ilke "ödünleme ilkesi" olabilir. Ödünleme ilkesine göre insanın payına düşen bir adalet olması gerektiği kabul edilir. Örneğin, kötüler ödüllendiriliyor olsa bile, yine de eşitlik ilkesine göre davranmak yeğ tutulur. Yaşlı ve ölümcül olanın yitirdiğine karşılık bir şeyler alabilmesi genel kuraldır. Sonsuzluk inancı ödünleme ilkesinin sonuçlarından biridir. Sonsuzluk kavramının işlevleri şöyle sıralanabilir: Ölenin ve kalanların ortak bir referans çerçevesini paylaşmalarını sağlar; diğerlerinin, çevredekilerin anksiyetesini azaltır; ölenin hakkını aldığı düşüncesiyle çevreyi rahatlatır; gerileyici müdahale için pekiştirme sağlar ("Yapacak bir şey kalmamıştı!"); ölen ve ölüm yüzünden doğabilecek toplumsal kesintiyi engeller ("Yas tutacak vakit yok, o şimdi çok daha mutlu!"). Ancak, bu tür ödünlemenin gitgide azaldığı, ölüm sonrası yaşam düşüncesine gitgide daha az yaşlının sarıldığı görülmektedir. Dolayısıyla, psikoloğun görevi kalıp yargılardan ve temelsiz ödünleme mucizelerinden uzak durarak, yaşlı ve ölen bireye eğilmek olmalıdır.

2. DÜŞÜNCE OLARAK ÖLÜM


İnsanoğlu için doğumdan itibaren tek mutlak gerçek ölümdür. Bu gerçek var oluşun anlamının temelinde yer almaktadır. Ancak, ölüm aynı zamanda artık var olmama tehdidini de temsil etmektedir; dolayısıyla, ölümden kaçamayacağının farkına varabilen tek yaratık olan insana var oluşsal bir anksiyete de yaşatmaktadır. May bu anksiyeteyi şöyle tanımlamaktadır: "Var oluşunun yıkılabileceğinin, kendisini ve dünyasını yitirebileceğinin, bir 'hiç' olabileceğinin farkına varan bireyin öznel durumu...

“Ben öleceğim” ifadesi bireyin soyut bir kavramlar kümesi oluşturduğunu göstermektedir: Bu ifade aşağıdaki kavramlarla ilişkilidir:

(1) Ben, kendine ait bir yaşamı ve kişisel var oluşu olan bir bireyim.

(2) Ben, özelliklerinden biri ölümlülük olan bir varlık "sınıfı"na mensubum.

(3) Ben, mantıksal tümdengelimin zihinsel sürecini kullanarak kişisel ölümün "kesin" olduğu sonucuna ulaşırım.

(4) Ölümümün birçok "olası neden"i vardır ve bu nedenler pek çok farklı biçimde bir araya gelebilirler. Özel bir nedenden sakınabilir ya da kaçabilirsem de, "bütün nedenlerden kaçamam."

(5) Ölümüm "gelecekte" ortaya çıkacak. Gelecek derken henüz geçmemiş bir yaşama zamanını kastediyorum.

(6) Ancak, ölümümün gelecekte "ne zaman" ortaya çıkacağını bilmiyorum. Olay kesin, zaman belirsiz.

(7) Ölüm "sonul" bir olaydır. Yaşamım sona erecek. Bu demektir ki, en azından bu dünyada bir insan olarak bir daha hiç yaşamayacağım, düşünmeyeceğim, eylemde bulunmayacağım.

(8) Buna uygun olarak, ölüm benim dünyadan "en son ayrılmam" demektir.

Böylece, "Öleceğim" önermesi, benlik bilincini, mantıksal düşünce işlemlerini, olasılık, zorunluluk, nedensellik, kişisel ve fiziksel zaman, amaçlılık, ayrılma kavramlarını içermektedir. Aynı zamanda, çok geniş bir uçurumun üzerinde bir köprü kurmayı da gerektirmektedir: Yaşamda neler yaşandığı ile, bir ölüm kavramı oluşturma arasında. Yine de, ölüm özde "yaşantısız"dır. Ölü bir insan, hayvan ya da bitki görmek belki ölüm anlayışımıza katkıda bulunur, ama bu algılar uçurum üzerinde köprü kurmaya yetmez. Ölüm önce "orada bir yerde" bir "uyaran"dır. Ölümle ilgili bazı temel düşünceleri, genel zihinsel gelişimimizin öze ilişkin, özünde bulunan bir bölümü olarak geliştiririz. Sonra bu düşüncelerin ve sayıltıların kendileri ölüm uyaranını oluştururlar. İnsanın ölümle ilişkisini araştırmada en büyük güçlük, hem uyaranı hem de tepkiyi belirlemedeki yetersizliğimizden kaynaklanmaktadır. Örneğin, ölüm korkusu konusundaki araştırmalarda, ölüm korkusu yoğunluk açısından diğer bazı korkulardan hiç de farklı olmadığı halde, ölüm nefret edilen bir uyaran olduğu için araştırmacılar olumsuz bir tutumla işe koyuluyorlar. Asıl neden bütün korku tepkilerinin temelinde yer alan varoluş tehdidinin burada daha doğrudan olmasıdır (Kastenbaum ve Aisenberg, 1976).


3. YAŞLILIKTA ÖLÜM YÖNELİMLERİ

Herkes yaşam süresinin her noktasında ölümle ilişki içinde yaşar. Bu bakış açısı yaşlılıktaki ölüm yönelimlerini anlamamıza katkıda bulunur.


Kuramsal açıdan, ölüm karşısındaki nesnel ve kişisel yönelimler arasındaki uygunluk derecesine bakılabilir. Bu uygunluk derece derece mi, yoksa ansızın mı ortaya çıkar (örneğin, özel yaşam deneyimlerine tepki olarak); başka bir deyişle, daha uygun bir bunalım modeli mi, yoksa henüz belirlenmemiş bir değişim süreci mi söz konusudur. Ölümle ilişkilerin değişmesi, zorunlu olarak, bireyin yeni bir kendi üzerinde düşünme süreci başlatmasına yol açar. Ancak, zaman boyutu birey yakalandıkça ya da ölüme yaklaştıkça mutlaka kısalıyor değildir. Yaşlı kişinin gelecek duygusu, kronolojik yaş ya da ölümden olası uzaklık gibi boş değişkenlerden çok, bireyin çevre üzerindeki denetim algısına bağlıdır.


Ayrıca bireysel farklılıkları da dikkate almak gerekmektedir. Kimi insanlar yaşam ve ölüm korkularıyla çok erken yaşlardan itibaren ilgilenirler, kimileri de ileri yaşlara ölüme fazla kafa yormadan girerler. Bu alanda toplumsal istek ve beklenti değişkenleri önemli bir etkendir. Yaşlıların çoğu yaşam ve ölüm konusunda bilgece ve şatafatlı şeyler söylemelerinin beklendiğini bilirler; bazıları gerçekten bu konuları düşünürken, bazıları da yalnızca beklentiye boyun eğerler. Yetişkinlerin ölüm yönelimleri konusunda sözlü anlatımlar kadar pratik kararlar da bilgi verebilir. Bir insan bir vasiyet hazırlamış mı ve bunu değişen koşullara göre düzeltiyor mu? Yaşamını uzatmak için yeme içme alışkanlıklarını değiştiriyor mu? Tehdit edici belirtilere karşın sigara içmeyi sürdürüyor mu? Ciddi biçimde hasta olan arkadaşlarını ziyaret ediyor mu, bundan kaçınıyor mu? Ölüm ilanlarına bakıyor mu, bakmaktan kaçınıyor mu?

Bilişsel uyumsuzluk kuramı bu konuda yararlı olabilir. Yaşlanan birey ölümle ilişkili etkenleri dikkate aldıkça gerçeklik ile bilişsel tasarım arasında daha fazla uygunluk ortaya çıkar. Ancak, ölümle ilişkili düşüncelerin kendisi yerleşik tutumlarla çatışarak uygunsuzluk yaratabilir. Gerçekliğin baskısından kaçarak yüreğimizin derinliklerinde genç ve ölümsüz mü kalmalıyız, yoksa ölümün düşüncemizde daha geniş bir yer almasına izin mi vermeliyiz? Bireyin ölüm bilgisini zihinsel yaşamında gözden geçirmenin hem yararı hem da zararı vardır ve bu alanda kullandığımız stratejiler bizi her yaşta etkileyen her şeyden etkilenmektedir (zihinsel olgunluk düzeyi, kişilerarası destek, stres, sağlık gibi).


Ölüm karşısındaki yönelimleri yalnızca kronolojik yaştan kestirme yolu pek verimli olmamaktadır. Ölümle ilgili düşünceleri diğer değişkenlere bağlı olarak açıklama girişimi de karışık sonuçlar vermektedir. Araştırmalarda kullanılan tekniklerin sınırlılıklarını dikkate almak gerekmektedir. Aslında, ölüm korkusunu ve düşüncesini ortaya çıkarmak için kullanılan tekniklerin neyi ölçtüğü hep tartışma konusu olmuştur. Yetişkinlikteki ölüm tutumlarını açıklamaya çalışan kuramlar genellikle deneysel bulgularla desteklenememiştir. Bu konuda o kadar çok yöntembilim sorunu vardır ki, başarısızlık ne yalnızca kavramlara, ne de işlemlere bağlanabilir. Akademik türden ölüm araştırmalarının birtakım güçlükleri sürüp giderken, klinik ve diğer uygulamalı araştırmalar yararlı olmaktadır. Araştırmacılar 25–90 yaşları arasındaki bin erkeği inceleyerek, her yaş düzeyinde yüksek, orta ve düşük düzeyde anksiyete bulmuşlardır. Yüksek anksiyeteli genç ve orta yaşlı erkekler doktorların teşhis edebildiğinden daha fazla hastalık bildirmişlerdir. Yüksek anksiyeteli yaşlı erkekler ise hastalıklarını azaltarak belirtmişlerdir. O halde kimler sağlıklarını doğru olarak bildirmektedir? Büyük olasılıkla yüksek anksiyeteli olmayan "iyi uyum sağlamış" yaşlılar... Anksiyeteli yaşlı erkekler yaşama yönelik güncel bir tehditten (hastalık) korunmak istemişler, buna karşılık anksiyeteli genç erkekler yaşamlarının tehlike içinde olduğuna gerçekten inanmadıkları için semptomlar üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu gözlemin pratik sonuçları açıktır: Hastanın anksiyete düzeyi ve bununla başa çıkma biçimi klinik değerlendirmeye katılmalı ve yaşlıların sağlıkla ilgili bildirileri dikkatle ele alınmalıdır.

Araştırmacılar, yüksek ölüm anksiyetesi bildiren yaşlı kadınların zaman karşısında mülkiyetçi olduklarını ve zamanın çabuk geçmesini istemediklerini buldular. Bu bulgu bireyin zamanın güçlükle geçişine ilişkin algı örüntüsüyle açıklanabilir. Bu konunun araştırılmasında yalnızca sözel tepkilerin derlenmesinin yeterli olmadığını, doğal durumlarda yapılmış dikkatli gözlemlere gerek olduğunu bir kez daha belirtmekte yarar var.

a. İntihar

Yetişkinlerin ölüm karşısındaki yönelimleri sözel tepkilerle tam olarak anlaşılamadığına göre, belki sözel olmayan davranışların en aşırısı olan intihar aydınlatıcı olabilir. Yaşama karşı ölümü seçmek çocukluktan yaşlılığa kadar her düzeyde ortaya çıkan bir olgudur. Amerika Birleşik Devletleri'nde intihar konusunda cinsiyet farklılığı olduğu, erkek intiharlarının kadınlarınkinden üç kat fazla olduğu dikkati çekmektedir. Üstelik erkekler daha şiddetli ve etkin yöntemler kullanmaktadırlar (kadınlar tipik olarak ilaç kullanmayı, erkekler ise ateşli silahları, damar kesmeyi, yüksekten atlamayı seçiyorlar). İntihar olayları kronolojik yaşa bağlı olarak çocukluktan genç yetişkinliğe doğru artmaktadır. Kadınların intiharı 40 yaşlarının ortalarına kadar artmayı sürdürmekte, 80 yaşlarının ortalarında düşmektedir. Erkek intiharı 25–40 yaşlarında biraz durmakta -yine kadınlardan fazla-, sonra 80'lere doğru yeniden yükselmektedir. 20'inci yüzyılda intiharların artış gösterdiği gerçeğini de dikkate almamız gerekiyor.

Yaşlılıkta intiharı daha iyi anlayabilmek için şu soruları sormamız gerekir:

1. Yaşlıyı intihara sürükleyen şey nedir? Emeklilik sonrası yaşanılan ruhsal bunalımlar, yalnızlık hissi, işe yaramaz fikri buna neden olabilir. Örneğin erkeğin üretimi sıfıra düşüyor. Sosyal çevre; yaşlı kişinin içinde bulunduğu durum itibariyle(fiziksel aktif olma) özellikle emeklilik sonrası sosyal çevreden bir soyutlanma ve izolasyon oluşur. Günümüz modern toplum anlayışı bireyselciliği ve çekirdek aile yapısını desteklemekte bu yüzden yaşlılar toplum tarafından az desteklenen, huzurevlerine çekilen ve bunun psikolojisiyle yaşayan insanlar haline gelmiştir. Bu da yaşlıların intiharlarında rol oynamaktadır. Bazen de huzurevlerine itilme fikri ve kimsesizlik fikri intiharı destekler.

2. Yaşlı, ilgi çekmek için intihara yönelebilir mi? Ergenlikteki ilgi çekmek için intihara yönelme kadar olmasa da bir nebze olabilir. Çünkü ergen topluma kendini kabullendirmek(ben buradayım, beni görün, benimle ilgilenin) için tepki yapar. Ama yaşlı gücünün kaybolduğunun farkında ve intiharı tamamen ilgi için yapmıyor.

3. Yaşlı intihar için hangi yöntemleri kullanıyor? Genelde intihar yöntemleri değişmez ama genelde yaşlılar acı vermeyen yöntemleri kullanıyorlar.

4. Yaşlılarda intihar oranı cinsiyet olarak kimde daha fazla? İntihar oranı erkeklerde daha fazla olması ihtimaldir; çünkü kadın emekli olunca boşluğa düşmez, bir yan uğraşısı vardır ama erkeğin yoktur.

5. Cinsiyetler arasında intihar yöntemlerinde farklılık var mıdır? Erkekler daha kesin yolları denerken, kadınlar daha hafif- az acı veren yolları denerler. Onun için erkelerde teşebbüs oranı az, gerçekleşme oranı yüksek iken; kadınlarda teşebbüs yüksek gerçekleşme oranı düşüktür.

6. yaşlılar intihar etmeden önce bir belirti bir ipucu bırakıyorlar mı? (örneğin mektup yazma, bahsetme). Yaşlı içine kapanık yalnız olduğu için belirtiler olmayabilir ama konuşurken “vasiyetim şöyle… Vasiyetim böyle…” gibi bazı kelimeleri daha sık kullanması buna işaret edebilir.

7. Dini inançlar intiharda nasıl bir rol oynar? Genelde inançlı insanlarda intihar oranı daha düşüktür. Dinin kendi canına kıymayı yasak etmesi, en büyük günahlardan sayması kişinin intihar etmesini engellemekte büyük rol oynar.

b. Ötenazi
Son yıllarda dünyada üzerinde sıkça durulan konulardan biri olmuştur. Aynı zamanda, kitle iletişim araçlarında da "ölüm cezası", "ölme hakkı", "klinik ölüm" gibi sorunlar gitgide daha fazla işlenmiştir. Günümüzde ölümü seçme hakkının yasallaştırılması yönünde güçlü akımlar vardır ve ölüme mahkûm hastalara ölme hakkının tanınması savunulmaktadır Öleceği kesinlikle bilinen bir hastanın acısını dindirmek için doktorların yardımıyla yaşamını sonlandırmaktır. Türk Ceza Kanununda ötenazi hakkında kesin bir hüküm yoktur. Bu nedenle bu tür eylemler, adam öldürmeyle eşdeğer tutulmakla birlikte verilen ceza, yargıcın insani nedenleri göz önünde bulundurulmasıyla indirilebiliyor.
Ötenazi iki şekilde gerçekleşir. Ya tedaviye son verilerek, hastanın kendi haline bırakılması, yani pasif ötenazi ya da doktor eliyle gerçekleştirilmesi, aktif ötenazi olarak bilinir.


4. YAŞLILIKTA ÖLÜME İLİŞKİN TUTUMLAR

Ölüme karşı tutumlar aile değerleri, kültür, bilişsel ve duygusal olgunlaşmayla çok farklı şekiller alır. Ölüme karşı tutumlar yaşlandıkça değişiklik göstermeye başlar. Yaşlı insanla ölüm arasındaki ilişki sosyal etki altındadır. Bazı toplumlarda ölüm, yaşlılıkta bir töre niteliğine bürünerek arzulanan bir şey, soyut olmayan çok yakın bir olay olarak değerlendirilir. Yaşlı birey gücünü, sağlığını korusa, işinden koparılıp alınmasa bile, toplumun ona ‘son’unun yaklaştığı fikrini yansıtması sebebiyle, yaşlının istekleri ve tasarıları söner.

Ölüm toplumda nadiren açık bir şekilde tartışılır ve geleneksel aile yaşamının okul hayatının bir parçası olmadı. Acı kaybetmeye karşı insanın doğal bir tepkisidir. Kaybetme yaşamımızda ve duygularımızda değişiklik meydana getirir. Yaşlı insanın yakın çevresinde bir kayıp olduğunda çevresindeki insanlar ona yaz tutma sürecinde acele ettirir. Bu rahatsız edici durumda üzüntülü kişinin acılarını anlamak yerine aslında onun ilgisi başka bir yöne çekilmeye çalışılır. Bize göre birey depresyon üzüntü kaybettiği kişiye özlem gibi duygusal durumların kolaylıkla atlatabilir. Ama yaşlı birey ölümün getirdiği öyle durumlar var ki bazı şeyleri asla atlatamıyor.

Ölüm ve acı doğal yaşamın tıpkı dünyaya gelmek gibi bir parçasıdır. Ölmekte olan bir insanın evinde hazır bulunma, kişinin son anlarında onunla konuşma, ona refakat etmek genç insanları ölümün gerçeklerine hazırlamada yardımcı olur. Amerika’da yürütülen bir çalışmada sekiz yaş civarındaki öğrencilerden ölümle bir herhangi bir deneyimlerinin anlatmaları istenmiş büyük çoğunluk cenaze törenlerini ve ağlayan insanları anlatmışlardır.

Tarih boyunca birçok toplumda ölüme ilişkin birçok dini inançlar ve ölümü çevreleyen ritüeller ortaya çıkmıştır. Örneğin Eski Yunanlılar ölümü doğrudan karşı karşıya oldukları bir yaşam olarak algılamışlar. Eskimolarda yaşı ilerlemiş ve topluma katkısı olmayan ve katkısı olmayan kişiyi kendi kaderine terk ediyor yada adına bir ayin düzenleniyor ve ayinle öldürülüyor. Ayrıca birçok toplumda ölüm varlığın sonu olarak görülmez. Beden ölmesine rağmen ruhun yaşamaya devam edeceğine inanılır. Bu birçok din böyledir. Ölüm belki de günahların cezasıdır.


5. ÖLÜMÜ İNKÂR

Herkes ölümü ve ölmeyi kabul etmek zorundadır; ölümü gerçekçi bir biçimde kabul etmek kişinin duygusal olgunlaşmasının belirtisidir. Ancak, insanların ölüm karşısındaki bilinç düzeylerinin bireyden bireye farklılık göstereceği de açıktır. Ölümü inkâr etmek, bazı insanların ölüme yaklaşım, bakış tarzıdır. Gerçekte, bir bitiş olan ölüm gerçeğini inkâr etmeye devam etmek sık rastlanan bir durum değildir. Kişiyi yakın olan ölüm gerçeğinden korumak için yardım eder ve bir miktar umut sağlar. Kişi ölümü inkar etmeye devam ederse bir süre sonra onu kabullenmeye başlar, bu duruma uyum sağlayabilir.

Ölümü inkâr etmenin çok farklı şekilleri vardır. Örneğin. Ölüm konusu açıldığında pek katılmaz, ciddi bir sağlık sorunu olsa bile, bunu ölümle sonuçlanabilecek bir durum olarak görmez. Ölüm başka kelimelerle anlatılır ‘ O sonsuza ilerliyor’ gibi. Hinton, hastanede ölen kişilerden dörtte birinin yüksek bir kabul gösterdiğini söylemektedir; fakat hastalık ve hastane koşulları bunda önemli bir rol oynamaktadır. Hastaların yaklaşık yarısı yaşamının sona ermekte olduğunu kabul etmekte (daha çok yaşlı kişiler), dörtte biri acı çektiğini bildirmekte, diğer dörtte biri ise pek az şey söylemektedir.

Ölümü inkâr etmek, ölümle ilgili bazı korkuları erteleyebilir fakat bazen kişinin uyumunu etkileyecek olumsuz durumların ortaya çıkmasına ve ölüm gerçeğini ısrarla çarpıtmasına sebep olabilir. Örneğin, yaşamı tehdit eden semptonlar ortaya çıktığında kişiyi tıbbi tedavi yöntemleri aramaktan alıkoyabilir, kişiyle iletişimi engelleyebilir. Öte yandan bazı yaşlılar da yaşam sonrasının belirsiz olduğu düşüncesiyle dini konulara yöneliyor


6. ÖLME SÜRECİ

"Ölüm" sözcüğü hem bir olayı -ölme olayını-, hem de bu olayın sonucunu gösterir. Klinik ölüm ile biyolojik ölümü birbirinden ayırmak çok güçtür. Klinik ölüm yaşamsal (vital) belirtilerin yok olmasıyla tanımlanır. Ölme süreci normal olarak birtakım evrelerden geçmektedir. E.Kübler-Ross (1969) ölmekte olan 200'den fazla hastayla yaptığı görüşmelere dayanarak ölme sürecinin evrelerini saptamıştır. Kübler-Ross'a göre, eğer ölüm aniden olmamışsa ve ölmekte olan kişi ne olup bittiğinin farkındaysa ölme süreci beş evreden geçmektedir.

(a) Reddetme ve Yalıtma: Birinci evrede kişi ölümün yakın olduğunu yadsımaktadır. İlk tepki "Hayır, ben değil, doğru olamaz!" biçiminde ortaya çıkmaktadır. Kimi hastalar bir yanlış yapıldığını (örneğin tıbbi testlerin başkasınınkiyle karıştırıldığını) ileri sürmektedir, kimileri daha olumlu bir tanı için başka doktorlara gitmektedir. Bu yadsıma tepkisi beklenmeyen haberin şokuyla başa çıkmada sağlıklı bir yol olarak görülebilir. Yadsıma kısa vadede tampon işlevi görmekte, hastanın uzun vadede daha köklü savunmalar geliştirmesine olanak sağlamaktadır. 200 denekten sadece 3'ü yadsıma tutumunu sonuna kadar götürmüştür; çoğu, yadsımanın tampon olma işlevi bittikten sonra onun yerine "kısmi kabul" tutumunu geçirmiştir.

(b) Öfke: Artık inkâr etmeye devam edemeyeceğini anlar. İkinci tepki "Neden ben?" biçiminde ortaya çıkmaktadır. Odak duygu öfke, haset ve küskünlüktür. Aile için bu öfkeyle başa çıkmak, hastanın bakış açısını anlamak çok zordur. Öfkeli kişinin mesajı belki şudur: "Ben yaşıyorum, bunu unutmayın! Sesimi duyabilirsiniz. Henüz ölmüş değilim..."

(c) Pazarlık: Bu evrede Tanrıyla, doktorla ya da başkalarıyla pazarlık ederek ölümü ertelemeye çalışılmaktadır. Bu evre de hasta için kısa vadede yardımcı bir evredir. Pazarlık örnekleri diğer evreler kadar açık seçik değildir ve bütün hastalar ölümle bu yolla başa çıkmaya kalkışmamaktadır.

(d) Depresyon: Bu evrede kişi artık ölmekte olduğunu yadsıyamaz, öfkenin yerini depresyon alır. Kübler-Ross "hazırlayıcı" depresyon ile "tepkici" depresyonu birbirinden ayırmaktadır. Hazırlayıcı depresyon, dünyanın şeylerinden vazgeçmeyi ve dünyadan sonul ayrılışı içeren "hazırlayıcı hüzün"le ilişkilidir. Hasta sevdiği her şeyi ve herkesi bırakma sürecine girmiştir. Bir depresyon türünde hasta sessizdir; sessiz jestler, karşılıklı duygu ve sevecenlik anlatımları hastaya yardımcı olabilir. Buna karşılık tepkici depresyonda kişi bazı müdahaleler gerektirebilir, destekler isteyebilir.

(e) Kabul etme: Bu son evre öncekilerin en yüksek noktasıdır. Bu evrede hasta yaklaşan sonunu derin derin düşünmektedir. Bu evre hemen hemen bir duygu boşluğuyla belirlenir.

Kübler-Ross bu evrelerde "umut"u önemli ve sürekli bir etken olarak görmektedir. Yeni bir ilaç, bir araştırmada son dakikada bir başarı, yeni bir tedavi yöntemi gibi düşünceler hastanın son aylarına ve haftalarına kadar koruduğu düşüncelerdir. Bu umut sadece iyileşme umudu değildir, aynı zamanda ölümü kabul ederek ölme umududur. Bu umut, hem ölümü hem de ölüm kederini daha insancıl ve anlamlı kılmaktadır.

Psikiyatrist Kübler-Ross ölüm evreleri kuramını ağır derecede hasta kişilerle yaptığı görüşmelerle geliştirmiştir. Bugün geçerliliği kalmamakla birlikte, bu kuram, başka araştırmacıları ölmenin psikolojisi üzerinde çalışmaya sevk etmesi bakımından yararlı olmuştur. Kastenbaum (1975), Kübler-Ross'un kuramının ölme sürecinin çok önemli bazı yönlerini ihmal ettiğini ileri sürmektedir. Kişilik, cinsiyet, gelişim düzeyi, ölüm ortamı gibi etkenleri mutlaka dikkate almak gerekmektedir. Kastenbaum'a göre Kübler-Ross'un evreleri ölme deneyiminin çok dar ve öznel yorumlarıdır. Bu evreler abartılmış ve bireyin önceki yaşamından ve şimdiki koşularından yalıtılmış biçimde betimlenmiştir.

7. ERİCSON’UN 8.EVRESİ

Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk ( Yaşlılık Dönemi )

Bu dönemde kişi bütünlük ( hayat dolu dolu ve üretken bir şekilde yaşanmıştır, yaşanan hayattan tatmin olunmuştur) ya da umutsuzluk (hayatın anlamı yoktur ve boş geçmiştir hissi vardır) arasında bir çatışma yaşar. Bütünlüğü yaşayan kişi bilgedir. Hayattaki yeri ve rolünü kabul etmiştir, kendisi ile barışıktır. Kişi artık geri dönemeyecek ya da geçmişi değiştiremeyecek bir aşamadadır. Bu döneme dek olan basamakları uygun bir şekilde, çok zedelenmeden ve büyük hatalar yapıp çevresini yıkmadan çıkmışsa bir rahatlık ve olgunluk içindedir. Etrafına güven duygusu ve olumlu diğer duyguları yansıtır. Hayatını pozitif ve negatif yönleri ile kabul etmiştir, pişmanlık duyguları taşımaz. Hayata keşke tekrar başlayıp, olanları düzeltsem ya da farklı yaşasam şeklinde özlemleri yoktur. Geçmişini 'yapabileceklerimin en doğru ve iyisini yaptım' şeklinde değerlendirerek, huzur içindedir.


Bu hissin yaşanmadığı ve önceki basamakların sorunlu olup, hakkıyla geçilemediği durumlarda derin bir pişmanlık, değersizlik ve depresif düşünce yumağı ile karşılaşılır. Ölüm korkusu belirgindir. Artık geçmişe tekrar dönmek, olanları düzeltmek olanaksızdır ve ne yazık ki ekilenler biçilmektedir. Yaşanması, sahip olunması ya da hissedilmesi gerekip de, bunların olmaması, beklenen ilgi ve anlayışın görülmemesi, becerilerdeki azalma, sağlığın kısmen bozulması kişide kendi etrafındakilere yönelik nefret duyguları, umutsuzluk duyguların oluşmasına yol açar. Bu içe kapanma, yakınlarını etrafında tutmak için değişik çabalar içine girilmesi, gençlere karşı olumsuz, eleştirel bakış açısına neden olabilir. Ümitsizlik, nefret ve ölüm korkusu içindedir. Hastalık hastalığı, depresyon, psikosomatik hastalıklara rastlanmaktadır.


8. MANSELL PATTISON’UN YAŞAM ÖLÜM ARASI KURAMI

E. Mansell Pattison, umduğumuz yaşam süresi ve hayatımızı nasıl yaşayacağımızla ilgili planlar gibi ‘hayatın yönünü’ tanımlamıştır. Pattisona göre hastalık ya da ciddi bir rahatsızlık, umduğumuz yaşam süresinde bir düzeltmeye, değişime sebep olduğunda yaşamın yönü gözden geçirilmiş olmalıdır. Pattison, düşündüğümüzden daha önce öleceğimizi keşfetmemiz ve gerçekten öldüğümüz zaman arasındaki süreye dikkat çeker. Bu süre 3 aşama şeklinde karakterize edilmiştir. Akut evre, kronik evre ve son. Pattison bu evreleri birer örnek olarak görür. Bu evrelerde farklı insanlar farklı zaman harcarlar. Her evreyi bireyin tepkilerine göre tanımlamıştır.

Akut evresinde birey hayatındaki en şiddetli krizlerle karşı karşıya gelir. Beklentilerinin hepsini gerçekleştiremeyeceği gerçeği ile yüz yüze gelmesi gibi. İnsanlar bu evrede kendilerini hareketsiz hissederler, yüksek seviyede kaygı vardır. Bu evrede, yaşlı kişinin önemli ölçüde duygusal desteğe ve ölüm gerçeğinden uygun bir şekilde söz etme ihtiyacı vardır.

Kronik evrede, bireyler ölüm korkusuyla yüz yüze gelirler. Yalnızlıktan, acı çekmekten, sevdiklerinden ayrı kalmaktan bilinmeyen düzeyde korkmaya başlarlar. Son evrede ise, geri çekilme görülür. Adeta dünyadan elini eteğini çekip ölümü bekleme evresidir. Bireyler içe dönük davranışlar sergilerler. Kendilerinden, çevrelerinden, günlük deneyimlerden, aktivitelerden uzaklaşmaya başlarlar.


9. İYİ-UYGUN ÖLÜM

Kuşkusuz kişinin ölümle karşı karşıya gelme şekilleri, hayata nasıl bakacağına yansıyacaktır. Uygun bir ölüm insanlara kendi terimleriyle, kendi değerleriyle ölme olanağı verir, herkesin beklentilerine uyar. Uygun ölümde, ölüm toplumsal katı kurallara göre kabullenme konusunda sosyal bir baskı toktur, herhangi davranış aşamalarından da geçmezseniz. Bireylere uygun bir ölüm imkânı vermekle (yani onlara gereken ilgiyi göstererek, ihtiyaçlarını karşılayarak) onların umut dolu olmasına olanak sağlarız. Bu umut verici durum gelecek hakkında pozitif düşünmeye işaret eder. (doğum günü kutlaması, arkadaşlar tarafından ziyaret edilmek, bir sonraki yıla erişmek gibi)

Araştırmalara göre, umut dolu olmak, kontrol ve ölümcül hastalıkları yenme ve yaşamla ölümün bir arada olduğu anlamını verir, biz bilinci kazandırır. Bazı ölüme yakın, ölmekte olan insanlar ölümde kaçmak yerine, onu inkâr etmek yerine her gün hayata katılmaya devam ediyor. Umut etmek ölümü inkâr etmekle tamamen aynı anlama gelmez. Aksine ölüme karşı durmak, yaşamdan ümidini kesmemek etkin bir karara işaret eder. Uygun bir ölümle karşılaşma ümidiyle, kişiler kendi değerlerini, özsaygılarını, bireyselliklerini, kendi kimliklerini devam ettirebilirler. Kalish, uygun bir ölümü kabullenmek için gerekli üç faktör şekillendirmiştir: aile, arkadaş hatta doktorlarla sıcak, içten ilişikler kurmak, bütün karmaşıklıkların, duyguların, bilgilerin, sonuçların tartışıldığı bir çevre, ortam oluşturmak ve yaşamdan, deneyimlerden, dinden anlamlar çıkarmak.

Amerikalılar “rahat bir ölümde” ne istiyorlar? Araştırmalar şunu gösteriyor, çoğu evde ölmeyi istiyor. Fakat % 75’i tıbbi hizmette ölüyor (Cloud, 2000). Ölümcül derecedeki hastalar daha önce hiç tanışmadıkları hekimler tarafından tedavi edilirler, buna karşın birçoğu hayatlarının sonunda onlar için ilgilenen kişilere sahip olmayı isterler.


10. HUZUREVİ

Huzurevindeki yaşlıların bir kısmı için yalnızlık daha doğrusu beraber oldukları bir aileden yoksunluk huzurevine gelene ya da bir süre öncesine kadar yaşanmamıştır. Ne var ki, bir yandan toplumsal değişme ile gelen zorunluluklar huzurevinde kalan yaşlıların aile ve diğer toplumsal ilişkilerden derce derece soyutlanmalarına neden olmuştur.(Bu sadece huzurevi için özel bir olgu değil) Çocuklarının yanında kalmayan kimi yaşlılar bunun nedenini kendilerinin istemediklerini, kimi çocuklarının başka yere gittiklerini, kimi damat ya da gelinlerinin istemediklerini, kimi de çocukları tarafından istenmedikleri şeklinde ifade etmişlerdir.

Yaşlıların huzurevi olgusu, onun nitelikleri ve işlevleri ile ilgili ayrıntılı bilgi sahibi olmaktan çok, kurumun sadece varlığından haberdardırlar.

Huzurevinde yaşlılar günlük yaşamlarını kendileri düzenlemesi açısından özgürdür. Ancak, yaşlılığın getirdiği sınırlamalar yanında, kurum olarak huzurevinin toplumsal işlevsel bütünlüğünden görece soyutlanmışlığı da yaşlının günlük yaşamına etki yapar.

Toplumun büyük bir kesiminin, huzurevinde kalmaya genelde karşı olduğu söylenebilir. Yaşlıların çoğu için huzurevi yaşamın geriye dönüşü olmayan son istasyonu olup bu değişmez niteliği nedeniyle de reddedilir veya aile dışına itilmiş şeklinde algılanır.( bu algıyı yaşlı oluşturmuyor, daha çok bu yorumun çevreden kaynaklandığını söyleyebiliriz.) Bu nedenle yaşlılar huzurevine taşınmak istemeyebilirler. Huzurevini –tümüyle haklı nedenler dayanmaksızın- düşkünler evi şeklinde algılanmasının veya buranın değişmez bir son durak karakteri taşımasından ya da buraya yerleşmenin -herhangi bir geçerli sebebi olmamasına rağmen- aile ilişkilerinin bozukluğunu yansıttığı kanısından kaynaklanan olumsuz imajı nedeniyle yaşlıları bu tür kurumlara yerleştirecek önlemlerin alınması gereklidir.

Yapılan çeşitli araştırmalar bazı yaşlılarda huzurevine taşınmadan hemen önceki dönemin kritik olduğunu göstermiştir. Bu dönemde stres düzeyi maksimuma ulaşır. Belirsizlik duygusu ve karşılaşılacak yeniliklerden duyulan korku ruhsal gerilime yol açar. Huzurevi hakkında bilgi sahibi yaşlılar ise bu dönemde gerilim azdır. Yaşlılar hazırlıksız olduğu için yeni çevreye uyum sağlamada güçlük çekiyorlar. Erkekler huzurevinde özgürlüklerini ve kendi kurdukları düzeni kaybetme korkusuyla kaygı duymaktadırlar.

Huzurevinde yaşayanların aynı kurum içinde yer değiştirme durumuna uyum sağlama sürecide önemlidir. Bu tür koşullarda, huzurevinde aynı bölümde kalanların ayrı ayrı başka bölümlere nakledilmelerinin, bölümün bir bütün olarak başka bir binaya nakledilmesinden daha olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bununla birlikte tüm huzurevi sakinlerinin birlikte yeni bir binaya taşınmaları durumunda gerek yaşlılar gerekse personel arasındaki ilişkilerin belirli ölçüde zayıfladığı belirlenmiştir. Ancak yaşlılara yer değiştirmeden önce bazı seçme olanakları tanındığı zaman, kendilerinin de durumu belirli ölçüde denetledikleri duygusu uyandığından yer değiştirmeden 10 ay sonra aralarındaki ilişkinin yer değiştirmeden öncesine kıyasla çok daha güçlü olduğu gözlemlenmiştir. Değişimlere yaşlılar haberdar edilerek hazırlanmalı, olayın en azından bir yönünü denetim altında bulundurdukları izlenimi verilmelidir. Bu kurum içinde yer değiştirme olgusuna uyum sağlamada başarı kazanmanın en önemli koşullarından biridir.



11. YAŞLILKTA ORTAM DEĞİŞİMİ (Relocation )

Yaşlanmak çoğu insan için barınama koşullarını da değiştirilmesini beraberinde getirebilir. Örneğin lojmanlarda yaşayanların emekli olduklarında bu konutları boşaltmaları gerekebilir. Bu şekilde, konut değiştirmek zorunda kalan kişiler alışık olduğu çevreden uzaklaşarak yeni bir çevreye adapte olmak zorunda kalır.

1967’de Blenkner, yaptığı araştırmada; taşlılar bir kurumdan başka bir kuruma alınınca çoğunlukla ilk 6 ay içinde ölüm oranın artığını bulmuştur. Ayrıca 1961’de yapılan bir araştırmada; bakım evine giren yaşlıların bir yıl süresince incelemeye alınması sonucunda ortam değişimi yüksek ölümle ilişkilendirilmiştir. Ancak, ortam değiştirmeye maruz kalan birçok yaşlının deneyimlerine göre bu süreci daha kolay atlatabilirler.

a. Yeni Ortama Uyumu Etkileyen Faktörler

Yaşlının sürekli ortam değiştirmesi kişideki psikolojik etkileri azaltmaz. Yeri değiştirenlerin sağlıları yerinde olsa bile yeni ortamın getirdiği depresif durumlar olabilir.

• Kişini eski oturduğu konuta, yaşadığı ortama bağlılık derecesi

• Ortam değişimi sonucunda yaşlının bir takım davranış kalıplarını değiştirme derecesi
Yapılan ortam değişiminin mesafesi ve nedeni.(Gönüllü oluşu olumlu etkiliyor, gönülsüz oluşu olumsuz etkiliyor.) Ortam değiştirmenin gönüllü veya gönülsüz oluşu, kişinin yeni ortama ilişkin algısını ve bakış açısını etkiler.

• Bireysel farklılıklar

• Bunlarla birlikte çok yönlü bir araştırma yapılmadığı için sosyoekonomik düzeyin uyumu etkileyip etkilemediğini ya da nasıl etkilediğini bilemiyoruz.


b. Kurumsal Ortam Değişimi

Bu tür yer değiştirmeler bir kurumdan diğerine şeklinde olabilir. Yaşlılar, kurumsallaşmayı yani bir kuruma yerleşmeyi bir korkuyla karşılamakta ve artık kendilerine yetemediklerinin bir göstergesi olarak saymaktadırlar. Bir kurma yerleşmeyi kişisel özgürlükten büyük ölçüde vazgeçme saymaktadır.

Ortam değişiminde erken ölümü tetikleyen etmenler;

Coffman ‘eğer ortam değişimi tüm grubu içeriyorsa ya da birey kalıcı bir popülasyondan bir diğerine taşınıyorsa ölüm çabucak gerçekleşmiyor. Erken ölüm kurum personelinin eksikliği, zayıf bakım, aile ile temasın azalması, desteğin azalması ile ilişkilidir.

Butler ve Lewis (1977), Gutman ve Herbert(1976), sakinlerin yer değiştirme için hazırlanmasının; yaşlıların ortam değişimini planlamasına yardımcı olduğunu vurgularlar.

Coffman’a göre ‘ Eğer yardım varsa ve hızlıca sağlanıyorsa ortam değişimi yaralı olabilir ‘. Bunun yanında personelin sağladığı moral de önemlidir.

Huzurevinde yaşamanın etkileri konusunda genelleme yapmaktan kesinlikle kaçınılmalıdır; çünkü bu tür kurumların yapılanmaları ve türleri çok farklı olduğundan, bu konularda tümüyle ayırıcı açıklamalar yapılması gerekir. Grupları karşılaştırıldığı araştırmalar, bu tür kurumlarda yaşayanların davranış biçimlerinde, toplumsal ilişkilerin ve karşılaştığı emosyanel yaklaşımların boyutlarından çok, burada yaşayanlara sunulan motivasyonların sensonik uyarımların ve oyalayıcı aktivite seçeneklerinin çok yönlülüğü gibi olanakların etkili olduğunu belirgin olarak ortaya koymuştur.


c. Hospice Program

Hospice teriminin orijinal anlamı, kutsal bir yolculuktan dönen yorgun bir kafilenin konakladığı, sığındığı yer anlamına gelir. Günümüzde ise ölmekte olan yaşlı insanlar için bakım evi anlamına gelmektedir. Burada acıyı ve fiziksel semptomları kontrol etmek ve hafifletmek için düzenlenmiş bir bakım programı uygulanır. Bu programlar kişinin hayatının son deneyimini( ölümü) humanize etmek amacıyla düzenlenmiştir. Burada hasta kişi büyük bir sosyal destek alabilir, bunu yanı sıra geniş çaplı ilaç tedavisinden yaralanabilir.

Bakım evi programlarının 3 ana amacı vardır: Ölmekte olan insanın acılarını kontrol etme, hayatının sonlarını yakınlarıyla ya da bakımevi personeliyle paylaşabilecek yakın, açık ve destekleyici bir çevre oluşturmak; insancıllığı, insanın değerliliğini, bağımsızlığını ve ölmekte olan her bireyin kendi kimliğini sürdürebilmesini sağlayabilmek.

Bakım evi personeli doktorlar, hemşireler, ruh sağlığı uzmanı, din görevlisi ve birçoğu kendi ailelerinde bakım yapmanın, ilgilenmenin yararlarını tecrübe etmiş olan dernek gönüllülerinden oluşmaktadır. Bu gönüllüler hastaları kendi evlerinde ziyaret ediyor, kişisel bakımına ve günlük ev işlerine yardım ediyor ya da sadece onu ve ailesini dinlemekle yetiniyorlar, aile üyelerine danışmanlık yapıyorlar.

Ağrıyı idare etme/yönetme ölümcül hatalığın kontrolü altındadır ve ilaçla tedavi, bireyin isteklerini, bireyin kendi kendini idare etmesini, bağımsızlığını devam ettirmek sürdürmek içindir. Uyanıklığı-zindeliği korumak için haplar kullanılıyor, mümkün olduğu zaman ve bu ağrıyı idare-kontrol etmede gereklidir. 3357 aile üyesiyle yapılan bir çalışmada, % 40’ ı ölümcül hastalıklarının yaşadıkları birkaç acı şeyle ilgili olduğunu aktarmış, % 25’ i ölümden önce yüksek kaygı ve depresyonun hafifletilmesini istemiş(Lynn etal., 1997). Ölümcül hatalık hospice bakımı sırasında yine ailenin içsel bir parçası olmaya devam eder. Aile üyeleri ve hasta ölüm eğitimine (death education )katılır ve duygu-hislerini paylaşmaya; kayıbın manasını, ne anlama geldiğini söylemeye cesaretlendirilir, teşvik edilirler. Hospice programı ölümden hemen sonraki yıl için bir program da sağlar.( sağ kalanlar için ). Bu program kısaca, hatırlatıcı bir servis-yardım, eğitici literatürü paylaşma, sağ kalanlara danışmanlık ve destek güven vermek için grup görüşmesini içerir. Hospice programı memur-personel kişilere de danışmanlık ve destek sağlar. Sağlık bakıcılarının hepsi ölüm hakkında konuşurlar ve duygularını paylaşmak için bir şans-imkâna ihtiyaç duyarlar. Birçok araştırma sonucu düşkünler evinde çalışanların (hospice team members ) ölüm hakkında daha az sinirlendiği, ölümle uğraşmada çok daha iyi olukları bulgusu elde edilmiştir ve bu tecrübeyi yaşamayan kişilere göre ölümü çok daha iyi yönettikleri görülmüştür. Bazı çalışmalara katılan (düşkünler evinden ) hastalar yarar görmüşlerdir. Daha güçlü bir ego, daha iyi bir ruh hali-manevilik ve kendi ölümünün üzerinden gelebilme yeteneği kazanır. Düşkünler evini ziyaret edenlerin en çok konuştuğu konular, çpk ilginçtir, manevilik, ikincil olarak en çok konuşulsun konu ise ölüm kaygısıdır.

1990 dan beri % 33’ lük bir artışla 2001 de 3100 den fazla düşkünler evi programı mevcut. Düşkünler evi her yaştaki bireye hizmet-servis teklif ediyor, 1999’da 700,000 kişi hospice bakımı almış veya bu yılda ölen Amerikalıların % 30. 65 yaş üstü birçok yetişkin kanser tanısına sahip bir hospice araştırıyorlar( % 71 ), kalp hatalıkları için temel bir tanıya sahip olan-koyabilen bir hospice araştırıyorlar.



12. ÖLÜMÜ KARŞILAMA

Herkes ölümü kabul etmek zorundadır; ölümü gerçekçi bir biçimde kabul etmek kişinin duygusal olgunlaşmasının belirtisidir. Ancak insanların ölüm karşısındaki bilinç düzeyleri farklılık gösterir. Duke Üniversitesi araştırmacıları 60–94 yaşları arasında 640 yaşlıyı incelemişlerdir. Yaşlıların % 5’i ölümü hiçbir zaman düşünmediklerini, % 25’i haftada bir kezden daha az düşündüğünü, %20’si ölümün haftada bir kez aklına geldiğini, % 49’u ölümü en azından günde bir defa anımsadığını belirtmiştir. Aynı araştırmada yaşlı kişilerin ölüme farklı anlamlar yüklediği de bulunmuştur. Kimileri ölümü bedensel yaşamın sona ermesi ve yeni bir yaşama, başka bir dünyaya geçiş olarak görmektedir, kimileri daha önce ölmüş sevilen biriyle yeniden birleşme inancını dile getirmektedir. Bu iki grup içinde ölüm daha iyi bir varoluş durumuna geçiştir. Ölümün bir ceza olduğunu doğrudan dile getirenler çok azdır. Ölümü bir son olarak görenler de vardır.

Kişi için ölümün anlamı, hem kişisel hem sosyokültürel pek çok belirleyiciye bağlıdır. “Ölümün anlamı” ölüm olayının yaşanmasına bağlı değildir, ölüm olgusu karşısındaki duygulara ve yorumlara bağlıdır. Duke Üniversitesi araştırmasında deneklerden aşağıdaki cümleleri tamamlamaları istenmiştir.
- Bir insan öldüğü zaman ……………………….……………………
- Ölüm ………….…………………………………………………..dir
- Öldüğüm zaman ben ………………………………………………...

Yanıtlar şu kategorilerde toplanmıştır;

a) Yaşamın sürmesi ya da kesilmesi: Açıklamaların çoğu dinsel inanışları ortaya koymaktadır. Ölüm bu dünyadan bir başka dünyaya geçiştir.” Ya da öldüğüm zaman ruhumun sürüp gideceğine inanıyorum cevapları buna örnektir. Bir başka yorumda ölen kişilerin başkalarında yaşaması biçimindedir. “Ölen bir insan başkalarının düşüncesinde ve gönlünde yaşamayı sürdürür. Buna karşılık kimileri de ölümü kişiliğinin sona ermesi olarak düşünmektedirler.

b) Düşman olarak ölüm: Ölüm yaşamı ve ilişkileri kesen, bazen sona erdiren bir düşman olarak görülmektedir. “Ölüm zalim bir efendidir” cevabı gibi. Yanıtları çoğu bağımlılık, güçsüzlük korkusu ya da ölüm edimine bağlanan acı ve eziyet duygusunu dile getirmektedir.

c) Birleşme ya da ayrı düşme: Kimileri ölümü daha önce ayrıldığı birine kavuşma olarak görürken kimileri de sevilen birinden ayrılma gibi hissetmektedir.

d) Ödül veya ceza: Çoğu kişi ölümü daha iyi bir varoluş durumuna geçiş olarak görmektedir. Örnek “tanrının mutluluğuna kavuşmaya gideceğim.” Bu aslında dinsel inanışlara bağlı bir örnektir. Ölümün ceza olduğu pek az dile getirilmiştir.

Araştırmacıların çoğu yaşlı kişilerin çok az bir bölümünün ( % 30 ) ölüm korkusu bildirdikleri konusunda görüş birliği içindedir. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsünün araştırmasında sağlıklı yaşlı kişilerde ölüm korkusu % 50 oranında bulunmuştur. Araştırmacıların yaşları 49-92 arasında değişen 200 denek üzerinde uyguladıkları cümle tamamlama testine göre, ölüm korkusu genel nüfusta yaşlı kişilerde olduğundan daha yaygındır. Duke Üniversitesi’nde yapılan başka bir araştırmada yaşlı deneklerin sadece % 10’u olumlu yanıt verdi, % 35 korktuğunu reddetti, % 55 ambivalandı ve soruyu yanıtlamakta tereddüt etti. Bengston, Cuelar ve Ragan genç insanların yaşlı insanlardan daha fazla ölüm korkusu yaşadıklarını ileri sürmektedir. İnsanlar acı verici, ayrılık yaratıcı hastalıklardan daha fazla korkmaktadırlar. Hinton hastanede ölen kişilerin daha yüksek bir kabul gösterdiğini söylemektedirler; fakat hastalık ve hastane koşulları bunda önemli bir rol oynamaktadır. Hastaların yaklaşık yarısı yaşamın sona ermekte olduğunu kabul etmekte (daha çok yaşlı kişiler) dörtte biri acı çektiğini bildirmektedir, dörtte biri acı çektiğini bildirmekte, dörtte biri ise pek az şey bildirmektedirler.

Robert N. Butler’ in “yaşamı yeniden gözden geçirme” adını verdiği süreç genellikle sessiz gerçekleştirilmekte ve kişiliğin yeniden örgütlenmesinde olumlu bir güç oluşturmaktadır. Ancak bazı durumlarda patolojik düzeyde yoğun bir suçluluk, umutsuzluk ve depresyon anlatımı da olabilmektedir. Bir insanın yaşamını gözden geçirmesi değişik türden bunalımlara tepki olabilir. Örneğin emeklilik, eşin ölümü, kendi ölümünün yakınlığı gibi. Butler’ e göre yaşamın yeniden gözden geçirilmesi, bir bireyin ölüme uyumu, yaşamın sonuna doğru kişilik gelişiminin sürekliliği için önemlidir.

Çeşitli araştırmalar ölümden önce sistemli psikolojik değişimlerin ortaya çıktığını bildirmektedir. Bu değişimler fiziksel hastalıkların basit bir sonucu değildir. Ciddi biçimde hasta olan ve sonra iyileşen kişiler aynı değişimleri göstermemektedir. Lieberman ve Coplan, ölümlerinden bir yıl ya da daha az süre önce incelenen bireylerin, ölümlerinde üç yıl ya da daha fazla uzak olanlara oranla daha zayıf zihinsel başarı, daha az iç gözlem eğilimi, kişilik testlerinde daha az saldırgan ve daha fazla uysal benlik imgesi gösterdiklerini bildirmektedir.

Sosyolog Robert Blauner, modern toplumların ölüm olayını denetim altına aldıklarını belirtmektedirler. Amerika’da daha birkaç kuşak önce insanlar evlerinde ölüyorlardı; bugün yaşlılar yurdu ve hastaneler ileri derecede hasta olanlarla ilgilenmekte ve ölüm bunalımlarıyla uğraşmakta, cenaze evleri de toprağa verme işini üstlenmektedirler. Birçok insan için gitgide yabancı bir yaşantı olduğundan ölümle nasıl başa çıkılacağı da gitgide daha az öğrenilmektedir. Ne ölmekte olan kişi, ne de ailesi ve arkadaşları ölüm yaşantısıyla uğraşmayı sağlayacak anlayış ve bilgiye sahiptirler.

ABD’ de ölen kişilerin % 70’inin son yıllarını bakımevinde ya da, çoğu zaman acı içinde ve yalnız olarak geçirdiği saptanmaktadır. “onuruyla ölme” hareketinin savunucuları “saldırgan” tıbbi bakımın –yaşamın ne pahasına olursa olsun korunmasının- insanları hızlı ve doğal ölümden alıkoyduğunu ısrarla vurgulamaktadırlar. Bu görüşe göre acıdan ve travmadan olabildiğince uzak bir ölüm yeterli değildir; umutsuz bir hastalıktan acı çeken bireyler, kendi yaşam üsluplarına uygun düşen ve kimlikleriyle bütünleşen ayrılma üslubu seçebilmelidir. Hastaneye kaldırma yaşlılarda ölüm korkusunu artırabilir. Bu durumda aile daha fazla destek olmalıdır( Onur, 1995 )


12. YAKIN ÇEVREDEKİ ÖLÜMLERİN YAŞLIYA ETKİSİ

Her insanda olduğu gibi yaşlı bireyde çevresindeki ölümlerden etkilenir; kederlenir, yas tutar. İlk 2-3 günde insanlar uyuşukluk, şok-inanmama “bu olmaz, bu nasıl olur” safhalarından geçer, göz yaşı dökme, endişe, karışıklık-karmaşa gibi durumlar yaşar. Sağ kalan bazı kişiler yeni birisini sevme, birisiyle birleşmeyi, hayatı zevklerini tatmayı suç olarak algılayabilir. Bu safhadaki fiziksel septomlar uykusuzluk vücut ağrıları, bitkinlik-halsizlik, baş ağrıları, kontrolsüz adım-hareketlerdir. Bu evre 2 haftadan 4 haftaya kadar doruk noktasına ulaşır, birkaç aydan sonra da direnç çöker ama bir-iki sene veya daha uzun sürebilir. Tabi buradaki etki ve sonuçlar 1) ölümün tipine (normal ölüm mü, intihar mı, öldürülme mi..) 2) ölen kişinin yakınlığına ( eşi-kardeşi-çocuğu..) da bağlıdır.

Daha sonraki evre ise bir değerlendirme aşamasıdır. Ölüm-vefat netleşmeye başlar, artık fiziksel olarak (ölenin) yakın olmadığı ve hiç dönmeyeceği fikri yerleşir, bazı durumlarda bu reddedilip hala ölüyle yaşama, ölü varmış gibi davranma gözükebilirler (ölümü inkar etme, denial death). Geriye kalanlar pişmanlık- suçluluk duyar; yaptıkları şeyleri değerlendirmeye başlarlar “ambulans yeterince hızlı çağırıldı mı, ciddi bir rahatsızlığı, bilinmeyen bir şey mi vardı...”

Doka (1999) bu süreçte ruhsal bir boyutun olduğunu not eder; geriye kalanlar onlarım yok olmalarını-ölmelerini anlamlandırmaya çalışırlar. Bazıları kendilerini daha çok iman- inanca verir; bazılarıda soğumuş ve yabancılaşmış (hayattan bıkmış-ilgilenmiyormuş gibi) hissederler. Geriye kalan kişi 1) ölüm gerçeğini kabullenme, 2) ağrı-hüzün-acıyı derin bir şekilde hissetme 3) onsuz (ölen) bir hayat kurma 4) önceliği olan şeyleri tekrar düzenleme-dengeleme (ama geçmişi unutmadan) aşamalarından geçer (AARP, 2001c).

Yeniden düzen ve iyileşme genellikle ölümden bir yıl sonra gerçekleşir (tabi süreç ölüm türü-ölen kişinin yakınlığı-kalan kişinin yaş düzeyine bağlı olarak değişebilir.), geri kalanlar sıradan aktivitelere ve sosyal ilişkilere tekrar başlarlar. Yalnız bir çok kişi (survivur) ölü ile birleşebilir, onun kişisel özelliklerini, davranışlarını, konuşmalarını, üslubunu, alışkanlıklarını ve ilgilerini benimseyebilir (Stephenson, 1985).

Terapist ve danışan ölümün etkisinden kurtulmak, etkisiyle başa çıkmak için muazzam bir enerji tüketir; eğer bireyler inkar eder veya ne hissettiklerini söylemeyip, yüzleşmeyi ertelerse bu süreç(briet work), ertelenmiş keder-yasın oluşumuna neden olur. Ertelenmiş yas da bireyin ölümünden sonra yakın bir ilişki gibi gereğinden fazla bir tepki şeklinde görülür. Aşırı öfke, kızgınlık veya daha değişik durumlar ortaya çıkar. Bazı durumlarda da bireyin ölümünden haftalar önce ağlama-sızlama, yas tutma başlar; bu ölüme-gerçeğe daha kolay alışmak anlamına gelmez, bu durum da ölen kişinin sosyal izalasyona uğraması da olasıdır(Davidson and Doka, 1999).

Erkek ve kadınlar üzüntülerini farklı şekillerde gösterir (lund, 2000). Martin ve Doka’ya göre, erkekler daha çok teorik veya fiziksel olarak yas tutar. Kadınlar genelde sezgisel olarak acı duyarlar, onlar çok farklı zamanlar da çok farklı boyuttaki duyguları yaşarlar. Kadın bu duygularını aile arkadaşlarıyla paylaşır. Bunun anlamı şudur; kadın yas tutma sürecinde erkeğe göre daha fazla rahatlık ve duygusal destek alır.


a. (Genç) Bir Çocuğun Ölümü:

Genç bir çocuğun ölmesi içsel bir yas süreci oluşturur, bu da birey için harap edicidir. Beklenmeyen –ani olan çocuk ölümleri; ani bir kaza ya da hastalıktan dolayı ise bu çok daha zordur. Ebevynler muazzam bir suçluluk duyar, yeterince sorumlu davranmadıklarını düşünürler. Beklenen (belirtiler varsa, hastalık...) ölümse ebevynler çocukla yalancıktan uğraşmak yerine daha dürüst ve açık olurlar. Çocuğun ölümü ebevynde varoluş değin bir his-kiriz-amaç oluşturur ve bilişsel bir araştırma yapar (Davis, Wortman, Lehman, & Silver, 2000; Wheler, 2001).

b. (Yetişkin) Bir Çocuğun Ölümü:

Yetişkin bir çocuğun ölümü yaşlı ebeveyn için yıkıcı-harap edici olabilir. Bazı yaşlı ebeveynler için kabullenmesi en zor olan ölümdür. Yaşlıda yalnızlık korkusu, içsel bir suçluluk, öfke üretebilir. Yetişkin bir çocuğunu kaybeden yaşlı ebeveyn en az eşini veya kendi ebeveynini kaybetmesi kadar şiddetlidir. Bazı araştırmacılar yetişkin bir çocuğun ölümünün bir eşin yada ebeveynlerin ölümünden çok daha fazla şiddetli umutsuzluk, suçluluk, kızgınlık, endişe ve fiziksel septomlara, psikolojik rahatsızlıklara yol açtığını söylemişlerdir.

Goodman ve Collagues (1991)farklı kültürlerde yaşlı kadınların (61-93) yetişkin bir çocuklarının ölümüyle nasıl baş ettiğini anlatmışlardır. Yahudi kadınlar, Yahudi olmayan kadınlara göre daha şiddetli bir yas süreci geçirdikleri, bir kayıp verdikleri rolleri-uğraşları ve kimliklerinde daha belirgindir. Araştırmacılar Katolik ve Protestan kadınlar arasında ise ölümü kabullenme ve hayata geniş bir perspektifle bakabiliyorlar, kaybın yanı sıra hayatlarına devam edebiliyorlar.

Moss ve Moss yetişkin bir çocuğun ölümünün altında başlıca 5 tane konu bulmuşlardır; 1) aniden olan ölüm ve bunun anne-babanın hayatındaki yıkımı, 2) çocukla ebeveyn arasında kurulan bağın kaybı ve asıl ebeveyn kimliğine olan tehdit (e.g, koruyucu ebeveyn); 3) derin bir kurtarma suçluluğu, 4) ebeveynlerin evlilik ilişkileri ve diğer çocuklarla olan ilişkilerinde bir dengesizlik –yas olur, 5) geleceğe dair anlam-mananın değişmesi.




c. Bir Kardeşin Ölümü:

Yetişkin bir kardeşin ölümü yaşlılar için normative(?) bir yaşantıdır. Bu tip ölümler çok az araştırmanın dikkatini çekmiştir, bu yüzden bu merak ediliyor. Kardeşlik bağları uzun dönemdeki aile bağlarını temsil eder, yansıtır (Bedford, 1995). Geriye kalan kardeşler arasındaki üzüntüyü kaybın etkisini klinikçi, arkadaşlar görmeyebilir. Bir çalışmada geriye kalma yaşantısı 3 grupta incelendi (65’ten 85 yaşa kadar); kardeşin kaybı, eşin- çiftlerden birisinin kaybı ve arkadaş kaybı. Kardeş kaybı bilişsel işlevsel olarak arkadaş ölümünden daha fazla bozulmaya, zararlı sonuçlara yol açmıştır (Hays, Gold & Peiper, 1997).

Moss ve Moss (1995) şunu kaydediyor; aynı yaştaki bir eş veya akraba öldüğünde, diğerinin kendisinin ölüme olan mesafesi hissi kısalıyor. Kardeşler belki de aynı sağlık kalıbı-şeklini, benzer hayat sonunu ve benzer yaşam beklentilerini umabilirler, bekleyebilirler.


d. Eşin Ölümü:

Bir eşin ölümü yaşlılar arasında ilişkilerin bitmesine, kopmasına, kaybolmasına neden olabiliyor ve acı bir yasa ve kişisel içsel bir sorgulamaya neden olur. Yaşlı kadınlar kocalarından daha uzun yaşadıklarından dolayı kadınlar kendilerinden daha yaşlı ve daha uzun bir hayat beklentisi bulunan adamlarla (tekrar) evlenirler.

Dul kadınlar genellikle tekrar evlenmiyorlar, çok azı tekrar evleniyor. Yaşlı erkek için dul kalmak kadınlara göre daha fazla travmatik sonuçlara yol açar; buna rağmen erkeğin üzüntü ve kederinde çok fazla temel farklılıklar oluşmaz ( Blieszner & Hatvany, 1996). Yaşlı erkek evdeki birçok genel işte kadına bağlıdır ve kadın erkek için asıl bir destekçi, arkadaş ve çaredir. Dul erkek bunların eksikliğini kayıpta yaşar; bu bize “erkek eşinin ölümünden sonra niye tekrar evleniyor?” sorusunun cevabını verir. Yani erkek tek başına hayatı sürdürmede zorluklarla karşılaşır. 65 yaşında ve daha yaşlı olan erkeklerle yapılan bir araştırmaya göre yaklaşık olarak bunların %77 si bir eşle, kadınla ikamet etmekte, yalnızca %17 si yalnız yaşamaktadır (Population, 2000).

Erkek ve kadınların evliliğe dair durumları (65 yaş ve üzeri, 1998)

Erkek kadın

evli dul evli dul
65-74 %79 %9 %55 %32
75-84 %74 %20 %34 %56
85+ %50 %42 %13 %77


Uzmanlar şunu da belirtmişlerdir, dul bireyin hareketleri tepkileri zamanla değişebilir, sağ kalan eş aynı anda farklı his ve duygular yaşayabilir (Blieszner & Hatvany, 1996; Lund 2000). Yaşlı dul erkek ve kadınlar kendi güçlerini, dayanma takatlerini, işe yararlılık düzeylerini belirlemeye başlarlar. Gelecekleri hakkında düşünür ve ölüme olan kendi yakınlıklarını tanımlamaya çalışırlar. Sağ kalan kişiler ölünün bu yokluğunda bir anlam mana bulur, varoluşa değin bir gelişmeyi tanımlar. Vefatın erken dönemlerinde genç eşler daha çok içsel bir yas süreci gösterirken, yaşlı eşler ise ilk olarak (erkenden) uydurmalar oluşturdukları gözlenmiştir, fakat aylar sonra çok daha fazla acı, ıstırap çektikleri görülmüştür. Dullar diğer kadınlardan, eşini kaybetmiş olanlardan, sosyal destek almak için uğraşırlar. Fakat yaşlı dullara nispeten genç dullar sosyal desteği-ilişkiyi daha sık takip eder, daha geniş bir ilişki alanından yararlanır. Genç dulların yaşlı dullara göre daha az problemi vardır(depresyon, düşkünlük davranışları, yüksek ölüm oranı gibi) (Blieszner & Hatvany, 1996; Parkes, 1993). Sosyal destek yalnızlığın üstesinden gelmek için bireye yardım verir, fakat kaybolan önemli bağlantıları-ilişkileri yeniden oluşturur ne de güven veya desteği yeniden oluşturur, duygusal, fiziksel, finansal olarak eşlere destek sağlar (O’bryant & Hannson, 1995).

Eşlerden birisinin ölümü çok eski ilişki bağlarını sonlandırır ve yaşamın her alanı üzerinde etkiye sahiptir, sağ kalan eş bir arkadaşını, eşini, cinsel partnerini, destekçisini ve koruyucusunu kaybetmiştir. Son zamanlarda kayıp veren kadınlar özellikle yemek zamanlarında çekilmez-dayanılmaz yalnızlıklar yaşarlar. Dullar daha az yer ve daha az keyif alırlar. Ortalama 7.6 pound kaybeder (pound=453,6gr), fakat üzüntüleri kaybolduğunda bu ağırlığı tekrar kazanabilirler ( Rosenbloom & Whittington, 1993). Dullar yeni rollerin peşine düşer, yeni bir statü ile yaşar ve başlıca temel desteği kaybetme ile başa çıkarlar, kayıbın üstesinden gelirler. Birçoğu yüksek ölüm oranı-sıklığı riskindedirler, çok az bir bağışıklık sistemine sahiptirler, bir çoğu da değişen psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklarla karşılaşır, ölen eş için bir şeyler yaparlar bu arada kendilerini de bir şeyler yaparlar, kendilerini de ıslah edebilirler, kendilerini evde yeni sorumluluklarla karşı karşıya görürler. Dullar finans, sigorta, ev bakımı, yasa ve bahçe bakımı, aile arabasının bakımı ve masrafı gibi şeyler idare etmek, yönlendirmek zorundadır. Bu işlerin çoğu evlilikte çok daha az sorun oluyor ve kontrol altında oluyorlardı. Bu işlere genelde erkek bakıyordu. Bir araştırmada 60 yaşındaki dullara daha yeni eşini kaybetmiş kişilere öneri yapmaları istenmiş. Bunun sonucunda şu şeyler çıkmıştır; bir şeylerle uğraşmaya devam edin, önceki değerleri sürdürün, sosyal ilişkileri oluşturun-devam ettirin… genç dullar daha iyi bir iyileşme göstermişler, ölüyle ilgili duygularını sembolik bir bağlantı ile korumuş, uydurmalar daha az görülmüştür ve geçmişteki kimlik, roller ve aktiviteleri devam ettirmişlerdir (Bergstrom & Holmes, 2000; Bonanno, Mihalecz, & Lejeune, 1999). Sağ kalan eşler ölen kişinin adını konuşmalarda kullanmaya, his-duygularını diğerlerine açmaya, destek için diğer kişilere yönelmeye, geçmişteki anıları taze tutmaya ve üzüldüklerinde sabırlı olmaya teşvik edilir, cesaretlendirilirler. Özellikle bazı özel günlerde bu acı ve sıkıntı aratabilir; tatil, yıl dönümleri ve doğum günleri gibi günler….. .

Bazı dullar sosyal ilişkilere tekrar geçmeyebilir. Ölümün etkisinin azalmasıyla ve başka kişiler-çiftlerle ilişkiye geçebilirler; aile, komşu, toplum, iş veya gönüllü organizasyonlara da katılabilirler, kendilerini böyle şeylere adayabilirler. Bazı dullar, sakin kişilik özellikleri gösterebilirler. Bazı dullarda yalnızlıktan kurtulmak için tekrar evlenebilirler. Bazıları da bağımsızlıklarını yaşar, eğlenirler, bunlar evliliğe tekrar ilgi duymazlar (Blieszner & Hatvany, 1996; Lopata, 1994). Yaşlıca dullar ufak tefek ve rutin ev işlerini yapmak, idare etmek için ek destek almadıkları için ve fonksiyonel (işlevsel) yetenekler kaybolduğundan evlerini değiştirdikleri görülür (Bradsher et al…, 1992).

Araştırmacılar şuna inanıyor; sosyal destekten sonuç çıkaran, belirli önemli şeyler üreten, yaşadıkları yerde- koşullarda egemenlik kuran ve geçmişteki yaşantılarında başarılı olan kişiler; eşinin ölümünden sonra da başarılı olurlar. Yani eşin ölümünden sonraki hayat tarzı da, eşin ölümünden önceki hayat tarzına bağlıdır (Liberman & Peksin, 1992; Parkes, 1993).

KAYNAKÇA:

Onur, B. (1995) Gelişim Psikolojisi Makalesi. Ankara: (Yay)

Lehr, U. (1994) Yaşlanmanın Psikolojisi. (7.Baskı). İstanbul:Bilimsel Çeviri Yayınları Çeviri Vakfı

Hoher, W, J& Roodin, P,A. (2003) Adult Development And Aging (Fifth Edition). New York: Mc Graw Hill Press

www.pedam.com/intihar/intihar.htm - adresinden 28.04.2006 tarihinde alınmıştır.
www.acilveilkyardim.com/ acilbakim/psikiyatrikacillers adresinden 28.04.2006 tarihinde alınmıştır.
www.intihar.de/yontem-farklari.htm - 36k adresinden 24.04.2006 tarihinde alınmıştır.
www.populermedikal.com/intihar.asp adresinden 26.04.2006 tarihinde alınmıştır.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Yaşlılık Psikolojisi - Yaşam ve Ölüm" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Fatih UĞUR'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Fatih UĞUR'un izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     1 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Fatih UĞUR Fotoğraf
Psk.Fatih UĞUR
Konya (Online hizmet de veriyor)
Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi57 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Fatih UĞUR'un Yazıları
► Ölüm ve Yaşam Psk.Beria Bilge ŞENER
► Yaşlılık ve Cinsellik Dr.Psk.Dnş.Ayavar Cem KEÇE
► Yaşam Değişim Dönemleri - Yaşam Döngüsü Psk.Dnş.Filiz OKUŞ TEZEL
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,962 uzman makalesi arasında 'Yaşlılık Psikolojisi - Yaşam ve Ölüm' başlığıyla benzeşen toplam 37 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Down Sendromu Nedir? Mayıs 2017
► Sınav Kaygısı Ocak 2016
► Gerçeklik Terapisi Ocak 2016
► Öfke Kontrolü Ocak 2016
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


10:03
Top